Yolun bundan sonrasına katırlarla devam edeceğiz..

AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan, cumartesi müjdesinde, “Biz AK Parti, MHP ve DEM bundan sonra birlikte yol...

AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan, cumartesi müjdesinde, “Biz AK Parti, MHP ve DEM bundan sonra birlikte yol yürüyeceğiz” dedikten sonra aklıma Tarık Akan'ın filminden bir replik geldi: Yolun bundan sonrasını katırlarla devam edeceğiz.

Oysa Sayın Erdoğan, daha düne kadar:
“Hiçbir kimse bizim teröristlerle iş birliği yapacağımızı söyleyemez. Olsa olsa bu ancak CHP’nin işidir ve ancak onlar, onlarla iş birliği yapar” mealinde sözleri söylerken, onlarca yıl ülke yönetiminde söz sahibi olmayan CHP'yi, hep suçladı.

Peki de, CHP’nin iki belediye başkanı, tabanından oy alabilmek için yerel seçim öncesi DEM Parti ile uzlaşı arayışına girdikleri için şimdi hapiste; bu çelişki nasıl ortadan kalkacak?

DEM ile yoldaşlık yaptıkları itiraf edilmiş olan AK Parti ve MHP hakkında da yasal bir süreç mi başlatılacak, yoksa “Pardon, yanlış yapmışız” denilerek Esenyurt ve Şişli belediye başkanları serbest mi bırakılacak?

Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ DEM’in eş-başkanlarıydılar ve onlar da hapiste.

Bir de şu: Süreç içerisinde yer alan üç partinin -AK Parti, MHP ve DEM’in- liderleri, PKK’yı silah bırakmaya ikna etmedeki olumlu rolü sebebiyle Abdullah Öcalan’a da teşekkürlerini sundular. Oysa, benzer sözcükler kullandıkları için cezaevinde olan insanlar var, onlar ne olacak?

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ‘tarihi’ önem taşıyacağı önceden duyurulmuş dünkü konuşmasından cevabı alınamayan hayli soru var, görüyorsunuz. Eminim, sürece ‘yoldaşlık’ yapan DEM Parti yönetimi bilgi sahibi olsa bile, partinin tabanını teşkil edenler de benzer sorulara cevap beklemişlerdir.

Hatta genele yakın bir af müjdesi bekleyenler de olmuştur.

Kendi hesabıma ben, yarım yüzyıllık bir sorunun çözümünü sağlayan Erdoğan’dan, dün, hazır Hazine’nin döviz rezervleri de artmışken, geniş kitlelerin gönüllerini gecikmiş yarıyıl zammıyla almaya çalışarak, erken seçim kararı açıklamasını beklediğimi de itiraf ederim.

Evet, birkaç gün önce “Seçim 2028’de” açıklaması yapıldığını biliyorum, ama yine de bekledim.

İktidarın ileride şimdikinden daha fazla kendisine güvenebileceği bir dönem olabileceğini sanmıyorum da…

Bahçeli düşündü söyledi, iktidar medyası düşünmeden manşetler attı ve ‘Doğru, yanlış’ ne söyledilerse alkışladılar!..

Evet, sahiden iktidarda böyle bir dönüş nasıl oldu?
Bunların gelişiminin hiçbirinden, hiçbirimizin bilgisi olmadı.
Hep sonuç gösterildi bize.
İnanıyorum ki bütün bu olup bitenlerden iktidarın bu yöndeki icraatlarını alkışlayan milletvekillerinin büyük birçoğunun dahi bilgileri yoktu.

Evet terörsüz Türkiye hepimizin özlemi.
Evet, ‘Belirsiz Türkiye’ hiçbirimizin arzu ettiği bir şey değil.
Ancak biz bugün acabaları…
İçinden nasıl çıkacağımızı bilemediğimiz ‘Belirsiz Türkiye’ hallerini yaşıyoruz.

