Not 1: o iyi erkekler, o iyi kadınlara binip gittiler…

Not 2: Türk milleti olarak başımıza gelen her şeyi sonuna kadar hak eden bir toplumuz.

Not 3: Risk primi 350 nin altına düşmüş. Mehmet bey iyi gidiyor şimdilik. Bence kıyamet ak parti İstanbul, Ankara ve Antalya belediye seçimlerini alamazsa kopar. Alırsa imf programına devam. Yoksa o zaman şimşekler çakar.

Not 4: Faizler yükseldikçe, piyasanın kredi talebi düşüyor. Ekonomide yavaşlama geniş halk kesimlerine yansıyacak. İşsizliğin arttığı, enflasyonun da düşürülemediği son derece stresli bir kusursuz fırtına yaklaşıyor.

Faiz artışları 6 aydır sürüyor ama yukarıda bahsettiğim nedenlerle bu artışların yavaşlatıcı etkisini Ekim ayından itibaren gözlemlemeye başladık ve bu etkinin giderek sertleşeceğini biliyoruz. Peki, bu yavaşlamanın geniş halk kesimlerine etkisi ne olacak? Doğrudan etkisi işsizlik. Yedek işgücü ordusunun büyümesiyle, aktif işgücünün ücretleri baskılanacak ve dolaylı etki çalışan yoksulluğu olarak görülecek. Tüketici borçlarını ödeyemeyecek olanlar da cabası.

Benzer deneyimi, 2018’de Rahip Brunson Krizi’nden sonra faizler sert şekilde yükselince yaşamıştık. Haziran 2018’deki işsiz sayısı 3,3 milyonken, ağustos ve eylülde döviz şoku patlamış, Ekim ayında faizler artırılmış ve Mart 2019’da işsiz sayısı 4,5 milyona çıkmıştı. Üstelik bu zaman diliminde politika faizi yüzde 18’den yüzde 25,5’e toplamda 750 baz puan artırılmıştı. Mayıs 2023 Seçimleri’nden bu yana politika faizi yüzde 8,5’ten yüzde 35’e toplamda 26 bin 500 baz puan artırıldı ve artışlar devam edecek. Bu artışların işsizlik üzerindeki etkisi 2018-2019’da görülenden çok daha sert olacak.

Not 5: 770 Akaryakıt istasyonu bulunan İngiliz Petrol devi BP, 770 lisans hakkını Petrol Ofisi'ne devredip Türkiye pazarından çıktı. Hem de Hazine ve Maliye Bakanı kapı kapı dolaşıp, Türkiye'ye yabancı sermaye getirmeye çalışırken. 

Not 6: Eğitim daha ziyade bir kurtuluştur, bitkinin nazik filizlerine zarar veren tüm zararlı otların, zararlı böceklerin, molozların ortadan kaldırılması, aydınlığın ve sıcaklığın yaydığı parlaklık, gece yağmurunun sevgi dolu acelesidir.

Not 7: Seçim sürecinde bir yandan ekonomiyi soğutmaya çalışırken diğer yandan büyümeden taviz vermemeye çalışıyoruz. Biliyorum, olacak şey değil ama… Heterodoks da olacak şey değildi fakat bu topraklarda denendi, canımızı yaktı ve enkazını kaldırmak için geleceğimizi ipotek etmeye başladık. Belli ki Ortodoks politikalar sonunda büyüme yavaşlayacak hatta rölantiye düşecek. Bu durumda enflasyon iner mi bilemeyiz fakat işsizliğin tırmanacağı kesin. Düşen satışlar, gerileyen üretim sürecinde çok sayıda çalışan işinden olacak.
Neler yapılabilir? Yine aynı yara bandı tedbirlere hazır olun. İşverenlere “fazladan şu kadar insan işe al” denecek, “işçi çıkarmak yasak” denecek, birkaç istihdam teşviki verilecek. Ancak yine akıllara yapısal reformlar, sistemi iyileştirmeler, kamu israfını azaltmalar, emeği verimli kılmak gelmeyecek.

Not 8: richard sennett, "her bunalım, kişinin daha önce inandığı şeye inanmamasıyla başlar" der otorite adlı kitabında. son dönemlerdeki buhranlarımın, çatışmalarımın, kavgalarımın nedenlerini bundan daha iyi özetleyen bir söz duymadım henüz.

