Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan 23.10.2021 tarihli Eskişehir konuşmasında; Dışişleri Bakanlığı’nın açıklaması ile yetinmeyerek, 4 yıldır tutuklu bulunan Osman Kavala ile ilgili çağrıda bulunan 10 Büyükelçinin sınır dışı edilmesine dair talimat verdiğini belirtmiştir. Başkanlık sistemi kapsamında verilen bu kararın kuşkusuz siyasi, diplomatik, iktisadi ve hukuki sonuçları olacaktır.

Aşağıda kısa bir şekilde Osman Kavala’nın hukuki durumu ile ve Büyükelçilerin istenmeyen kişi ilan edilmeleri sürecini inceleyeceğiz.

  1. 1.    Osman Kavala’nın Durumu

Osman Kavala’nın davası; İstanbul 34. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülmekte iken 30. Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderilmiş olup, halihazırda başka iki dosya ile birleştiği için 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülmektedir. Osman Kavala ilk olarak 17 Ekim 2017 tarihinde gözaltına alınmıştır. 2013 yılında yaşanan Gezi Olayları kapsamında Osman Kavala 1 Kasım 2017 tarihinde tutuklanmıştır. Osman Kavala’nın ilk tutukluluğunun gerekçesini Gezi olayları oluşturmaktadır.

Osman Kavala; Gezi Parkı olayları kapsamında yargılandığı davada 18 Şubat 2020 tarihli duruşmada beraat etmiş, ancak aynı tarihte bu defa 15 Temmuz Darbe Girişimi soruşturması kapsamında, Anayasayı ihlal ve casusluk suçları nedeniyle tekrar tutuklanmıştır.  Bu süreç, Osman Kavala’nın sırf tutuklanması için yürütülen “ikiz dosya” yargılama süreci olarak nitelendirilmektedir. Şu an Osman Kavala İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nde tutuklu olarak yargılanmaktadır.

Türk yargısında devam eden bu yargılamanın yanı sıra; İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’nin 10 Aralık 2019 tarihli kararında, Osman Kavala’nın makul şüphe olmadan, siyasi nedenlerle tutuklanması ve bireysel başvurusunun makul sürede incelenmemesi gerekçesiyle bu durumun hak ihlali oluşturduğu sonucuna varmıştır. İHAM hak ihlali kararında; Osman Kavala’nın tutukluluğunun, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin 5/1, 5/4 ve 18. maddelerine aykırı olduğunu belirtmiştir. İHAM’ın kararı, Türkiye Cumhuriyeti’nin tutukluluk tedbirini kötüye kullandığına dair 18. madde ihlali yönünden önemlidir. Türkiye Cumhuriyeti’nin ihlal kararına karşı yaptığı itiraz (kararın Büyük Dairece incelenmesi talebi), Sözleşmenin 43. maddesi uyarınca ön inceleme yapan Kurul tarafından reddedilmiş ve ihlal kararı kesinleşmiştir.

İHAM başvurusu öncesinde Osman Kavala’nın avukatları, 29 Aralık 2017 tarihinde Anayasa Mahkemesi’ne de bireysel başvuruda bulunmuş, ancak bu başvuru reddedilmiştir. Sonraki süreç içerisinde 22 Mayıs 2019’da Osman Kavala’nın ikinci başvurusunu inceleyen AYM, bu defada Osman Kavala’nın kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin yapılan başvuruyu 5’e karşı 10 oy ile reddetmiştir.

Osman Kavala’nın ikinci kez tutuklanması sonrası 4 Mayıs 2020’de tekrar AYM’ye bireysel başvuru yapılmıştır. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi 29 Eylül 2020 tarihli oturumunda; Osman Kavala’nın derhal serbest bırakılmasına, bir sonraki toplantı tarihi olan 1 Aralık 2020 tarihine kadar serbest bırakılmaması halinde, ara karar taslağı hazırlanmasına karar vermiştir. 25 Ocak 2021 tarihinde İHAM kararlarının gereğinin yerine getirilip getirilmediğini inceleyen Avrupa Konseyi Genel Sekreteri, “Kavala’nın serbest kalması rica değil, bağlayıcı hukukun gereği” diyerek, Türkiye Cumhuriyeti’ne hatırlatmada bulunmuştur. Bununla birlikte; Mahkemenin kesinleşmiş kararlarının infazını denetleyen ve icra organı niteliği taşıyan Bakanlar Komitesi, ihlal kararının uygulanması amacıyla başvurucu Osman Kavala’nın serbest bırakılması yönünde iki kez Türkiye Cumhuriyeti’ne çağrıda bulunmuştur.

