Roma seyahatinin faturası Ekrem İmamoğlu’na kişi borcu olarak çıkarılıp ödetilmelidir...
Ekrem İmamoğlu ve ekibi birkaç yıl önce yaptığı olaylı Karadeniz seyahatinden ders almamışlar hatta vites büyütmüşler; bu kez özel uçağı kiralayıp 40 küsur...
Ekrem İmamoğlu ve ekibi birkaç yıl önce yaptığı olaylı Karadeniz
seyahatinden ders almamışlar hatta vites büyütmüşler; bu kez özel
uçağı kiralayıp 40 küsur gazeteci ile Roma’ya gitmişler.
Gazeteciler arasında İsmail Saymaz’dan Nevşin Mengü’ye muhalif elit
gazeteciler var. Fenomen hepsi hemen hemen.
Tartışmalar malumunuz, kimlerin katıldığı neler yiyip içtiklerini
size anlatıp vaktinizi alacak değilim. ‘Eğer parasını biz
ödediğimize göre ne yaptıklarını da bilseydik’ diyenlerdenseniz siz
de haklısınız, ama yine de işin esasına odaklanalım derim.
Her siyasetçi halkın parasıyla kendine yandaş medya yaratmak ister,
istisnaları yok değil ama dünyanın her yerinde böyle. O yüzden
Amerika gibi medeni, gelişmiş ülkelerde bu konuyu düzenleyen sıkı
kurallar var. Öncelikle ABD başkanı da olsanız attığınız her adım
harcadığınız her kuruş denetime tabi.
Gazetecilerin siyasilerle ilişkileri ve seyahatlere katılmasının
çok sıkı kuralları var. Mesela Amerikan başkanlık uçağına binecek
herkes başkanın kendisi hariç para ödemek zorunda hem de first
class parası ödeniyor. Başkanın korumaları, danışmanlar bürokratlar
vs. o uçakta kim varsa bilet parası veya saray tarafından
çalıştıkları kurumlara kesiliyor. Bütün bu işleri Beyaz Saray
Yolculuk Hizmetleri Birimi yapıyor. Eğer başkan politika kampanyası
için başkanlık uçağını kullanıyorsa uçağın tüm masrafları partisine
fatura ediliyor. Başkanın çocuğu ya da eşi bile olsanız uçağa
bedava binemezsiniz, resmi göreviniz yoksa uçak paranızı başkanın
bizzat kendisine kesiyorlar.
ABD’de uygulanan sistemin temeli şeffaflık ve açıklığa dayanıyor.
Başkanın uçağında 12 gazeteci için kontenjan ayrılıyor ama en
önemli konu başkanın seyahatini izleyecek gazetecileri Beyaz Saray,
başkan ya da herhangi bir devlet kurumu belirlemiyor, daha doğrusu
belirleyemiyor. Yani İmamoğlu gibi uçağı yandaşları doldurup
gezemiyorsunuz. Uçağa binecek gazetecileri bir meslek örgütü olan
Beyaz Saray Muhabirleri Derneği belirliyor. Burada sıkı
düzenlemeler var, gazeteciler uçağı dönüşümlü binebiliyorlar, tabii
ki uçağa binen de first class fiyatından para ödemek zorunda.
Uçakta yedikleri içtikleri seyahat boyunca yaptıkları tüm
harcamaları kendileri ödemek zorunda; yani ABD başkanının uçağına
binip haber takip etmek çok pahalı bir şey. Bu yüzden birçok medya
kuruluşu ABD Başkanı’nın uçağına binmek istemeyebiliyor. Bir diğer
kritik uygulama da şu; uçağa binen gazeteciler özel haber
yapamıyor, uçaktaki açıklamalar, röportajlar ortak havuza
aktarılıyor ve herkes o haberleri kullanıyor. O yüzden başkan ya da
danışmanlar kendilerine yandaş bir ekip oluşturup devlet
imkanlarıyla gezip tozamıyor.
Tekrar Türkiye’ye dönersek eskiden siyasilerin seyahatlerini
muhabirler izlerdi ancak AK Parti çok şeyde olduğu gibi bu alanda
da kendi tekelini inşa etti. Erdoğan uçağına sadece sevdiği
isimleri aldı ilk dönemlerde ama az da olsa renklilik vardı. 2012
sonrası Erdoğan’ın uçağına binmek bir imtiyaz haline geldi.
İmamoğlu‘nun lüks Roma seyahati sonrası Ahmet Hakan ve Hilal Kaplan
gibi bazı gazeteciler, hemen biz cumhurbaşkanının uçağında paramızı
kendimiz ödüyoruz gibi argümanlara sığınıp İmamoğlu‘na yüklendi.