Not 9: peygamberler ve şairler sıradan halka inanabilecekleri, dinadamlarına düşünebilecekleri, siyasetçilere kullanabilecekleri “inançlar” verdiler.

Not 10: Görünmez mi olmak istersin/Yoksul olmaktan daha kestirme yolu yok bunun..

Not 11: Konut satmak isteyen çok, almak isteyen ise az... Bu eğilim giderek belirginleşecek.
Hele hele konut kredisinin çok pahalı hale gelmesi ve konutun çok az bir kısmı için kredi kullandırılması talebi iyice aşağı çekecek.
Kaldı ki konut fiyatlarındaki artış her ne kadar son dönemde o eski ivmesini kaybetmiş, hatta yer yer gerilemeler görülmüşse de, fiyatlar öylesine yüksek ve konut almak isteyen geniş kitlelerin gelir düzeyi öylesine düşük ki, talepte bir canlanma görülmesi pek de mümkün değil.
Bu yüzden konut piyasasındaki daralmanın devam edeceğini söylemek yanlış olmaz.

Not 12: İyi insanlar da var elbette. Batıda da var, doğuda da. İslam aleminde de var, Yahudilerin ve Hristiyanların arasında da. Ama öyle görünüyor ki iyi insanlar hiçbir yerde çoğunlukta değiller. Belki de çoğunlukta olsalar bile kontrolü elinde tutan kesim değiller.
Sonuç itibarıyla dünyadaki bu ümit kırıcı tabloya bakınca ister istemez “iyi” ve “kötü” kavramları üzerinde düşünmeye başlıyorsunuz. Kötülük nedir? İyilik nedir? İnsanın özünde kötülük mü var, iyilik mi? Kötülüğün ve iyiliğin kaynağı ne? Felsefenin ve teolojinin en eski soruları bunlar… Ateizmin dayanağı da bu minvaldeki bir sorudur: Mutlak iyi ve mutlak kudret sahibi bir tanrı varsa bu dünyada neden kötülük var?

Mesela Leibniz mümkün dünyaların en iyisi bu dünyadır diyordu. Yani dünyanın şimdiki halinden daha iyi bir yer olması imkansızdır. Çünkü mutlak iyi ve mükemmel varlık Tanrıdır. Yaratılmış olan varlıklar ise eksik olmak zorundadırlar. Bu yüzden insan tam iyi olamayacağından içinde kötülük vardır. Ayrıca bizim kötülük dediğimiz olumsuzluklar da bu dünyayı meydana getiren unsurlar arasındadır. Sonsuz kudret sahibi Tanrı, içinde kötülük olmayan bir dünya da yaratabilirdi. Ama kötülüğün olmadığı bir dünya insanın özgür iradeyle seçim yapabildiği bir dünyadan daha üstün olamaz. Dolayısıyla şimdiki dünya mümkün olanların en iyisidir.

Voltaire’in Leibniz’in iyimserliğiyle alay etmek amacıyla kaleme aldığı ünlü hiciv romanının Candide isimli iyimser kahramanı başına türlü felaketler geldikten sonra “Mümkün dünyaların en iyisi burasıysa diğerleri nasıldır acaba?” diye isyan eder.
Leibniz’e itiraz eden Schopenhauer’a göre, dünya şimdikinden biraz daha kötü olsaydı tamamen yaşanmaz bir yer olurdu; öyleyse “bu dünya mümkün dünyaların en kötüsüdür.” Ama mesela Hegel’e bakarsanız, bu dünya iyi bir dünyadır, çünkü aklın egemenliğindedir ve sürekli daha iyiye doğru ilerlemektedir. Buradaki keskin ayrım bu düşünürlerin hem iyilik ve kötülük kavramlarına yükledikleri anlamların hem de tanrısal varlığın mahiyetine ilişkin anlayışlarının farklı olmasından kaynaklanıyor.

Not 13: Partisindeki isimlerin kendisine en yakın olanlardan en uzağındakilere kadar hepsinden farklı bir özelliğe sahip olması beklenir liderlerden.
Ona ‘karizma’ deniliyor.
Karizma başarıyla desteklenmezse aşınıyor.
Akşener’de aşınmanın etkileri iyice kendini belli etmeye başladı.
Henüz ‘hançer’ metaforunu hak edecek çapta bir toplu olayla karşılaşılmadı İYİ Parti’de; yalnızca yönetimde yer alanlar ile milletvekilleri kapıya yakın duruyorlar. 

