Ne olacak bu faizin hali..
İşadamları esnaf krediyle geçinen halk enflasyonun altında ezilen enflasyonun düşmesini isteyen ama bunun bedelini ödemek istemeyen herkes yüksek faizlerden dert yanıyor, aynı zamanda yüksek faizin çok kötü olduğu propagandası altında düşük faiz yani bir yönüyle negatif faizle beli bükülmüş yerlere serilmiş geniş halk kitleleri düşük faiz yolunda belli bir yöne kanalize ediliyor.
İşadamları esnaf krediyle geçinen halk enflasyonun altında ezilen enflasyonun düşmesini isteyen ama bunun bedelini ödemek istemeyen herkes yüksek faizlerden dert yanıyor, aynı zamanda yüksek faizin çok kötü olduğu propagandası altında düşük faiz yani bir yönüyle negatif faizle beli bükülmüş yerlere serilmiş geniş halk kitleleri düşük faiz yolunda belli bir yöne kanalize ediliyor.
Enflasyonun altındaki düşük faizle oluşturulan negatif faiz özellikle bu kredilere ulaşan zenginlere ve zombi şirketlere ve bu şirketlerden nemalanan patronlara yarıyor. Negatif reel faiz fakiri daha fakir zengini daha zengin ve orta halli vatandaşı da yoksullaşmaya itiyor. Gelir dağılımını ve servet stoğunu geri döndürülemez biçimde bozuyor. Halkın artık uyanık olması lazım. Devleti yönetenlerin de zombi şirketleri halkın parasıyla finanse etmesi son bulmalıdır. Devlet yaratıcı yıkıma izin vermeli, kredileri seçici şekilde hak edenlere verilmesini sağlamalıdır. Yağma Hasan’ın böreği gibi dağıtıp ülkeyi uçuruma sürüklememelidir.
Gelelim kritik soruya: MB faiz indirir mi bu hafta?
Benim beklentim, Merkez Bankası’nın bu toplantıda “pas” geçmesi yönünde. Mayıs ayı enflasyonu beklentilerin altında gelse de bu durum, faiz indirimi için yeterli bir gerekçe değil. Çünkü enflasyon hâlâ yapışkan seviyelerde seyrediyor ve reel olarak bir gerilemeden söz etmek zor.
Ayrıca çarşı pazar yangın yeri. 1 kg kiraz 200 TL, 1 kg çilek 110 TL ve bazı ekonomistler hala haziran veya temmuzda faizin inmesi gerektiğini iddia ediyor. Kira ve gıda enflasyonu %50'nin üstünde. TCMB pekala bunların farkında. Siyasi baskı olmazsa eylülden önce faiz indirmez. İndirmemeli de.
Buna rağmen faiz indirimi gündeme gelir mi? Gelir. Ancak bunun bedeli ağır olur: Dolarizasyon.
Dolar talebinin en küçük belirsizlikte artması, döviz kurunun yeniden yukarı yönlü hareket etmesine neden oluyor. Bu da Merkez Bankası’nın döviz rezervleri üzerindeki baskıyı artırıyor.
Ekonomik göstergelere bakılıyor gibi görünse de asıl odak döviz rezervlerinde. Çünkü 19 Mart’ta yaşanan siyasi gelişmelerle birlikte yitirilen 60 milyar doların yarısı dahi hâlâ yerine konulabilmiş değil. Bu gerçek, faiz politikalarında hareket alanını sınırlıyor.
Ekonominin toparlanması sadece faiz indirimiyle sağlanamaz. Hele ki 3-5 puanlık sembolik düşüşlerle hiç olmaz. Yapılması gereken şey çok daha radikal ve yapısal adımlar. Örneğin, faizlerin tekrar 20 puan bandına çekilmesi konuşulmalı ama mevcut siyasi ve ekonomik şartlar bu tür bir hamleye elverişli değil.
