Zaman her şeyi yiyip bitirirken ruhumun Kudüs'ü düşüyor.
“Tempus edax rerum.”
Zaman her şeyi yer bitirir.
Ölüm artık onurlu savaşlardaki gibi kılıçla değil, alkışla geliyor.
Adalet çığlık çığlığa çöküyor.
Halk, artık yönetenleri meydanlarda değil; zihinlerinde taşıdığı sönük bir isyanla sorguluyor.
Ve bu isyan bir tweet kadar kısa sürüyor.
Sonra?
Yine vaatler, yine unutkanlık.
Hafıza sadece algoritmalarla değil;
alışkanlıklarla, tüketimle,
sürekli dağıtılan dikkatle de öldürülüyor.
Ve şu soru kalıyor geriye: Biz kimiz?
Nerede duruyoruz?
Bedenlerimizle değil, ilkelerimizle var olmayı seçenlerden miyiz?
Yoksa sessizce itaat eden, çürümüş aklın gölgesinde sığınak arayanlardan mıyız?
Döneyim kendime; kendi içimdeki kralı tanıyorum artık. Bazen egomu, bazen suskunluğumu, bazen isyanımı tahta oturtmuşum. Bir halk var içimde; her gece daha da yoksullaşan, her sabah daha da suskunlaşan. Ve ben, kendi içimdeki cüzzamı inkâr ettikçe, ruhumun Kudüs'ü düşüyor.
İçimize zorla kabul ettirilen hükümdar, bize “boyun eğmek akıllıca” diye fısıldayan ses.
Onun hükmü, her “ama”yla başlayan mazeretimiz, her “zaman böyle gelmiş” çaresizliğimiz.
“Historia magistra vitae est.”
Tarih, hayatın öğretmenidir.
Şimdi buradayım. Masamda bir defter, elimde kalem. Bir kral değilim. Bir kurban da. Sadece bir tanık. Ama belki de en çok buna ihtiyaç var artık: Kralların çağında kendi iç sesine sadık kalabilen tanıklara.
Not 1: “Biliyorum, caminin avlusunda toplanan kalabalık bana değil
Gelen ünlüleri görmek için
'Aa, o da burda, şu da burda!' deyip
Beni musalla taşında unutanları görüyorum
Hayatımda ilk defa katıla katıla gülüyorum
Çünkü, kırkım dolmadan unutulacağımı biliyorum.
Yaşlı bir selvi ağacının gölgesinde oturup
Yılların yorgunluğunu çıkarıyorum
Birden önümden sırasıyla Nisa'lar, Tolga'lar, Sadri'ler
Daha birçok sanatçılar geçiyor.
Selam veriyorum, hiçbiri görmüyor.
Sesleniyorum: 'Anne, ben buradayım. Baba, ben buradayım.'
Sesleniyorum ama kimse duymuyor.
Eşime sesleniyorum: 'Nerde benim yamalı elbiselerim, boyalarım?'
Çocuklarım burada beni niye yalnız bıraktınız?
Ağlıyorum, ağlıyorum, ağlıyorum.
Günahımla sevabımla Allah'a sığınıyorum...”
(Nejat UYGUR)
Not 2: Alperen Şengün için “İlhamın Portresi” diyebiliriz. Alperen Şengün’ün portresi, yalnızca bir sporcunun yükseliş hikâyesi değil; çocukluk hayallerinin, kültürel ilhamın ve milli gururun birleşimidir. Giresun’dan Houston’a, mahalle maçlarından All-Star sahnesine, 12 Dev Adam’ın gölgesinden yeni bir final hikâyesine… Alperen’e “baby Jokic” yakıştırmasından ziyade bana hep Magic Johnson’ın anlattığı Michael Jordan’ın “Kasabanın yeni şerifi” hikâyesini hatırlatır. Bence Alperen, yeni dönemin yeni şerifi. Ve o, her bir topun peşinde koşarken, yeni bir topu savunurken yine aynı disiplin, cesaret ile bunu yapacaktır. Ve hayal kurmanın ne anlama geldiğini göstermeye devam edecektir. Umuyorum ki uzun yıllar en üst düzeyde yeteneklerini göstermeye ve ilham olmaya devam eder. İyiler iyi ki varlar.
Not 3: Git bu mevsimde, gurup vakti, Cihangir'den bak!
Bir zaman kendini karşındaki rü'yaya bırak!
