İçmek istiyorum...
İçmek istiyorum Kana kana içmek istiyorum Aksın damarlarımda hüzün verici maddenin her bir zerresi Ateş suyu yaksın bedenimin her hücresini Öldürsün beynimin...
İçmek istiyorum
Kana kana içmek istiyorum
Aksın damarlarımda hüzün verici maddenin her bir zerresi
Ateş suyu yaksın bedenimin her hücresini
Öldürsün beynimin üçte ikisini
Düşünemez olayım
Bitsin entelektüel esaretim
Sığınayım cehaletin mutluluğuna
Kurtulayım esaretinden
Gece gündüz şakaklarımı zonklatan devrim ateşinin adalet özgürlük
kardeşlik vaat eden kıvılcımlarından..
Uzun bir yolculuk özlüyor içim nasılsa
Programlanmış geri dönmemeye..
Her his geçmez bilirsin.
Zaten ne anlam ifade eder ki özgürlük
Ekmeğe muhtaç olanlara
Adalete ihtiyaç mı duyarlar ihtiras ateşinde yananlar
Neylesin Tanrı diye paraya tapanlar eşitliği kardeşliği
Hele sevgiye aç olanlar ne yapsın özgürlüğü
Gözü doymaz, gönlü açların dünyasında
Biz bırakalım o zaman kendi kaderine zamanı
Hürriyet de kalsın entelektüellerin ekmeği olarak geleceğe
miras
Elbet bir gün yakacaklardır isyan ateşini geleceğin çocukları..
Bu köşemizi çağdaş Türk şairi Mustafa Akgül’ün etkileyici bir
şiirine ayırdık. Kalemine, yüreğine sağlık.
Bu arada bayram geldi çattı. Zaman su misali. Bayram, paylaşma ve
dayanışmanın en diri yaşandığı zamanlardır. Bayram, ümmetin
vahdetinin en sarih günlerinden biridir. Bugün İslam coğrafyası
Kurban Bayramı’na hazırlanırken milyonlarca Müslüman bu vesile ile
hacı olmaya niyet ederek kurban olarak neyi keseceğini planlarken
Müslüman kardeşleri ise her gün azar azar kurban edilmeye devam
ediyor.
Bugün yine bayrammış / Şeker dağıtıyormuş çocuklara uçaklar /
Hangi uçak masumdur İsrail’den kalkan, hangi uçak / Umut olur
insanlığa / Alıyor şimdilerde şekerler / Şehadet şerbetinin yerini
/ Bir bayram gününde…
Bayram gelmiş! Kurban Bayramınız mübarek olsun o vakit. Rabbim
kestiğiniz kurbanları O’na kurban olmanıza vesile kılsın.
“Bu hayvanların ne etleri ve ne de kanları Allah'a ulaşacaktır.
Allah'a ulaşacak olan ancak sizin O'nun için yaptığınız gösterişten
uzak amel ve ibadettir. Size doğru yolu gösterdiğinden, Allah'ı
yüceltmeniz için onları böylece sizin buyruğunuza vermiştir. İyilik
yapanlara müjde et.” (Hac Suresi, 37. Ayet)
Son söz: Bazı şeyler o kadar güzeldir ki seni
tüketiyor olsalar da onlardan kurtulamazsın..
Uyarı: Trafikte küçük hata yoktur. Sana göre küçük
hata başkasının hayatına mal olabilir. Sollamanın yasak olduğu
yerden sollanmaz. ‘Gideceğim yer hemen şuracık’ denmez, ‘Bir an
dalmışım’ gibi bir savunma olamaz. Bu ve benzeri ‘ama’ ile başlayan
her savunma sizin, sevdiklerinizin veyahut başkalarının hakkını
gasp etmek ya da canına kastetmekle sonuçlanabilir.
Dikkatini çabuk toplayabilen ve uzun süre aynı noktada tutan bir
millet değiliz. Yolda canınız sıkılıyor olabilir, bu demek değil ki
al telefonu eline oyna, sosyal medyada gez! Yoldayken yola
bakacaksın! Cep telefonu ile varınca, evde oynarsınız. Bir önemli
konu da ‘çöpler.’ Camdan yola atılan ya da mola yerinde bırakılan
her çöp başka araçların güvenliğini tehlikeye düşürüyor. Biraz
medeniyet lütfen! Çöpünü araçta biriktirip, çöp kutusuna atmak zor
değil.
