Gazzelim..
Dökülüyor her gün kutlu kanınız / Kalmadı bedenden çıkan canınız/ Sarıldı her yerden dört bir yanınız / Söylenecek kelam bitti Gazzelim
Dökülüyor her gün kutlu kanınız / Kalmadı bedenden çıkan canınız/ Sarıldı her yerden dört bir yanınız / Söylenecek kelam bitti Gazzelim
Mescid-i Aksay'ı koruyorsunuz / Ölseniz de orda duruyorsunuz / Zalimleri kalpten vuruyorsunuz / Katilleri rezil etti Gazzelim
Daim başınıza çorap ördüler / Size yapılanı her gün gördüler / Cahil Müslümanlar bakar kördüler / Herkesi girdaba itti Gazzelim
Gavur, Müslüm halklar sefere çıkmış / Bizi yönetenler bak seyre çıkmış / Şehitlerin ruhu gör Arş'a çıkmış / Şehitler cennete gitti Gazzelim
Gazzeli sen mazlum mübarek halksın / İnsanlık durmasın ayağa kalksın / Yeter bu soykırım ortadan kalksın / Nazari canına yetti Gazzelim.
Gazzeliler halk olarak çaresizlikten kıvranmakta olanlara, tercüman olmak ve yaşananları şiir lisanıyla anlatmak istedim.
Filistin davası, dünyada belki de en uzun soluklu bir dava olup sözüm ona sahiplenildiği söylenilen başka ülkelerin insanına direniş sembolü olarak anlatılan ancak bir arpa boyu yol alınamayan yer Filistin'dir Gazze'dir.
Türkiye'de cami imamlarının hatiplerin en çok konuştuğu radikal söylemlere konu olan hutbelerden kulakları sağır edercesine bağırdığı minberleri titrettikleri konu Filistin'dir Gazze'dir.
İslam dünyasının halklarının mazlumun yanında, yöneticilerinin zalimin yanında yer aldığı yaşanan soykırımın söylemler ve kınamalarla geçiştirildiği davanın adı Filistin'dir Gazze'dir.
Hakların bir şişe kolayla, bir paket mendille, çikletle, çikolatayla boykota alıştırıldığı, devletlerin sınır tanımaz bir vaziyette dünyaya kan kusturan Katil İsrail ile en yoğun ticaretini devam ettirdiği yerin davanın adı Filistin'dir, Gazze'dir.
Mazlumun gönlünde bir umut yeşertecek belki de birçoğunun canlarıyla kanlarıyla bedel ödeyip uygulanan ablukayı kırmak için bir nebze olsun insanlıktan nasibi olmayanlara insanlık dersi verecek olan dinli dinsiz en büyük özellikleri insan olan aktivistlerin sebep olacağı davanın adı Filistin'dir Gazze'dir.
Tam da bu noktada Müslüman coğrafyanın siyasi haritasına bakmak gerekiyor, on yıllardır aynı koltuklarda oturan krallar, emirler, sultanlar ve devlet başkanları var. Kimisi kırk yılı, kimisi yarım asrı devirmiş, sarayların gölgesinde, uçsuz bucaksız servetlerin konforunda yaşıyor. Siz ölmeyecek misiniz? Zaten iktidara doymuşsunuz, buna rağmen bu korku, bu hesap kitap Neden? Sormayalım mı?
Yaşları yetmişi, sekseni, doksanı bulan bu yöneticiler hâlâ protokol fotoğraflarında çamaşır ipinin mandalları gibi yan yana diziliyor. Yıllardır süren iktidarlarını bırakıp tek bir onurlu adım atamayan bu kadrolar ümmetin yükünü omuzlamak yerine sarayların ve sonsuz konforun ihtişamında oyalanıyor. Oysa ömür sınırlıdır, hiçbir servet son nefeste taşınmaz, yetki emanettir ve emaneti hakkıyla taşımak iman ve o imanı sırtlayan cesaret ister. Bu ataleti en açık biçimde gösteren karşılaştırmalardan biri beğenmediğimiz Avrupa’dan geldi, İspanya savaşın ilk aylarında Filistin devletini resmen tanıdı, uluslararası mahkemelerde İsrail’in saldırılarını soykırım olarak inceleyen dosyalara destek verdi, bazı ekonomik iş birliklerini askıya aldı, Güney Afrika Lahey’de dava açarak sorumluluk talep etti. Bu ülkeler kendi çıkarlarını tamamen bir kenara bırakmasalar da hukuki ve diplomatik riskleri göze alarak tutum belirledi. İİT’nin elli yedi üyesi bir araya gelip kınama metinleri üretmenin ötesine geçemiyor, oysa teşkilatın doğuş gerekçesi Kudüs’te Mescid-i Aksa’ya yönelen kundaklamaya karşı bir iradeydi, bugün Gazze’nin yıkımı karşısında bu irade gösterilemiyor.