Bir diğer önemli risk ise jeopolitik gelişmeler. Son günlerde petrol fiyatlarında ciddi bir yükseliş yaşanıyor. Eğer fiyatlar 100 dolara ulaşırsa, Türk ekonomisi her ay fazladan 4 milyar dolarlık enerji faturası ile karşı karşıya kalacak. Bu da döviz dengesini daha da bozacak.
Bu şartlarda Merkez Bankası'nın faiz indirmesi kolay değil. Pas geçmesi daha olası.
Son söz: Dünya ve özellikle ülke rezil bir yere döndü. İnsanlar paranoyak şizofren sosyopat olmuşlar. Bir kıyamet ya da yeni bir Nuh tufanı ile dünyalıların % 90 ı ölmeden insanlığın rayına ve fabrika ayarlarına dönmesi zor..
Kulağa küpe: Bu dönemde bir adamın evinden başka malı, emeği karşılığı aldığı tek maaş dışında ulufeleri yoksa en azından bir nebze temiz kalabilmiş demektir iktidar muhalefet farketmeksizin. Yoksa standartları düştü adamlığın iyice.
Not 1: Ben seni kötüleyemem hiç,
Çiçekli bir yol vardı, yürüdüm derim.
Ayaklarıma dikenler battı ama her ormanda olur böyle şeyler
derim.
C. Z.
Not 2: DM'den:
"Yoksul bir özel şirket çalışanı aileyiz , çocuğumuz üniversite
öğrencisi KYK yurdunda kalıyor . Malum yaz tatiline girdik , çocuk
3 ay veya 4 ay sokaklarda dolanacak değil , önümüzde ki sezon için
okul harçlığı kazanması için çalışması gerekiyor,.
ANCAK Çalışırsa ve ASGARİ ÜCRETİN 1,5 katı para alırsa YURTTAN
ATILIR deniliyor!
Allah aşkına bu iş mi sizce ?
Hem hayatı öğrenecek , hem harçlığını kazanacak , hem boş
yatmayacak , sonuçta 150 milyar alacak hali yok 25 - 30 hadi 40
olsun .
Zengin aile zaten tatile gider çalışma ihtiyacına gerek duymaz ,
gariban aile çaresiz malum , illa da garibanın önünün her alanda
kesilmesi mi gerekiyor , çocuk iş başvurusu yaptı , bunu duyunca
bütün hayalleri yıkıldı ."
Not 3: Tavukları, kuşları öldürürsen keneler de seni
öldürür.
Sokakları ormanları başıboş köpeklerle doldurursan dengeyi
bozarsın...
Dengeyi bozarsan....
Not 4: VARLIK YÖNETİM ŞİRKETLERİ, borçlar için 10-15 yıllık ANAPARA değerlerinden teklif SMS'leri atmaya başlamışlar.
BORCU olanlar, kontrol etsinler.
KRİZ büyük.
Not 5; Pek çok CİNAYET için, BAYRAM gibi dönemler tercih edilir.
Kim kime, dum duma zamanlar...
Millet memlekete yola çıkmış, güvenlik desen gevşek, emniyet yollarla uğraşıyor...
Not 6; - Benden çok mu eminsin?
- Hayır, sana olan sevgimden eminim
- Nasıl yani?
- Şurada batan güneşin yarın sabah doğacağından emin olduğum
gibi
- Ya bir gün güneş doğmazsa?
- Zamanın sonuna gelmişizdir, ne güzel işte!
- Neden güzel olsun ki?
- Sonsuza dek sevmiş oluruz işte fena mı?
- Nasip buysa neden olmasın?
- Nasipten öte ne var ki?
Not 7; Ünlü Amerikalı komedyen Will Rogers’a göre merkez bankacılığı, tarihteki üç büyük icattan biridir. Diğer ikisi ise ateş ve tekerlektir. Rogers, bu sözünü 1930’larda, Büyük Buhran’ın hemen ardından söylemiş. Ne var ki bu icat, aradan geçen onca zamana rağmen hâlâ toplumun geniş kesimleri tarafından yeterince anlaşılamamıştır. Hatta bazı merkez bankacıların bile merkez bankacılığını tam olarak kavrayıp kavrayamadıkları şüphelidir. Oysa merkez bankacılığı, 1668 yılında dünyanın en eski merkez bankası olan İsveç Merkez Bankası (Sveriges Riksbank) kurulduğundan bu yana insan hayatının bir parçasıdır.
