Geçenlerde bir internet sitesinde ABD başkanları hangi masrafları kendi karşılar yazısı okudum. Yediği içtiği dahil Başkan olan adama tüm harcamaları kilitlemişler. Ne kardeşi ne tanıdıkları para vermeden Başkan uçağına binemiyorlar falan. Kardeşim uçağıma binemedikten sonra neyleyeyim.

 

Okuduğum kadarıyla abd başkanı olmak çok da matah bir şey değilmiş eğer güç tutkusuna sahip bir şizofren ya da milletine deli gibi hizmet etmek isteyen deli gönüllü değilseniz.

 

Bir de bizim politikacılarımıza ve başkanlarımıza sunulan imkanlara bakın. Meclis başkanı Mardin’e cumhurbaşkanlığı süper jetiyle gitmiş. Meclis başkanı THY uçağı ile gitse itibarı kalmaz herhalde. Bir de meclis başkanı şu an ne ile yarıyor ki; bu kadar masraf yapıyor!

 

Unutulma hakkı:

 

AK partilerin en sevdiği kavramlardan biri günah işleme özgürlüğü ise diğerinin unutulma hakkı olduğunu çok yazdık konuştuk, pervasızca işledikleri suç ve günahların unutulması için her şeyi yaptılar, yapmaya da devam ediyorlar, dolayısıyla ileride bugünlerin tarihi yazılırken gırtlağına kadar yolsuzluk ve suça batmış bir güruh yerine halk hukuk ve demokrasi aşığı pırıl pırıl insanlar göreceksiniz.

 

Tıpkı George Orwel’in meşhur romanı 1984’te olduğu gibi. Hatırlarsanız orada da rejim sürekli geçmişi değiştiriyor, zira geçmiş kayıtların arşivlerinin şimdinin söylemi ile tutarsızlığa düşmesi durumunda değiştirilmesi gereken arşivler olarak görülüyordu. Okyanusya’da tüm kayıtlar liderin söylemini doğrulayacak şekilde yeniden düzenleniyordu.

 

O yüzden bugün de iktidar temsilcileri gözümüzün içine baka baka hakikati eğip bükerek geçmişe güncelleyerek tarihe geçmek istedikleri gibi konuşuyorlar onlara göre Türkiye dünyanın en iyi ekonomisi en iyi demokrasisi en özgür basınına sahip en adil ülkesi vs.

 

AİHM’nin önünde bekleyen ihlal başvurusu sayısında Türkiye’nin açık ara önde olduğunu, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kendisi açıkladı. Ayrıca en AİHM ne anayasa mahkemesi kararları uygulanıyor. Ayrıca yerel mahkemeler karar verirken yasaları eğip büküyor. Önceki gün önüme düşen bir mahkeme kararı yüzünden bu yazıyı kaleme almak ihtiyacı hissettim İstanbul Anadolu dokuzuncu Sulh Ceza hakimliği 4 Mart 2024 tarihli kararıyla bazı haberlere hem erişim engeli getiriyor, hem de silinmelerine hükmediyor, aslında pek çoğumuzun unuttuğu haberlerdi. Oysa bu karar vesilesiyle tekrar hatırlamış olduk bu konu daha önce İBB başkanı Ekrem İmamoğlu‘nun konuşmalarında İstanbul Büyükşehir belediyesinden aldıkları yüksek burslarla yurtdışında eğitim gören üç kişiden bahsettiği ve işe giriyorlar ardından burs alıyorlar.  İşte o üç kişiden biri buna yayın yasağı koydurmuş.

 

İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin şanslı bursiyerlerinden biri de Rabia kalender; avukat Metin İlhanın eşi. Zamanında FETÖ örgütünün sahip olduğu yayın organı zamana atanan üç kayyumdan biri olan avukat metin İlhan‘dan bahsediyorum. Metin İlhan kendi ifadesine göre İstanbul Üniversitesi hukuk fakültesini bitirdikten sonra 2003 yılında dil ve Yüksek lisans eğitimi için Almanya’ya gitmiş. Eşi rabia İlhan da aynı tarihte Almanya’ya gidiyor.

 

AK parti kadın kolları‘nın internet sitesinde Rabia İlhan’ın 2005 2015 yılları arasında yurtdışında bulunduğu yazıyor. Yani Şubat 2007’de KİPTAŞ‘ta işe başladığı zaman zaten yurtdışında rabia kalender KİPTAŞ‘a iş başvurusunda bulunmuş , akabinde 5 Şubat 2007’de avukat olarak işe alınmış. 7 Kasım 2008’de Belçika’nın Brüksel şehrinde bulunan Avrupa ve Uluslararası hukuk bölümünde doktora eğitimi için kabul aldığını söylemiş.  Sponsorluk talep etmiş 11 Kasım 2008’de hızla KİPTAŞ‘la Kalender arasında burs sözleşmesi imzalanmış, kayyum Metin İlhan özgeçmişinde 2007 2008 yıllarında ATV televizyonu ve Sabah gazetesinin içerisinde olduğu medya grubunda avukatlık ve danışmanlık yaptığını yazıyor, nedense bu danışmanlığına Avrupa’da olduğunu yazmamış.