Her zaman olduğu gibi AK Parti’ye yakın bu gazeteciler yine yalan
söylüyor çünkü Başkan Erdoğan’ın uçağına binmek için öncelikle
Külliye’den tasdiklenmeniz gerekiyor; yani öz hakiki yandaş
değilseniz hiç şansınız yok. İkincisi Başkan Erdoğan’ın ultra lüks
uçağına para ödemiyorlar, orada yedikleri first class yemeklere
de.
ABD örneğini hatırlayın; bırakın yemeği, içtiğiniz suya bile first
class parası ödüyorsunuz. Ahmet Hakan ve Hilal Kaplan gibilerin
haklı olduğu tek konu var; gazetecilerin otel parasını kurumları
ödüyor, yemeklere gelince teoride gazeteciler ödüyor ama pratikte
öyle olmuyor.
Erdoğan’ın yakın kurmaylarından birisi mutlaka o gazetecilerin
yemek parasını ödüyor, bu arada şunu not edelim: Özellikle ABD’ye
geldiklerinde birden fazla öğünde ünlü etçilere gidiyorlar,
oralardaki fiyatların ne kadar yüksek olduğunu söylemeye bile gerek
yok tabii. O faturaları da vatandaş ödüyor.
Şöyle söyleyeyim; eğer cumhurbaşkanlığı, dışişleri bakanlığı ve
diğerlerinin hesapları alıcı gözle incelense neler çıkar neler
mesela. Ünlü bir bürokratın dışişlerine ödettiği yemek faturasının
orta büyüklükte bir ilçeyi doyuracak kadar yüksek olduğunu
söylemeliyim. Kısacası Başkan Erdoğan’ın uçağındaki gazetecilerin
de masrafı vatandaşın sırtında. AK Parti Hükümeti’nin başlattığı
bir uygulama daha var. Her bakan artık özel uçakla seyahat ediyor,
seyahatine de mutlaka birkaç yazar davet ediyor, onların uçak
biletleri dahil tüm masrafları bakanlık tarafından karşılanıyor;
başkan ya da bakanlar böyle yapar da belediyeler durur mu! Onlar da
resmi seyahat adı altında uçak dolusu isimle seyahatler yapıyorlar
ve her türlü harcaman milletin sırtında hal böyle olunca da
gazetecilerle siyasiler arasında mesafe kalmıyor dolayısıyla en çok
yalakalık yapan uçağın baş köşesine yerleşiyor.
Yeri gelmişken bir şeyi daha hatırlatayım. ABD’de Türkiye’deki
kadar bol miktarda VİP uçak yok. Başkan Erdoğan’ın 13 uçağına karşı
Biden‘ın iki uçağı var, onlar da yedekli kullanılıyor. Uçaklar
bugün itibari ile 35 yaşındalar ve yaşlandıkları yönünde ciddi
eleştiriler var. Bakanlar, milletvekilleri ya da belediye
başkanlarının özel uçakla seyahat etmesi konuşulmaz bile. ABD
Kongresi, kongre başkanı, milletvekilleri, senatörler ya da üst
düzey bürokratlar tarifeli uçaklarla seyahat ediyorlar. Aslında
mevzuat kongre üyelerine business class uçma imkânı veriyor ama
seçmen lincinden korkan siyasiler bu hakkı kullanmıyor. Kongre
üyelerinin ya da üst düzey bürokratların seyahatleri sıkı
denetimine sahip. Savunma bakanı ve komutanlar da keyfine göre özel
uçakla uçamıyor, devlet görevi bile olsa bu uçuşlar sıkı
prosedürlere sahip. Mesela devlet göreviyle uçulsa bile eğer
gidilecek yere bir ABD firması uçuyorsa bilet oradan ve en uygun
tarifeden alınmak zorunda. Kamu görevlileri geçerli bir sağlık
gerekçesi yoksa business class uçamıyor, başkan bile olsanız kamu
kaynaklarınızı kafanıza göre kullanamıyorsunuz. Başkan, bakan ya da
belediye başkanıysanız uçağa, VIP otobüse atlayayım gazetecileri
ağırlayıp kendi propagandamı yapayım diye düşünemiyorsunuz
bile.
İmamoğlu‘na gelince halkın kendisine verdiği desteği okuyamıyor;
oysaki aldığı oy Başkan Erdoğan ve AKP’ye duyulan öfkenin sonucu.
Eğer İmamoğlu da Erdoğan’ın yaptıklarını yapacaksa seçmen neden ona
niye oy versin ki? Aslı varken çakmasına neden itibar etsin!
İmamoğlu eleştiriler üzerine “Gerekli dersleri çıkaracağız”
şeklinde beyanlarda bulundu; ancak çok da umutlu olmamak gerek,
zira iki yıl önceki olaylı Karadeniz seyahati sonrasında da benzeri
ifadeler kullanmıştı. Dolayısıyla ABD’ye benzeri bir düzenlemeye
gitmediğimiz sürece Başkan Erdoğan gider, Başkan İmamoğlu gelir,
onlar gider başkası gelir ve her gelen kendi yandaşlarına torpil
geçer. Bu kısır döngünün kırılması lazım. Yoksa ülkeye ve
gençlerine yazık olacak.
