Prof. Dr. Ersan Şen: 
“Hiç kimse bu işi sadece iklim değişimine ve sıcaklığa bağlayıp işin içinden çıkılamaz”

“Son zamanlarda önce sel felaketi ardından orman yangınları sonra yine sel felaketi ve devam eden orman yangınları ile karşı karşıya kaldık. Ciddi kayıplar verdik ve acılar çektik. Bir de buna düzensiz veya kontrolsüz göç eklenince, pandemi ve iktisadi sorunlarla moraller bozuldu. Ancak dikkatten kaçan bir husus var ki, onu bir Ceza Hukukçusu olarak dile getirmek mecburiyetindeyim. Hukuk devletinde hukuk düzenini Anayasa ve kanunlar belirler. Hiç kimse keyfi, kural dışı ve dilediği gibi hareket edemez. Hukukun evrensel ilke ve esasları ışığında çıkarılan kanunlar olmalı ve elbette bunlar herkese uygulanmalıdır. 
Orman yangınlarının önlenememesinde, çıkışında ve söndürülememesinde kimlerin kusuru ve sorumluluğu varsa adli yargı gereğini yapmalıdır. Çünkü çok ciddi kayıplar verdik. Hiç kimse bu işi sadece iklim değişimine ve sıcaklığa bağlayıp işin içinden çıkılamaz. Orman yangınlarının yüzde 95’inin insan faktörlü olduğu söyleniyor. Birisinin kastı veya ihmali olmadan bir ağacın veya ormanın yanması pek mümkün gözükmemektedir. Bu konuda Türk Ceza Kanunu’nda da Orman Kanunu’nda da yeterli ceza hükümleri bulunmaktadır. Önemli olan, kast veya taksir derecesinde kimin sorumluluğu varsa bu dosyaların adalet önüne götürülmesi gerekir. Yoksa herkes birbirini suçlayabilir, mazeret üretebilir, fakat Ceza Hukuku buna bakmaz. Maddi hakikat araştırılmalı ve adalete varılmalıdır. Vatandaşların dilediği de budur. İklim değişimi ve sıcaklık artışları hep bilinmekte idi. Sorumluluk sahibi olanlar ne önlemler aldı, bunun gereği yapılabildi mi, yoksa lafta mı kaldı, sorumlu kim? Hukuk devletini başka devlet tiplerinden ayıran en önemli özellik görev, yetki ve sorumluluk sahibi olanların adalet önünde hesap vermesidir. Bu hesaptan kaçılırsa ve varsa yapanın yanına kar kalırsa, o zaman hiç kimse hukuktan ve yaptırımdan çekinmez, yine bildiğini okumaya devam eder.”

“Bozkurt ilçemizde o binalar daraltılmış dere yatağına nasıl yapıldı? Buna kim göz yumdu? Kim izin verdi?”

“Sel felaketinde ise, Allah kimseye böyle bir acı yaşatmasın. Tamam aşırı yağış, yapılan HES’ler, erken uyarı sisteminin olmayışı hep söyleniyor, fakat kimse çıkıp da “arkadaş bu dere yatakları bu kadar nasıl daraldı, buna kim izin verdi, bunu kim yaptı, hangi bilimsel veri ile hareket edildi” soran yok. Soran varsa da cevap yok. Her olay da birkaç gün konuşulup unutuluyor. Bu dere yatakları daraltılarak bu evler bu apartmanlar nasıl yapıldı, kim yaptı, kim izin verdi, kim yıkmadı, bu ağır meseleye doğanın intikamıdır, kaderdir, ne yapalım olan oldu diyerek geçebilir miyiz? Vatandaşlarımızın hayatları gitti. Doğru ve hızlı bilgilendirme de olmadığı için, yine herkes spekülatif ve komple teorileri içeren açıklamalar yapıyor. Yapar normal buna sebebiyet vermeyeceksiniz. Devlet ve kamu otoritesi bugünler için var. Elbette şu an Türk milleti ve halkı olarak “vatan, millet” Batı Karadeniz, ama Bozkurt ilçemizde o binalar daraltılmış dere yatağına nasıl yapıldı? Buna kim göz yumdu? Kim izin verdi? Ve kim yıkmadı? İmar izni verilmişse, bu hangi bilimsel veriye dayandırıldı? Şimdi bu işin içinden imar planı, kader, olacağı varmış diyerek çıkabilir miyiz? O zaman nasıl hukuk devleti olacağız? Türk Ceza Kanunu’nun ve Ceza Muhakemesi Kanunu’nun hükümleri burada derhal işletilmeli. Millet yapanın yanına kar kalmadığını görmeli. Başka türlü düzeni sağlayamazsınız, hak ve hürriyetleri de koruyamazsınız. Elbette bu insanlar bu binalarda nasıl oturdu veya oturtuldu sorusu akla geliyor. Bu kadar umursamazlık ve gayri ciddilik olabilir mi? Giden nasıl geri gelecek, bu insanların acılarını nasıl dindireceksiniz? Lafla peynir ekmek gemisi yürümüyor. At bir Tweet, gönder yardım vicdanen rahatla. Oldu mu? Maddi hakikate ve adalete ne olacak? Bu işin sorumluları kim? Kaderdir diyerek unutacak mıyız? İşte bu durumda etkin ve hızlı bir şekilde yargı erki harekete geçmeli ve gereğini yapmalı. Aksi halde; değişen iklim, artan sıcaklık, aşırı yağış diyerek günü kurtarmaya çalışırız.”