Aforizma1: Esnaf kendi lahmacunu tatmadan
ölmezmiş.
Aforizma2: şımarma, akşamı olan bir günsün
sen!
Aforizma3: Genetik miras kaderdir.
Aforizma4: Evlat yetir; ömrünü yitir, aklını
yitir...
Tadımlık: Bir gün akşam olur biz de gideriz;
Kalır dudaklarda şarkımız bizim.
Benden söylemesi: Verilen cevap “yapılan her şey usulüne uygundur”
ise ortada mutlaka “esasa aykırı” bir şey vardır.
Yanlış yaygınlaşırsa doğru doğru yanlış olur.
Hatırlatma: Kalkınmaya hizmet etmeyen eğitim
harcaması israftır.
Taşıma dolarla artan döviz rezervi kalıcı olmaz.
Kulağa küpe: Fahriye Evcen çifti yeni 15 milyon
TL’lik aracıyla caka satmışlar poz vermişler caddelere çıkmışlar,
bir asgari ücret kadar vergi ödemediklerine eminim, bir ortalama
çalışan kadar vergi ödemediklerine eminim. Sonra vergide adalet
hadi canım sende. Adalet ne zaman olmuş ki . Adalet, ahlak orta
sınıfı zaptetmek için üretilmiş kavramlar.
Bir de bu ne görgüsüzlük yahu, az biraz parayı bulan, az biraz
halk tarafından şımarılıp şöhretin koltuğuna oturan az biraz siyasi
olarak bir partide yer alıp bir yerlere gelen ya da siyasiler
sayesinde atanan koltuk kapan belli bir mevkiye sahip olan herkes
halkın şu yoksulluk çektiği dönemde ekmeğe muhtaç olduğu dönemde
peynir alamadığı dönemde etin lüks olduğu bir dönemde 15 milyon
TL’lik araçla poz vermeyi kendisinde nasıl hak görüyor. Burada şunu
da diyemez para benim harcarım hayır kardeşim para senin değil
zaten de haksız kazanç hepsi büyük ihtimal kara para aklama ya da
vergisi ödenmemiş haksız kazanç her şekilde haksız kazanç o. Hadi
hak ettinse bile o para seninse bile ya; bunu gösteremezsin
kardeşim, yok öyle bir dünya.
Halk yokluk içerisinde iken para benimki; o paranın da nasıl
kazanıldığı meçhul belli değil, ayrıca vergisiz kazanç haramdır;
bunu yanı sıra muhtemelen 15. yüzyılda gelsen acından öldürdün yani
muhtemelen ne olacaktı en fazla yeniçerilerin Azaplar kısmında
olurdun önde bir savaşta ölür giderdin.
Yani böyle bir dünya var mı ya para benim deyip işin içinden
sıyrılmak. Gösteremezsin kardeşim insanlar sabahtan akşama kadar
karnını doyurmak için çalışacak buna rağmen kirasını zor ödeyecek,
ev alma araba alma hayalleri bitmiş evlenemiyor evlense çocuk
yapamıyor, çocuk yapsa bir yapıyor o bir çocuğu da nasıl
büyüteceğim diye şah damarı çatlıyor. Ondan sonra sen bana
diyeceksin ki göster. Gösteremezsin kardeşim eğer devlet devletse
senin boğazına çöker kuruşuna kadar o vergiyi alır. Bir de ben
olayım devletin yerinde ya, devletin bir gün bir yönetme fırsatım
olsa yani karar merciinde yönetme fırsatım olsa, yani öyle ev yani
ebem yok, vali yok, kaymakam yok, belediye başkanı falan değil.
Bunlar değil, milletvekili değil, bir devlet başkanı olarak yönetme
fırsatım olsa gösteriş vergisi diye bir şey koyarım, ya gösteriş
vergisi servet vergisini getiririm. Böyle bir şey olabilir mi ya
yani hasbelkader bu çağın getirdiği bazı imkanlarla şartlarla bir
yerlere gelmişsiniz; yani medya var, televizyon var, internet var.
