Nasıl bir girdabın içine düştük..
Nasıl bir girdabın içine düştük..
Türk devletinin ve milletinin PKK terör örgütüyle uzun süreli kanlı ve yıpratıcı mücadelesi noktalandı. PKK kendini feshettiğini duyurdu. Bir süredir yürütülen görüşmeler sonunda meyve verdi.
Açık kaynak okumalarına göre Kürtlere Suriye’nin kuzeyinde bir devlet kurduran ABD ve Avrupa bu Kürt devletini de facto tanımamızı istemiş, Türkiye’nin örtülü onayı neticesi bu fesih gerçekleşmiş görünüyor. Neticede ülkemizde kanlı eylemler olmasın ve yeter ki şehitler ölmesin de tek barış gelsin ne yapalım!
Umarım Kürtler ve Suriye’nin kuzeyindeki kurulan Kürt devleti aç gözlülük edip Türk topraklarında karışıklık çıkarmaya çalışmaz. Bu işe kalkışırlarsa bu işin sonu felaketle biter.
Şimdilik hamdolsun barış iklimi egemen bu mübarek topraklara. Terörün aldığı enerjimizi eğitime, ekonomiye aktararak devam etmek zorundayız.
Terör çok şükür bitti ama ekonomik buhran özellikle şehirli kesimi bunaltıyor. Nüfusun % 60’ının yaşadığı büyükşehirlerde halk gıdaya ve barınmaya ulaşmakta zorluk çekiyor. 1 kg can eriği 220 TL, 1 kg çilek 170 TL İzmir gibi yerde. İzmir’de 100 metre kare kiralık evler 35 binden başlıyor. Kiracıların ve dar kesimin ve son yıllarda beyaz yakalı orta sınıfın hali perişan.
Doktor, bilim adamı, işletmeci, yatırımcı insanlar ülkeyi terk ediyor veya terk etme hazırlığında…
Üniversitelerden yeni mezunlar iş bulamadığı için yurt dışında iş bulma derdinde…
Yahu biz bu gençleri niye yetiştiriyoruz? Ülkedeki fabrikalarda, işletmelerde, laboratuvarlarda iş başı yapsınlar, memlekete faydalı olsunlar diye değil mi? Eğer yurt dışındaki ülkelere gidecekler ise onlara yapılan yatırıma yazık değil mi? O kadar üniversite, hoca görevlendirmeye gerek var mı?
Peki nasıl bir girdabın içine düştük ki, her konuda bir aymazlık, haksızlık, yetersizlik sergileniyor? Bunları dile getirenler neden itibar görmüyor, susturuluyor? Veya neden sus pus olup üç maymunu oynuyorlar?
İyi de bu vatan bizim… 80 milyon insanın tek yürek olması gerekirken nedir bu aymazlık? Nedir bu suskunluk, tepkisizlik, yanlışlara duyarsız kalmak? Doğrusu anlamakta güçlük çekiyorum. Eğer bugün bizde yaşananlar bir Orta Amerika ülkesinde olsa idi halk ortada ne saray, ne de iktidar bırakırdı. Yöneticiler ülkeden kaçmak zorunda kalırlardı.
İşte Avrupa örneği… Ağzından yanlış bir söz çıktı diye bakan istifa ediyor, hükümet düşüyor…
Bizde yalanlara kılıf bulmak için herkes yarışta…
Dar gelirli, asgari ücretli, emekli isyanda… Ucuz et, ekmek kuyrukları almış başını gitmiş… Millet borcu borçla kapatıyor, hiç kimse banka borcunu, kredisini ödeyemez durumda… İcra dosyaları almış başını gitmiş. Herkes günde bir öğün üç tabak yemek yemeye odaklanmış.
Gidişat iyi değil. Bu millet patlama noktasında…
Eğer göremiyorlar ve bilemiyorlarsa yazıklar olsun…
Sonuçlar açıkçası düz bir vatandaş olarak beni korkutuyor. Her gün market raflarından eksilen bir ürün, üzerindeki fiyat etiketlerinin değiştirildiği mamuller beni korkutuyor.
En büyük paramız iki yüz lira ile bir tas çorbayı ancak içiyorsunuz. Hiçbir dönemde Türk parası bu kadar hızlı değer kaybetmemişti…
Bir yerde kocaman bir anafor var… Önüne ne gelirse yalayıp yutuyor…
Not 1: "nasıl olmuşsa bilmiyorum,
Vurmuşlar bize, biz vurmamışız."
