Henüz deprem felaketinin üzerinden beş hafta geçti, zihinlerimiz hala yıpranmış durumda. Ortaya çıkan manevi hasar maalesef uzun yıllar devam edecektir ve onarılması imkansızdır. Maddi hasarın maneviyatın yanında hiçbir önemi olmasa da bunun bir bedeli vardır ve çok ciddi boyuttadır. Şahsen ilk günlerde 150-200 milyar dolar olabileceğini tahmin ediyordum, çıkan ilk medya tahminleri 50-100 arasındaydı. Şimdiyse yavaş yavaş rakamlarıma gelmeye başladılar.

Zaten ciddi cari açığı olan bir ülkeyiz, döviz ihtiyacı her geçen gün artıyor, hiç hesapta olmayan boyutu devasa bir maliyet eklendi. Bunun bir kısmı ister istemez ithalat ile giderilebilir ve dolayısıyla döviz ihtiyacının daha da kuvvetlenme ihtimali mevcuttur. Realiteyi görmemizde fayda var, ekonomimiz ithalata dayalı olduğu için döviz talebi bitmez, döviz üretmediğimiz için bir yerlerden bulup ödemeleri yapmamız gerekir, o arayış süreçleri ne kadar yoğun ve sert olursa kurlarda da o kadar oynaklık yaşanabilir.

Hal böyleyken 2023 seçimleri tarihi belirlendi ve farklı bir süreç başladı. Haziran ayına belirsiz yeniliklerle gireceğimiz kesinleşti.

Seçim sonuçlarına göre piyasalar bir dengeye oturacaktır, orta ve uzun vadede ekonomik programlara göre piyasalar yön alacaktır. Ancak o günlere kadar yatırım konusunda muhtemelen çoğunluk pozisyonlarını alıp bekleyecektir. Seçime yaklaşırken son günlerde seçim tahminlerine göre bazı finansal araçlarda volatiliteler artabilir, dikkat etmekte fayda var, Hedging uygulamaktan sakın kaçınmayın.

ŞİLİ VE TÜRKİYE DEPREMLERİ

6 Şubat 2023 günü Orta Anadolu'nun güneyinde asrın zelzelesi denebilecek yıkıcılıkta 7.7 ve 7.6 büyüklüklerinde bir 'çifte deprem' felaketi vuku buldu. Sanki uzaydan devasa bir göktaşı düştü. 11 vilayet ve o bölgede yaşayan 13 milyon insan etkilendi. En az 120 bin bina yıkıldı veya kullanılamaz hale geldi. Enkaz altından 46 bin naaş çıkarıldı. Kayıpların sayısı henüz belli değil. Bu, Türkiye'nin sosyo-ekonomik yapısını sarsacak büyüklükte tarihi bir faciadır. Önümüzdeki beş yıl, milli gelir pastamızın bir kısmını bu hasarın onarımına tahsis edeceğiz. Bu da toplumun tümüne 'pahalılık' olarak yansıyacaktır. Bundan kaçış yoktur. Deprem ile ortaya çıkan can ve mal kayıplarını irdeleyen yerbilimci ve inşaatçı hocalarımız 2010'da 8.8 büyüklüğündeki Şili depreminde çok daha az mal ve can kaybı olduğunu söylediler. "Halka 'gördünüz mü deprem daha büyük ama hasar daha küçük' diyerek" onların bizden daha sağlam bina inşa ettiğini zihinlere kazıdılar. Bu doğru olabilir. Ama ben de bu kıyasta bir yanılsama olduğunu düşündüğümden internete girdim. Yerbilimci hocalarımızın diğer konuşmalarını izledim. Nasıl depremin 'büyüklüğünü' gösteren 10 basamaklı bir Richter ölçeği varsa 'şiddette de' Mercalli cetveli diye 12 derecelik bir skala varmış. Eşit büyüklükte iki depremin şiddeti (hasar yaratma gücü) aynı olmuyor. Depremin, ne kadar derinde, yerleşim bölgelerinden ne kadar uzakta olduğuna ve zeminin yapısına bağlı olarak şiddet değişiyor. Mesela 8.8 büyüklüğündeki 2010 Şili depreminin yerleşim bölgelerindeki şiddeti 7-8 arasında iken 7.7 ve 7.6 büyüklüğündeki Maraş-Hatay depreminin bölgedeki şiddeti 11 dolayındaymış.