Bir önceki seçimde -2018- beklenen başarı alınmadığında, Akşener ilk kongrede genel başkanlığa aday olmayacağını ilan ederek çekileceğini duyurmuştu. Israrlar üzerine kararını değiştirdi. Bu defa başarısızlık ortada ve çekilme niyetinde görünmüyor.
Hançerlerin şıkırtısı uzaktan bile duyuluyorsa sebebi budur.

Not 14: Defalarca fiyaskoyla sonuçlanan tek haneli enflasyon hedefini bir kez daha ilan ediyor. 2026’ya kadar zaman ve bahane var. Hedef tutmazsa -ki yüksek ihtimal böyle olacak- o zaman “faiz faiz” diye tutturanlar hesabını verir! Bir ekonominin tek girdisinin faiz kararı olmadığını, başta hukuk ve demokrasiyle birlikte, ekonomide de bir dizi regülasyonun şart olduğunu kimse anlatamaz. Anlatan da kendi söyler kendi dinler…

Gerçek bir ekonomik büyüme; yani, kalkınma, istikrar ve üretim için o kadar çok malzeme gerekiyor ki sadece seçim kaygısı yüzünden bile bunlara el atılması mümkün değildir. Güçlü, güvenilir ve kalıcı istikrara sahip bir ekonomi için neler lazım sayalım.
En başta hukuk lazım ama yetmez, iyi bir eğitim de gerekir.
Eğitim tek başına sonuç üretmez, liyakat ve ehliyet şarttır.
Liyakat ve ehliyet tek başına eksik kalır, ortak akıl zarurettir.
Ortak akıl da yetmez geniş bir ifade hürriyeti tesis edilmelidir.
İfade hürriyetine hürriyet diyebilmek için ise gerçek bir ‘demokrasi’ lazımdır.
Demokrasi şeklen işe yaramaz; kuvvetler ayrılığı, denetim, şeffaflıkla örülmüş bir sistem olmazsa olmazdır.
Sistem de asla kendi kendine işlemez, kurumlara ve kurumsal tecrübeye riayet gerekir.

Not 15: Devletler nasıl tutum alırlarsa alsınlar çoğulcu toplumlarda sokağın vicdanı kendine, ama kolay ama zor bir mecra bulabiliyor.
Sivil toplum ve demokratik tepki konusunda sınavda kalanlar ise Arap-İsrail ihtilafının son 50 senesindeki tecrübelerinin aksine İslam toplumları. Devletler düzeyinde göstermelik tepkiler ve çok istisnai tavırlar dışında İsrail’in ciddiye alacağı ses neredeyse hiç çıkmadı.
Tam aksine Suudi Arabistan’da, Ürdün’de ve benzeri ülkelerde İsrail’e karşı örgütlü bir protesto gösterisinin o ülke rejimlerini tehdit etme riski nedeniyle Filistin’i savunmak yasaklandı dense yeridir. İran ise bilinçli ve kasıtlı bir sessizlik içinde. İslam ülkeleri içindeki hemen her konuda taraf olan Şii gelenek Filistin meselesinde yok hükmünde.

AK Parti’nin özellikle son on yılda sivil toplumu işlevsiz ve anlamsız hale getiren politikaları; Filistin konusundaki tepkinin örgütsüz, toplumsal duyguları anlamlı şekilde mobilize edemeyen duygusal patlamalarla sınırlı kalmasına neden oldu.
Sivil toplum örgütlerinin ya marjinal ya devlete entegre ya kriminalize ya da başına bir şey gelmemesi için başını kuma gömmüş bir konuma evrilmesi ihtiyaç olduğunda elimizde sonuç üretecek bir yapının kalmamasını doğurdu.

Türkiye’de üretilen kolayı meclis yemekhanesinden, THY ikramlarından çıkarıp, İsrail ordusuna silah temin eden uçak şirketleri ile anlaşmaları iptal edemeyen, İsrail’e petrol akışının ülke üzerinden gitmesine ses çıkaramayıp kahve içenleri masalarında taciz eden, ehemle mühimin yer değiştirdiği garip ve tutarsız bir tepkiler bütünüyle karşı karşıyayız.

