-Zamanın birinde Padişah, baş vezire sormuş:
“Eğitim mi önemli, karakter mi?”
Vezir hemen cevap vermiş:
“Karakter önemlidir sultanım”
Padişah, memleketin her yanına tellallar göndermiş:
“Duyduk duymadık demeyin… En iyi hayvan eğiticisine 100 altın ödül verilecek.”

Bir eğitici huzura çıkmış. Padişah sormuş:
“Bir kediye tepsiyle servis yapmayı ne kadar zamanda öğretirsin?”
“Altı ayda öğretirim padişahım”
Altı ay dolmuş. Eğitici huzura alınmış. Padişah sormuş:
“Öğrettin mi?”
“Öğrettim padişahım”

Saray erkânı toplanmış. Hünerli kedi elinde tepsiyle servis yapmaya başlamış. Tam baş vezirin önüne geldiği zaman padişah sormuş:
“Ey vezir! Söyle bakalım, eğitim mi önemlidir, karakter mi?”
Vezir, padişahın sorusuna cevap vermeden önce, kaftanının altında hazır tuttuğu bir fareyi yere bırakmış.
Kedi, fareyi görünce tepsiyi attığı gibi farenin peşinden koşmaya başlamış. Altı aylık eğitim de boşa gitmiş.
Vezir, padişahın sorusuna cevap vermiş:
Karakter önemlidir padişahım. Önünde bir fare gördüğünde her şeyi unutan bu kedi gibi, eline bir fırsat geçtiğinde çıkarının peşinde koşan, karakteri bozuk insanlardan da bizleri Rabbim korusun!” demiş…
Kıssadan hisse!..

Biz artık yoksulluk sebebiyle çalanların zamanında değiliz. Hırsızlarımız sadece varsıllar, eğitimliler, okuyan seküler ve eğitimli dindarlar arasından çıkmaktadır ve hırslarının sonu yoktur. Eğitim almaları ne dindarları ne diğerlerini çalmaktan alıkoyamadı. Emekçiden ve halktan çalmak için organize oldular, düzenli olarak çalıp biriktiriyorlar. Yoksulluğu ve tabii zenginliği arttırırken, inançlarından ve tanrılarından destek alıyorlar. Mümin sermayedarlardır; görünmez bir el tarafından yönetilen piyasa toplumunda sürekli kazanan tanrının kutsal hırsızladır. 

Son söz: Ulu Rabbim, tüm şehitlerimizle birlikte Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal ATATÜRK ve onun kahraman silah arkadaşlarına rahmet etsin. Nur içinde yatsınlar. Mekanları cennet olsun.

Not 1: Şirin bir aile...
Otobüs karavanlarıyla sosyal medya fenomeni olma yolunda hızla ilerliyorlar...
Şöyle bir videoları var, birkaç kez izledim...
Vakit sabah. Baba çok keyifli. Otobüsünü şahane manzaralı Kovada Gölü kıyısına çekmiş, ailesinin bu manzaraya gözlerini açıp mutlu olmasını istiyor. Eşi zar zor perdeyi açıp güzelmiş diyor. Çocuklardan biri ranzasında cep telefonuyla oynuyor; babasının zoruyla perdeyi açıyor ama manzaraya bakmıyor. Diğeri mutfakta tabletiyle hayatından çok memnun; manzaraya bakmasını isteyen babasına "Yine mi ya!" der gibi gülümsüyor.
Ne çok şey anlatıyor bu tablo...
Herkese geçmiş olsun!

Not 2: Eminim, bu gidişle iyi bir beyaz peynire bir tür havyar muamelesi yapılacak...
Kiraz mı? Çoktandır seçkin(!) meyve. 

Not 3: Said Yavuz'un şu dizelerinde durdum kaldım: "Allah'ım, beni benden aldın/Onun yerine verdiğin neydi hatırlat."