Bugün Filistin’in kaderi yalnızca diplomatik masalarda değil Müslümanların zihnindeki konfor eşiğinde belirleniyor, Gazze’nin geldiği hal dahi bizi yerimizden kımıldatmıyorsa daha neyin harekete geçireceğini sormak gerekir, asıl soru burada başlıyor, hiç mi bir şey yapamazdık?
Öfkeyi duymak kolaydır, kınama zaten herkesin başvurduğu en kolay tepki… Fakat hakikate sadakat iradenin kararlılığıyla ölçülür, Gazze’deki kıyım karşısında öfke duyup eylemin maliyetinden kaçınmak adaletin kelimeler arasında boğulmasına izin vermektir.
Bu tereddütlerin ardında çoğu zaman imanımızın zayıflığı ve korkularımızın ağırlığı vardır.
Cesaret inancın dünyaya açılan yüzüdür, onu diriltmeden kınama cümleleri gerçeği kurtaramaz.
Bu bir teselli arama yazısı değil. Görünen bir gerçeği işaret etme yazısı.
Dünya bu kadar ıssız, bütün devletler sinmiş, korkmuş…
Böyle bir dünyadan Filistin için Gazze için umut olacak bir iş sadır olmaz.
İster sağdan sola toplayın ister yukarıdan aşağıya.
Demek ki bir tane devlet var dünyada.
İsrail.
Kimin izzet-i nefsine dokunursa dokunsun.
Hatta mümkünse dokunsun.
Bir tek onun dediği oluyor. Bir tek o yapmak istediğini yapıyor.
Ya Rabbi, Filistin ve Gazze halkına layık görünen bu zulme rıza gösteren destek veren her ferdi her devleti ıslahı mümkünse ıslah eyle. Değilse Kahhar isminle kahreyle. Gücünün elinin ve dilinin yettiği kadar mazlum Gazzelilere destek verenleri de aziz eyle hidayet nasip eyle. Amin.
Not 1: ‘Anormal bir duruma karşı verilen anormal bir tepki normal bir davranıştır’.
Viktor Frankl
Not 2: Dışarıda orta sınıfa hizmet veren yerlerde yiyip içmenin tatla pek ilgisi kalmadı...
Yavanlık ve ucuzculuk her yere hâkim olmaya başlıyor.
Üstelik işletmeler fiyatlara sürekli zam yapıyorlar ama yiyeceklere tat gelmiyor.
Okullar mı?
Öğretmenler velilerin aşırı müdahaleci olmasından şikâyetçi...
Haksız değiller...
Veliler ise öğretmenlerin ikide bir mesaj gruplarına attıkları "istek listeleri" hariç her şeye kayıtsız kaldıklarını düşünüyor...
Bazı bildiğim şeyler, velilerin de haklı olduğunu düşündürüyor.
Ne olacak bu işin sonu?
Hiç!
Böyle gider.
Not 3: Gazze'ye kalkan gemiler, gittikçe azalmakta olan dünyayı kurtarmaya çıkmışlardı. Dünya o kadar azalmıştı ki, bu kadar gemi onu kurtarabilir miydi? Alain Badiou, 'Logics of Worlds' kitabında, azalan bir dünyada yaşadığımızı yazmıştı. Yıpranmış, kötüleşen, tükenmiş bir dünya ile henüz hesaplanabilir veya öngörülebilir olmayan dünya arasındaki bir dönemdeydik. Badiou'ya göre dünyayı görünen kılan şey adaletti. Dünyasız bir zamanı deneyimlediğimiz üzerinde duruyordu, bu yüzden durgun bir huzursuzluk, ya da huzursuz bir durgunluk içindeydik. Hareket ve değişim yanılsaması yaratan titrek statik bir görüntüye kaptırmıştık bakışımızı. Adorno'nun "ev bitti" sözüyle uyumlu bir haldi bu. Herkes bu dünyada her zaman dışsal olmasa da içsel bir sürgünlüğü yaşıyordu.