Hocalarımızdan, TV sohbetlerinde diğer ülkelerdeki depremlerin yarattığı hasarları bizimkilerle karşılaştırırken, 'şiddet' değişkenini de kullanmalarını bekliyorum. Bu talebim yersiz ve yanlışsa onu da söylesinler.

7269 sayılı Afet Yasası:

7269 sayılı Afet Yasası, acil müdahale sürecini yönetmek konusunda 2935 sayılı Olağanüstü Hal Yasasına göre çok daha elverişli araçlar sunuyor. Depreme uğrayan 11 ilde OHAL yerine Afet Bölgesi ilan edilseydi, 7269 sayılı Yasanın kuralları, ödün vermeden eksiksiz uygulansaydı, süreç çok daha başarılı yönetilebilirdi. 

Ama onlar, afetin başarılı yönetilmesini değil, inşaatçılara yüz milyarlarca lira boca edilmesini sağlayacağını umdukları OHAL ortamını tercih ettiler.

Afet Yasasının çeşitli maddeleriyle vali ve kaymakamlara olağanüstü yetkiler, görevler ve sorumluluklar veriliyor. Afet ve acil durumu yönetmek için gereken her türlü önlemin alınmasından; gereken yerlere harcama yapılmasına değin sürecin her aşamasında vali ve kaymakamların sorumlulukları tanımlanmış. AFAD Merkezlerini kurmak ve çalıştırmak sorumluluğu bile valilerin yükümlülüğünde.
Başarısızlık denildiğinde akıllara hemen Kızılay ile AFAD geliyor. OHAL değil de afet bölgesi ilan edilseydi vali ve kaymakamların, daha doğrusu Merkezi yönetimin; ücretsiz barınma, sağlık, beslenme gibi konulardaki sorumluluklarını ve beceriksizliklerini de sorguluyor olacaktık.

Vali ve kaymakamlara 7269 sayılı Yasanın 6’ncı maddesiyle şu görevler veriliyor:

“18-65 yaş aralığındaki bütün erkeklere görev vermeye; bedeli ücreti, kirası sonradan ödenmek üzere canlı, cansız, resmi ve özel her türlü taşıt araçlarına ve gerekli makine, alât ve edevatına el koymaya ve hiçbir kayda ve merasime tabi olmaksızın tedavi, kurtarma, yedirme, giydirme ve barındırma gibi işlerle bu gibi işlerin gerektirdiği acil satınalmaları ve kiralamayı yapmaya, Devlete, mahalli idarelere, evkafa, İktisadi Devlet Teşekkülleri ile bunlara bağlı kurumlara ilişkin her türlü taşınmaz malları, yetmemesi halinde de diğer tüzel kişiler ile gerçek kişilere ait bina ve müştemilatı ile bahçe ve arsa gibi araziyi geçici olarak işgale yetkilidir. Bu madde gereğince yapılacak harcamalar ve ödemeler borçlandırmaya tabi tutulmaz.”

Maddenin son fıkrasındaki şu kurala özellikle dikkat edelim;

“Kendilerinden yardım istenilen afet bölgesi civarındaki vali ve kaymakamlar yukarıdaki fıkralarda yazılı yetkilerini kullanarak bütün imkan ve vasıtalarla yardıma mecburdurlar.”

Son söz: İnsanın özü pırlanta gibidir, odun gibi kantarla tartılmaz.

Not 1: Şu ya da bu insan mutsuz bir insandır dediğimizde hep doğrudur ama şu ya da bu insan mutludur dediğimizde, bu hiçbir zaman doğru değildir. (THOMAS BERNHARD / Bitik Adam)

Not 2: On yarım, bir tam etmez.

Not 3: Şu sıralarda ruhsal bir travma geçiriyoruz. Salim düşünemiyor olabiliriz. Mesele sadece depreme dayanıklı bina yapmak değildir. Bölgenin iktisaden yeniden yapılandırılmasına ihtiyaç olabilir. Muhalefetin de görüşü alınarak zihinlerde bir 'mastır plan' oluşturmadan beton dökmeye başlamayalım. Çünkü en şiddetli depremde dahi hasarlanmayacak ve dolayısıyla kimsenin ölmeyeceği binaların inşa maliyeti, toplumun deprem olmadığı sürece düşük bir refah düzeyinde yaşamaya mecbur kalmasını gerektirecek kadar büyük olur. Bu yüzden projeler yarım kalabilir.