Başkadır çünkü bu akşam bütün akşamlardan;
Güneşin vehmi saraylar yaratır camlardan.
Yahya Kemal
Not 4: “Ölümün başka türleri de vardır:
Korku seçimlerimize yön verdiğinde ölürüz.
Büyümeyi güvenlik uğruna feda ettiğimizde ölürüz.
Kolay ve rahat bir kesinliği, rahatsız edici bir bilinmezliğe tercih ettiğimizde ölürüz.”
— James Hollis, A Life of Meaning
Not 5: Kaderin nedenselliğinin olmadığını, hatta hiç sebep-sonuç ilişkisi içermediğini tekrar tekrar düşünürüm. Kader, hayatın mutlak gerçeğidir, tamamen beklenmedik olandır. Biraz daha ileri gidecek olursak, kader tesadüflerin içindeki nedensel ilişkidir, nedenselliğin kendi içinde yer alan beklenmedik anlardır. Nedenselliğin dışındaki nedenselliktir, nedensellik dışındaki tesadüfün ortaya çıkışıdır.
Yan Lianke
Not 6: Hayat, insanlık, tekamül, medeniyet gibi değerler, bir zamanların enflasyon paraları kadar düşük... Bir milyarlık manevi kıymete bir kutu kibrit satın alamıyorsunuz. Ne müthiş iflas! ( NECİP FAZIL / Savaş Yazıları )
Not 7: Neden TMSF, Türkiye’nin en büyük sermaye grubunu oluşturuyor? Binlerce şirketi bünyesinden barındıran bu fon kimler tarafından yönetiliyor ve devralınan şirketler nasıl hızla değer kaybediyor? Bu şirketlere atanan kayyımları kim nerden seçip buluyor? Son on yılda sermayenin büyük kısmı nasıl el değiştirdi? Devlet içinde sadece resmi görevleri ile bu devasa fon sermayesini yönetenler kimler? Gerçekte yönetenler. Kayyımları belirleyenler, kime reklâm verileceğine, maaşlara, şunlara, bunlara karar verenler.
Not 8: Koskoca soruşturma dosyası, Can Holding, Ciner Holding ve uzun bir kara para aklama suçları listesi. Suçların hepsi devlet yönetiminin, iktidar sorumlularının gözetim ve denetiminde işlenmiş. “Devlet büyükleri”nin talimatları ile büyük şirketler, bir üniversite, okul zinciri emaneten satın alınmış. Soruşturma aşamasında veya dava başladığında sorulacak. “Kim bu devlet büyükleri?” sorusu, çok geniş bir yasadışı ilişkiler ağının ucundan yakalayıp sonuna kadar gitmenize yol açabilir.
Başlangıç itibarıyla farklı ihtimaller var.
İktidarın çelik çekirdeği içinde hizipler bu soruşturma ile bir tarafa karşı ölümüne, yok edici bir hamleye girişmiş olabilir. Hamleye girişenler için de karşı taraf için de bu kazananı olmayan karanlık bir savaş olacak.
Ekonomik kriz yüzünden pasta küçüldü. Dolayısıyla rekabet şiddetlendi. Devletin sırtından bedavadan servetler edinmenin, paraya ve güce ulaşmanın aldatıcı bir üstünlüğü var. Alışkanlığa dönüşen bu saltanat gün geliyor duvara tosluyor.
Not 9: “Kim bu devlet büyükleri?”
Soru bu.
Şüpheli Holding Patronu, “ne yaptıysam onların talimatı ile yaptım” diyerek yaptığı işleri bütün şeffaflığı ile sıralıyor. Belli ki kendisine talimat ve teminat veren ensesi kalınların kendisine sahip çıkmasını bekliyor.
Savcının soramadığı bu soru mutlaka sorulacak. Belki savcı veya hâkim sormadan, şüpheli ifşa etmeden, hizip çatışmasının karşı tarafı liste halinde “devlet büyükleri”nin listesini gazetecilere sızdıracak.
Not 10: Asıl aktüel soru şu: CHP, Cumhurbaşkanını protesto etmek için Meclisin açılışını boykot etmeseydi, o fotoğraf çekilebilir miydi? Yani, Cumhurbaşkanı’nın nazik daveti ile zaten Meclis’te olmayan CHP dışındaki partilerin başkanları ve temsilcileri o kalabalık fotoğrafın içinde poz vermek için Meclis Başkanı’nın odasına davet edilir miydi?