Osman Kavala davası; hali hazırda Çarşı Taraftar Grubu ile Taksim Gezi Dayanışması davaları ile birleştirilerek, İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülmeye devam etmektedir.

Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, İHAM’ın derhal serbest bırakılması yönünde karar verdiği Osman Kavala kararının uygulanmaması sebebiyle “ihlal prosedürü” başlatmaya hazır olduğunu açıklamıştır. Sözleşmenin “Kararların bağlayıcılığı ve infazı” başlıklı 46. maddesinde tanımlanan ihlal prosedürüne göre; maddenin 4. fıkrası uyarınca, Bakanlar Komitesi, taraf devletin taraf olduğu bir davada verilen kesin karara uygun davranmayı reddettiği görüşünde ise, ilgili taraf devlete ihtarda bulunur, ihtardan sonra Komite toplantılarına katılmaya yetkili temsilcilerin üçte iki oy çokluğu ile alınacak karar neticesinde, ilgili Taraf Devletin m.46/1’de öngörülen “Mahkemenin verdiği kesinleşmiş kararlara uyma” taahhüdünü/yükümlülüğünü yerine getirmediğini Mahkemeye intikal ettirebilir. Bakanlar Komitesi’nin m.46/3 ile uyguladığı bu prosedür, esasında karara uyma taahhüdünü yerine getirmeyen taraf devleti İHAM’a (Mahkemeye) şikayet etme işlevini görür. Sözleşmenin 46. maddesinin 4. fıkrasına özgü bu şikayetin ilk ve tek örneği, Ilgar Mammadov/Azerbaycan başvurusunda (15172/13, 29 Mayıs 2019) görülmüştür. Azerbaycan’da muhalif bir partinin kurucuları arasında yer alan başvurucu Ilgar Mammadov; kendi internet sitesinden yayınlar yapan bir aktivist olup, Azerbaycan Devleti tarafından kamu düzenini bozduğu, güvenlik güçlerine karşı direndiği, şiddete başvurduğu gibi gerekçelerle 2013 yılında tutuklanarak yedi yıl hapse mahkum edilmiştir. İHAM 22 Mayıs 2014 tarihinde verdiği kararında, Osman Kavala/Türkiye davasında olduğu gibi, Sözleşmenin 5. ve 18. maddelerinin ihlal edildiğine karar vermiştir. Ancak Azerbaycan Devleti; İHAM’ın verdiği hak ihlali kararına uyma taahhüdünü yerine getirmemiş, başvurucu Ilgar Mammadov’un serbest bırakılması yönünden herhangi bir olumlu adım atmamıştır. Bunun üzerine Bakanlar Komitesi, Sözleşmenin 46/4. maddesinde öngörülen Taraf Devleti Mahkemeye şikayet etme yetkisini kullanmış ve Azerbaycan Devleti’nin Sözleşmenin 46/1’de öngörülen taahhüdünü yerine getirmediğini, Mahkemenin verdiği kesin nitelikteki kararı uygulamayı reddettiğini ileri sürmüştür. İHAM Büyük Dairesi 29 Mayıs 2019 tarihli kararında; ilk kez bir Taraf Devletin (Azerbaycan Devleti’nin) Sözleşmenin 46/1. maddesinde öngörülen taahhüdünü yerine getirmediğine karar vermiştir: Şöyle ki;