Not 8: “Keşke” diye başlayan cümlelerimiz vardır çocukluğumdan
beri kulağımda. “Keşke Müslümanlar birlik olsa”, “Keşke Suud, İran,
Türkiye, Mısır kendine gelse”, “Keşke coğrafyamızdaki şu
emperyalist gölge kalksa”, “Keşke ortak para birimine, ortak
pazara, ortak orduya geçebilsek.”
Tüm bu keşkeler aslında duyduğumuz utancı geçici olarak bastırma
çabamızın bir yan etkisidir nazarımda. Gerçekten, hakikaten, esasta
hiçbir şey olmadığını görerek yaşlanmanın utancını bastırmaya
çabalamadan yaşamaya devam etmenin bir yolu yok çünkü bizim kuşak
açısından.
“Muhtemel bir gelecekteki güzel günler” için nefes alıp vermenin
konforuyla sarhoş ediyoruz kendimizi. Hepsi budur. Bireysel olarak
üzerimize düşeni yapmaya çabalamak dışında bir şey, neredeyse
hiçbir şey olmayacağını bilmenin derin utancını yaşayarak
yaşlanıyoruz.
Gelelim meselenin ek yerine. Bizden sonraki kuşakların daha
özgüvenli, daha mücadeleci, daha organize olabilen kuşaklar
olduğunu yazıp çiziyor uzmanlar. Gazze soykırımında o kuşakların
gerçekten bizim sümüklü hallerimizden çok daha fazlasını yapmaya
çabaladıklarını ve yaptıklarını gördük. Terörist İsrail ve
yandaşları, Madleen’i ve bu kuşakların aldığı diğer inisiyatifleri
tam da bunun için durdurmak zorunda hissediyor kendini. Bu özgüven
nüvesini büyümeden durdurmak onlar için çok büyük bir hayatiyet arz
ediyor.
Gazze soykırımı, dünya için bir milat olacaksa bunu “öğrenilmiş
çaresizliği kanıksamış” bizim kuşak değil, gencecik insanlar
başaracak. İsrail’in fark ettiği gerçek budur. Köşeye
sıkışabileceği yer de budur.
Türkiye dahil herhangi bir İslâm ülkesinden değil, bu “Artık
utançla yaşamamız gerekmez” diyen insanlardan umudumuz vardır.
Bilmem derdimi anlatabildim mi?
Not 9: “Sana gönül borcum var/ Ödemek kolay değil/ Zaman gelip
geçiyor/ Dur demek kolay değil” Demek ki gönül borcunu ödemek
mümkün değil. Peki, ne yapmalı? Gönülden borçlanmamalı mı? Gönül
borcu kime ödenir, nasıl ödenir, hangi hâllerde gönül borcu olur?
Ne zor soru bunlar? Cevapsız kalıyor. Hem de içimizde derin yaralar
açıyor. Derin, onulmaz, şifasız yaralar…
Gönül, hatır ile bilinir, denirdi. Hatır da gönül değil miydi?
Hatır, hatıra ile var olur, öyle değil mi? Hatıraları yaşatmak,
korumak, onlara gözümüz gibi bakmak… Yüreği elinde gezmek, evet,
böyle bir cümleyi nerede okudum, nerede duydum, bilemiyorum ama
yüreği elinde olanın tüm hatıralarını canı gibi bildiği söylense
yeridir. Canından bilmek, canı bilmek, candan… İşte özü bu değil
midir, bu değil midir gönlün hoşluğu?
Not 10: Gönül çerağı tutuşmaya görsün kül olur ne varsa.
“Şu yalancı dünyaya/Yeniden gelebilsem/
Seni bir ömür değil/Bin ömür sevebilsem” Bin ömür niçin sevilir?