Cahit Zarifoğlu
Not 2: Dante, İlahi Komedya’yı bugün yazsaydı dokuz katlı cehennemin adı “Inferno” değil “Sednaya Hapishanesi” olurdu. İnsanın kötülüğü, muhayyilemizi aşacak kadar karanlık ve sonsuz.
Not 3: “Ritüeller ülkesi" olduğumuza katılıyordum. Hep miş gibi, rencide olmuş gibi, bıçak kemiğe dayanmış gibi, isyan edermiş gibi, inanırmış gibi, hatta eğlenirmiş gibi yaptığımız doğruydu. Kim daha iyi... miş gibi, yaparsa, o kazanıyordu.”
Viva La Muerte / Alev Alatlı
İşin ilginci kendisi de “miş” gibi yaşadı..
Not 4: insan yalnızlığa bir defa düşer, orada kalır.
Not 5: “Hayatın en sonunda kötü bir romana bu kadar benzeyebileceğini kabul etmek gelmiyordu içimden.”
Kırmızı Pazartesi / G.G. Marquez
Not 6: "şuramda bir sancı, şuramda, atların kişnemesi gibi asi
gece karanlığında
kalayım kalayım diyorum olmuyor
ben gidiyorum."
Turgut Uyar
Not 7:
Not 8: Ve ellerin uçuşan yapraklar gibi
Birden
Nasıl yalnız olduğumuzu anladım
Kimseler yoktu ikimizden başka birbirine bakan
Not 9: geceyi uzatan, karanlığın süresi değil yaranın sızısıdır.
Not 10: İçinizdeki çocuğu kaybetmeyin deyip duruyorlar epeyce bir zamandır. Farkında değiller, geçmeyen acılarımızın sebebi içimizdeki çocuk. Bizi asla terk etmeyen o yaralı çocuk.
Not 11: Bazı yalnızlıklar insanın üzerine yapışır.
Not 12: Cennet, insanların birbirlerini dinlemeleri demektir, birbirlerine aldırmaları, birbirlerinin farkında olmaları demektir.
Not 13: "Hüzün ile kayıtsızlık arasındaki tercihim hüzünden yana olacak." Aliya
Not 14: Arabanın camlarını kapatıp kapılarını kilitleyince bütün dünya dışarıda kalsın istedin. Kelimeler, vicdan azapları, utançlar, korkular dışarıda kalsın istedin. Dışarıda. Geride. İki kişilik bir yol, iki kişilik bir dünya, iki kişilik bir şarkı hayal ettin.
Not 15: “Hiç kimsenin masum olduğunu kesinlikle söyleyemeyiz, oysa herkesin suçlu olduğunu kesinlikle onaylayabiliriz. Her insan başkalarının suçuna tanıklık eder..."
A. Camus / Düşüş
Not 16: Anne Allah’ın kulunu okşamasıdır.
Anneye şiir yazmak zor..
Not 17: “Âdemi bul âdem ol âlemde âdem gizlidir
Etme tahkir âdemi âdemde âlem gizlidir
'Arif anlar anlamaz erbâb-ı kışrı zahirî
Merdüm-i kâmil efendi hem açık hem gizlidir.”
(Yozgatlı Fenni)
Not 18: "Şu beş şey kalbi diriltir: 1-Âlimlerle oturmak, 2. Yetimlere şefkat etmek, 3. Oruç tutmak, 4. Az yemek, 5. Dünyayı haddinden fazla sevmemek." Envâru'l-Âşıkîn’den
Not 19: Modernliğin görünürlük arzusuyla örülmüş statü toplumu, insanı kendinden uzaklaştırırken; klasik hikmet gelenekleri bize sadelik, içsel istikamet ve erdem temelli bir toplumun mümkünlüğünü hatırlatıyor. Modern insanın en görünmeyen fakat en derin yaralarından biri, "statü endişesi"dir. Alain de Botton’un ifadesiyle bu, insanın değerini başkasının gözünde arama hastalığıdır. Öyle ki artık birinin "kim olduğu", ne yaptığıyla değil, nasıl göründüğüyle belirlenir. Bu kırılma, yalnızca bireyin ruh dünyasını değil, toplumun ahlaki dokusunu da zedelemektedir.