Bir taraftan terörün neden olduğu bozuk ekonomiyi…
İnsan ilişkilerinin bozulmuşluğuyla, cinnet geçirtecek ilişkileri yaşıyoruz.

Cumhurbaşkanı ta Malazgirt’ten başlayarak Türkler, Kürtler ve Araplar arasındaki ittifaka ve bu ittifakın çimentosu olarak dine yaslandı dün. Yani bir anlamda geri döndü, Abdülhamid’in formülüne sarıldı.

Dün Erdoğan’ın konuşması hakkında kendimce görüşlerine güvendiğim birkaç kişiyle sohbet ettim, içlerinden bazıları Erdoğan’ı fazla ciddiye almamıştı, “Hamaset yapıyor” diyordu; bazıları dünkü konuşmayı Erdoğan’ın “Kürt sorununu hiç anlamadığı”nın nişanesi olarak görüyordu; bazıları Erdoğan’ı ciddiye almıştı ama onun “Olmayacak duaya amin dediği” kanısındaydı. Bir-iki kişi ise “Boşver bunları, önemli olan PKK’nın silah bırakması” diyordu.

Evet, elbette PKK’nın silahlı mücadeleden vazgeçmesi en önemli şeydi ama benim merakım şuydu: Erdoğan bunu bir “son” olarak mı görüyordu, bir “başlangıç” olarak mı?
Çünkü Abdullah Öcalan’a bakarsanız bu bir “başlangıç”tı; Kürt sorunu konusu silahların aradan çıktığı yeni bir aşamaya evriliyordu.
İlginçtir Erdoğan da bugünü bir “son” olarak görmüyordu. Gerçi konuşmasında zafer ilan ettiği bölümler yok değil ama yine de Erdoğan’a göre de artık “yeni bir şey” başlıyordu. Başlayan şey “Türkiye Yüzyılı”ydı.

Bu “yüzyılı” partisi, MHP ve DEM Parti ile birlikte kuracaktı; başka kimseyi yanında istemiyordu. Önerdiği tutkal “Türk-Kürt-Arap ittifakı”ydı. Tutkal herkesi yapıştırmasa da olurdu ona göre, CHP’yi, İYi Parti’yi vs yanında istemiyordu.
Oysa Abdullah Öcalan’ın temsil ettiği Kürt milliyetçiliği seküler bir milliyetçilik; dinden çok etnik kökene, dile ve kültüre dayanıyor. Nitekim Türkiye’deki Kürtlerin oy verme davranışına baktığımızda da bu seküler kesimin ezici bir ağırlık taşıdığını görüyoruz. “Din kardeşiyiz” söylemi bir yere kadar geçerli (Erdoğan 2015 Haziran seçiminde Güneydoğu Anadolu’daki mitinglerinde Kuranı Kerim’in Kürtçe baskısını kürsüde elinde gösterdi ama o seçim seküler Kürt siyasi hareketinin oy patlaması yaşadığı seçim oldu).

Ama dünkü “tarihi” konuşmasında Erdoğan’dan ne hukuk devleti vaadi duyduk ne daha fazla demokrasi ve eşitlik ne de modern seküler bir vizyon.

19. yüzyılda Sultan 2. Abdülhamid’in bakış açısıyla 21. yüzyıl sorunlarını çözemeyiz.

Sayın Cumhurbaşkanımız aslında zihinlere düşen “Kürtlerle neden barıştın, hani onlar teröristiler?” sorusunu soracak olanlara Erdoğan aslında diyor ki “Yanlış yaptık! Beyaz Toroslar, faili meçhuller, köy yakmaları bütün bunlar Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Kürtlere yaptığı yanlış uygulamalardı. Tarihe bakarsanız biz Kürtlerle, Araplarla (Araplar nereden çıktı diye sormayın?) bir olduğumuzda başarılı olduk. İşte yeniden Türkiye Yüzyılı’nı başarılı kılmak için Kürtlerle barışmamız lazımdı. Biz de bu adımı attık”. Dediği bu!