Not 4: Aşk, dünyasız bir zamansallıkta yaşayan günümüz rasyonel insanı için korkutucuydu. Çünkü bu dünyasız zamanda, bencillik kaçınılmaz bir arayıştı. Çağdaş yaşam, tekil varlığımızın süresini ve içeriğini ne pahasına olursa olsun korumak üzerine kuruluydu. Sağlık ve güzellik yatırımlarındaki artış, uzun ömür arayışları, dijital tabutluklarda rüya görür gibi fantezilerle uykuya dalmış bir insanlık... Bir yanda bu imgeye hapsolanlar, diğer yanda bir parça ekmek uğruna ölümüne mücadele edenler. İyi bir vatandaş-tüketici olmak, dünyayı geçici zevklerin boş kabuklarından oluşan bir çöp yığınına indirgemekti.
Not 5: Gerçekten "seni seviyorum" demek, bir gerçeği belirtmek, bir bilgi parçası iletmek değil, beklenmedik bir şekilde ve hesaplama veya geri dönüş garantisi olmadan günümüze söylenen bir "tutkuyu" kabul etmekti. Ekonomik değildi, karşılığı olmayan saf bir harcamaydı. Tamamen öznel bir deneyimdi, tıpkı hayat gibi.
Not 6: Badiou, aşkın vaat ettiği şeyin, hayal ettiğimizden sonsuz derecede daha fazlasını yapabileceğimizi keşfetmenin kışkırttığı eşsiz neşe olduğunu söylemişti. Şarkılarımızda ya da şiirlerimizdeki melankoli, tam da bu eşsiz neşenin kaybı ya da engellenmesiyle ilgiliydi.
Yusuf Atılgan'ın 'Aylak Adam' romanında, Tünel'de Güler'le yürürken Aylak Adam içinden şöyle diyordu: "Bir gün sana dünyada dayanılacak tek şeyin sevgi olduğunu öğretecem." Dayanmak tamam, yaratacak olan da...
Not 7: Beleş darının güvercini çok olur..
Not 8: Bazen doğru tartması için teraziye hile katmak gerek.
Not 9: Almanya’da, İngiltere ve Amerika’da aşırı sağcıların yükselişi durdurulamıyor…
Batılı Hükümetler Rusya’ya karşı savaş kışkırtıcılığı yapıp, savaş bütçesini artırırken, sosyal devleti de tahrip etmeye devam ediyor. Bunu fırsat bilen aşırı sağcı partilerse dışlanıp kenara itilenleri sahipleniyor…
Not 10: Sanki biraz sonra ağlayacakmışsın gibi sürekli.
Hani yağdın yağacaksın
Ama yüreğin böyle
Hep bulutlar, bulutlar..
Not 11: Dedi ki sen şairsin, elindeki bu taş ne?
Dedim ki şair aşka boyun eğer, zulme değil.
Not 12: Bazıları vardır ki az konuşurlar ama o bile çoktur.
Cahit Zarifoğlu
Not 13: Her yara izi bir kelimedir; nasırlaşmış her avuç içi ise uzun ve çetin bir cümlenin şahidi. Hayat, derslerini pürüzsüz ruhlara değil, bu izleri taşıyan bedenlere yazar. Zira bilgi raflarda duran bir nesnedir; fakat bilgelik, ancak ateşten geçerek, düşerek, kırılarak ve yeniden doğrularak ruha nakşedilen bir desendir. Bize bunu tecrübeden başka kimse öğretemez.
Tavsiyelerle dolu bir dünyada yaşıyoruz. Başarıya, aşka, mutluluğa giden yolları tarif eden binlerce levha var önümüzde. Okur, başımızı sallar ve aydınlandığımızı zannederiz; ta ki o yola tek başımıza çıkana dek. Birisi size "yanlış insanlara güvenme" diyebilir, fakat ihanetin o soğuk hançeri kalbinize saplanmadıkça bu cümlenin ağırlığını tam manasıyla idrak edemezsiniz.