Not 20: Modern toplumlar, soyluluk ya da tanrısal buyrukla değil, bireysel başarıyla tanımlanan yeni bir hiyerarşik düzen kurdu. Rekabet, performans, marka ve görünürlük... De Botton’a göre bu, eşitliğin vaat ettiği özgürlüğü değil, sürekli kıyaslanma duygusunu doğurdu. Bir başarı kültü içinde, başarısızlık artık sadece ekonomik değil, ahlaki bir eksiklik gibi algılanıyor. Bu durum bireyi yalnızlaştırmakla kalmıyor; toplumsal bağları da çözerek bir tür “narsisizm ekonomisi” ne hizmet ediyor. Oysa hakiki bir toplum, karşılıklılık ve anlamlı ilişkiler üzerine kurulur.
Not 21: Marcus Aurelius’un şu sözleri, statü toplumu karşısında bir içsel direniş bildirgesidir: “Şan, övgü ya da şöhret… Bunların hepsi rüzgârla savrulan gölgeler. Kendi içsel terazini kur, ona göre yaşa.”Bu tutum, bizi övülmeye değil, doğru olanı yapmaya çağırır.
Bilgeliğin yalınlığı, Sokrates’in hayatı boyunca yaptığı şey, görkemli olanın ardındaki çürüklüğü ifşa etmektir. Atina’nın güçlü adamlarına, soylularına sorduğu basit sorularla onları kendi cehaletleriyle yüzleştirir. O, bir tür manevi devrimcidir: Bilgiyi değil, bilgelik arar. Sokrates’e göre hakikat, dışarıda değil; kendi içimizdedir. Ve o hakikate ancak sürekli bir sorgulama, bir ahlaki uyanıklık haliyle ulaşılabilir.
Not 22: Şu anda Türkiye’de hayat pahalılığının sebebi kurun düşük olması eğil (o da kime göre, neye göre ayrı bir konu). Atıyorum aniden 1 $=60 TL olsa, şu anda 38 TL olan bir ürün 60 TL olacak. Hayat çok çok daha pahalı olacak. Pahalılığın sebebi üretimsizlik ve ona bağlı işsizlik.
Not 23: Bazen yanılmakta bir sakınca yoktur, eğer yanıldığınızın farkına çabuk varırsanız.
John Maynard Keynes
Not 24: PKK terör örgütü bu süreçte ne kazanmak istiyor ve neleri amaçlıyor?
1- Siyasallaşmış kimliği ve edindiği kitle/sempati üzerinden demokratik özerklik/demokratik konfederalizm gibi araçlarla bölücü emellerine ulaşmak…
2- ‘Kilit Parti’ rolünü sürdürmek, bu rolü güçlendirmek, Türk Siyasi partilerine havuç ve sopayı göstererek kopardığı tavizleri arttırmak…
3- Anayasanın değiştirilmesi, devletin kimyasının bozulması başta, ana dilde eğitim, idari, siyasi ve adli yapıda elde edeceği tavizlerle terör siyaset ve stratejini devam ettirmek, etkisini derinleştirmek, üniter devlet modelini kırmak…
4- Terör örgütü üzerinden elde ettiği güç, etki ve kazanımlarından vazgeçmeden, terör örgütü kimliğinden kurtulmak, meşrulaşmak, örgütü ve türevleriyle mücadele edilmesini engellemek…
5- Ama şimdi ki temel önceliği özellikle Suriye…
- Temel amacı Suriye’de varlığını ve kazanımlarını korumak,
- Suriye’de silahlı-siyasi gücünü ve kontrol ettiği alanları muhafaza etmek ve güçlendirmek,
- Suriye’deki bütün Kürtleri başta, etnik, dini, güç katmanlarında etkisini arttırmak, etki altına almak,
- Suriye’deki YPG/PKK terör varlığına (harekât başta) Türkiye’nin müdahale etmesini engellemek, olan bitene göz yummasını, uyumasını ve uyandırılmamasını sağlamak,
- Uluslararası camiada DEAŞ ile mücadele eden seküler/kadına değer veren/Batı değerleri ile entegre bir YPG/PYD (pynk-daanes) adıyla Türkiye’nin de itirazlarını aşarak tamamen meşrulaşmak,
- Zamanla Şam’a ve bütün Suriye’ye nüfuz etmek, bütün Suriye’de güç-etki ve nüfuz sahibi olmak,
- Türkiye yasadışı silahlı solla geliştirdiği modeli Lazkiye-Tartus başta Alevi-Nusayri bölgelerde uygulamak, Türkiye’yi, özellikle sınır bölgelerini oralardan kaşımak.