Yahu siz 17’nci yüzyılda yaşasaydınız ne iş yapacaktınız ya
acınızdan öldürdünüz ya Allah lütfetmiş böyle bir çağda dünyaya
gelmişsiniz yaptığınız iş hiçbir katma değer üretmiyor. İnsanları
tabii rica ise geçici olarak eğlendirmek dışında hiçbir
fonksiyonunuz yok. Hiçbir üretim faaliyetiniz yok. Somut hiçbir
katkınız yok. Ama buna rağmen krallar gibi yaşıyorsunuz bir de
utanmadan bunu halkın içine gözünün içine sokuyorsunuz vergi
kaçırıyorsunuz! Yahu bu nasıl edepsizliktir.
Not 1: Soğuk kâğıtlarım özlüyor seni.
Ne yazarım ki ışıksız, sensiz?
Boğuk harflerim bekliyor seni.
Geri getirecek misin ellerimi?
Kırık sözcüklerim özlüyor seni.
Ne yazarım ki elsiz, sessiz?
Yıkık tümcelerim bekliyor seni.
Not 2: Sık dişini, yılma sakın, vazgeçme bu
umuttan
Elbet bir gün insanlar hasretle kenetlenir
Gör işte o zaman, devranını küskün dünyanın
Bilinmedik cemrelerle bak nasıl çiçeklenir.
Not 3: Garip bir sessizlik var. Bilmiyorum herkes
mi böyle hissediyor ya da sadece bu durum benim için mi geçerli ama
tuhaf bir durgunluk ve değişik bir sessizlik var memlekette. Yani
şöyle de düşünebilirim aslında; uzunca bir zamandır pek çok açıdan
yaşadığımız yoğun gündem ve gürültüden çıkmış olmanın verdiği bir
hâl de olabilir bu.
Sanki şimdiye kadar herkes, her şey için çok fazla konuştu hatta
söylememesi gereken çok şeyi bile söyledi de geriye neredeyse
hiçbir şey kalmadı gibi. Konuşmak istese de konuşacaklarını tüketti
ya da kimsenin kimseyi dinlemeye tahammülü bile kalmadı. Bilmiyorum
öyle mi ama ben tam olarak böyle bir durum hissediyorum.
Sessizliğin ve sükûnetin güzel olduğuna inananlardanım aslında. Ama
bu işte bir gariplik var. Bu susmak, sessiz olmak ya da sükûnet
değil. İllaki bir isim bulacaksak bana daha çok atalet gibi
geliyor. Bir boş vermişlik, umursamazlık durumu sanki. Özellikle
son seçimlerden sonra -taraf düşünmeden ve ülkedeki herkesi
kastederek söylüyorum- herkeste bir durgunluk var ki bence
“durgunluk” bu durum için hafif ve insaflı bir kelime. Vazgeçmiş
gibi insanlar.
Her ne yapıyorsa ondan vazgeçmiş gibi. Yeteri kadarını ve
mecburen yapar bir hâli var herkesin. Ve bu durum sadece bir yerde
ya da sadece birilerinde de değil. Nereye gitsek, kiminle konuşsak
hep böyle ya da bana denk geliyor, bilemiyorum.
Bunun ne veya neden olduğunu açıklayacak pek çok cümle kurabilirim
aslında. Bir kısım insan umudunu kaybetti diyebilirim, bir kısmı da
maksadını kaybetti ya da amacına ulaştı da derdini kaybetti ama
bunların hepsinin dışında, bir kısım insan kendini kaybetti gibi
geliyor bana. Hissiz, tepkisiz ve sessiz kalıyor bazıları ve
sanırım bunu bile isteye yapıyorlar. “Aman artık ne olursa olsun”
cümlesini duymasam da pek çok kişinin yüzünde görebiliyorum bu
cümleyi. Korkutucu da bir şey bu aslında. Çünkü standardında devam
eden bir ülke ve bir hayat kimseyi rahatsız etmiyor. Oysa bence
standart sorunludur. Aykırı sesler ve ayrı renkler arar insan ve
onlarla doğan hareket neticede bir fayda sağlar. Başaramasanız da
denedik dersiniz. Evet, doğru yer burası bence; başarmak meselesine
o kadar çok takıldık ki ve o kadar çok önemsedik ki; denemek denen
durumun kıymetini unuttuk ve sonuçta da denemekten yani belki de
gayret etmekten vazgeçtik.