“Düzensiz ve kontrolsüz göç sorunu bir an önce çözülmelidir”

“Düzensiz veya kontrolsüz göç sorunu oldukça işin içinden çıkılmaz bir hale büründü. Bizim Anayasamız, kanunlarımız var. Herkes Anayasanın 16 ve 66. maddelerine baksın. Şimdi görüyoruz ki, Ankara Altındağ’da olay oluyor. Türk tarafı, Suriye tarafı gibi garip konuşmalar yapılabiliyor. Bu nasıl bir üslup? Kim taraf? Bu ülkenin sahibi Türk milletidir. Her konuyu referandum, yani halkoyuna götürüyoruz. Uzman olmaya gerek yok. Haydi şimdi de götürüp soralım ve milletin iradesi esastır diyelim. Sonuç ne çıkar? Ha o zaman demek ki ciddi bir sorun var. Devlet bu sorunu çözmelidir. TBMM niye toplanmıyor? Oysa Anayasanın 93. maddesi net. Milletin iradesini temsil eden TBMM bu gibi konularda toplanmayacak da ne zaman toplanacak? Düzensiz, kontrolsüz göçle gelen sağlık sorunları ve Kovid-19 ne olacak? Bu da ciddi bir sorun olarak karşımızda. Düzensiz, kontrolsüz göçün bu yönü de göz ardı edilmemeli. Bu kadar Pandemiye karşı çabalarken, dışarıdan gelen bu tehlikeyi dikkate almalıyız.”

“Suriyelilerin mülteci değil, geçici koruma altında oldukları apaçık belli asıl olan misafir olduklarını unutmayalım.”

“6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun hükümleri açık, bir yabancının ülkemize nasıl gelebileceği ve kalabileceği yazılmış. Suriyelilerin mülteci değil, geçici koruma altında oldukları belli asıl önemli olan misafirler olduklarını unutmayalım. Elbette bir hukuk devletinde yönetenler dahil herkes Anayasaya ve kanunlara uymak zorundadır. Kimse Türkiye Cumhuriyeti’nin kucak açtığı Suriyelileri sokağa atın demiyor, ancak vatandaşlar geri göndermenin ve bu insanları topraklarına kavuşturmanın plan ve programının yapılmasını istiyorlar. Bu istekte ne tür bir anormallik var? Dünya üzerinde kim bu kadar çok sayıda kitlesel akına uğramış? Dünyada hangi ülke bu kadar iktisadi yükü çekmiş? Vatandaşlar demografik yapının tehlikeye düştüğünden, ekosistemin ve millet olarak varlığını sürdürmenin, kültürünün, dilinin tehdit altına girdiğini düşünüyorlar. Yönetenlerin milletin iradesini duymaması gibi bir durum olamaz. Bu sorun bugün çıkmadı yıllardır konuşuluyor. Ancak görünen o ki, Suriyelileri topraklarına döndürmede sorunlar yaşanıyor. Taliban’ı yönetenle nasıl görüşülecekse, aynı şekilde Suriye’yi yönetenlerle de görüşüp bu göç sorununun çözülmesi ve Suriyelilerin vatanlarına kavuşturulmaları gerekir. Bu husus, Türkiye Cumhuriyeti’nin milli güvenlik ve toprak bütünlüğü bakımından çok önemlidir. Çünkü bu günahsız insanlar, emperyalist proje ile topraklarından koparıldılar. Sırf orada bir uydu/garnizon devlet kurulsun da bölgeye emperyalist güçler diledikleri gibi müdahale etsinler diye yapıldı bu. Ben anlamıyorum bazılarımız bunu göremeyecek kadar kör olabilir mi? hiç zannetmiyorum. Herkes artık farkında. Önce Türkiye Cumhuriyeti’nin ve Türk milletinin güvenliği. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin toplumsal mutabakatla Türkiye halkına verdiği söz budur. Devlet bunun için vardır. Evet insani ve vicdani olalım, ancak evleviyetle memleketimizi ve Türk vatandaşlarını koruyup gözetmek, onların huzurlu yaşatmasını sağlamak olduğunu unutmayalım.”