Niçin bu dünyanın yalan olduğu biline biline tekrar buraya gelinmek
istenir? Demek ki değecek bir kıymet var. Başka nasıl izah
edilebilir, bilemiyorum, nutkum tutuluyor. Yer çöküyor, gök
çöküyor, dağlar toz oluyor. Bir kıyamet sahnesi… Evet, gönül
yaralanmış, gönül ateşler içindeyse böyle değil midir dünya? Hem
yalan hem vazgeçilmez olan şu cazibeye kapılıp ateşten ateşe
düşmek. Ah, bir gönülden düşmek gökleri çatırdatan bir sancıdır.
Şimdi târumâr oldu, yıkılıyor gönül evi. Bin ömür özür, bin ömür
sevmekle düzelir mi, onarılır mı gönül?
Not 11: Yalan dünya… O meşhur türkünün nağmelerinde eriyen bir
vücut. “Sen beni gönlümce mutlumu sandın/Ömrümü boş yere çalan
dünyada” Yanılgıdır bu. Değil, değil bu yalan dünyada sevmek kolay
değil! Gönülden sevebilmek isteyenin önüne ne çok imtihan çıkar, ne
taşlı yollara çıkar seven kalp, bilinmez. Gönülden mutlu olmak,
gönülden sevmek ve sevilmekle mümkün değil midir? Yoksa bir al
değil midir şu güzellik?
“Dünyada ölümden başkası yalan” deniliyordu. Gönül dolusu sevmek
için sevgilinin eşiğinde sabırla beklemek, dünya yalan, sevgili
ölüm kadar gerçek. Gerçeğin yolcusu hep hasret istasyonunda. Ömür
boyu, değil değil, bin ömür sevebilmek. İşte muhal. “Beni
hayretlere düşürdü bu hâl / Sizi sevmek de sevmemek de muhâl”
diyordu Abdülhak Hâmit.
Not 12: Rüzgâr ne kadar ters esse de, kayadan götüreceği sadece bir tozdur.
Not 13: Bataklıktaki suyun da bir su yanı vardır. Çürüyen
bir bedenin bile dayanılabilir kokusuna. Kutuda
kalan son bir yudum su, bu bile değildi artık. Küstü
öldürdü kendini su…
Su çürüdü
adımdan gayrısını bilmiyorum..
Not 14: Çay bardağı biçiminde yontulsun
mezar taşlarım
ve yaşamdan bir tek yudum
bile alamayacağım için
üstlerine yatay olarak
bir de kaşık
konsun..
Not 15: Sen şimdi kocanın evinde oturursun
Ve saçların artık eskisi gibi değil
Geceleri yemekten sonra
Çorap söküğü dikersin
Belki de ellerin soğan kokar
Senin kocan bir suratı çirkin adam
Ağzı açık uyur
Ve senin vücudun bozulur çocuk doğurdukça.
Not 16: Yazdığım şiirler içinde benim
Bir tanesi öyle içten, öyle güzel
Jale mutlak siz de beğenirsiniz
Bir yeri var hele bütün yazılanlara bedel.
Sizsiniz Jale o satırlarda adı geçen
Beyhan sizsiniz, Güzin siz
Siz eskiden benim şiirlerime
Hep birden girerdiniz.
Siz ki keskin kokuydunuz dünyadan
Yeşildiniz parlaktınız tizdiniz
Siz aşkın kuvvetiydiniz
On sekizinde ve baharda.
Not 17: Her yerin her yerime yayılmışken
Bizi bekliyorken Tokyo ve Hokkaido
Ve koca Japonya
Zamanın azalmakta olduğunu
Aklımıza getirmeden
Keşke sadece bu yüzden
Hep bu yüzden sevsem seni..
Not 18: Issız topraklarda ateş başında/ Yaz akşamlarının yalnızlığı/ neye benziyor./ Yavaş yavaş bilemiyorum.
Not 19: Ah kardeşler,
Gönlümün yükünü kaldıramıyorum.