Not 4: İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Dr. Cemil
Tugay’ın, yerel seçimler öncesi söz verdiği Yapay Zekâ ve Akıllı
Şehirler Müdürlüğü, belediye iştiraki İzmir İnovasyon ve Teknoloji
A.Ş. bünyesinde kuruldu. Tugay; “Yeni birim akıllı teknolojiler
yardımıyla İzmir'i daha yaşanabilir ve sürdürülebilir bir kente
dönüştürme misyonuyla çalışacak” dedi.
Yapay Zeka ve Akıllı Şehirler Müdürlüğü, öncelikle akıllı ulaşım
sistemleri için çalışacak. Trafik yönetimi ve toplu taşıma
hizmetlerinin optimizasyonu ile kentteki ulaşım sorunlarının
azaltılması öncelikli hedef olacak.
Birincisi verilen sözün yerine getirilmesi güzel bir şey...
İkincisi bu birimin öncü ve örnek işler yapmasını dilerim. Dilerim
kağıt üstünde değil; hayatın içinde de bu uygulamaların faydalarını
görürüz.
Not 5: Yalnız kalabilme kabiliyetimiz, çocukluk
çağımızda, 'yanımızda olmasalar da içimizde olmaya devam eden'
ilgili ve müşfik ebeveynler sayesinde oluşuyor. Bu güvenlik
duygusuyla büyüyen çocuk, yetişkin hayatında yalnızlıktan
korkmuyor.
Not 6: Elbet bir gün insanlar hasretle kenetlenir/
Buluşurlar bir kuş ağacının dalında.
Not 7: Okurum düşüne düşüne okuduğun
şiirleri,/Senin düşüncen geçerken üzerlerinde bir sıcaklık
kalmıştır diye..
Not 8: Yol uzun, yorgunluk verir, usanıp
bırakırsın./ Gönlün geçer, vazgeçersin./ Böyle gitmez./ Gitmez bu
böyle, bu böyle yürümez!/ Bir gün/ Durulur bu çalkantı, doğarsın
güneşe.
Not 9: ABD dahil tüm batı bloğunun Çin arabalarına
ve mallarına getirdikleri ek gümrük vergisine Türkiye olarak bizim
de iştirak etmemiz, muhtemelen dış politikada eksen değişikliğine
işaret olmakta, Avrasya bloğundan Batı bloğuna tekrar dönüş olarak
okunabilir.
Büyük ihtimal Rusya ile ilişkilerimiz de eski içtenlikten ve
yoğunluktan uzak kalacak. Bunun neticesinde ülkeye batıdan döviz ve
sermaye girişi devam edecek. Sıcak paranın ardından yavaş yavaş
soğuk para ya da doğrudan sermaye yatırımları akacak. 2003-2007
gibi bir Lale devri olmasa da Fetret devrinden çıkacağız yüksek
olasılıkla.
Not 10: Seni dağladılar değil mi kalbim,
Her yanın, içi su dolu kabarcık.
Not 11: ‘Boynunda duran elmas kolyeyi aramak için
odadan odaya koşturup duruyorsun.’
Mevlânâ Celâleddîn-i Rumî
Not 12: İngiltere-Amerika ilişkileri bilinenin
aksine 1773te Hürriyetin Çocukları olarak nam salmış bir grup
vatansever Amerikalının Boston’da 3 İngiliz gemisini basarak 342
kasa çayı denize döktüğü ”Boston Çay Partisi”den beri inişli
çıkışkıdır. Günümüzde “Çay Partisi” yeniden kuruldu. Benim ruh
dünyamda İngiltere ABD ilişkisi gibi. İnişli çıkışlı..
Not 13: Ben bundan sonra Meral Akşener’in son bir
buçuk yılda, salt rasyonel siyasi çıkar kaygısıyla hareket ettiğine
pek inanmıyorum. Genel başkanlıktan ayrıldıktan hemen sonra soluğu
öncesinde çok muhalif olduğu imajı çizdiği Erdoğan’ın yanında
alıyorsa, o kişinin öncesinde de gerçekten ne kadar muhalif olduğu
sorgulanır.
Nitekim bu dile getirdiğim şüpheler sadece bana ait de değil.