“Suriye’den gelenlerin anladık da Afganistan’dan gelenler kim?”

“Afganistan meselesi ise yine başka ve ciddi bir sorun. Bu sorunun kaynağı ABD. Oradan insanlar Taliban’ın askeri olmamak veya ABD tarafından Afganistan’dan çıkması istenen gruplar olarak ve İran’ı aşmak suretiyle bize doğru geliyorlar. Öncelikle “amasız”, “fakatsız” sınırlarımızı koruyacağız. Sonra bu meseleyi İran İslam Cumhuriyeti ile masaya yatıracağız. Çünkü İran bu insanların kendi ülkesinde kalmasını istemiyor. ABD ise Taliban’la işbirliği arayışında. Keşke NATO çekilmeseydi, keşke çekilmeyi veto edebilseydik, keşke orada korumasız kalan insanlar korunabilse, çünkü 20 yıldır Afganistan’ı işgal eden ABD yine arkasında gözyaşı bıraktı. Afganistan’dan gelenlerin Suriye’den durumları farklı. Suriye’den gelenlerin anladık da Afganistan’dan gelenler kim? Kim bunlar? Biz asker gönderecekken, onlar bize askeri üniformalı insanlar gönderiyorlar. Suriye ile 911 km kara sınırımız var. Afganistan’la sınırımız yok. Bize doğru ilk ülke İran. Ya İran’la anlaşacağız bu insanları oraya veya geldikleri yere göndereceğiz veya sınırları kapatacağız.”

“Türkiye Cumhuriyeti’nin vicdanlı ve insanı olduğu yakın tarihin örnekleri ile doludur. Ancak artık yeter. Biz bu yükü taşıyamıyoruz.”

"Bizim yaşadığımız sıkıntı ABD’nin ve Avrupa Birliği’nin umurunda değil. Onlar nasıl olsa rahat. Bizi göç deposu ve ileri karakol olarak görmeye devam ediyorlar. Geri Kabul Sözleşmesi diye bir şey olmaz. Avrupa Birliği ile buna devam edilirse, o zaman İran ile de bizim böyle bir sözleşme imzalamamız lazım. Zaten Suriye’den ve Afganistan’dan gelenler teknik olarak mülteci olamazlar. Türkiye Cumhuriyeti’nin vicdanlı ve insanı olduğu yakın tarihin örnekleri ile doludur. Ancak artık yeter. Biz bu yükü taşıyamıyoruz. Hiç kimsenin meseleyi tahrik ettiği ya da abarttığı yok. Bunu söyleyenler, memleketi ve milleti tanımıyorlar. Avrupa Birliği’ne, Avrupa Konseyi’ne ve Birleşmiş Milletler’e “artık yeter bizden bu kadar” dememiz gerek, bunlarla geri gönderme veya üçüncü ülkelere gönderme hususunda bir mutabakata varmamız şart. Sonuçta, Suriye’yi veya Afganistan’ı bu hale getiren biz değiliz. Evet Suriye’de 2011 yılında hata yaptık. Keşke Suriye’nin üniter yapısını ve siyasi birliğini o zaman koruyabilseydik. Ancak Suriye’den gelen ve geçici koruma altında bulunanlar konusunda sorunu çözebilmek için, bu memleketle de masaya oturulması gerekiyor. Uluslararası ilişkilerde duygusallık olmaz. Devletimiz bu konuda nasıl bir yol izleyeceğini ve politika tatbik edeceğini halka anlatmalıdır. Aksi halde, bu sorunu görmezden gelerek ve öteleyerek çözemeyiz. Önemli olan; Türkiye Cumhuriyeti’nin iç huzuru, kamu barışı, kamu güvenliği ve kamu esenliğinin sağlanmasıdır. Anayasa ve kanunlar bunu emretmektedir. Son olarak; Bir hukuk devletinde herkes mazeret üretebilir, fakat sorumluluktan kaçamaz. Mazeret bulmadaki kolaylık, sosyal normlarda sapmaya neden olur, kolay mazeret buluyoruz. Yalan terörü, yalan haber diyerek sosyal medya düzenlenirken, asıl çözümün kamuoyunu şeffaf, doğru ve hızlı bilgilendirmek, bilgi gizlememek olduğu unutulmamalı, bu da güvenilir kurumlar ve zamanında yapılan basın açıklamaları ile olur.” ifadelerini kullandı.

Editör: TE Bilisim