İhlal kararını yerine getirmekle yükümlü olan taraf devlet sadece hükmedilen tazminatı ödemekle sözkonusu ihlal kararını yerine getirmiş olmaz, taraf devlet öncelikli amaç olarak, ihlalden önceki duruma dönülmesini (restitutio in integrum) benimseyerek, tespit edilen ihlalin olumsuz etkilerini ortadan kaldırmakla yükümlüdür (p.150). İhlalin etkilerini ortadan kaldırmak için, ihlalden önceki duruma dönülmesi olanaksızsa veya sağlanacak yarara göre tamamen orantısız bir külfetle karşılaşılacaksa, ancak o zaman, ihlalin tazminatla giderilmesi yoluna gidilebilir (p.151, 193). Her ihlal kararı, vardığı sonuca ve ruhuna uygun olarak ve iyiniyetle yerine getirilmelidir. İyiniyet; bir hak ve özgürlüğün, AİHS m. 18’e aykırı olarak, amacı dışında kısıtlandığının tespit edildiği bir ihlal kararının yerine getirilmesinde özellikle önemlidir (p.186, 214). İlgili devlet, sonucuna ve ruhuna uygun olduğu sürece, ihlal kararını hangi yoldan yerine getireceğini belirleyebilir (p.195). İç hukukta, İHAM’ın ihlal kararının etkilerini ortadan kaldırmayı engelleyen unsurlar varsa, bunları gidermek ilgili devletin görevidir (p.194). Kesinleşen İHAM ihlal kararının yerine getirilmemesi, ilgili devletin, Sözleşmeye taraf olurken üstlendiği, “hukuk devleti ilkesine saygı gösterme yükümlülüğü” ile bağdaşmaz (p.215). İHAM Büyük Dairesi, 29.5.2019 tarihli kararında yukarıdaki ilkeleri uygulayarak şu sonuca varmıştır: 13.10.2014 tarihinde kesinleşen Ilgar Mammadov/Azerbaycan ihlal kararıyla, başvurucunun özgürlük ve güvenlik hakkının, Sözleşmenin 18. maddesine aykırı olarak, amacı dışında kısıtlandığının tespit edilmiş olması karşısında, başvurucuya yöneltilen kamu düzenini bozma, güvenlik güçlerine direnme ve onlara yönelik olarak, şiddete başvurma gibi suçlamalar ve bu suçlamalara bağlı her türlü işlem tümü ile etkisiz/hükümsüz kalmıştır (p.189, 208). Buna rağmen; Azerbaycan Devleti yargı organlarının, Ilgar Mammadov’un mahkumiyet kararını sürdürerek (p.212), önce -13 Ağustos 2018 tarihinde- koşullu salıverme, sonra da cezayı indirip koşullu salıverilmeye bağlı denetim süresinin kaldırılması kararlarını vermeleri, İHAM ihlal kararının sonucuna ve ruhuna uygun olarak ve iyiniyetle yerine getirildiği biçiminde nitelendirilemez. Bu sebeple Azerbaycan, İHAM kararını yerine getirme yükümlülüğünü (Sözleşme m.46/1’i) ihlal etmiş bulunmaktadır (p.217, 218). İHAM Büyük Dairesi’nin 29 Mayıs 2019 tarihli kararı; Sözleşme m. 46/5 uyarınca, gerekli önlemleri alması/adımları atması için, başvuruda bulunan Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’ne gönderilmiştir. Bu süreçte, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nde Azerbaycan’ın hukuk devleti olma niteliği ve Avrupa Konseyi üyeliğinin devam edip etmeyeceği tartışmaya açık hale gelmiştir.

Bu ihlal kararları sonrasında iç hukukta devam eden yargılamada Azerbaycan Yargıtayı’nın 23 Nisan 2020 tarihli nihai kararıyla, Ilgar Mammadov tüm suçlardan beraat etmiştir.

  1. 2.    Büyükelçilerin Açıklamaları

Osman Kavala’nın tutukluğunun dördüncü yılı dolarken; ABD, Fransa, Almanya, Hollanda, İsveç, Norveç, Finlandiya, Danimarka, Kanada ve Yeni Zelanda’nın Türkiye Cumhuriyeti’nde bulunan Büyükelçileri, Kavala’nın tutukluluk hali ile ilgili olarak ortak bildiri yayımlamışlardır. 10 ülkenin Türkiye Cumhuriyeti’nde bulunan Büyükelçileri tarafından yayımlanan ortak bildiride şu ifadelere yer verildiği görülmektedir:

“Bugün Osman Kavala’nın tutukluluğunun başlamasının 4. yıl dönümü. Daha önce verilen beraat kararının ardından farklı davaların birleştirilmesi ve yeni davaların açılması yoluyla davasında süregelen gecikmeler, demokrasiye, hukukun üstünlüğüne ve Türk yargı sisteminin şeffaflığına gölge düşürüyor.