Örneğin İYİ Parti’nin ileri gelen isimlerinden Koray Aydın da
geçtiğimiz perşembe günü yaptığı açıklamada Akşener’in Erdoğan’la
görüşmesinin oldukça kuşku uyandırıcı olduğunu ve bu açıklamanın
içeriğini açıklanması gerektiğini söyledi.
Ancak bu görüşmenin içeriğine dair bir açıklama yapılmadı. Sonradan
Akşener’in özel kalem müdürü Esma Bekar cumhurbaşkanı yardımcılığı
gibi bir teklifin geldiğinin doğru olmadığını söyledi ancak
görüşmenin içeriğine dair bir şey söylemedi.
O görüşmenin içeriği kamuoyuna açıklanabiliyor olsaydı açıklanırdı.
Belli ki kamuoyunun duymasının istenmeyeceği şeyler görüşülmüş.
Not 14: Erdoğan, yerel seçimde aldığı yenilgi
sonrası yeni bir oyun kurmakta. Kurulan yeni oyunun bir ayağını
anayasa değişikliği bir ayağını da MHP’nin rejimdeki ağırlığının
düşürülmesi oluşturuyor.
Bu doğrultuda Erdoğan kendisine yeni müttefikler arıyor. Özel’le,
Akşener’le ve hatta Gül’le yapılan görüşmeler bu sebeple.
Özgür Özel de Erdoğan’la görüştükten sonra muhalefet adına bazı
şüphe uyandırıcı söylem ve davranışlarda bulunsa da son tahlilde
CHP genel başkanı olduğu için onun Erdoğan’la görüşmesi o kadar
yadırgatıcı bulunmuyor. Ancak Akşener’in hangi sıfatla ve ne
içerikle olduğu belirsiz görüşmesi hem yadırgatıcı hem de
Akşener’in geçmişte akıl ve mantıkla tam açıklanamayan
davranışlarına dair şüpheleri çok ama çok artırıcı nitelikte. Ve
tahminim, kendisinin ilerleyen dönemde Erdoğan’ın yeni oyun planına
katkı sunmaya yönelik adımlar atacağı yönünde.
Not 15: Hitler seçimle iktidara gelmiştir ve
çoğunluk diktası kurmuştur. Mussolini aynı yolu daha önce
geçmiştir. Bu işin sağı-solu da yok; Sosyalist rejimler de çoğunluk
desteği ile iş başına geldikleri zaman anayasanın yerine
ideolojilerini yerleştirirler ve ülke açık hava cezaevine döner.
Arjantin’de meşhur Peron dönemi bir sol-faşizm olarak çoğunluk
desteği ile vücut bulmuştu.
Not 16: Türkiye bütün kurum ve kurallarıyla
demokrasinin işlediği bir rejime, sandıktan önce mahkeme
salonlarında geçecek. Anayasa Mahkemesi bu geçişin ilk işaret
fişeklerini yaktı. Şimdi, siyasî baskılardan azade bağımsız ve
hukuka uygun karar vermekten başka çaresi kalmayan yargıçlar bu
diktayı sona erdirecek. Tam olarak çoğunluk diktası asıl gücünü
kazandığı alanda eriyip yıkılacak.
Not 17: 1915 yılında Ermeniler, bu topraklardan
bir gecede sürüldü. “Tehcir soykırım değildi, yolda başlarına
olmayacak işler geldi?” tezi hâlâ diplomatlarımız tarafından canla
başla savunuluyor. Devletimizin resmi bir görüşü ve duruşu var. Bu
resmî görüşe göre bile birkaç yüz bin masum sivil Tehcir sırasında
hayatını kaybetmiş. Bizi ilgilendiren tuhaf bir sonuç var: 1915’ten
sonra Türkiye’de İstanbul dışında neredeyse hiç Ermeni kalmadı.
Soru şu: “Affedersiniz Ermeni” sözüyle ironi yüklü klişesine
bürünen “düşman” algısında Ermeniler nasıl oluyor da hâlâ ürkütücü
ve korkutucu rollerini oynamaya devam ediyorlar? Bugünkü
düşmanlarımızın nasıl imâl edildiğini kavramak için açık bir cevabı
var bu sorunun. Çünkü “Ermeni dölü” edebiyatı tehcir edilenlerin
mallarına gasp ederek güç ve zenginlik elde edenleri korumak için
özenle canlı tutuldu ve sonrasında alışkanlığa dönüştü. Ölen
sivillerin anısı nasıl lanetlenir? Bir açıklaması var mı?