Not 11: Hiç adeti olmamasına rağmen Erdoğan, o fotoğrafı neden çektirdi? Sebep şu meşruiyet tartışması ile derinleşen yalnızlığı olabilir mi? Yalnızlığı vurgulayan başka bir ayrıntı var: Diğerlerinden farklı Cumhurbaşkanı’nın -ve Bahçeli’nin- oturduğu altın varaklı koltuklar. Çok ince bir düşünce ve planlamanın olduğu aşikâr. Peki neyi anlatıyor? Yalnızlık dışında?
Zirveler yalnızlara mahsustur.
Kalabalıklar içindeki yalnızlık, çağımızın en derin ve çok yönlü problemlerinden biri.
Not 12: CHP, mitinglerde topladığı kalabalıklarla yalnız olmadığını gösteriyor. Daha ötesi siyaset yapıyor. Siyaset yapmak, Meclis’in açılışını boykot etmek ve o karenin dışında kalmayı becermekle kanıtlanıyor. Baksanıza fotoğrafta mutlu mesut görünen muhalefet takımı, özür diler gibi mazeretlerini sıralamaya başladılar.
Siyaset böyle bir şey. Demir kapıları zorlayacaksınız. Akla gelmeyenleri yapacaksınız. Kayaların çatlaklarına sızıp orada donarak koca kütleyi parçalayacaksınız. Bir yol açacaksınız. Daha iyi olduğunuza inandıracaksınız. Gerekirse cezaevinde daracık bir hücrede, yüksek duvarların arasında yalnızlığa katlanacaksınız. Özgürlüğünüzden mahrum iken bile siyaset yapmaya devam edeceksiniz.
Not 13: Öyle anlaşılıyor ki, kendisini kamuoyuna sol bir parti olarak pazarlayan ama gerçekte Kürtlerin kazanımları dışında başka hiçbir meseleyi gerçek anlamda umursamayan DEM Parti, belli kazanımlar karşılığında böyle bir anayasa yapım sürecine zaten dünden razı. Çarşamba günkü resepsiyondan öyle anlaşılıyor ki, milletvekillerini CHP seçmeninin oyuyla edinen ve şu anda toplamda 13 vekili olan Deva ve Gelecek partileri de belli bir pazarlık sonucu bu anayasaya 'evet' diyebilir.
Meclis açılışı Erdoğan/Saray açısından siyaseten bir galibiyet oldu. Hem “hâlâ gayet meşruyum ve güçlüyüm” mesajı verdi, hem CHP’yi yalnız gösterdi hem de kafasındaki yeni anayasa projesinin temellerini attı.
Ama süreç devam ediyor. Majör partiler arasında artık tek gerçek muhalefet partisi olduğu anlaşılan CHP diz çökmedi ve çökmeye de niyetliymiş gibi gözükmüyor.
CHP itildiği yalnızlıktan parti olarak ya da ilk seçimde cumhurbaşkanı adayını seçtirerek bir dev olarak çıkabilir.
Not 14: Merkez Hakem Kurulu hakemlere ve kamuoyuna çok net mesajlar vermeye devam ediyor. Protokolü rafa kaldırın, büyük takımları üzmeyin Merkez Hakem Kuruluna laf gelmesin yeter. Geçen sezon başından beri kamuoyuna söylenenler ile uygulamaları tam zıt olan bir Merkez Hakem Kurulu görevde.
Not 15: Ülkemizde 7 FIFA kokartlı hakem mevcutken 2025 yılı içinde Galatasaray, Fenerbahçe ve Beşiktaş arasında oynan 4 derbinin 3 tanesine Yasin Kol, 1 tanesine dünyaca ünlü hakem Slavko Vincic Merkez Hakem Kurulu tarafından atandı.
24 Şubat 2025 Galatasaray-Fenerbahçe Slavko Vincic
29 Mart 2025 Beşiktaş-Galatasaray Yasin Kol
4 Mayıs 2025 Fenerbahçe-Beşiktaş Yasin Kol
4 Ekim 2025 Galatasaray-Beşiktaş Yasin Kol.
Kamuoyu yorgun, kulüpler isyanda ve bıkkın ama Federasyon yönetimi için pek de önemi yok gibi. Federasyonun bu tutumunda, Merkez Hakem Kurulu Başkan’ı ile yapılan belirli süreli iş sözleşmesinin bir önemi var mı? bilemiyorum. Türkiye Futbol Federasyonu statüsüne göre istifa etmedikçe görevden alınamayan Merkez Hakem Kurulu Başkan’ı ile belirli süreli iş sözleşmesi neden yapılır? Feshetmeye kalksalar haklı sebep ne gösterecekler? Gerçekten Türk futbolunun hakemlik ayağını yakından takip eden biri olarak anlamakta ve açıklamakta zorlandığım bir süreci yaşıyorum.
