“Âdemi Âdem eden üç harf ile beş noktadır,
Âdemi Âlem eden de üç harf ile beş noktadır.”

Demiş Turâbî. Aşka dair sözleri kağıda sığdırmak, denizi testiye doldurmaya benzer ama madem dostlar istedi biz de diyelim haydi! Arap alfabesinde “aşk ayn, şin ve kâf” harfleriyle yazılır. Şin harfinde üç, kâf harfinde iki nokta vardır. Ayn, şin, kaf; yani üç harf ve şin’in üç, kâf’ın iki noktası hakkında; yani aşka dair konuşalım biraz.

Aşk, sözlükte sarmaşık anlamına gelir. Malum olduğu üzere sarmaşık kendi ayakları üzerinde duramaz. Bir başkasına tutunarak yükselir. Bu, ya bir ağaç ya da bir başka bitkidir. Sarmaşığın sarıldığı ağaç veya bitki, sarmaşık kadar güçlü değilse sarmaşık, onun özsuyunu emerek onu kurutur. Onun sarıldığı o bitki gıdasız kaldığı için kendisi de ölür.

Mutasavvıflar, bu durumu fâni olana duyulan aşk; yani mecâzî aşk olarak adlandırmışlardır. Mecâzî aşk geçici aşktır ve fânidir. Kişinin ebedîliği mecâzî aşktan geçip, hakikî aşkı bulmasıyla mümkündür. Buna aşk-ı hakikî, aşk-ı ilâhî adı verilir. Bu yüzden kimileri aşkı ebedîleşme arzusu olarak tanımlamışlardır. Aşk hakkında İslâm mutasavvıfları birçok eser yazmış, birçok tarif ve açıklamalarda bulunmuşlardır. Bunlara geçmeden önce bütün bunların özeti olabilecek

Yûnus Emre’nin şu beyitini zikretmeliyiz:
“Yûnus öldü diye selâ verirler
Ölen hayvan imiş âşıklar ölmez

Sevgi ve aşkın ne olduğu ve nasıl geliştiği hakkında önemli ve kalıcı fikir ve açıklamalarda bulunanlardan birisi de Muhyiddin İbn Arabî’dir. İbn-i Arabî aşka, âşıkların durumuna; beşerî aşkın ilâhî aşka dönüşmesine kadar birçok veciz açıklama yapmış yaptığı bu açıklamaları da mutlaka Kur’ân-ı Kerim ve sahih geleneğe bağlamaya da dikkat etmiştir. İbn-i Arabî aşk mevzuunda İslâm âleminde artık bir klasik olmuş “İlahi Aşk” kitabını kaleme almıştır. Biz, İbn-i Arabî’nin bu konudaki görüşlerini özetlemeye çalışacağız.

Sevgi yüce bir makamdır: İbn-i Arabî, aşkın ve sevginin Allah’ın kendine ve inananlara dair âyetlerinde bizzat vurguladığı bir makam olduğuna inanır.. Arabî, bunu Allah’ın özellikle “Vedûd” ismindeki man’aya bağlar. Çünkü “Vedûd” ismi hem seven hem de sevilen anlamını birlikte içeren bir kelimedir:

“Allah seni üstün kılsın! Bil ki, sevgi (hubb) ilâhî bir makamdır. Allah kendini onunla vasfetti. Kendini “Vedûd” diye adlandırdı. Hz. Peygamber’in hadislerinde de Allah, Muhibb (Seven) diye nitelendirildi. Allah, Tevrat’ta Mûsâ’ya sevgiyle şöyle vahyetti: “Ey Âdemoğlu! Sana verdiğim hakla Ben seni seviyorum.”  
Birçok sûfîye aratılışın hikmeti ve gayesi aşktır

Allah (c.c) kendi güzelliğini seyretmek için kainatı yaratmıştır. İbn-i Arabî’ye göre Bu bilinirliliğin sağlanması için de insân en önemli bir tamamlayıcı olarak en son gelmiştir. İbn-i Arabî bu noktayı şöyle kristalize eder: Kur’ân’da sevgi, daha pek çok yerde geçmektedir. Ayrıca sevgi Peygamberimizin sözlerinde de çokça geçmektedir. Kudsî bir hadiste şöyle buyurulmaktadır:

“Ben bir gizli hazineydim, bilinmiyordum. Bilinmeyi sevdim, istedim ve yaratıkları yarattım. Onlara kendimi bildirdim. Onlar da beni tanıdılar.” Bu demektir ki Allah bizi, bizim için değil, sadece kendi için yaratmıştır. Bu nedenle, cezayı amellerle yan yana koydu, onu amellere bağladı. Amellerimiz kendimiz içindir, O’nun için değil. İbadetimiz ise O’nun içindir, kendimiz için değil. Dolayısıyla ibadet amelin aynısı değildir. Yaratıklardaki zahirî ameller, O’nun yaratmasıdır; çünkü o ameli yapan O’dur. O amellerin güzelliği, o ameller kul tarafından yapılmış olmasına rağmen, edeben ve nezaketen O’na mal edilir. Her şey Allah’tandır; çünkü Allah şöyle buyurmaktadır:

“Nefse ve onu şekillendirene, ona kötülüğü ve iyiliği ilham edene and olsun.” (Kur’ân, 91/7-8), “Oysa sizi de, yaptıklarınızı da Allah yaratmıştır” (Kur’ân,37/96). Ve gene şöyle buyurulmaktadır: 

“Rabbiniz Allah, işte böyledir. O’ndan başka Tanrı yoktur. O her şeyin yaratıcısıdır. Öyleyse O’na ibadet ediniz…” (Kur’ân, 6/102). Demek ki kulların amelleri, bu âyetlerin çerçevesine girmektedir. Muhyiddin Arabî, aşkın ve âşıkların hangi aşamalardan geçtiğine dair birçok açıklamada bulunur. Bütün sevgiler ve aşklar aşama kaydederek ilâhî aşka dönüşür. Bu dönüşüm bir insânı sevmekle başlamakla birlikte ilerleme kayd ede ede “Vedd” e varır. Bu kavram başta değindiğimiz gibi ağaca sarılı sarmaşığın ölümsüz bir ağaç bulması gibi bir şeydir. Sarıldığı ağaç bâkî ise sarmaşık da bâkî olacaktır. Arabi şöyle der: “Bu sevgi, “hubbun” veya “ışk”ın yâ da “hevâ”nın kararlı ve devamlı olmasıdır.” İbn-i Arâbî’ye göre aşkın galebesi, üstün gelmesi âşıkta şu halleri meydana getirir Nûhûl (erime), Zûbûl (Harâb olma), Gârâm (Helak olma) Şevk (Coşkunluk) Hıyam (Çılgınlık) Zefrat (Derin derin iç çekişler) Kemed (Sevda).
Çünkü bütün bu hâller, yaratılıştaki, ilâhî aşkın insân hayatındaki yansımalarıdır.