Bu arada Ulaştırma Bakanı Uraloğlu da Roma’ya bir uçak kiralamış
daha doğrusu kiraladığını iddia ediyor ama Ali Mahir Başarır‘a
göre, CHP Grup Başkanvekiline göre; Bakan Uraloğlu Erman Ilıcak’ın
şirketi olan Rönesans Holding’in özel uçağıyla gitmiş tabii. Bu
Rönesans Holding kim derseniz Cumhurbaşkanlığı Külliyesini, şehir
hastanelerini ve daha bir çok kamu özel iş birliği ortaklığını
yapan Türkiye’nin son yıllarda gelişen en büyük inşaat
şirketlerinden birisi. Burada şunu söylemek lazım; sayın bakan iş
yaptığı şirketin özel uçağıyla niye gidiyor, buna kira ödendi mi,
beleş gidiyorsa başka şekilde mi ödenecek? Yani sayın Bakan
Uraloğlu iş yaptırdığı bir özel şirkete ait uçakla dış topraklarda
başka bir yere uçup, sonra o şirketin hak edişlerinde fazla ödeme,
usulsüz ödeme yapılmayacağını nasıl garanti edebilir?!
Allah aşkına babanız dedeniz traktöre biniyordu ya da belki
traktörü bile bile yoktu. Yahu ayıptır. Bu halkın sırtından inin
artık. Binin normal bir sefere gidin. 500 $ - 1000 $ neyse bileti
alın gidin, ne oluyoruz! Yetti yahu. En son milleti şizofren
yapacaksınız.
Son olarak CHP Genel Başkanı Özgür Bey yumuşamayı, normalleşmeyi
bir kenara bırakıp erken seçime götürmelidir ülkeyi. Ülkede emekli
askerlerin dahi konuşmasını yasaklayıp ceza getirmeyi planlayan bir
iktidarla, düşüncesini açıklayan vatandaşını etki ajanı deyip içeri
atmayı planlayan bir yönetimle, şeffaflıktan korkan her
hukuksuzluğu her usulsüzlüğü devlet sırrı ambalajında kanun çıkarıp
fikir savaşçılarını ve entelektüellerini içeri tıkmayı gelenek
haline getirmek üzere olan bir partiyle ya da erkle neyi
yumuşatacaksınız! Halkın bilgi alma hakkı elinden alınıyor, siz
siyaset yapacaksınız öyle mi? Bırakın Allah aşkına. Kendinize gelin
ey Özgür Özel ve CHP. Ağzını açan, fikrini açıklayan neredeyse
içeri tıkılacak, siz Ankara’da saç taramakla meşgulsünüz. Tarih
sizi affetmeyecek.
Son söz: Güvenliği sağlamak için özgürlüğü feda edenler, sonunda
ikisini de kaybederler.
Not 1: Kağıt üstünde verdiğimiz eğitimle dünyaya hava atacağız diye
dayattığımız 12 yıl zorunlu eğitim garabetinin bizi getirdiği
noktayı nedense bir türlü kavrayamıyoruz. İşimize gelince Batıcı,
işimize gelmeyince Batı karşıtı oluveriyoruz.
Utanmasak üniversite eğitimini, yüksek lisans ve doktorayı dahi
zorunlu hale getireceğiz. Baksanıza öğretmen olmaları için
doldurduğumuz fakültelerden mezun ettiğimiz gençlere dün mülakat
zulmünü layık görürken o yetmemiş gibi şimdi de “Sizi biz bir süre
daha eğitelim, bakalım öğretmenliğe layık mısınız, değil misiniz”
diye yeni bir süreç getirme hazırlığındayız.
Not 2: Bu gençler yıllarını harcarken öğretmenliğe uygun olup
olmadıklarını tespit edemeyen fakülteleri kapatalım gitsin
bence…
İyi giden şeyleri bozmakta üstümüze yok.
5+3+3 şeklinde 100 yıllık başarılı deneyimimizi bir kalemde çöp
ettik. 8 yıllık mecburi eğitimle -İmam Hatip düşmanlığı ile- Meslek
Liselerinin dibine dinamit koyarken rövanşında da Anadolu
Liselerinin kalitesini yerle bir ettik. Kökü 1955 Maarif
Kolejlerine dayanan bu okullar 1993 yılına gelindiğinde ülke
genelindeki sayısı 193’tü. 2011 sonrası ise binlerce okul bir
gecede Anadolu Lisesi’ne çevrildi ve doğal olarak eski halinden
eser kalmadı. Yapılan yanlıştan dönme adına bir sürü proje okulu
açıldı ama nafile. Güya sınavla girilen bazı proje okullarına bugün
sınavda %90’lık dilime ancak girebilen öğrenciler gidiyor. Varın
gerisini siz düşünün.