Sayın Erdoğan yeni bir Türk milliyetçiliği arayışında Türkmen beyi sayın Bahçeli ile. Yeni neo Osmanlıcıkla veya ümmetçilikle bölgede daha güçlü daha etkin olacağını düşünmektedir ve haklıdır stratejik olarak.

Erdoğan’ın “Şimdi AK Parti, Milliyetçi Hareket Partisi, DEM en azından üçlü olarak bu yolu beraber yürüme kararı verdik” sözlerini kimilerinin ima ettiği gibi DEM de ittifaka katılacak beklentisi tümüyle yanlıştır. DEM’in AKP ile yürüyeceği yol yalnızca barış sürecidir.

Bese Hozat’ın konuşmasında "Demokrasi ve sosyalizm mücadelemizi, demokratik siyaset ve hukuk yöntemiyle yürütmek amacıyla ve demokratik entegrasyon yasalarının çıkarılması temelinde sizlerin huzurunda silahlarımızı özgür irademizle imha ediyoruz" sözü DEM’in de benimseyebileceği bir söz olduğuna göre nasıl olacak da yeni bir Türk milliyetçiliği arayışında olan Erdoğan DEM’le siyaset yapacaktır? Bu ham bir hayaldir!

Son olarak şu gerçeği de ifade edelim: Politikacının dini imanı oydur; yani oy aracılığıyla iktidardır, iktidarının devamını sağlamaktır. Türk siyaset tarihinde HDP ya da HDP türevi HADEP gibi PKK eksenli partilerle yatağa giren hiçbir parti iflah olmamıştır.

Şüphesiz şu anki çözüm süreci ve HDP dostluk ya da ittifak ilişkisi geçmiş dönemden farklıdır. En önemli fark MHP’nin bu sürecin başlatanı ve baş aktörü olmasıdır. Zamanın ruhu PKK’nın feshini doğurmuştur. Ve fakat Türklerin gururu rencide edilir ve yaşanan süreçte onarılamazsa ilk sandıkta çok sürpriz sonuçlar çıkabilir. Öncü anketlerde bunu gören AK Parti ve MHP elitleri ülkenin bekası için elzem ve hayırlı görünen bu süreci oy uğruna umarım askıya almazlar.

Son söz: Barış iyidir. Mutlak barış mutlak iyidir.

Not 1: İçlerinde umutsuzluğun ayartıcı fısıltılarını duyanlar, kendi kendilerine, bu alanda yapılan hiçbir şeyin kaybolmadığını; kargaşanın, yanlışın ve karanlığın ancak geçici bir süre galip gelebileceğini, her türlü kısmî ve geçici dengesizliğin ister istemez topyekûn dengenin kuruluşuna katkıda bulunduğunu ve Hakk’ın gücü karşısında hiçbir şeyin sonuna kadar direnemeyeceğini hatırlatmalıdırlar.

Rene Guenon

Not 2: “En iyi anlatış artık susmaktır/ Anladım bunu ben seni bilince/ Gel denize yaslan yalnız denize/Sırrını denizler taşır insanın” M. Âkif İnan gibi diyorum, bu ömrün sırrı ancak denizlerde kalabilir. Mavisinde kaybolmak sonsuz denizin ve sürgün kalmak gözlerinde.

Not 3: Turgut Uyar, “Ömrümüz böyle olmamalıydı/Hep aşkta durmalıydı çağımız.” diyordu, kim için demişti? Söyleteni biliriz de söyleyemeyiz. Ahraz bir ağrı yapışır yüzümüze. Harfler karışır, heceler şaşar, kelimeler boşluğa düşer. Sesimiz rengini kaybeder. Hâlimizi anlatan tek kelime nedir, sorulur memnu ve hafî yâre. Özlem, der. Nazım’ın “Hasretimden deli olacak hâle geldim.” sözünü hatırlarsınız. Delilik, evet, delilik değil miydi kışta yağmur duasına el açmak. Zamansızlık, kadersizlik, bahtsızlık…