Not 16: Artık yazmak bile istemiyorum. Çünkü yazdıklarımın ardından başıma ne geleceğinden endişe ettiğim bir ülkede yaşıyorum. Ekonominin her geçen gün daha da kötüye gittiği, bir çocuğun yemek aldığı için gözyaşlarıyla sevindiği; ama aynı anda önüne konulan yemeği beğenmeyen bir neslin yetiştiği bir ülkede. Bir tarafta Gazze’de bir tabağa şükreden çocuk, diğer tarafta tabağını iten nesiller… İşte uçurum tam da burada başlıyor.
Not 17: Tarih hep tekerrürden ibarettir derler. Ama o tekerrürü hazırlayan bizim düşüncesizliğimiz, idraksizliğimiz ve açgözlülüğümüz değil mi? Aptallığımız olduğu kesin. Hep bir sistemin çarklarında dönüyoruz. Ölümü unutarak dünyaya bağlanıyoruz. Geleceğimizi kurtarma telaşıyla asıl gideceğimiz yeri unutuyoruz.
Not 18: Paralar, evler, saraylar, tekneler, arabalar… Hep en iyisi bizim olsun istiyoruz. Oysa en temel ihtiyacımızı unuttuk. İnsan bir zamanlar sobasını yakmak için taşı taşa vurmaz mıydı? İhtiyaçtan doğdu bu çaba. Kıvılcım ateşi doğurdu. Ateşten sonra durmadık. Kibrit dedik, çakmak dedik, marka dedik. Hep daha iyisi, hep daha gösterişlisi. Oysa hepsinin yaptığı iş aynıydı.
“İhtiyaçlar karşılanabilir, fakat arzular sonsuzdur.” — Aristoteles
İhtiyaç dışı her şey bizi pişmanlığa sürüklüyor. Sonra adına stres diyoruz, yenilmişlik diyoruz, psikologların koltuğuna oturuyoruz. Oysa başa döndüğümüzde her şey yeniden başlayabilir. Fakat biz ne olduğunu bilmediğimiz bir sonsuza doğru sürükleniyoruz. Ne olduğunu bilmediğimiz bir gelecek için bütün ömrümüzü tüketiyoruz.
Not 19: Asıl isteğimiz neydi? Asıl ihtiyacımız neydi? Bunu düşünmüyoruz bile. Alıştığımız bataklıklarda kötü kokuları bastırmak için parfümler alıyoruz. Egolarımız, nefsimiz, arzularımız… Hepsi ihtiyacın dışında büyüyen canavarlar. İşte insanlığımızı kaybettiğimiz yer tam da burasıdır. Ahlakımızı, merhametimizi, vicdanımızı burada yitiriyoruz.
“İnsanın gerçek zenginliği, sahip olduklarının azlığıyla ölçülür.” — Diogenes
Not 20: Dedim ya oturuyorum öylece.
İyi ki etrafımda kalbimi tanıyanlar yok.
Cahit Zarifoğlu
Not 21: Bu fani alem için beklentiye giren kalbime de kırgınım.
Not 22: Hazine nakit dengesi Eylül'de 359,9 milyar lira açık verdi.
Halk, altın aldığı için enflasyon düşmüyor diyenlere kapak olsun bu. TR'de enflasyonun yegane sebebi bütçe açığıdır. Denk bütçe olsa, iddia ediyorum enflasyon %10'u geçmez.
Not 23: Meslekler çok küçüldü. Nerdeyse görünmez haldeler. Dolayısıyla neyin ekmek neyin iyi niyet, neyin fedakârlık neyin müşteri ilişkileri, neyin propaganda neyin bakış açısı olduğu ilk bakışta seçilemiyor artık.
Not 24: -Dünya ne ise oydu;
ben ne isem o oldum
-uyuşamadık.
Hepsi bu..
Oruç Aruoba
Not 25: Sabahattin Ali’nin de dediği gibi: “Sessiz sedasız bir köşeye çekilip yaşamak lazım…”
Not 26: öyle çok dağıldık ki toparla bizi Allah'ım.