Cahit Zarifoğlu
Not 20: Karanfil serpercesine vurdum bir daha,
Ya Allah deyip açtığım bütün yaralarıma..
Cahit Zarifoğlu
Not 21: “Her çağda, şartlar ne kadar ağır ve umutsuz olursa olsun, inananlar için bir Nuh'un Gemisi vardır.”
Sezai Karakoç
Not 22: Yılda bir kurbân keserler halk-ı alem ıyd içün
Dem be dem saat be saat ben senin kurbânınam
Fuzuli
Not 23: BEBEK MEVLİTLERİ == VAFTİZ TÖRENİ
Bu halk, HRİSTİYAN geçmişini hiç unutamadı.
İslam'da MEVLİT diye bir şey yok.
Bildiğin HRİSTİYANLIK bu.
Zaten mezar taşlarınız da HRİSTİYAN usülü. İslam'da mezar taşı yoktur ki...
Not 23: Nihat Abi’yle ilgili şuna şahidim: Yüreği yangın
yeriydi. Cümlelerinde hep memleket toprağının kokusu vardı.
Sanmayın ki sadece ekranlarda böyleydi, gündelik hayatı da aynıydı.
Solculuk, ulusalcılık, Kemalizm vs. kalıplarına sığmayacak kadar
taşkındı. Fikirleri ne olursa olsun, tek başına, “fikir namusunu
muhafaza” konusunda örnekti, abideydi. Memlekete, millete dair
hissiyatımız, derdimiz, meselemiz hep birdi ama çözüm yollarında
ayrışıyorduk. Biliyorum ki yazdığım birçok cümleye itirazı vardı
ama “kardeşlik hukukunu” hep gözetti; bazı sözlerine itirazlarım
vardı ama “usta-çırak” hukukunu hiç çiğnemedim.
Bu böyledir: İmana müteallik bir mesele yoksa -ki asla yoktu- bazı
değerler, bazı irtibatlar, ilişkiler, yaşanmışlıklar her şeyin
üzerindedir. Vefa, gündelik tartışmaların, fikir ayrılıklarının,
siyasi çekişmelerin çok çok ötesindedir.
Nihat Abi entübe edilmiş. Dualarımız onunla. Allah Şafi ismiyle
şifa versin. O dik duruşu, o sarsılmaz tavrı, o tavizsiz vatan ve
millet sevgisi, fikirlerini beğenen ya da beğenmeyen herkese örnek
olsun. Bu badireyi de atlatır inşallah.
Not 24: Bırak ABD'yi, İRAN'ın daha İSRAİL ile bile baş edemeyeceği ortaya çıktı.
Genel Kurmay Başkanları öldürülüyor kolaylıkla.
Şu durumdaki bir ülke, savaşmaz ve el sıkışır.
TALİBAN bile bunu öngördü, TERLİKLERİYLE gelip, el sıkıştılar.
Bu ne kafasız bir REJİM?
Anlaş geç.
Not 25: Sadece İran-İsrail için değil Türkiye başta
Ortadoğu’nun, insanlığın ve dinlerin geleceğiyle ilgili tarihi bir
süreç yaşıyoruz.
Olağanüstü bir kırılmaya gözlerimizle şahit oluyoruz.
/
İsrail’in İran’a saldırısı geçmişte yaptığı diğer saldırıdan çok
daha büyük gözüküyor.
Yakın geçmişte yaptığı dematrasyon (nüfuz) saldırısında 70 uçak
kullanmıştı.
Bu saldırısında ~200 uçak kullandığı, 330'dan fazla mühimmat atarak
İran'daki 100'den fazla hedefi vurduğu gözüküyor.
/
Görebildiğim;
- İsrail İran’ın sadece Nükleer, Balistik ve HSS kabiliyetlerine
saldırmadı.
- Beyin takımına, emir komuta/komuta kontrol,
- Ve stratejik altyapısına saldırdı.