Not 18: En masum, en talihsiz ve en savunmasız
“düşmanlarımız” çok uzun bir süre, Osmanlı’dan sağlam şekilde
paketlenmiş bir düşman olarak devralınan Aleviler oldu. Cahil
kitlelerin vahşi nefretini, çoğunluğun kritik desteğini sağlayan
bir iktidar tekniği ile Aleviler ötekileştirildi ve hem de hemen
yanı başımızda kanlı-canlı varlıklar olarak düşmanlaştırıldı. Bu
kadar kolay harcanmalarının iki sebebi var: Merkezin Sünni
otoritesine karşı Anadolu kırsalı yakın zamana kadar Alevilikte
direnmiş sonra sünnileşmişti. Sünnileştirme politikası Yavuz
döneminden kalma propagandalara dayandığı için somut bir düşman
yaratmış oldu. Bu eğilime yaslanan muhafazakâr iktidarlar bu
kutuplaşmayı örtülü ama sistematik olarak teşvik ettiler.
Türkiye’de devlet eliyle oluşturulan Diyanet Müslümanlığının en
bağlayıcı rüknü Alevi düşmanlığı olmuştur.
Diyanet dindarlığının yarısı Sünni doktrin ise, geri kalanı
Alevi düşmanlığıdır. 1978’de Maraş katliamı, daha sonra Sivas ve
Çorum’da su yüzüne çıkan çatışmalar sadece buzdağının suyun üstüne
çıkan kısmıydı. Sünni-Alevi kutuplaşmasının bugünlerde etkisini
kaybetmesinin tek sebebi var: Diyanet’in itibar kaybetmesi.
Not 19: “Günah Keçisi” bir Yahudi geleneğidir. Her
sene günü geldiğinde bir keçi bulunuyor, üzerine çıngıraklar, su
kabakları, gürültü çıkartan nesneler bağlanarak törenle orta yere
getiriliyor. Herkes elindeki taşı atarak bu keçiyi bağırtı-çağırtı
arasında kovalıyor. Böylece toplum son bir yıl boyunca işlediği
bütün günahlardan arınıp yeni bir başlangıca hazırlanıyor.
Türkiye’de siyasetin doğasını tam ciğerinden yakalayıp çözmek
istiyorsanız, tam da şu sıralarda sürüden hangi keçinin
seçildiğini, gürültülü çıngıraklarla süslendiğini ve törenin ne
zaman başlayacağını takip etmelisiniz. Eskilerden biri mi, yoksa
yeni biri mi? Yalnız dikkat edin: Siyasetin düşman üretme
kapasitesi toplumun talepleri tarafından şekilleniyor. Demokrasinin
yozlaşmış biçimi olan çoğunlukçuluk, azınlıkta kalanların düşman
ilan edilmesi ile işler. Azınlıkta kalanların hakları ve devletin
elindeki imkânlar çoğunluğu doyurmaya yetmediği zaman problem baş
göstermeye başlar. Problem daha dehşetli ve amansız düşmanlar
yaratılarak çözülür.
Bu yüzden dikkatli olun. Düşman imalatı sürecini yakından takip
edin. Gözünüzü iktidardan önce toplumun düşman talebine dikin.
Muhafazakârlık denenip işe yaradığı kanıtlanan tecrübelere, yani
geleneğe çok değer verir. Bana sorarsanız geleneksel
düşmanlarımızdan birinin yıldızı parlayacak.
Not 20: Hukukun temel hakları garanti altına
aldığı medenî ülkelerin hiçbirinde bu kadar yaygın ve sistematik
dolandırıcılık olaylarına rastlayamazsınız. Ya haraç toplayan,
sağa-sola çöken, adam kaçıran, hatta öldüren adına mafya denen
çeteler? Son bir yıldır İçişleri Bakanı hemen her gün bu çetelerden
birini çökerttiklerini gururla açıklıyor. Bu çeteler salgın
hastalık gibi ne zaman, nerede türedi ve yaygınlaştı?