Not 16: Rezerv eksi, kura basacak para yok. Bütçe açığı 1 trilyon olacak, zamlar gelecek, merkezin para arzı artmaya devam ediyor bu da enflasyonu körüklüyor, enflasyon arttıkça kur yukarı gidecek bunu durdurmanın tek yolu kısa dönemde faiz…
Doğmamış çocuğa don biçmeyelim derseniz doları 31-32’de verip, yıl sonu ile 2 faiz artırımı daha gördükten sonra vadelide parayı 50-55’den bağlamak mantıklı olmaz mı?

Dolar 2024 sonu 44 TL olsa 44/31 = %40 getiri sağlar. Ama 55 faiz yakalarsak döviz getirisine karşı +15 yaparsınız.

Bunlar bize yetmez derseniz size bilançosunda beklentilerden daha fazla kâr getiren şirketleri almayı tavsiye ederim.

Sözün özü 2024’ün kralı faiz indirimleri ile ABD hisse piyasaları ve eğer Şimşek kalırsa Türk tahvilleri ve borsası olacaktır.

Not 17: Son gelişmelere bakıyorum da, karapara aklayanların hacmi gerçekten çok büyükmüş. “Ülke kayıtdışı, karapara sayesinde dönüyor” diyenler çok abartıyorlar demiştim, haksızlık etmişim.

Not 18: Anayasa değişirse, AYM yetkileri kısılırsa Türkiye’de denetim mekanizmaları felç olur. Cumhurbaşkanına bir daha seçilmenin önü açılır.
Mamafih Yargıtay kararından sonra;
Koç Holding, Ford ve LG Energi batarya üretim kararını iptal etti.
BP sattı, çıktı.
Üstüne vatandaşlık da verildiği halde yabancıların konut alımı yarı yarıya düştü.
HSBC’nin de daralma kararı aldığı konuşuluyor.
Cari açığın en doğru finansmanı doğrudan yabancı yatırım sermayesidir. Oysaki Türkiye’ye artık doğrudan yabancı yatırım sermayesi girmiyor, mevcutlar da çıkıyor.

Not 19: Tarih boyunca “yüksek kültür” inşası için çabalayan insanoğlu, kendi faydası söz konusu olduğunda ötekinin hakkını gasp etmekten geri durmamış ve tarihteki pek çok eserin harcı kanla yoğrulmuş. Dağ başlarına heykeller dikip tanrılık taslayanlar, piramitler dikerek mezarlarını altınla dolduranlar, komşularını geniş otlaklardan ve ticaretten uzak tutmak için kilometrelerce uzunlukta surlar dikenler ve daha pek çokları insan istismarıyla var olmuşlardır.
Bir arabacının, yürüyemeyecek haldeki katırını vahşice kırbaçlamasına dayanamayan ve hayvanın boynuna sarılarak hıçkıra hıçkıra ağlayan, merhamet dileyen filozof Friedrich Nietzsche’nin, insanoğlunun varlığı ve kültür üzerine söylediği sözler acımızı dindirmese bile, beynimizdeki yangına birkaç damla su serper mi? Filozof bir defasında şöyle demiş: “Bizim ‘yüksek kültür’ dediğimiz hemen her şey gaddarlığın spiritüalizasyonuna ve yoğunlaştırılmasına dayanır. Benim önermem şu: Vahşi hayvanlar hiçbir zaman dinlenmeye çekilmemiştir, o yaşamaktadır, gövermektedir, o sadece tanrılaşmıştır.”
Sanırsınız ki, Nietzsche bu sözleri, dünyaya özgürlük, demokrasi ve uygarlık dağıttığını iddia eden günümüz egemenleri (ben egemen diyeyim siz tiranları anlayın) ve onların temsil ettikleri sözde yüksek Batı kültür ve uygarlığı için söylemiş. Trajik ölümüyle de insan zihninde yer eden filozofun “vahşi hayvan” vurgusu aslında azıcık düşününce “hayvandan aşağı” diye de nitelenen insanları çağrıştırıyor.