/
İran’ın vereceği, verebileceği ya da vermeyeceği karşılık ne olursa
olsun…
Bunlardan da derinden etkilenerek İran eski İran olmayacak.
Tabii ki bölgede.
Türkiye bu işten nasıl etkilenecek?
Nasıl pozisyon alacak?
/
Ve ilginç bir şekilde dananın kuyruğu görece Irak’ta ama asıl
Suriye’de kopacak.
Bakalım kimler görebilecek?
Not 26: Ortadoğu'da ne kadar rejim varsa; hepsi ülkesini İslam'ın son kalesi, ordusunu Allah'ın ordusu, liderini mazlumların son umudu, din anlayışını İslam'ın en doğru yorumu, siyasetini hakkın ve hakikatin tek yolu olarak pazarlıyor. alıcısı hazır nasıl olsa.
Not 27: İskender, hiçbir konuda kendisini uyarmayan vezirine
“sana ihtiyacım yok” der
Vezir: ”Neden Hükümdarım?”
İskender: "Çünkü ben bir beşerim. Bu kadar sürede benim tek bir hatama bile rastlamadıysan CAHİLSİN demektir, rastlayıp da örtbas ettiysen HAİNSİN demektir!"
MERİTOKRASİ
Not 28: Ne demiş Fatih Sultan, hatırlatalım.
Aklı öldürürsen ahlak da ölür.
Akıl ve ahlak öldüğünde millet bölünür.
Kadı’yı satın aldığın gün adalet ölür.
Adaleti öldürdüğün gün Devlet de ölür.
Not 29: Türkiye’nin iğrenç siyasetinden arının. Bunun sonu yok. Evinize, işinize, şirketinize odaklanın. Başka yolu yok.
Not 30: O kadar ucuzuz ki bırakın “doğru iş” yapmayı, “az hata” yapsak bile ülkeye yabancı yatırımcı yağacak. Buna rağmen şok üstüne şok yaşıyoruz. Bir ekonomi anca bu kadar kötü yönetilebilir
Not 31: Yaver: "Çok kalacak mısınız Paşam, yoksa denetlemeden
sonra hemen dönecek
misiniz?"
ATATÜRK: "Hayır dönmeyeceğiz çocuk. Validene ve kardeşlerine veda
et. DÖNMEYECEĞİZ."
Not 32: Almanlar disiplinlidir
Hayır, Almanlar endüstri mühendisliği ile yoğruldukları için
disiplinli yetişir
Japonlar ahlaklıdır
Hayır, lavabonun temizliğini hademeler yerine çocuklara
yaptırdıkları için Japonlar ahlaklı yetişir
Sistemliler üretir.
Sistemsizler tüketir.
Not 33: “Aslan, ceylan, sırtlan ve zebra yan yana koşuyorsa orman yanıyor demektir."
Bir Afrika atasözü
Not 34: bu sayfalarda asla tartışmak istemediğim üç kesim; doktorlar, feministler ve hayvanseverlerdir. çünkü üç kesim de kendini tanrı gibi görüyor ve en küçük bir tartışmaya açık değil. "acaba?" dediğin andan itibaren bilim düşmanı, kadın düşmanı ve hayvan düşmanı ilan ediliyorsun.
Not 35; akraba çevremde üç tane kalp krizi yaşandı son dönemlerde. üçü de 40'lı yaşlarda, üçünün de kilo, hastalık gibi önemli bir problemi yoktu. üçü de biontech aşısı olmuştu. üçü de kovid salgınına yakalanmamıştı. bence aşı konusunda inandırıcı bir açıklama yapılmalı artık topluma.
Not 36: Ben doğduğum günkü kadarım
Sense bir ölüm sonrası güzelliğinde
Basaraktan geçeceğiz yeniden
Yeniden yeniden yeniden
Daha öfkeli
Yenikken bıraktığımız ayak izlerimize.
Edip C.