Not 4: Eski Ahit’in “Çıkış”ında Tanrı, Musa’ya şöyle sesleniyor: “Ve Mısırlıların gözlerinde bu kavme lütuf vereceğim; ve vaki olacak ki, gittiğiniz zaman, eli boş gitmeyeceksiniz; fakat her kadın komşusundan, ve evinde olan misafirden gümüş şeyler, ve altın şeyler, ve esvaplar isteyecek; ve oğullarınızı ve kızlarınızı onlarla süsleyeceksiniz; ve Mısırlıları soyacaksınız.” Yani kitaba göre, Tanrısı Yahudilere Mısırlılardan çalmalarını öğütlemektedir. Sonuçta bu da bir hırsızlıktır ama kutsal hırsızlıktır. Günahı yok, sevabı çoktur.
Hristiyanlıkta, Yeni Ahit, hırsızlık yasaklanmış ancak yapana bir ceza öngörülmemiştir, Havari Pavlus, bu dinin gerçek kurucusudur, “hırsızlık yapan artık hırsızlık yapmasın” diye öğütlemekle yetinmiştir. Unutulmasın, ilk Hristiyanların çoğunluğunu yoksullar oluşturuyordu. Kurucudan gelse bile sonuçta bir öğüttür, dikkate alınmadığını biliyoruz. Sebebi çok basit; mülkiyet varsa hırsızlık da olacaktır. Hırsızlık mülkiyetten doğar ve mülkiyet hem dinin hem de ekonomi politiğin ilgi alanı dışındadır. İkisi de bu mülkiyeti dışarıda tutma hokus pokusu nedeniyle var olabilmektedir.
Yoksulsan ve etrafta varsıllar varsa hırsızlık olur. Hicaz-Arap toplulukları birbirlerinden çaldıkları malları-deve ve giyeceklerden oluşuyordu- ganimet sayar, bu tür eylemleri de bir cesaret gösterisi kabul ederlerdi. Hırsız zamanın kahramanıydı. Haliyle Arap edebiyatında hırsızlık kutsanmış, zamanın meşhur hırsızlarını konu edinen bir literatür ortaya çıkmıştı.

Not 5: Varsın beni bir kavgadan kaçtı sansın
Bir gönülden sürgünlüğümü bilmeyenler 
Hüzün soğumuş halidir acının
Bil ki sonu zemheriye çıksa da bu yılgın bekleyişin
Üzülme ellerin her mevsim bahar senin
(Hayrullah Kaplan)

Not 6: Mihriban, Mihriban uyanda bir bak!
Hasret düğüm düğüm ak saçlarımda.

Abdurrahim Karakoç

Not 7: Dünyanın en güzel şeyi, kendine yetebilmek. Maddi, manevi kimseye muhtaç olmamak. Çok net bu.

Not 8: Niçin hangi oyunu oynasak biz kaybediyoruz? Çünkü şartlar her an değişiyor ve her an daha hızlı değişiyor. Biz ise, “cedlerimiz yaptıysa ben de öyle yaparım” akıl yürütmesine sıkı sıkıya bağlıyız. Cedlerimizin yaptığı, cedlerinizin zamanında ve onların şartlarında doğru idi. Yaptıklarının bazıları da hiçbir şartta doğru değildi. Biliyor musunuz, cedlerimiz de tıpkı bizim gibi insandı. Fakat biz, zamana ve zemine bakmadan cedlerimizin yapıp ettiğinden nas çıkarmaya çalışıyoruz. Çıksa da çıkarıyoruz, çıkmasa da çıkarıyoruz ve bir anda değişen suları algılayamıyoruz bile. Nereye gideceğini bilemeyen kaptana hiçbir rüzgârın yararı yok.

Not 9: Tedarikçilik, “Aman ürünleri ihraç etmeyelim, memlekette kıtlık olmasın.” düşüncesi. Emperyalizm çağının merkantilizminin tam zıddı. Düşünün, bir İngiltere, bir Fransa ile ticaret anlaşması konuşmaya oturan Osmanlı, “Aman, bizden çok ürün almasınlar. Onlardan ürün almamızı engellemesinler.” diye düşünürken karşımızdaki, “Onlara nasıl daha çok satış yapabiliriz?” diye düşünecek. Yetenek savaşında tecrübeliler gitsin, biz gençlerle yolumuza devam ederiz politikasına benzemiyor mu? Eğer bu bir politika ise.
Hayır. Yetenekler giderse ülke geriye gider; veya elden gider. Biz yeni mezunlarla devam edecekmişiz. Dünyayı ne derinden kavrayış, değil mi?

Not 10: Evet anneciğim, gitmeliyim.
- Ama sabahın köründe nereye gideceksin?
- Irmağın nereye kadar gittiğini görmek istiyorum. Biliyor musun anneciğim, aylardır bu ırmağın sonu neresi diye düşünüp duruyorum. Ama hâlâ işin içinden çıkamadım. Dün geceden beri gözüme uyku girmedi. Nihayet, gidip ırmağın sonunu bulmaya karar verdim. Başka yerlerde neler olup bittiğini bilmek istiyorum.
- Ben de çocukken çok düşünürdüm böyle şeyleri. Yavrucuğum, ırmağın başı, sonu olmaz ki. İşte hepsi bu kadar. Irmak hep akar durur ve hiçbir yere de varmaz.
- Ama anneciğim, her şeyin bir sonu olmaz mı? Gece sona erer, gündüz sona erer, ay öyle, yıl öyle...” Samed Behrengi’nin Küçük Kara Balık öyküsünden.