- Akdeniz bölgesindeki Alevi-Nusayrileri içine katarak Akdeniz’e çıkmak,
6- Türkiye’den rol çalarak kendisini ‘farklı etnik-dini-mezhebi kimliklerin uyum içinde yaşadığı’ demokratik, seküler, sosyal bir yapı olarak ÇÖZÜMÜN ADRESİ olarak pazarlarken ve destek alırken, Türkiye’yi mezhepçi, otokritik, hatta radikal örgütlerle işbirliği olan bir kimlik üzerinden yaftalanmaki Türkiye’yi SORUNUN BİR PARÇASI olarak göstermek ve baskı altına aldırmak istiyor.
7- Irak ve Suriye’de tuttuğu-içine kattığı-bütünleştiği-entegre olduğu bölgelerle nihai planda Türkiye’ye yönelmek istiyor.
Maksatları öncelikle ‘Türkiye’nin gözünü boyayarak’ Suriye’yi bitirmek.
Şu an ‘Ana niyet ve maksadı’ Türkiye’nin Suriye’de terör devleti varlığına müdahale etmesini engellemek, öncelikle olarak nüfuz ve etkisini orada geliştirmek.
Ve bu yaptıklarında kesinlikle yalnız değil. Hatta bölgede rekabet halinde olan bazı küresel ve bölgesel bazı güçlerde bile ortak bir mutabakat ve etkinin geliştiği, onlarla işbirliği içinde olduğu gözüküyor.
Ve bu işte kesinlikle yalnız da değiller. Türkiye’deki bazı embedded, enbesil ve menfaatperestlerin de işin içinde olduğu görülüyor.
Ya sonra?
O da artık takdirlerinize.
Not 25: İnsan yalnız doğar yalnız ölür ama yalnız yaşayamaz..
Not 26: Bazen büyük sessizlikler en acı haykırışlardan daha derin izler taşır.
Not 27: Karanfil serpercesine vurdum bir daha,
Ya Allah deyip açtığım bütün yaralarıma..
Cahit Zarifoğlu
Not 28: Çünkü herkes hayatının bir yerinde kaybolur. Bazıları kendisini bulabilmek için önce çok eskiden kaybettiklerini bulmak zorundadır.
Not 29: "usta ben buraya sığmıyorum" dedim. "kendini küçült de gir o zaman" dedi. Kibir, tevazu, benlik ve bir sürü şey aktı gitti.
Not 30: İnsanı ağır yaralayan her ne varsa, yaşanıp bittiği andaki acısıyla kalabilseydi, tahammül gücümüz ayakta durmamıza yetebilirdi. Öyle kalmadığını öğreneli çok zaman oldu.
Not 31: Dünya, Dostoyevski’nin "En usta kan akıtıcıların, en uygar insanlar olduğuna dikkat ettiniz mi hiç?" dediği yere geldi sanırım.
Not 32: "“Kendi içine yürümek ve saatler boyu kimseye rastlamamak. “
Rainer Maria Rilke, Genç Şaire Mektuplar"
Not 33: anlatsam
yarısında izin alıp gideceğiniz bir hikayedir burası
burası
dünya bizi nasıl kırdıysa öyle de gönlümüzü almamayı bildiği
yerdir..
Not 34: "insanın yarası sağken iyileşir" eloğlu metin
Not 35: Serbest piyasaya karşı olan argümanların çoğunun altında, özgürlüğe olan inancın eksikliği yatar.
- Milton Friedman
Not 36: Sloganı çiftçinin derdi, emeklinin haykırışı yarattı.
"Turpunan, şalgamınan" diye başladı..
Başladığı yerde kalsın diye değil, derde çare olun haykırışlarıydı onlar
Gördüğüm, herşey siyaset ve kişi üzerine kazanım için olanı.
Yol yanlış.
Bu yanlışı da vurgulamak gerekiyor.