Not 27: İnsan, aradığıdır.
Mevlânâ
Not 28: 29 yaşında intihar eden Nilgün Marmara’dan şöyle bir alıntı:
“Keşke benimde karşımda her zorluğa rağmen dimdik duran ve beni sevebilen biri olsaydı. İnsan tek başına dağ olamıyor bazen.”
Not 28: “İnsanlar gördüm,
hep varmış gibi gelip, hiç yokmuş gibi gittiler…” Kahraman Tazeoğlu
Not 29: Bir terzi, Abdullah İbn Mübarek'e gelip:
"Zalimlere elbise dikmekle onlara yardımcı olmuş oluyor muyum?" diye sorunca şöyle cevap verdi:
"Hayır, sana iğne iplik satanlar zalime yardımcı oluyor. Sen ise bizzat zalimlerdensin."
Not 30: Apansız uyanırsan gecenin bir yerinde Gözlerin uzun uzun karanlığa dalarsa.
Bil ki seni düşünüyorum...
Ümit Yaşar Oğuzcan
Not 31: Bir yerlerde varsın.
Olmadığın yere dayanabilmemin tek sebebi bu.
Not 32: “Kitaplarla, resimlerle, güzel şeylerle dolu olan, insanların alçak sesle konuştukları, kendilerinin ve düşüncelerinin temiz olduğu bir havayı solumak istiyorum..”
jack london
Not 33: Hayat bazen dünyanın en güzel çiçeği olarak açsan da asla çiçek sevmeyene denk gelmek gibi hissettirir.
Not 34. Eylül toparlandı gitti işte
Ekim filanda gider bu gidişle...
Turgut Uyar
Sevgim Acıyor
Not 35: "Ruhumu gömdüğüm yer hâlâ belli. Güneşi özledim, sonra seni.
Keşke gölgesine razı bir fesleğen olsaydım.."
Didem Madak
Not 36: Denizde muazzam doğalgaz yatakları...
Kıyıda Trump'ın deyimiyle "şahane bir riviera" imkânı...
Ve yeni insanların taşınacağı "halksız" bir Ortadoğu Singapur'u... Gazze için planlanan bu.
Küresel elitlerin planı bu...
Not 37: Düşünmek okuma yazmaya vakti olanlar için etik bir sorumluluktur.
Not 38: Orta yaşlarına geldiğinde, insanlar artık yüzünde ruhunun yansımasını görür... Araba hırsızı araba hırsızı gibi görünür, dolandırıcılar dolandırıcı, sakin ve düşünceli insanlar sakin ve düşünceli görünür. (DOUGLAS COUPLAND / Hey, Nostradamus!)
Not 39:
Kötülüğün yayılması için iyi insanların hiçbir şey yapmaması yeterlidir.
Not 40: Marketlerde dikkatimi çekiyor. Bazı insanlar kapıdan içeri giriyor. Kulağında cep telefonu. O şekilde biraz dolaşıyor. Doğru dürüst bir şey de konuşmuyor. Sonra hiçbir şey almadan yine kulağında cep telefonu çıkıp gidiyor. Ben bir anlam veremiyorum. Olan biten nedir?
Not 41: İbrahim Veli’nin sık sık kullandığı ve kimyacıların dilinde meşhur olan bir söz vardır: “Zehir yoktur, dozaj vardır.” Modern toksikolojinin kurucusu sayılan Paracelsus’un bu sözü, siyasetin mahiyetini anlamak için de dikkate değer bir anahtardır. Çünkü iktidar da kimyadaki maddeler gibi doğrudan iyi veya kötü değildir; onu yaşatıcı ya da öldürücü kılan, kullanımındaki ölçüdür.
Liberal düşünür Lord Acton’un, “Güç bozar, mutlak güç mutlaka bozar” cümlesi de aynı gerçeği başka bir dille ifade eder. Ama bugün yaşadığımız tecrübeler gösteriyor ki mesele sadece siyasetçilerin kişisel ihtirası değil; toplumların bu zehre karşı bağışıklık sisteminin zayıflığıdır. Bir toplumun adalet duygusu, ahlaki pusulası ve ortak iyiyi önceleme iradesi zayıfladığında, en küçük dozda bile iktidar hızla zehirleyici bir güce dönüşür.
Not 42: “Gerçeklik, temsilin gölgesinde birikerek yitip gider.”
Guy Debord, Gösteri Toplumu