Not 7: · “Muhakkak ki kendini üstün gören, kibirlilik içinde olan kimselerde Allah sevgisi yoktur.” (Nisâ, 36)
Not 8: Aşkı bir “gönül oyunu” zannetmek, aşkın taliminden
kaçmaktır. Oysa aşk, insanın en büyük terbiyesidir. Platon’un
“Fedon” diyaloglarında dediği gibi, ruh bu dünyada hatırlamaya
çalıştığı bir bilgiyi, bir özlemi taşır. Aşk, bu özlemin dünyadaki
yankısıdır. Bu yüzden bazen bir insan suretinde görünür, bazen bir
melodiyle içimizi yakar, bazen de bir ayrılıkla bizi kendimize
getirir. Sevgilinin gidişi, Tanrı’nın “ben buradayım” deyişidir
belki de.
Bekleyiş, aşkın en görünmeyen ama en derin hâlidir. Bir gün gelir
unutursun denir. Oysa her bekleyiş, varlığa atılmış bir çapa
gibidir. Bekleyen, hâlâ inanan, hâlâ bağ kurandır. Tasavvuf
geleneği, bekleyişi sabırla eş tutar; sabır ise pasif bir katlanma
değil, içten bir tevekküldür. “Unutmadım, unutmadım,” derken şair,
sadece bir sevgiliyi değil, belki de öz benliğini, kaybolan
hakikati hatırlamaktadır.
Bu yüzden aşk, bir yanılgıyla başlar ama bir uyanışla biter. Rüzgâr
sandığımız kasırga, bizi eski benliğimizden söküp alır, hakikatle
yüzleştirir. Aşk gelip geçmez, içimizde dönüşür. Unutmayız; çünkü o
aşk biz olmuşuzdur artık.
Not 9: "Sen bana güzel diyorsan," demiş kadın, "bir de kız
kardeşimi gör; onun güzelliği yanında ben solgun çiçek kalırım.
Hemen sağında duruyor."Adam sağ tarafına bakmış, fakat hiçbir şey
görememiş. "Hiçbir şey göremiyorum" demiş."Çünkü benim bir kız
kardeşim yok. Bana gerçekten âşık olsaydın o tarafa dönüp bakmazdın
bile."Bunu dedikten sonra kapıyı dervişin suratına kapatıvermiş.
Allah’ı sevdiğimizi söyleriz de nazarımızı dünyadan bir türlü
ayırmayız.
Not 10: İnsan, dış âlemde bir düzen kurmaya çalışırken, iç âlemindeki dengeyi kaybetmemelidir. Çünkü gerçek adalet, terazinin kefesinde değil, vicdanın derinliğinde başlar. Her tartı bir itiraf, her eksik bir yankıdır. Ve belki de en büyük çarşı, insanın kendi kalbidir; orada doğruluk satılır, dürüstlük alınır. Fiyatı bellidir ama pazarlığı yoktur. Hoşça bakın zatınıza…
Not 11: Bana göre siyasi kayıp, her şeyden önce kişinin kendini kaybetmesidir, tatlılığı kadar öfkesini de, sevme yetisi kadar nefret etme yetisini de, tedbir kadar aşırılığı da, çılgınlığı, saflığı, her şey karşısında duyduğu güven kadar kapıldığı dehşeti de, gözyaşları gibi sevincini de elden bırakmasıdır.
Not 12: Siyaset pahalı bir iş. Bu yüzden siyasetçi kendini finanse etmek için çalmak zorundadır.
Böylelikle kendi siyasetçisinin çalması rasyonelleştirilir; diğer tarafa yönelik haksız suçlamalar da bu tür bir retorikle rasyonel bir temele dayandırılır. Aşırı rasyonel biri, "ne de olsa diğerleri de çalıyor, en azından bizimkisi çalsın, bize de belki bir pay düşer" diye düşünür ve seyirci kalmayı tercih eder.