Not 4: Enflasyonla halktan alıp patronlara servet aktaran sistem AK Parti'li oligarkları bir elleri yağda, diğer ellerini balda yaşatmaktadır. Bazı türbanlı bacılarımızın uzun topuklu ayakkabıları ve ipek örtüleri ile Range Rover'da gaza basarken 'biz geçmişte ikna odalarında çok ama çok mağdur olduk' edebiyatını siyasiler hâlâ bir masal gibi anlatmaktadır.

Not 5: But I tell you the truth, no prophet is accepted in his own hometown.

Not 6: Bugün Ides of March yani Martın 15'i. Jul Sezar'in MO 44'te aralarında gayrimeşru oğlu Brutus'un de olduğu bir grup senatör tarafından bıçaklanarak öldürüldüğü gün. Ölmeden önce 'sen de mi Brutus?' dediği rivayet edilir. Tam 2067 yıl olmuş. Meşhur "Veni, vidi, vici" yani "Geldim, gördüm, yendim" sözünü Tokat'in Zile ilçesinde söylemiştir. Hiçbir savaşta yenilmemiştir. Kadınlara düşkünmüş. Kayseri adı Kayzer yani Sezar'dan gelir.

Not 7: Depremde gördüğüm bir başka net gerçek de şu. 3-4 büyük şehrimiz hariç hemen hiçbir şehrimize “Başkanlık Sistemi” gelmemiş. Bin yıllık yerleşik ailelerde birikmiş sermaye, bürokrasinin kimsenin ayağına basmama itiyadı ve yerel siyaset çirkinliği üçgeni yerli yerinde duruyor.

Size şehirlerimizdeki iş hayatının kokuşmuşluğunu anlatabilmenin keşke bir yolu olsa. Dümdüz çeteleşen, kendi aptal menfaatleri dışında hiçbir gerçeklikle ilgilenmeyen, şehirlerine gram faydaları olmayan, “Sosyal Sorumluluk” kavramından işçilerinin düğününe çeyrek altın yollamayı anlayan bir hödüklük biçimi Anadolu’da iş dünyası. “Hiç mi bunun dışında örnekler yok?” diye sormayın lütfen. Unutmayalım ki istisnalar kaideyi güçlendirir.

“Yoğurdu şahane, kaymağı bozuk” olarak çekebiliriz Anadolu şehirlerindeki iş dünyasının fotoğrafını.

Bürokrasiye gelince, “Ankara’dan emir gelmeden inisiyatif kullanamamaları” bir yana asıl sorun 'yoğurttan yana değil kaymaktan yana' durmalarındaki çirkinlik bence. Cemiyet yemekleri, tanışlıklar, siyasetle iş dünyasına avantaj sağlamalar falan derken bürokrasi bir türlü kendine gelemiyor Anadolu’da. “Doğru bağlantılara sahip olup görevini sürdürmek” dışında hiçbir şey yapmayan bürokratlarla dolu şehirlerimiz. “Benimle ilgili olarak Ankara’yı aramasınlar da ne olursa olsun” yahut “Medyaya haber olmayayım da ne olursa olsun” diye düşünerek çürüyüp gidiyorlar. Elbette bu durumun asıl suçlusu da bütün unsurlarıyla yerel siyaset ve iş dünyası.
Yerel siyaseti ise anlatmasam daha iyi. Dünyanın en önemli meselesiymiş gibi uğraştıkları şeyleri, döndürdükleri fitne-fesadı anlatsam sabahı bulur zira. Hep söylüyorum, yine söyleyeceğim. Siyasi partilerin il-ilçe başkanlıklarını kapatmadan düzelmez Türkiye’de yerel siyasetin oluşturduğu büyük çirkinlik. Bürokrasiyi de, iş hayatını da, şehirleri de engelleyen asıl saiktir bence yerel siyaset dinamikleri.

Not 8: Seçimler yaklaşırken Türkiye’nin en önemli gündeminin 'insani kalkınma' olması gerektiğini tam da bu nedenlerle savunuyorum ben. İstediğim şeyin çok nahif, hatta fazla romantik olduğunu biliyorum ama bu anlamda bir insani kalkınma sağlayamazsak Türkiye’nin sorunları kendi kendini tekrarlayan bir çembere dönüşecek. Hayattaki tek gayesi vekil olmak olan yerel siyasetçiyle, parasına para katmanın dışında hiçbir ahlaki değeri olmayan iş adamıyla, siyasetçinin ve iş adamının emrinden çıkmamayı 'başarılı kariyer' olarak gören bürokratla olmaz çünkü.