Sözde yüksek kültür ve uygarlığın mümessili vahşilerin hâkimiyetindeki bir yüzyıla girmiş bulunduğumuzu artık bütün insanlık da idrak etmiş görünüyor. Şimdi şu an, birkaç saat sonra, yarın, bir ay sonra veya bu yüzyıl boyunca güneş artık eskisi gibi doğmayacak sanırım. Bu sebeple 21. Yüzyılı karanlık çağ olarak tarif etmemiz yeterli gelmeyecek. Sonu “kıyamet”le bitecek bir döneme girdiğimiz o kadar açık ki yapacak tek bir şey kalıyor, kıyamete hazırlanmak! Yani “düşmana düşmanın silahlarıyla karşılık vermek!”

Not 20: Ve artık Mehmet Akif gibi haykırmak gerekiyor: Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem / Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem / Biri ecdadıma saldırdı mı, hatta boğarım / -Boğamazsın ki / -Hiç olmazsa yanımdan kovarım / Üç buçuk soysuzun ardından zağarlık yapamam / Hele hak namına haksızlığa ölsem tapamam / Doğduğumdan beridir, aşığım istiklale / Bana hiç tasmalık etmiş değil altın lale! / Yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum / Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boyunum / Kanayan bir yara gördüm mü yanar ta ciğerim / Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim / Adam aldırmada geç git diyemem aldırırım / Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım!

Not 21: Liderin kendisine en çok bağlı Bercht’in, Stalin’in kurbanları üzerine yaptığı bir yorum düşündüğünden daha kötü şakaya benziyordu: “Ne kadar masum olurlarsa” diye yazdı, “vurulmayı o kadar çok hak ediyorlar.”
Norman Davies, Avrupa Tarihi, sayfa 543.

Not 22: 7 Ekim'de başlayan HAMAS saldırısının sonuçlarını görmeye devam ediyoruz.
ABD'nin gelip olaya müdahil olması, bölgedeki ritmin ciddi manada artmasına neden oldu. GAZZE'nin dünya ile bağını kestiler. Suriye'nin kuzeyindeki YPG/PKK oluşumuna sınırsız destek verdiler. SİHA'mızı düşürdüler. Hava sahasını kapattılar. Bir anlamda bizi köşeye sıkıştırdılar. Rusya burada Türk Silahlı Kuvvetleri'ne kapıyı kapatan ancak İSRAİL Hava Kuvvetleri'ne 7/24 operasyon yapması ve havaalanlarını vurması için kapıyı açık tutan ev sahibi rolündeydi.

Not 23: Korkularımızın mirasçısı olan doğmamış çocuk için ağla sevgili yurdum...
O, dünyayı çok derinden sevmesin. Su, parmaklarının arasından geçtiğinde gönülden çok gülmesin; toprağının kuşları şarkı söylerken de duygulanmasın ya da bir dağa veya vadiye çok fazla bağlanmasın. ( ALAN PATON / Ağla Sevgili Yurdum )

Not 24: "Sana da oluyor mu?" dedi. "Artık hiçbir ama hiçbir şey olmayacakmış, iyi olan her şey geçmişte kalmış gibi geliyor mu?" ( LEV N. TOLSTOY / Savaş ve Barış )

Not 25: Niceliğin gereksiz bir ağırlıktan başka bir anlamı yoktu. Çokluk, yalnızca sersemlerin kendilerini iyi hissetmelerini sağlar, o kadar! Kişioğlu için tek bir tecrübe yeterlidir. ( ÖMER F. OYAL / Gecelerin En Güzeli )

Not 26: Bildim bileli, değişmeyen gerçek.
Eğitim dediğimiz şey çocukları disiplin altında meşgul etmekten ibaret...
Okulda oyalıyorlar, evde oyalıyorlar; dişe dokunur hiçbir şey öğretmiyorlar.
Çok ciddi biçimde iddia ediyorum; günümüzün ilkokul çocukları anlamlı ne öğreniyorsa, kendi çabasıyla ve okul dışı çevresinden öğreniyor.

Not 27: Bir şeyi veya kişiyi kaybetmekten çok korkarsanız er veya geç mutlaka onu kaybedersiniz. Hayatın 1 numaralı kuralı. TCMB'den 400 bp faiz artışı bekliyorum. Bekleyip görelim.