Tek adamın kendisi de suç cennetine dönmüş böyle bir ülkeyi
yönetmeyi istemez; ama rejimin fesat üretme kapasitesini kontrol
altına almaya onun gücü de yetmez. İşte bu yüzden tek adamın
kendisi istemese de tek adamlık rejimi kendine has bir bataklık
yaratır.
Not 21: Hırsızlar ve kötüler ayrı bir millettir.
Onların dini ve milliyeti, ideolojileri ve partileri olmaz, sadece
çıkar hesabı olur. Üstelik namuslu insanlardan daha cesurdurlar.
Çalmak ve çaldığını korumak cüret ister. Ya cezaevinde ömür
tüketecek ya da suyun başında saltanat sürecek. Kaybedecekleri ve
kazanacakları arasındaki uçurum gözlerini karartır. Namuslu
insanların cesaret edemediği tehlikelere kolayca atılırlar.
Konumlarını sürdürmek için her kılığa girerler ve devlet dediğimiz
yedi başlı ejderhanın gölgesine sığınmak için akla hayale gelmeyen
işlere kalkışırlar. En uygun vasatı tek adam rejiminde
bulurlar.
Not 22: “Otoriter”, “otokratik”, “despot”, “dikta”
gibi isimlere bakmanın, hatta tepedeki tek adamın kişisel
özelliklerine takılmanın hiçbir anlamı yok. Düzeni anlamak ve
tasfiye etmek için çıkarlarını tek adam rejimine bağlayanları
mercek altına yatırmanız gerekir. Tek adam rejimleri devlet gücüne
yapışık yaşayan asalaklar, kamu malını yağmalayan çıkar şebekeleri,
kısaca yağmacı zümreler olmadan işlemez. Bu rejimi kuran ve işleten
onlardır. Tek adam rejimi ahlâksızlık, yolsuzluk ve suç üreterek bu
zümreleri besler; bu asalak sınıf mensupları da varlıklarını borçlu
oldukları bu düzeni yaşatmak için ellerinden geleni yaparlar.
Orta Asya’daki devletlere bakın. Tek adamlar değişiyor ama tek
adamlık değişmiyor; çünkü o çıkar şebekeleri ve düzenleri aynı
kalıyor.
Dünya’da tek adam rejimleri ya çok yoksul ülkelerde ya da doğal
kaynak zengini yapay devletlerde görülüyor. Putin’in Rusya’daki tek
adamlığı Gazprom’a bağlı, Arap otokrasileri aynı işi petrol
gelirleriyle yapıyor. Tek adamlık bu ülkelerde ordusundan polisine,
ekonomisinden toplumuna geniş ve denetimsiz bir çıkar şebekesine
bağlanarak işliyor.
Peki neden çöker veya nasıl tasfiye edilir?
“Kadı mürteşi olursa adalet mezata çıkar” diyor, atalarımız.
Adaletsizlik sadece muhalefeti ezmez, “adamı olmayan” her
vatandaşın can ve mal güvenliği mutlu tesadüflere bağlı kalır.
Güven ortamı yok olur, mülkiyet hakkı tehlike altındadır, böylece
asgari hukuk güvencesine sahip olamayan ekonomi risklerle ve
krizlerle baş edemez hale gelir. Tek adam rejimi, dayandığı çıkar
şebekelerini doyururken sürekli kendi temelindeki toprağı onların
özel mülklerine taşır. Sonra taşıyacak toprak da kalmaz. Bugün
imtiyazlı müteahhitlerin bile devletten alacaklarını tahsil
edemeyip iflas etmeleri bu yüzden.
Not 23: Devletin yargısına, polisine,
bürokrasisine, iş dünyasına çöreklenmiş çıkar şebekelerine
odaklanır, oralardaki skandalları takip ederseniz tek adam
rejiminin sarsıntılarla tasfiyesini izleme fırsatı bulursunuz.
AYM’ye bakın: Üyelerinin biri hariç tamamı, “tek adam” tarafından
tayin edildi. Şimdi AYM üyeleri tek adam rejimini tasfiye eden
iddialı kararlar veriyor. Demek mesele “tek adam” ve “tek adamın
adamları”, yani kişiler değil.
Kayyum olayını tek adam rejiminin direnişi olarak değerlendirin.