Not 4: “Gönül verdim bir sitemkâr yâre ben/ Cevr ü cefâsıyle bu candan geçtim”
Erzurumlu Emrah

Not 5; Gönlünü veren yani içini, ruhunu, özünü, varlığının hülâsasını belki kalesini teslim eder. Kime teslim olur, kimden aman dilersin? Budur aşk! Canını sunarsın. Ve bir can, derin bir göle benzeyen sevgilinin gözüne bakar, gönlü düşer, gönlünü almaya eğilir belki kendi sûretini görür. Eğilir, yüz yüze gelir; suya dokunur gibi dokunur, kaybolur sûret. Açılır gözü, dünya koca bir yalan olur. Bir gönül, bir gönlün hasretiyle yanar. Ve bir gönül, bir gönle düçar olur. Bir gönül, bir gönle şifa.

Not 6: Ayak Sesleri şiirinde Bekir Sıtkı Erdoğan içinde bulunduğumuz hâletiruhiyemizi ne güzel anlatmış:
“Her akşam işte böyle gam gelir bana,/Benden kederli bir adam gelir bana!/Dostum değil gelen, benim garipliğim,/Dostum mu var ki bir selam gelir bana?”

Not 7: Bir gün ister istemez, Karşısında olacaksın kaçtıklarının. Dua et; o gün henüz mahşer olmasın.

Not 8: İçim, ey içim!
Bu yolculuk nereye?
Yine bir şehrin ölümünü başlatır gibisin

Not 9: Bodrum da diğer sahil beldeleri gibi boş dediler, “iyi o zaman, bari biz gidip turizme yardımcı olalım” diye kalktık geldik. Sizi temin ederim, bayramlar dahil ben böyle kalabalık bir Bodrum görmedim. Özellikle pahalı mekanlara girmek neredeyse imkansız. Demek ki her söylentiye inanmamak lazım…

Not 10: Uzun ömürlü olmak isteyen, hizmet etmek zorundadır. Sadece hükmetmek isteyen, uzun ömürlü olamaz. (Hermann Hesse, Doğu Yolculuğu)

Not 11: HEKİMLER ve KASAP DOKTORLAR ayrımını çok iyi yapmanız lazım.

Hele hele, Türkiye gibi UYANIK dolu bir memlekette...

İlaç şirketlerinden aldıkları PARA için, 40 takla atan adamlar var burada.

Senin SAĞLIĞINI önemsediklerini mi zannediyorsun?

Not 12: OTO SANAYİ ve HASTANELER ayrı.

%95 gereksiz tedaviler önerirler.

Mesela, benim arabanın 10 senedir motorunu açmak istiyorlar.

100.000 Km yaptım ilk dediklerinden beri. Hala, motora sulanıyorlar. Çok enteresan değil mi?

Not 13: Çok geçmeden bitse bu hasret
Bana bir şey söyle ki bitsin bu kasvet

Not 14: Affet beni anne yağmurları dindiremiyorum, bu gece gel göz kapaklarımdan sev çünkü onlar hiç büyümedi sen gideli...