Not 11: “Evlerinde sular akar / Güzelleri göze bakar / Hublar yanağına sokar / Sümbül de kara değil mi!” Karacaoğlan

Not 12: Bir insanın konuşması ve olaylara yaklaşımı onun derinliğini gösterir. Küfürlü konuşan, hakaret eden, yalandan ve iftiradan çekinmeyen, alaylı bir üslupla konuşan kadından ve adamdan hiçbir şey olmaz. Onlar başına gelecek belayı beklesin. Tanrı bile sevmez böylelerini.

Not 13: Sana bir hesap ödetmeyene, “Senin paran burada geçmez. Biz aramızda hallederiz. Sen hele bir dur" diyene bir ömür boyu hizmet et. Parayı geçen bir adam olgun ve güçlüdür. Ondan daha iyi bir dost. Ondan daha iyi bir sevgili olmaz.

Not 14: İyilik ve kötülük sahibinde alışkanlık yapar. Bu nedenle dört kitapta da küçük günahlardan kaçın denmiştir.

Not 15: Diyarbakır'a "Orası Kürdistan" diyenler. Amerika isteseydi çoktan Kürdistan'ı kurar, Diyarbakır'ı başkent yapar ve buna da kimse sesini çıkaramazdı ama onların böyle bir amacı yok. Burada İsrail dahil herkesi kandırdılar. Büyük Ortadoğu Projesi gerçekte İstanbul'u almak için...

Ulus devletler böyle yok olurken. Sınırlar kurgu savaşlarla ve salgınlarla ortadan kalkarken Kürdistan diye bir devleti kurup ne yapacaklar ? İsrail dahil Kürtleri ve Türkleri burada kandırdılar. Kürdistan sadece gerçeği saklamak için herkesin önüne atılmış bir yalan.

Küreselciler bu savaşı kazandı. Sınırlar her yerde kurgu savaşlarla ve salgınlarla ortadan kalkıyor. Almanlardan, Fransızlardan daha büyük milliyetçi bir halk mı vardı ? Şimdi yok. Berlin ve Paris sokaklarında  hep başka milletler dolaşıyor. Gurbetçi Türkler greve gitse sanayileri durur. Biz de Suriyeliler ve Afganlar iş bıraksa ya da başka ülkelere gitse tarım ve sanayi ikisi birden çöker.

Not 16: Hiç pişmanlıkları olmayan bir adam iyileştirilemez.
Aristo

Not 17: Yalnızca bir günün resmî gazetesinde 86 kişi atanıyor.
'4 yılda kaç atama yapılmış' deyip, Resmî Gazetede atama kararları filtrelemesi yaparsanız, 1000'e yakın atama kararı ile karşılaşıyorsunuz. Saymak pek mümkün değil ancak hemen her birinde en az 10 atama yer alıyor. Bu da bizi, en iyi ihtimalle 4 yılda en az 10 bin atamanın Cumhurbaşkanının imzasıyla gerçekleştiği sonucuna çıkarıyor. Ancak 400 kişinin aynı günde atamasının yapıldığı kararların da mevcut olduğunu belirtmek gerek…
Cumhurbaşkanı atamaları yapıyor, her zaman bu kadar belirgin olmayan sebeplerle, açıklama yapmaksızın, atadığı kişileri görevden alıyor ve yerlerine yeni isimleri atıyor.
Bu atama kararlarının üzülen tarafları, neden yerlerinden edildi bilmiyoruz mesela.

Başkanlık sisteminin başlıca örneği ABD'de de bakanlar Başkan tarafından atanır, ancak bu atamalar Senato'nun, yani ikinci meclisin onayına tabidir.
ABD'de de yüksek hâkimler Başkan tarafından atanır ama bu atama da Senato'nun onayına tabidir.
ABD'de de pek çok kamu görevlisi Başkan tarafından atanır ama yine Senato'nun onayı gerekir.
Senato, Başkanın atamak istediği isimler üzerinde önemli incelemeler yapar ve bu isimleri tartışır.
Türkiye'de ise sorumluluktan arındırılmış bir Cumhurbaşkanının iradesiyle önemli makamlar dolduruluyor, bu kişilerin sorumlulukları da Cumhurbaşkanına karşı oluyor. Hâl bu olunca, devamlı söylediğimiz, minnet duygusu ve partizanlık liyakatin önüne geçiyor.