Not 13: Max Frisch, günlüğünde “Dünyadaki birçok bilgi ve deneyim niçin yararlı, verimli olamıyor?” diye sormuştu: “Çünkü bu bilgiler kendine yetiyor ancak ve başka şeylerle ilişkilendirilebilecek güce sahip değiller.” Max Frisch'e göre o güç, “sevgi”- den başka bir şey değildi. Yüzünü yıldızlara değil de insana dönen 'daimi âşık' olmak gerekiyordu bu yüzden. Fanteziler, gerçekliği inkâr eder; hayaller ona dokunur. Daimi âşıklar, fantezilerle değil, hayallerle yaşar.
Not 14: Dünyanın “zıvanadan çıkıyor mu?” sorusunu sorduran bir evresine girdik galiba. O “zıvana” mıdır, ne halttır, “konjonktür” mü diyeceğiz, “dünyanın dengesi” mi diyeceğiz, hiçbir zaman çok parlak bir “performans” göstermemişti, ama şimdiki gibi de olmamıştı. “Sabık Demir Perde” toplumlarına mı bakalım; derdi hiçbir zaman bitmeyen Latin Amerika’ya mı, bunlar belki anlaşılır durumlar, ama İtalya ne oluyor? Almanya ne oluyor? En başta, Amerika’ya ne oluyor? Tek başına Trump örneği, bir yerlerde birtakım çivilerin yerinden çıktığının kanıtı.
Dünyanın gidişi bir tuhaflaştı. “Mantık” dediğimiz şeyden kalan parçalar var mı, bilemeyeceğim ama kaldıysa da o bizim bildiğimiz, iyi kötü uyguladığımız mantık değil. O mantık, bugünkü dünyada saygıdeğer olmaktan çıktı. Saygıdeğer olan şeylere de ben saygı duyamıyorum.
Not 15: Arendt’e göre kötülük, yalnızca radikal bir nefret, derin bir şeytani irade ya da fanatik bir sapkınlık sonucu ortaya çıkmaz. Sıradan insanlar, üzerinde düşünmeden, eleştirmeden kendilerine verilen emirleri uyguladıklarında veya parçası oldukları düzenin getirdiği görevleri sorgulamadan yerine getirdiklerinde çok büyük kötülüklerin failleri olabilirler. Kötülük, olağanüstü bir irade eksikliğiyle, yani düşünmeme, başkalarının yerinde kendini koymama, eylemlerinin sonuçlarını tasavvur etmeme haliyle büyüyebilir ve kitleselleşebilir.
Not 16: Her birimiz bir sırdaşa, yoldaşa ihtiyaç duymaz mıyız?
Ya yüz yüze ya da telefonda konuşarak, dertleşip sohbet etmek ne
güzeldir.
Hayatın hayhuyu içerisinde ihmal edilen dostlar, bağı zayıflayan
dostluklar artıyor. İnsan, diğeri ile temas edince kendini
hatırlar, duyularını aktarır. Aksi hâlde mağaraya çekilir gibi
hayattan kendini tecrit eden kişi sosyalleşemez, iletişimsiz kalır.
İnsan, insanla vardır; insanla huzur bulur. İnsanın dili de
düşüncesi de böyle böyle gelişir. İnsanın yükselmesi, yücelmesi,
kültür oluşturması ancak böyle gerçekleşir.
Çağın sel gibi üstümüze gelen sorunlarına karşı mücadele veren
insanın yardımına kim koşar? İnsan; kime dayanır, kimden güç alır?
En yakınımızdan, yanı başımızda duranlardan başlayarak etrafımıza
bakalım. Kim var etrafımızda? Şöyle hesapsız bir biçimde bizimle
olanlar…
Zamanın acıtan, kanatan, yalnızlaştıran ve hepimizi cendereden
geçiren şartları karşısında sabır ve metanetle durmak. Zor! Oysa
ömür, ışık hızıyla geçiyor. Miadı doluyor, dökülüyor ne varsa. Biz,
dönüp dolaşıp hanemize çekiliyoruz.
Not 17: İki kelimeye sığan ama dünyaya sığmayan borç… Gönül borcu… “Şu yalancı dünyaya/Yeniden gelebilsem” Gelinse ve bin ömür verilip iki kelimelik dünya yüküne hamal olunsa…