Not 28: Ücret ve fiyat kontrolü enflasyon problemini çözemez.
*Sadece ücretler kontrol edilirse acı reçete tamamen sabit gelirlilere yüklenir.  Fiyatlar arttığı sürece enflasyon kısmen azalsa da fiyat istikrarı sağlanamaz. 
*Ücretler + fiyatlar  kontrol edilirse (ki pratikte çok zor) bu sefer de faiz doğru yerde belirlenmediği sürece oluşacak basınç birikir ve kontroller kalktığı anda daha yüksek bir enflasyon olarak geri döner. 
Enflasyonla mücadelenin tüm dünyada kabul görmüş yolu bağımsız bir merkez bankasının uygulayacağı dezenflasyon politikasıdır. Talepteki yavaşlamadan oluşacak acı reçetenin topluma nasıl dağıtılacağı ise siyasi bir karardır.  Merkez bankası ve siyasi otorite arasındaki  iş birliği tam da bu yüzden çok önemlidir.

Not 29: Arjantin'de iktidarı yüksek kiralar götürdü. Büyükşehirlerde Arjantinli barınamaz hale geldi. Yüksek kiralar ve barınma kıtlığı insanları en uç fikirlere açık hale getirir.

Not 30: Fişini çekmişler, hiç bir sıfatı kalmamış, tiktokcu karılar gibi video çekiyor.

Not 31: Değer, değer diye diye bütün değerlerden soyutlanmış kara kuru ruhsuz kimseler de var. Bize bu toprakların sesini, duygusunu hatırlatan ne varsa onları ortadan kaldıracak her şeyi yapan eller kime hizmet ediyorsa etmeye devam ediyor ama bu ülkeye hizmet etmedikleri açıktır. ‘Su çatlağını’ hep bulur.  Bulacaktır da… Birçok insan için içinden nasıl çıkacağını bilemediği yarım hayatlar sunuyoruz. Hep eksik, yarım kalan bir şeyler var.

Not 32: Ne paranoya düzeyinde İsrail’e birtakım güçler atfetme ne de ciddiyetsiz bir şekilde davranmadan, hafife almadan sonuca gidecek bir yol tutmak gerekir. Zulme rıza da zulümdür. Bu vebalden nasıl kurtuluruz bilmiyorum ama çok çalışmak gerektiğini biliyorum. Bunun için hakiki bir inanç ve irade lazım. Agâh ve vakur olmak, izzetli olmaya götürür. 

Not 33: Arjantin... Bir zamanlar dünyanın en zengin 7. ülkesi... Şimdi ilk 30’dan düşmemek için çabalıyor.

Arjantin parası 2013 yılında dolar karşısında 5,0 peso değerindeydi. Resmi rakamlara göre şimdi 1 dolar 350 peso ediyor. Lakin gayri resmi fiyatlar 800-900 pesoya kadar çıkıyor.

Arjantin bu duruma nasıl geldi? Yani bugün mü geldi veya 2013 sonrası yanlış para politikaları ile mi geldi?

Söyleyeyim: HAYIR.

Arjantin YAPISAL ÇÖKÜŞ ülkesi açısından çok önemli bir örnektir. Yıllarca iç siyasetin ve siyasetçilerin parti-lider çıkarı etrafında kümelenmesi ile batmıştır.

Bakınız bugün Türkiye’nin kısa vadede yaşadığı sorunlar aslında çok önemli değildir. Bunları bir süre sıkıntı çeker ama rahatlıkla çözeriz. Oysa orta-uzun vade açısından sıkıştığımız yapısal çöküş durumu bizi çok daha zor duruma bırakacaktır.
Mesela ülkeden eğitimlilerin gitmesi ve yerlerine eğitimsiz ama bizden olmayan ülkelerden göç almamız önemli bir yozlaşmadır.
Nitekim Türkiye teknolojik seviye olarak yaklaşık 15-20 yıldır hiç ilerlemiyor.
Eğitim sistemimiz başta olmak üzere çok önemli tıkanıklıklarla karşı karşıyayız.

Türkiye önce Arjantin olacak sonra da Venezuela...
Enflasyon&Faiz sarmalından muhtemelen Arjantin olmaktan kurtuluyoruz ama yapısal çöküş açısından Arjantin’i geriden izlemeye devam ediyoruz.
Bu konu hayati meselemizdir.
Ülkenin bilimden-teknolojiden kopuşu bizi bu noktaya hızla getiriyor. Yarınlarımızın kapkaranlık olacağını çok rahatlıkla söyleyebilirim.
Kalitenin, liyakatin, bilimin gittiği yerden yeşil ot bitmez. Cehaletin hakim olduğu yerde akıl işe yaramaz. İnancın temel alındığı yerde ilerleme olmaz.
Ama hepsinden önemlisi, çıkar amaçlı örgütlenmelerin ülkeyi getireceği yeri Arjantin örneğinden görebiliriz.