Not 9: Adamın ne dediğine değil, ne yediğine bak, çünkü dediği iddia, yediği ispattır.

Not 10: İktidara yürüyüş yürek (samimiyet) ile olur.

İktidarda kalış akıl (itidal) ile.

İktidardan düşüş küstahlık (kibir) ile.

Not 11: Gidelim buradan… Göğsünü sıkan, içini daraltan o laneti geride bırakıp gidelim. Burada yağmur bile güzel yağmıyor artık. Yağmuru güzel yağan bir yerlere gidelim.
Ali L.

Not 12: İnsan unutuyor. Az önce TV'de bir anne gördüm. Enkaz başında bekliyor. Mikrofon uzattı gazeteci. Kızımdan bir hatıra bekliyorum diyor, bir hırka, bir tişört. Kızını çoktan gömmüş, ondan geriye kalan tek bir eşyanın ihtimali için bekliyor. Biz çoktan unuttuk, kitaplar almaya, espriler yapmaya, gülmeye, yaşamaya başladık... Ama o anne orada öylece bekliyor, bir hırka, bir toka, bir tişört bekliyor... Çok utanıyorum...

Not 13: Mezarlıktan korkanın sevdiği ölmemiştir...

Not 14: İçli bakan çocukların sorularına 
Verecek cevabım yok büyük sorguda 
Ben de düştüm uygun adım giderken 
Artık sırtıma yaslanacak bir dağ 
Ellerime müthiş bir eylem cümlesi ver 
Erken göçen kuşlar dönsün geri 
Ve bağışla beni serçeler aşkına..

Not 14: Benzinli otomobilleri arada gazlamak gerekir.

Hep düşük devir giderseniz, enjektörleri tıkarsınız.

Boş yolda bazen köklemeniz gerekir.

Araç açılır güzelce.

Not 15: Eskiden işçilere KIYMALI EKMEK verilirdi.

Şimdi orta sınıf için bile LÜKS olma yolunda bu gıda.

(Çoluk çocuk varsa yani. Çoluk çocuk demek, bulgura talim demek.)

Not 16: Eğer üst neslinizden size 1 adet EV kaldıysa, mezar ziyaretlerini aksatmayın.

Çünkü artık almak çok zor!

Not 17: Yeni dönemde, SINIF ATLAMAK iyice zorlaşacak. Zaten şimdiden hissetmeye başladınız.

Otomobil almak bile çok zorlaştı. Ev almak zaten çalışan kesim için artık hayal.

GİRİŞİMCİLİK dışında sınıf atlama şansı kalmadı gibi. Ancak, bu da çok zor, tutturma şansın %5.

Not 18: Gülemiyorsun ya, gülmek, bir halk gülüyorsa gülmektir.
Edip Cansever

Not 19: Deprem aslında bir iktidarın, siyasetçisiyle, bürokratıyla, müteahhidi ile şehirleri nasıl yağmaladığının ve nasıl büyük acılara terk ettiğinin güzel bir resmidir.

Not 20: Milletvekili olmak istiyor ve memursanız yarın son gün, hatırlatırım...

Aklı başında devletine hizmet eden kamu görevlileri siyaset kurumuna sızmasın diye, darbe dönemlerinde vaktinde yanlış bir şekilde uygulamaya konulmuş üstü örtülü siyaset yasağı kaldırılmalı. İnsanların seçilme hakkına bariyer konulmamalı... 

Not 21: Karanlık hep karanlık, çok soğuk ve toz duman 
Böyle bildik uzaktan, ah vah ettik ağladık 
Yaralıydı kalbimiz, anneler ve çocuklar 
Nasıl bakardı baba, enkazın arkasından.

Not 22: 1-) Valiler, kaymakamlar, belediye başkanları, belediye meclis üyeleri, siyasi parti il, ilçe başkanları ve yöneticileri, üniversite dekanları, rektörleri, ögretim üyeleri, hocaları, yargı mensupları vs.

Tüm bu ünvanları taşıyanlar, milletvekili adayı olmak için istifa etmek 2-) zorunda...

Peki atanmış bakanların neden milletvekili adayı olmak için görevlerinden istifa zorunluluğu yok?

Nasıl bir sistem ve düzen içindeyiz?

Nereden baksan tutarsızlık.