Not 14: Çoğu zaman ıstırap suretinde karşımıza çıkar tecrübe. Hayal kırıklıkları, mağlubiyetler, ayrılıklar… Konforun öğretemeyeceği ne varsa, hepsi rahatsızlığın o zorlu mektebinde talim ettirilir. Kaybedilen bir iş, kariyer planlama seminerlerinin öğretemeyeceği bir dirayeti ve metaneti kazandırır. Yıkılmış bir gönül, kişisel gelişim kitaplarının satır aralarında bulunamayacak bir kendini tanıma dersi verir. Acı, teoriyi içselleştirmenin en kudretli aracıdır; sizi değiştirir, dönüştürür ve sizi siz yapan harcı yoğurur.
Not 15: Fakat tecrübe, her zaman adil veya şefkatli bir öğretmen değildir. Tek başına tecrübe, insanı daha bilge kılmaya yetmez; onu katılaştırabilir, korkaklaştırabilir veya kinle doldurabilir. Onu travmatik bir anıdan bir bilgelik pınarına dönüştüren yegâne iksir, tefekkürdür. Her hadiseden sonra durup kendine sormayan ruh, aynı daire içinde dönmeye mahkûmdur: Neyi yanlış yaptım? Bundan ne öğrendim? Bu yaşadığım beni nasıl bir insan haline getirdi? Tefekkürsüz bir tecrübe, sadece yaşanmış bir olaydır. Tefekkürle demlenen bir tecrübe ise geleceği aydınlatan bir kandile dönüşür.
Bugün, her türlü acıdan ve riskten arındırılmış, pürüzsüz hayatlar tasarlamaya çalışan bir medeniyetin eşiğindeyiz. Konfor alanlarımızdan çıkmaktan, başarısızlığın o yakıcı utancını tatmaktan imtina ediyoruz. Oysa bilmeliyiz ki, yarasız bir ruhla inşa edilecek her gelecek, sığ ve kırılgandır. Yaşayarak öğrenmeyi reddeden bir nesil, devasa bir kütüphaneye sahip olan ancak okuma bilmeyen birine benzer.
Bu yüzden hayatın davetinden kaçılmaz. Acıdan imtina etmek, pişmekten ve tamamlanmaktan vazgeçmektir.
Not 16: Irmağı dağlara doğru akıtmak. Ovalar suyu beklerken biz ne yapıyoruz? Irmak nereye akıyor? Eğitime ayrılan bütçeleri biliyoruz. Harcanan bütçeler ırmağı tersine akıtmak gibi değil de nedir? Yüz binlerce işsiz üretmek nasıl izah edilebilir? Elimizde suyumuz var ama toprak susuzluktan çatlıyor. Eğitime de milyarlar harcanıyor ama elimiz boşa çıkıyor. Genç nüfusumuz göz kamaştırıyor ama üretime dâhil edemiyoruz.
Nice ırmağın yatağını değiştirdik. Ziyan edilen kaynaklar, ehli olmayana teslim edilen makamlar… Yüz binler ovalarda suyu bekliyor. Peki, ırmak nerede? Tersine döndürüldü. Elinde diploması ile bekleyen gençlerimizin umudu kaldı mı? Sanırım onlar hâlâ suyu bekliyor. Oysa o su gelmeyecek! Suyun yönü değişti. Kronik hiçbir sorundan bahsetmeye gerek yok. Teşhis çoktan yapıldı. İyileşme isteniliyor mu, istenilmiyor mu? Tablo ortada. Hâlimiz belli.
Not 17: Söylenecek çok söz vardır. Ancak söz söylemek çare değildir. Neticeye bakıyoruz. Sınırlı bir kesimin tarlasını suladığı, kalan kısmın ise su sırasını beklediği ama bir türlü o sıranın gelmediği bir durum. Mahsul yandı, zayi oldu. Biz şimdi yeniden ekim için ümitlendik. Güneş her gün doğuyor, su akıyor, toprak kıvamını buluyor, tohum ekim zamanını bekliyor.
Eğitim kendi doğallığı içinde yürütülmelidir. Takıntılara, ideolojik saplantılara, kayırmacılığa, belli bir zümrenin çıkarına, siyasî hesaplaşmalara kurban edilemez. Zorla yani tersine bir istikâmetle bir yere varılamaz. Su yatağında akmalı. Irmağı tersine akıtmak akıl tutulmasıdır. Belki yıllardır yapılan buydu. Şimdi “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” ile ırmak yatağında akacak. Bekliyoruz.