Bugün Dünya’da diktatörleri değil ama otokratik ve akıl dışı yönetimleri görebiliyoruz. Avrupa’nın tam ortasındaki Macaristan buna en güzel örnek olsa gerek.
Toplumlar ekonomik buhranlarda sadece paralarını kaybetmiyor, aynı zamanda akıllarını da kaybediyor. Merkezde bulamadıkları çözümleri giderek radikal arayışlarda bulmaya çalışıyorlar.
Burada sorunun ilk ayağı radikallerde olsa da temel ayağı merkez görüşlerin çözüm-alternatif olamayışlarıdır. Çünkü radikal değişimlere gidemeyen-alışkanlık üzerinden sistemde temel değişimlere kapalı yapılar çözüm üretemiyorlar.
Özellikle gelir dağılımının ve fakirliğin bu kadar bozuk olduğu ortamda merkez sol anlayışların tıkanıklığı küresel bir sorun haline gelmiştir. Sorunun ikinci ayağı tam da burasıdır.

Not 34: Ağzından küçük insan bedenleri kusan kızgın bir siyasetçi illüstrasyonunun altında şunlar yazıyordu:
“Siyasi liderinizi izleyin! Size ne denilirse onu yapın! Bir parça pislikten başka bir şey değilsiniz.”
Uzun yıllardır siyasi ve ekonomik gidişata dair tahminler yapan Celente, sıradan insanların siyasi elitlerce pasifize edilip oyunun dışına itilmesi şeklinde özetleyebileceğimiz “ global trende ” son derece eleştirel ve sert bir tonla dikkat çekiyor.

Gelişen teknolojiler, bugünün devlet yöneticilerine tarihin gördüğü en kudretli tiranlara bile nasip olmamış süper güçler bahşetti.
Bugünün firavunlarının, nemrutlarının artık her evde, her iş yerinde, her bireyin ensesinde kulakları gözleri, tarihin en maharetli sihirbazlarını bile çırak çıkaracak hakikat bükme araçları , propaganda makineleri var.
Bu araçlar, ağ toplumu tiranlarına kitlelerin hislerini ve akıllarını hamur gibi yoğurup istedikleri şekli verme gücü bahşediyor.
Kendilerine mâni olabilecek kurumları ve hukuki mekanizmaları büyük ölçüde devre dışı bıraktıkları için ellerindeki imkanları kullanmakta artık tereddüt etmiyorlar.

Halkı pasifize etmek sadece muhalefet üretmeyi durdurmuyor, bilgi, fikir, teknoloji ve refah üretme potansiyelini de yok ediyor.
Bu yol, yol değil.

Kendilerine karşı doğabilecek bir muhalefeti kontrol edebilmek için sürekli ve yoğun şekilde şu telkinleri pompalıyorlar:
* Boşuna mızmızlanmayın. Acizsiniz. Hiçbir gücünüz, yapabileceğiniz hiçbir şey yok!
* Olağanüstü bir hal yaşıyoruz. Olağanüstü haller, olağanüstü tedbirler gerektirir.
* Sizin bilmediğiniz ve asla bilemeyeceğiniz şeyleri biliyoruz. Kararlarımızı sorgulamayın.
* Sizin için neyin iyi olduğuna biz karar veririz. Bize güvenmekten başka çareniz yok.
* Ufuktaki büyük tehlikelerin dehşetiyle bize itaat edeceksiniz. Sizi sadece biz koruyabiliriz.
* Kuralları biz belirliyor biz değiştiriyoruz. Anayasalar, kanunlar, sözleşmeler anlamsızdır.
* Ahlaki standartları bizim belirlediğimiz dünyada, ahlaki itirazlarınızın ne manası olabilir?
* Hakikati biz tayin ederiz. Katili kahraman, kahramanı hain yaparız. Ol deriz ve öyle olur!..
* Bunca ikaza rağmen korkmayıp bize karşı çıkan herkesi terörist/hain ilan edip yok ederiz.
Herkes Orwell yanıldı, Huxley haklı çıktı zannederken ibre tekrar Orwell’in distopyasına dönüyor.

Hoşça bakın zatınıza…