Not 37: “Siyasetçileri unutun! Siyasetçiler seçme özgürlüğünüz olduğunu zannetmeniz için oraya konulur.”
George Carlin
Not 38: 'Çağımızda babanın buharlaştırılması ve düşüşü şunları da doğurmuş olabilir' diyor İtalyan psikanalist Massimo Recalcati : Özetle, 1. Dürtülerin alabildiğine serbest bırakılması, 2. Sınır ve simgesel yasakların toptan kaldırılması, 3. Alaycı bir kayıtsızlığın ve narsistik benlik kültünün yaygınlaşması, 4. Ölüm dürtüsünün zincirden boşalması, 5. Öteki'nin reddi, şiddet ve ırkçılığın hortlaması, 6. Arzunun ölümü.
Günümüz hipermodern toplumunun sınır tanımazlığını babanın işlev kaybı üzerinden okuyor. Düşünmeye değer.
Not 39: Mahallemdeki ilkokul ve ortaokulun dağılma saati...
Yaya veya araçlı olmanız fark etmez...
Müthiş bir karmaşa ve tıkanmış trafiğin ortasında kalakaldınız demektir.
Yan yana yolun ortasına park edilmiş özel araçlar ve servis minibüsleri, birbirine öfkeyle bağrışan veliler, ısrarlı korna ciyaklamaları ve yakındaki sandviç büfesine koşturan çocuklar...
Her gün böyle...
Geçenlerde şunu da gördüm: Bir ambulans o karmaşanın ortasında kalakaldı, sirenleri hiç fayda etmedi...
Not 40: Durup düşündüm, hatırladım...
Her değişimi gelişim sanma şapşallığımızı da zihnimde bir kenara koydum elbette...
Yahu, dedim içimden, benim ilkokul çağımın en güzel yanı okula gidiş ve dönüşlerimdi.
Çantalarımız sırtlarımızda yürüyorduk...
Ama ne yürümek!
Canan evden her seferinde siyah önlüğünün düğmeleri kapanmamış halde, beyaz şoset çorapları avucunun içinde, apar topar çıkardı.
Yolun yarısında azıcık kendine geldiğinde onu bir kaldırıma oturtur, çoğu zaman da çoraplarını ayaklarına ben giydirirdim. O da bana annesinin çantasına sıkıştırdığı kurabiyelerden verirdi.
Her sokaktan bir sınıf arkadaşımız çıkar bize katılırdı.
Şimdi ne mümkün!
Not 41: Değiştik değişmesine...
O günlerin sadeliğinin yerini her sosyal sınıfa az çok yansımış garip bir "zenginlik" geldi.
Fakat ne çok şeyi kaybettik, "huzurlu kafa" çekti gitti, yerini korkular, endişeler aldı.
Gereksiz mi şimdiki endişeler?
Hayır, çok yerinde!
Ebeveynler cidden huzursuz, çocuklar ise içten içe gergin...
En beteri de tersini düşünemeyecek hâle gelmemiz...
Okula, denize (evet, denize girmeye) ve çarşıya balık almaya mesela, yanında ebeveyn olmadan gidilebilen günlerin varlığına inanan kalmadı.
Şu yazdıklarım da yaşlı bir adamın tartışmalı nostaljisi sayılacaktır; oysa hepsi gerçekti.
Not 42: Yaşayanların hiçbiri, göğü ve yıldızlarıyla bu dünyanın ne kadar güzel olduğunun farkında değil. (MARGIT SCHREINER / Hayal Kırıklıkları Kitabı)
Not 43. Enflasyon lobisi Temmuz ayından itibaren erken faiz indirimlerinin devamını talep ediyor.
Doğurganlık oranın bu kadar hızla düştüğü ortamda yüksek enflasyonun sürmesini istemek zombi şirketler ucuz kredi kullansın diye geleceği bugünden harcamaktır.
Geçen yılki OVP hedefi %33'tü. Programın enflasyonla mücadele kısmı çöktüğü için %33 hedefine hala daha ulaşılamadı.
Enflasyon %33'e düşmeden faiz indirimi gündemde olmamalı.
Not 44; Ölü kalbimiz dirileydi
Hakka dönüp sadakayla yıkanaydık
Dünyaya hiç meyletmeyeydik.
Cahit Zarifoğlu