Önce kayyum atamak, idarî-siyasî tasarrufu, “istim arkadan gelsin”
diye sonradan mahkeme kararına bağlamak beceriksizce girişilmiş bir
operasyon değil miydi? Tek adam rejimini yaşatmaya çalışanların bir
yığın sorunu var; en başta da ciddiyet sorunu olduğu
anlaşılıyor.
Bu tür tasfiye süreçleri papatya falı gibi “oluyor-olmuyor”
ikilemine sığmaz. Statükoyu canhıraş şekilde savunanlar tarihin
tekerine çomak sokarken su akacak ve bentleri yıkıp yolunu
bulacaktır.
Not 24: Ürkek, çekingen hatta düpedüz korkak bir
sivil iktidar eline geçen sürekli dikta rejimi fırsatını
tereddütler arasında tüketti. Geriye kalan, sorumsuz ve denetimsiz
ara dönem rejiminin kendi özgün dinamikleriyle ürettiği ve bugünkü
yumuşamanın da sebebini oluşturan ekonomik kriz oldu. İktidarı
tahtından etmesi kesin görünen ve kemer sıkma politikası ile bedeli
halka ödettirilen ekonomik kriz, bu ara dönemin ahbap-çavuş
kapitalizmine özgü keyfiliğinin, hukuksuzluğunun ve devletin
ekonomik iktidarını çürüten yolsuzlukların kucağımıza bıraktığı
dört başı mamur bir eser oldu. Devletin çivisini çıkartanların
yerine tekrar yerleştirmesi örneği tarihimizde yok. Yeni bir aktör
devreye girecek, sadece çiviyle uğraşmayacak, dağılan dişlileri de
tek tek elden geçirecek.
İnsanî açıdan benim de onayladığım 28 Şubat generallerinin serbest
bırakılması, bir dizi yumuşama hamlesinin ilk cüzü olarak
yorumlandı. Cumartesi annelerine Galatasaray meydanının açılması
pek öyle görünmedi. Siyasî rehinelerin akıbetini ara dönemden
çıkışın işareti olarak yorumlayabilirsiniz. Yumuşama Osman Kavala
ve Selahattin Demirtaş’ın serbest bırakılması ile inandırıcı hale
gelecek. Cumhurbaşkanlığı seçiminde %10 oy almış bir politikacı ile
iktidara karşı sivil direnişe dönen Gezi olaylarının sembol isminin
hapiste tutulması bir yargı kararı değil, ancak ve ancak ara
dönemin uygulamasıdır.
Not 25: Geçiş dönemlerinde yeni bir çağ başlatan
dinamiklerle, statükoyu sürdürmeye çalışan çıkar ağları arasında
sağa sola savrulmalar yaşanması doğaldır. Biri ileri atılmak ister,
öbürü çelme takar. Onca tartışmaya, iktidarın ara dönem geçmişine
simsiyah gölgeler düşürmesine rağmen Mafyaya yönelik operasyonlar
yeni dönemin ruhunu iktidarın da (veya bir iktidar kliğinin de)
kavradığını gösteriyor. Bu operasyonlar iktidarın asgarî bir kanun
düzenine dönüş iradesini yansıtıyor. Alın size yumuşamanın en
etkileyici belirtisi.
Ekonomik krizin elini kolunu bağlaması yüzünden iktidarın mecbur
kaldıkları ile kendi geleceğini kurtarma telaşı babında yumuşamayı
birbirinden ayırmalıyız. Muhalefetin sırtında yumurta küfesi yok.
Rize mitingi, CHP’nin zamanlaması ve yeri doğru belirlenmiş şık bir
hamlesi oldu. Özgür Özel’in cezaevinde Demirtaş’ı ziyareti,
yumuşamada tam saha presin işareti.
Akıl, yumuşak bir rekabetin iktidara da muhalefete de yarar
sağlayacağını gösteriyor.
Tabii bu arada 3’üncü parti çıkabilir.
AK Parti’nin azgın muhalifleri ve umudunu kaybetmiş gençler ya mevcut muhalefet partilerden birine ya da yeni bir lidere azgın destek verebilir. Bunu unutmamak lazım. CHP ve AK Parti ava giderken, - yapalım derken ANAP, DYP gibi tarihin partiler çöplüğüne atılabilir.