Not 3: 4+4+4 derken belki de en iyi becerdiğimiz ilkokul eğitimini
bile sabote ettik. 5. Sınıfları sınıf öğretmenlerinden alarak
çocukları en kritik eşikte bocalama ile baş başa bıraktık.
Sınıfta kalmayı 1999 ve sonrası çıkan yönetmeliklerle imkansız hale
getirerek güya EŞİTLİK adına mevcut eğitimle alakası
olmayan-olamayacak yüzbinlerce çocuğu zorunlu olarak 7 sene daha
dört duvar arasına hapsettik.
Hiçbir şey öğretemiyoruz ama hala “İntegral olmadan matematik
olmaz!” diye bağırıyoruz.
Öğrenme isteği ve arzusu taşımayan yüzbinlerce öğrencinin bir arada
tutulmasının sonucu okullarda şiddet aldı başını gitti. Bugün
eğitimcilerin elinde kendilerini koruyacak hiçbir araç yok.
Mesela 90’lı yılların sonlarına kadar bu ülkede bugünküne benzer
problem çıkaran öğrenciler anında örgün eğitim dışına çıkarılırken
bugün öğrenci ne yaparsa yapsın uyarı, kınama bilemediniz 1-2 gün
uzaklaştırma cezası ile paçayı kurtarabiliyor.
Not 4: Öğretmenin sürekli itibarsızlaştırıldığı ortamda öğretmenler
de haklı olarak pek çok şeyi görmezden geliyor çünkü öğrenci ile
karşı karşıya geldiklerinde haklı-haksız öğrenci değil, öğretmen
suçlu bulunuyor.
Pek çoğunuz hatırlayacaktır, 3-4 sene önce bir meslek lisesinde bir
öğretmen ders sırasında öğrencileri tarafından yaka paça tutulup
çöp kovasına atılmış ve olay sosyal medyaya servis edilmişti. Tüm
Türkiye günlerce ana haber bültenlerinde bu olayı konuşmuştu.
Olayın evvelinde öğretmenin tüm disiplin şikayetlerinin boşa
çıktığı, öğrencilerin öğretmeni dışarıda da taciz ettikleri hatta
arabasına zarar verdikleri ortaya çıkmasına rağmen çoğunluk “Bu
nasıl eğitimci?” tepkisi vermişti.
Nitekim olayın kamuya mal olması sonucu yapılan soruşturmada da öğrenciler basit cezalarla kurtulurken sınıf hakimiyetini sağlayamamak ve öğretmenlik mesleğinin saygınlığını koruyamamaktan öğretmene ceza kesilmişti.
Ne güzel dünya… Öğretmeni koruyacak hiçbir mekanizmanın olmadığı bir ortamda mesleki saygınlığından bahsetmek!..
Geçen hafta sabıkalı bir psikopat, bir kuryeci genci hiçbir
sebep yokken defalarca bıçaklayarak öldürdü. Bir başka genç komi
olarak çalıştığı restoranda müşterilerden dayak yediği için ayrılıp
benzin istasyonunda çalışmaya başlarken orada da gece vardiyasında
bir başka psikopat tarafından bıçaklanarak hastanelik edildi.
Trafikte her gün onlarca maganda birilerini taciz ediyor. Hastane,
okul, sokak, trafik her yerde şiddet kol geziyor. 90’lı yıllardan
bildiğimiz mafya çatışmaları her akşam haber bültenlerinde kendine
yer buluyor.
Siz daha okulda iken suç-ceza-ödül mekanizmasını doğru
işletemezseniz işte gelinen nokta da bu olur. Ülke kovboy
filmlerindeki Teksas’a dönmüşken bize de köşelerimizde ağlamak
düşer.
Sonrada maç çıkışı kadınlara ve çocuklara dahi acımasızca saldıran
holiganları görünce “Aaa bu da olur mu?” diye saçma sapan tepki
veririz.
Olur arkadaş hem de bal gibi olur!..
Not 5: Hatıralarımız zaman içinde değişir. Kendi hayatımızın doğru
bir tanığı olmak imkansızdır. Farkında olmadan zaman dilimi
hataları yapar, başka zamanlardan ayrıntılar ekler ya da zaman
dilimlerini karıştırarak bir anıyı daha önceki bir zamana, mevcut
hikayemize daha iyi uyduğu bir zamana taşırız. Dolayısıyla anılar
hatırlanmaktan çok hayal edilir.
Not 6: Şu yorgun çağ gitsin,
yeni çağı bir aşk uğruna yoracaklar gelsin.
Sezai Karakoç