Not 15: Mavisi senden
topladığım bu gök
yürürken çoğalan gözlerin

Not 16: Evlilik bir istek oyundur akıl oyunu değildir çünkü düşündüğünde çok akıllıca değildir. Bana göre bir müessese olarak evliliğin devam etmesinde hiçbir mesele yok devam edip gider. Ancak iddiası çoktur. Örneğin sistem birbirine yönelik romantik hislerini ve şehvetini koruyacaksın diyor, her gece beraber uyuyacaksın diyor, hep aynı evde beraber yaşayacaksın diyor, seyahatlere beraber çıkacaksın diyor, ortak zevkler ve ortak hayallerin olacak diyor, en zoru duygusal ve bedensel olarak birbirine bağlı kalacaksın da diyor, sadık olacaksın diyor, ne olursa olsun sadık olacaksın. İstiyor da istiyor, ne versen istiyor, dipsiz kuyu gibi. Bu çok zor. O kadar zor ki “bu mümkün mü?”diye bile sorulabilir. Evlilik akıl oyunu değil derken kastım şu evlilik sadece akılla yapılacak bir iş değil fazlası lazım. Haydi evlendiniz bu defa onu akıl oyunu ile yönetmeye kalkmayın olmuyor. Müessese isteklerin at koştuğu bir yerdir. İstemek serbesttir hatta haktır. İstemek başka almak başkadır. Karşıdakinden şunu isteriz; ölene kadar bir tek beni sev bir tek benimle seviş bir tek bana karşı şehvet hisset bütün o romantik duyguların benimle olsun hayatındaki o en özel en biricik insan ben olayım. Hikaye bu işte. Biz karşımızdakinden bunu istiyoruz. Hayat boyu kimseden isteyemeyeceğiz bir sürü bilinç dışı ve bazen tuhaf sayılabilecek ihtiyaçlarımızı da bu istekle beraber talep ediyoruz. Aslında bu tür şeyleri anne babamızdan isteriz ne olursa olsun beni çok sev, koşulsuz sev, her koşulda sev. İşte evlilikteki istekler de bunun erişkin versiyonu. Monogam bir müessese üretiyoruz ve o müessesenin ölene kadar devam etmesini istiyoruz. Evliliğe bitmesin ve ölene dek böyle sürsün diye başlıyoruz. Normal. Hiçbirimiz başlarken bitiş fantezileri kurmayız. Ancak isteğin büyüklüğünün, kapsamının da farkına varmıyoruz. Günün sonunda akılla açıklanamayan, akılla okumanın yetmediği bir istek bu.

Not 17: Bu yağmurları kim ısıttı?
nasıl çoğalır gökkuşağından gözlerine yansıyan renk,
gece oldu mu? sev beni. sev beni tarantula! hüznünle
zehirle beni.
beni intihar et tarantula.
acıma itaat et!
hep bana gül! hayatı unutturma!

Not 18: -Kadınlar en çok gülerken güzeldir.-
(Eğer bir kadın seviliyorsa mutluysa,
O kadar güzel ve içten güler ki,
Sanırsın gözbebeklerinden serçe sürüleri geçiyor.

Not 19: -Cesaretini toplayamayan, bavulunu toplamak zorunda kalır/dı.-
Oysa,
Hayat, hayatı akışına bırakanları değil, hayata yön verenleri ödüllendirir.-
-Bir insanın en sağlam dostu cesaretidir.-
-Hayat bahaneleri değil cesareti ödüllendirir.-
Aç parantez (Cesaret kördür.)

Not 20: Diyeceğim şudur ki...
-Sevdiğinizin gölgesinde yaşamayın, gelişemezsiniz.-
-Acılarınızla kimseyi beslemeyin.-
-Diktiğiniz putları, başkasının kırmasını beklemeyin.-
-Değmeyenlere vaktinizi harcamayın, yol verin gitsinler.-
-Taşlanacak sözleri, bandajla sarmayın.-
-Hiç kimsenin egosuna sponsor olmayın.-
.
Kurtarıcı aramayın,
-Kimse seni duymuyorsa kurtuluşun kendindedir.-
-Düşmek istemiyorsan, başkalarına yaslanma.-
Zira,
-Başkalarının ışığına güvenen, karanlıkta kalır.-
.
-Zaferlerin en kıymetlisi:
Düştüğünde yardım almadan kendi kendine kalkabilmektir.-
(Unutma,
Mazeret silahı başarısızın elinden hiç düşmez.)
.
-En iyi intikam, intikam arzunu bitirmektir.-