Kanada, Fransa, Finlandiya, Danimarka, Almanya, Hollanda, Yeni Zelanda, Norveç, İsveç ve Amerika Birleşik Devletleri büyükelçilikleri olarak birlikte, Türkiye’nin uluslararası yükümlülükleri ve iç hukukuyla uyumlu şekilde, bu davanın adil ve hızlı biçimde sonuçlandırılması gerektiği kanısındayız. İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’nin bu husustaki kararları doğrultusunda Osman Kavala’nın derhal serbest bırakılmasının sağlanması için Türkiye’ye çağrıda bulunuyoruz”.

Yukarıda adıgeçen 10 ülke Büyükelçiliği tarafından 18 Ekim 2021 tarihinde yapılan bu ortak çağrı sonrası, Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı da 19 Ekim 2021 tarihinde bir açıklama yayımlayarak ilgili açıklamaya imza atan Büyükelçilerin Dışişleri Bakanlığı’na çağrıldığını bildirmiştir.

Daha sonra Büyükelçiler Dışişleri Bakanlığı’na gelmiş ve Dışişleri Bakanlığı konuya ilişkin aşağıda yer alan açıklamayı yapmıştır:

“Ülkemizde devam eden bir davayla ilgili olarak, diplomatik teamüllere aykırı bir şekilde dün akşam ortak bir açıklama yayımlayan Ankara’daki bir grup Büyükelçi bu sabah Dışişleri Bakanlığına çağrılmıştır.

Bu ülkelerin Büyükelçileri/Maslahatgüzarlarına, sosyal medya üzerinden yapılan ve bağımsız yargı tarafından yürütülen hukuki bir süreçle ilgili bu hadsiz açıklamanın kabul edilemez olduğu, hukuki süreçlerin siyasallaştırılmasına ve Türk yargısına baskı yapmaya yeltenen bu açıklamanın reddedildiği, sözkonusu açıklamanın Büyükelçilerin savunduğunu iddia ettikleri hukukun üstünlüğü, demokrasi ve yargı bağımsızlığına da aykırı olduğu iletilmiştir.

Adı geçenlere, Anayasamızda da kayıtlı olduğu üzere, Türkiye’nin insan haklarına saygılı, demokratik bir hukuk devleti olduğu vurgulanmış ve Türk yargısının bu tür sorumsuz açıklamalardan etkilenmeyeceği hatırlatılmıştır.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin, bazı ülkelere yönelik verdiği ve yıllardır uygulanmayan kararlarını görmezden gelenlerin, sadece Türkiye ile ilgili davalara odaklanmalarının ve özellikle Kavala davasını sürekli ve ısrarla gündemde tutmaya çalışmalarının samimiyetsiz ve çifte standartlı bir yaklaşım olduğuna dikkat çekilmiş, Büyükelçiler/Maslahatgüzarlar Viyana Sözleşmesi kapsamında görevlerinin sorumlulukları içerisinde kalma konusunda uyarılmışlardır.”

Büyükelçiler; Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı tarafından bu kapsamda uyarılsalar da, Cumhurbaşkanı 23 Ekim 2021 tarihinde Eskişehir’de yaptığı konuşmada, Dışişleri Bakanına ortak bildiride imzası bulunan 10 Büyükelçinin bir an önce istenmeyen kişi ilan edilmeleri için talimat verdiğini açıklamıştır.

  1. 3.    18 Nisan 1961 Tarihli Diplomatik İlişkiler Hakkındaki Viyana Konvansiyonu’na Göre İstenmeyen Kişi İlanı

Viyana Konvansiyonu; Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından, 3042 sayılı 18 Nisan 1961 Tarihli Diplomatik İlişkiler Hakkındaki Viyana Sözleşmesine Katılmamızın Uygun Bulunduğuna Dair Kanun ile 04.09.1984 tarihinde kabul edilmiş ve bu Kanun 12.09.1984 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.

Latince “istenmeyen kişi” anlamına gelen “persona non grata” terimi; Devletlerarası Hukukta, bir devletin, ülkesinde istemediği kişiyi ilan ederek, ülke sınırları dışına çıkarma kararını ifade etmektedir. Bir ülkenin başka bir ülkeye diplomatik yollardan uygulayabileceği en şiddetli kınama ve yaptırım yollarından birisi “persona non grata”, yani istenmeyen kişi ilanıdır.