Not 18: Ankaralı kadın sürücü yeni açılan yolda seyrederken rögar kapağı tekerleğin baskısı ile yerinden fırlayıp aracın alt kısmına büyük hasar veriyor.
Görünmez kaza değil, sanki kaza olması için kurulan bir tuzak…
Aracında ağır hasar meydana gelen kadın sürücü sosyal medya hesabından bu kazayı anlatıp Ankara Büyükşehir Belediyesi'ni eleştiriyor.
Aradan saatler geçiyor ve kadın çalan cep telefonunu açınca şu diyalog yaşanıyor;
-Hanımefendi çok geçmiş olsun. Allah cana vermesin ama mala da vermesin elbette.
Kadın; Kimsiniz?
-Mansur Yavaş.
Kadın; Başkanım çok teşekkür ederim. Evet aracım çok hasar aldı ama yaşadığım korku dışında Allah'a şükür yaralanmadım.
-Aracınızın hasarı için derhal belediyemize bir dilekçe ile başvurun ve kaza raporunu da ekleyin lütfen…
Mansur Başkan kaza geçiren kadın sürücünün aracında meydana gelen hasarı, yol yapımını üstlenen firmaya kuruşuna kadar ödettiriyor.
Bravo Mansur Yavaş…
Yavaş denilince elbette aklınıza hemen cumhurbaşkanlığı adaylığı konusu da gelir elbette.
Göreve gelir gelmez ciddiyeti, şeffaflığı, hizmete yönelik aldığı kararlar sadece Ankaralılar tarafından değil bütün Türk milleti tarafından takdir gördü, görmeye de devam ediyor.

Not 19: Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş neden cumhurbaşkanı adayı olarak gösteriliyor?
-Her iki başkan da şeffaf ihalelerle ve şaibesiz şekilde müthiş hizmet veriyorlar ki bu teveccühü hak ediyorlar…
11 Büyükşehir (İzmir
Büyükşehir hariç) başta olmak üzere Millet İttifakı'nın CHP'li belediye başkanları 3 yılda tüm meclis engellemeleri ile hükümet desteği olmadan başarı ile hizmet üretmeye devam ediyorlar.

Not 20: Hamile kadınların beslenmesi doğacak çocukların mental ve fiziksel gelişimi ile doğrudan ilişkilidir. Gerek hamilelikte iyi beslenemeyen ve gerekse doğumdan sonra ilk altı ayda yeterli anne sütü alamayan bu çocukların mental kapasitelerinin sınırlı olacağı ve hastalıklara yakalanma risklerinin de yüksek olacağı bilinen bir gerçektir. Bu da ülkenin geleceği için iyi bir durum değildir.
Durum böyle olunca kriz döneminde hamile ve çocukların beslenmesine ayrı bir önem vermek gerekmektedir. Özellikle hayvansal protein ihtiyacı, demir, folik asit, D ve B12 vitaminleri ihtiyaçlarının karşılanması için uygun gıdaların sağlanması gerekmektedir. Bu bireysel bir sorun değil, ülkenin geleceği için önemli bir sorun olarak görülmelidir. Bu nedenle devlet, belediyeler ve belki de STK’ların bu savunmasız kesime gerekli gıda desteği yapmalıdır.

Not 21: Gıda fiyatlarının önemli ölçüde arttığı dönemlerde tağşiş ve taklit olayları daha da artmakta ve tüketici sağlığı tehlikeye atıldığı gibi parasal olarak da aldatılmaktadır. Basit olarak tanımlamak gerekirse; bir gıdanın doğal bileşimini veya kodekste tanımlanan özelliklerine aykırı bir şekilde daha ucuz başka bir ürün veya bileşenle değiştirilmesi tağşiş olarak kabul edilmektedir. Örneğin tereyağına bitkisel yağ katılması, bala şeker şurubu ilave edilmesi, peynire nişasta katılması, zeytinyağına daha ucuz bitkisel yağ karıştırılması meyve suyuna daha ucuz meyve suyu veya şeker şurubu katılması, sucukta sakatatların kullanılması gibi piyasada birçok gıda tağşişi yapılabilmektedir.

Gıdalarda tağşiş ve taklit yapmak 5996 sayı Gıda Kanununa göre yasaktır. Gıda kanunlarının iki temel amacı vardır: Halk sağlığını korumak ve haksız rekabeti önlemektir. Tam da bu noktada gıdalarda tağşiş ve taklidi önleme devletin sorumluluğu ve denetimindedir. Rafta satışa sunulan her gıda maddesi, o gıdanın kodeksine uygun özellikler taşımak ve tüketicinin sağlığına da zarar vermemek durumundadır. Tüketicinin sağlığını korumak ve yanıltılmasını engellemek devletin görevidir. Bunun için devletin öncelikle gıda enflasyonunu kontrol altına alma görevini hatırlatıyor ve piyasada tağşiş /taklit ürünlerini çok daha sıkı denetlemesi gerektiği elzemdir.

Not 22: Hiçbir şey, karar verebilme yeteneğine sahip olmak kadar zor ve onun kadar kıymetli değildir.