Not 21: Tekrar tekrar umutlanmak döngüsü insanoğlunun kaderidir.
Ve
-Umut, insanın yıkılan en son kalesidir.
-Ne uyur,
Ne yorulur,
Gezinip durur.
.
Zira,
-Kazanmayı umut etmeyen, çoktan kaybetmiştir-
-En zavallı kelime “vazgeçmektir”.-
-Gerçek karanlık, dışınızdaki ışıksızlık değil, içinizdeki umutsuzluktur.-
-İçi umut dolu olmayan,
Ya çöl ortasında fırtınaya yakalanır,
Ya da kış ortasında dımdızlak kalakalır.
-Umudun tükenmesi, yaşama sevincinin bitmesi, ölümlerin en sessizidir.-
-İnsan umudunu yitirdikçe, gülüşünü de yitirir.

Not 22: Yarsızlık, yoksulluğun dibidir.
-En büyük yoksulluk
ilgiden sevgiden yoksunluktur.
-Mutluluğun kapısı
insan aradığı rengi bulunca aralanır.

Not 23: Senden kalkıp başka ellere gidemem.
Rüzgâr ve kuytu,
Yağmur ve uykuyduk birbirimize
Aklına geldikçe viran teknelerinde sev beni.

Not 24: Kime tutunacağız ki bundan sonra, söylesenize tutunacak dalımız mı kaldı?

Müzeyyen Senar gittiği günden bu yana bir daha; “Aşık gibi sevmezsen, kardeş gibi sev beni” diye sevebilecek çıkar mı? “Benzemez kim sana” derken içimizi kim cız ettirecek ki?

Ya Zeki Müren gibisi gelir mi bundan sonra? Kim, “Gözümden öpme ayrılıktır derdin. Öpmedim, ayrılmadık mı” diye soracak? Peki ya kim gitme sana muhtacım diyecek? Kim sevdiğini gözlerin doğuyor gecelerime deyip özleyecek? Akşam olup gizli gizli kim ağlayacak? Kim dertli gönüllere girecek?

Ya simsiyah gecelerin koynunda Barış Manço'nun “Uzaklarda bir yerde güneşler doğuyor” sözleri ve bizi o çok uzak yerlere savuruşu? Ne sözler yetiyor, düğümlenen kelimelere, ne de susuşlar.

Ferdi Özbeğen'siz zamanlardayız hem, kim soracak şimdi; gülmek için yaratılmış gözlerdeki yaşın hesabını?

Kayahan gibi; “Bizimkisi bir aşk hikayesi, siyah beyaz film gibi biraz” diye bizi geçmişimize savuracak var mı bu devirde? Usta; “Sen iskambil kağıtlarından fal bakardın, istediğin çıkmadığında kağıtları bir daha karardın” derken nasıl da vurmuş dibine anlamların!

Peki ya kim kıyıda köşede kaybolan gülüşleri hatırlayacak? Tanju Okan da yok artık, kadınım yorumundan sonra geriye ayrılığa dair söylenecek pek bir şarkı kalmamıştı zaten.

“Ya bir menekşe kokusunda seni aramak var ya” derken ciğerimizi Ahmet Kaya’dan başka kim böyle derinden sızlatacak ki?

“Acı çekmek özgürlükse, özgürüz ikimiz de.” derken kim fırtınalar estirecek ruhumuzda. “Dün gece gördüm düşümde, seni özledim anne diye anaya vuslatı kim böyle içten söyleyecek. Kim son pişmanlığı "Seninle bir bütün olabilirdik.” diyerek itiraf edecek?

Hem son pişmanlık neye yarar? Zaten “Kaç kadeh kırıldı sarhoş gönlümüzde!” Müslüm Baba bile öldü be, şimdi kim, “Hangimiz düşmedik kara sevdaya, hangimiz sevmedik çılgınlar gibi” diye haykırarak içimizi titretecek?

Söylesenize kim?

SON DAKİKA HABERLERİ

Sivri Dil Diğer Yazıları