“Persona non grata” ilan edilen kişi, ülkeyi terk etmekte isteksiz davranır veya bunu reddederse ya doğrudan sınır dışı edilecek ya da ülke yasalarına uygun biçimde diplomatik dokunulmazlığı kaldırılarak itham edildiği konular hakkında yasal süreç başlatılacaktır. 

Tam adı “Diplomatik İlişkiler Hakkında Viyana Sözleşmesi” olan 18 Nisan 1961 tarihli ve 24 Nisan 1964’te yürürlüğe giren Viyana Konvansiyonu; Uluslararası Hukukun temel metinlerinden olup, bu Konvansiyona göre diplomatlar ile konsolosluk ve büyükelçilik binalarının dokunulmazlığı bulunmaktadır.

Viyana Konvansiyonu’nun diplomatik kişileri bulundukları ülkenin yasa ve düzenlenmelerine saygı duymakla sorumlu tutan 41. ve 42. maddeleri aşağıdaki şekildedir:

Madde 41:

1. Kabul eden Devletin kanunlarına ve nizamlarına riayet etmek, ayrıcalıklarına ve bağımsızlıklarına halel gelmeksizin, bu gibi ayrıcalıklardan ve bağışıklıklardan yararlanan her şahsın görevidir. Anılan Devletin iç işlerine karışmamak da bu şahısların keza görevidir.

2. Gönderen Devlet tarafından kabul eden Devlet nezdinde yapılması misyonun uhdesine tevdi olunan bütün resmi işler, kabul eden Devletin Dışişleri Bakanlığı veya mutabık kalınacak başka Bakanlık ile veya aracılığıyla yürütülür.

3. Misyonun binaları, misyonun bu Sözleşmede belirtilen görevleri veya diğer genel uluslararası hukuk kuralları veya gönderen ve kabul eden Devlet arasında yürürlükte olan özel anlaşmalar ile bağdaşmayacak bir tarzda kullanılamaz.

Madde 42:

Diplomatik ajan, kabul eden devlette şahsi kazanç maksadıyla herhangi bir mesleki veya ticari faaliyette bulunamaz.

İstenmeyen kişi ilanı hukuki durumuna geçerlilik kazandıran bu maddeler, diplomatların bulundukları ülkenin yasa ve düzenlemelerine saygı duymalarını şart koşmaktadır.

Bunun yanı sıra; Viyana Konvansiyonu’nda “persona non grata”, yani istenmeyen kişi ilan etme terimi 9. maddede aşağıda yer alan biçimde geçmektedir.

Madde 9:

1. Kabul eden Devlet, herhangi bir zaman ve kararın gerekçesini açıklamak zorunluluğunda olmaksızın, gönderen Devlete misyon şefinin veya misyon Diplomatik kadrosunun herhangi bir üyesinin istenmeyen şahıs (persona non grata) olduğunu veya misyon kadrosunun herhangi bir başka üyesinin kabule şayan olmadığını bildirebilir. Bu takdirde, gönderen Devlet, duruma göre, ilgili şahsı geri çağırır veya misyondaki görevine son verir. Bir şahıs kabul eden Devletin ülkesine gelmeden önce de istenmeyen veya kabule şayan olmayan şahıs olarak ilan edilebilir.

2. Gönderen Devlet bu maddenin 1. fıkrasında kayıtlı yükümlülüklerini yerine getirmeyi reddeder veya makul bir süre içinde yerine getirmezse, kabul eden Devlet ilgili şahsı misyonun bir üyesi olarak tanımayı reddedebilir.

Büyükelçiler tarafından yapılan açıklamanın, “persona non grata” ilan edilmesine sebebiyet verip vermemesi hususunda iki görüş bulunmaktadır.

Cumhurbaşkanı tarafından verilen; Osman Kavala’nın derhal serbest bırakılması için çağrı yapan 10 Büyükelçinin istenmeyen kişi ilan edilmesine dair talimat, Büyükelçilerin Konvansiyonun 41. maddesinde düzenlenen bulundukları ülkenin içişlerine karışmamak yükümlülüğünü ihlal ettikleri gerekçesine dayanmaktadır. Büyükelçiler tarafından yapılan bu ortak açıklama, Türk Milleti adına egemenliğin kapsamında olan yargı yetkisini kullanmakla yetkili olan Türk yargısına müdahale ve Türkiye Cumhuriyeti’nin içişlerine karışmak niteliğinde görülmektedir.

