Türkiye’de kadınların toplumsal yaşamda güçlü bir varlık göstermelerinin önünü açan zaman dilimi, Cumhuriyet’in banisi Mustafa Kemal Atatürk’ün dönemidir. Atatürk’ün vizyonu Türk kadının dünyada seçme ve seçilme hakkı elde etme konusunda ilkler arasına girmesine vesile olmuştur. 1930 yılından itibaren çıkarılan bir dizi yasa ile önce Belediye seçimlerine katılma ve devamında 1934 yılında yapılan Anayasa ve yasa değişikliği ile milletvekili seçme ve seçilme hakkı verilmesi ile kadınlar, siyasi ve bürokratik alanda hem temsil yetkisi hem de söz hakkı kazanmışlardır.  

TBMM’deki kadın milletvekili sayısı, 1935 seçimlerinden sonra 2007 seçimlerine kadar zaman zaman azalarak devam etmiş ancak bir türlü istenilen düzeye ulaşamamıştır. Bugün TBMM’de 479 erkek milletvekiline rağmen 101 kadın milletvekili koltuk elde edebilmiştir. Dünyada kadınların siyasi pozisyonlarında etkileyici bir yükseliş gözlemlense de uluslararası bir kuruluş olan Parlementolar Arası Birlik (IPU) tarafından yayımlanan “Siyasette Kadın 2021 Haritası”na göre, Türkiye kadın milletvekili oranı sıralamasında dünyadaki diğer ülkeler ile değerlendirildiğinde, bir önceki yıla göre gerileyerek 122’inci sıradan 129’uncu sıraya düşmüştür.

Peki kadınların siyasete karşı mesafesini belirleyen faktörler nelerdir? İlgi göstermedikleri için mi yoksa destek göremedikleri için mi kadın siyasetçilerin sayısı bu denli az?

Araştırmalar gösteriyor ki, bürokraside uzmanlık derecesinde çok sayıda kadın çalışan mevcut ancak yönetim kademesinde bu sayı birdenbire düşüyor. Ataerkil bir aile yapısına sahip Türkiye’de erkekler, evlerini, aile yönetimlerini, çocuk yetiştirme görevini ve hatta kravat seçimlerini bile eşlerine bırakırken, mesleki anlamda yönetici kademesinde daha fazla kadın olmasına çoğunlukla olumsuz bakıyorlar. Kaldı ki, bu bakış açısını da cinsiyet ayrımcılığı olarak görmüyorlar. Her görüşte erkeğin çeşitli sebepleri var elbette ama genel olarak daha fazla sorumluluk ve mesai gerektirmesi, gelenekçi düşünce yapısı ve kadınların dışarıdan gelebilecek tehlikelere karşı savunmasız oldukları inancı bu sebeplerin ilk sıralarında yer alıyor.

Mevcut kadın siyasetçilerin, birkaç tanesi hariç, dayanışma bağlamında kadınların sorunlarına çözüm arayan çalışmalar içinde olmamaları, güvensiz konuşmaları, eski moda giyim tarzları ve üstlendikleri rollerde pasif kalmaları, onları dikkatle izleyen kadınların siyasete bakışını ve ilgisini olumsuz etkiliyor. Diğer yandan Türkiye’deki siyasetin bilgi, tecrübe ve idealizmden uzak olması, manevra kabiliyeti gerektirmesi ve diğer mesleklerde de sürekli rastladığımız şekilde bireysel menfaat önceliği aslında sadece kadınların değil akıllı, kültürlü ve kariyer sahibi her vatandaşın siyasetten soğumasına sebep oluyor.

Şahsen bir seçim yaparken, beni temsil edecek, benim sesim olacak, benim hayatımı güzelleştirmek için canla başla çalışacak kişinin aslında kadın ya da erkek olmasından ziyade hoşgörülü bir dünya görüşüne sahip ve adaletli olmasını tercih ederim. Kadınların cinsiyet olarak mecliste sayıca fazla olmaları, çalışma ortamına ve yönetim anlayışına nezaket ve farkındalık getiriyorsa benim için anlam ifade ediyor.
 
Siyasetin toplumun sorunlarını çözme noktasında büyük bir güç olduğunu düşünürsek, bu gücün aslında temelde insan haklarına saygılı ve cinsiyet gözetmeksizin insanın değerini yükseltecek şekilde kullanılması için kadın siyasetçilerin, kadın olmanın getirdiği tüm iyileştirici yeteneklerini kullanmaları gerektiğini düşünüyorum. Fark yaratmak için farklı olmak gerekir.