Ancak Büyükelçiler tarafından yayımlanan bildiride; İHAM tarafından verilen Osman Kavala hakkındaki ihlal kararına atıf yapıldığı, kararın gerekliliklerinin yerine getirilmesi gerektiği ve Türkiye açısından İHAM kararlarının bağlayıcılığına değinildiği görülmektedir. Dolayısıyla; buradaki bildiride Türkiye’nin içişlerine karışılmadığı, Türkiye için de bağlayıcı olan İHAM kararlarının uygulanması gerektiğinin belirtildiği söylenerek, bu açıklamanın içişlerine müdahale teşkil etmediği yalnızca hukukun işletilmesine yönelik demokratik beyan ve görüş bildirme niteliğinde olduğu da söylenilebilir.

Ayrıca; Büyükelçiler istenmeyen kişi ilan edildiğinde, Türkiye Cumhuriyeti’nin muhtemelen mukabele-i bilmisil ile karşılaşabileceğini ve ilgili ülkelerin de Türk Büyükelçilerinin ülkelerini terk etmesini isteyebileceğini ifade etmek gerekir.

  1. 4.    Son söz

Mevcut durumda; 10 Büyükelçinin, Kavala’nın devam eden tutukluluğunun hukuki olmadığına ve serbest bırakılması gerektiğine dair yazılı açıklaması, Türkiye Cumhuriyeti üzerinde siyasi baskı oluşturmayı ve yargı erki üzerinden içişlerine karışmayı hedeflediği şeklinde değerlendirilebileceği gibi, Kavala ile ilgili İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi kararlarının gereğinin yerine getirilmesi gerektiğine dair bir eleştiri olarak da nitelendirilebilir. Bununla birlikte; bu açıklamaların Büyükelçilerin görev alanına girmediği, açıklayan makam ve üslup açısından isabetli olmadığı ve Türk Yargısına müdahale sayılabileceği de tartışmasızdır. Elbette bu nitelendirme; Kavala’nın dört yıldır devam eden tutukluluğunun hukukiliği ile ilgili tartışma ve eleştirileri bir kenara koymayacağı gibi, İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’nin İHAS m.5 ve m.18 ile ilgili ihlal kararlarının gereğinin neden yerine getirilmediğine dair eleştirilerin de cevabı olmaktan uzaktır.

Anayasa Mahkemesi’ne ve İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’ne yapılan bireysel başvurular sonrasında verilen ihlal, kabul veya red kararlarının bir kısmının hukuki, bir kısmının ise hatalı veya siyasi saikle verilmiş, yersiz kararlar olarak nitelendirmek, ihlal kararlarının gereğini de bu anlayış çerçevesinde değerlendirip yerine getirmemek doğru değildir. Türkiye Cumhuriyeti’nin, yargı birliğinin iç ve dış istisnaları olarak kabul edilen AYM ve İHAM kararlarının gereğini yerine getirme taahhüdü olduğu inkar edilemez.

Şu an yürüyen ve başka dava dosyaları ile birleştirilen davanın usule ve esasa ilişkin taşıdığı ciddi hukuka aykırılıkları ve itirazları dikkate alırsak, ilk derece mahkemesi üzerine daha fazla içeriden ve dışarıdan baskı kurmadan ve konuyu hukuk mecraından daha fazla saptırmadan, tutuklama tedbirinin şartları ve hukukiliği üzerinden değerlendirme yapıp sonuca varmak isabetli olacaktır. Bu kapsamda, tutuklulukla ilgili İHAM kararlarının gereği yerine getirilmelidir. Meseleyi siyasi saikler üzerinden konuşmaya devam etmek, yargının yargı bağımsızlığına ve tarafsızlığına daha fazla zarar verecek ve konu tümü ile hukuk mecraının dışına çıkacaktır.

Ceza Yargısının işi, suçlamaya ilişkin iddianame ve dosyada mevcut somut delillerle ilgilenmektir. Algıların gerçeklerden daha gerçek olmasına izin verilmemeli, algılar olguların önüne geçmemelidir.