 

 Metin İlhan Almanya’da bulunduğu süre zarfında UAD adı verilen AKP’nin Almanya yapılanmasında genel Sekreterlik yapmış. Sedat Peker’in ayda 10.000 $ ödeme yaptığı iddia edilen ak partili Metin Külünke yakın olarak biliniyor. Bu yüzden YTD yönetiminde krizler çıkmış, en sonunda 2015 yılı sonunda Türkiye’ye dönmüş. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Bursa‘yla doktorasını yurtdışındaki eşinin yanında tamamlayan Rabia Kalender İlhan, 2015’te Türkiye’ye döndüğünde ise İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde zorunlu hizmet vermek yerine  AKP’nin kapısını çalıp İstanbul kadın kolları başkanı oluyor. Şu anda da AKP sıralarında milletvekili.  İşin özü eşi Metin İlhan kayyum olarak atanırken Rabia Kalender İlhan da İBB‘den burs adı altında o dönemin parasıyla 2 milyon TL’yi iç etmiş ve şimdi İlhan ailesi tıpkı Okyanusya da olduğu gibi geçmişlerini mahkeme kararlarıyla değiştirmenin derdindeler. Şimdilik başarmış gözüküyorlar.

 

Yazıyı Ziya Paşa’ya ait şu beyitle sonlandıralım:

Zâlim yine bir zulme giriftâr olur âhir,

Elbette olur ev yıkanın hânesi vîrân..

 

Son söz: Türkiye’nin eskiden beri başının belası olsa da hissedilen enflasyonla açıklanan resmî enflasyon arasındaki makas hiçbir zaman bu kadar açılmamıştı. Immanuel Wallerstein’ın metaforik göndermeyle çöküşteki devletlerin bir süre göbek yağlarından beslendikleri için çöküşü hızla fark edemedikleri önermesi gibi Türk toplumu da 2002-2011 arasındaki müreffeh günlerinde biriktirdiği göbek yağının hızla erdiğini ancak pandemi ve sonrasındaki radikal dönüşümlerle hem ulusal hem de küresel anlamda fark ettiğinde artık iş işten çoktan geçmişti. TL’nin yabancı paralar karşısında hızla değer kaybı, paradan atılan altı sıfırdan en azından birini yaşamlarımıza geri soktu. İlk çıktığında 126 ABD dolarına tekabül eden 200 TL değerindeki banknotun bugün 6 ABD dolarına düşmesi en basit düzeyde sadece bir banknottaki serveti kim bizden çaldı sorusunu getiriyor akıllara.

 

Kulağa küpe: Krallık olsa bu kadar şatafat, israf ve sorumsuzluk olmaz. Demokrasi ve cumhuriyetle yönetilmek halkın aleyhine ve hepimizin kralcıklara hizmet etmesine neden oldu. Demokrasi iyi bir şey değil. Demokrasilerde seçilmiş yöneticiler tamamen milletin sırtına yük haline geldi.

 

Aforizma: Aile, kalpsiz bir dünyada sığınaktır.

 

Tadımlık: Birileri size değer verip mesaj, tebrik, bilgi, bilgilendirme, soru, rica, vs. yazdığında ona cevap vermek asgari nezaket gereğidir.

 

Hayallere atılan olta: Hiç özgürlüğü tatmadan bu dünyayı terk etmek olur mu!

 

Not 1: Siyaset birçok düzeyde yapılabilir. Yerelden küresele, avamdan havasa, aktiften tematiğe, vs. Hatta apolitik bir duruş bile paradoksal bir şekilde politiktir. Siyaset ilahi doğası gereği bir mıknatıs gibi bir araya gelmeyecekleri bir ittifakta veya bir koalisyonda cemedeceği gibi yereli de küresele yaklaştırır, hatta geçen yazımda belirttiğim gibi, kültürel bağlamda mezceder. O yüzden yerel seçimlerde küresel bir sorun haline gelen Gazze’ye atıf yaparak İstanbul Büyükşehir Belediyesi seçimleri için oy devşirmeye kalkabilirsiniz ama günün sonunda seçmen neredeyse evde bile 40 TL’ye bile mal edemeyeceği yemeği Kent Lokantası’nda masasına sunana oyunu verip büyük oyunu bozar, çünkü büyük resme odaklanmak bunu gerektirir. Partiler demokratik yollarla iktidara gelip iktidarlarını sürdürmek üzere rekabetçi otoriteryenliğin büyüsüne kapılabilirler ama eve ekmek getirdiği sürece bağırıp çağıran bir babaya sabredildiği kadar sürer bu büyü. Eğer sofraya konan ekmek her gün azalırken o ekmeği getiren baba ev ahalisine daha çok bağırıyorsa, hepimizin kulaklarının bir istibdat haddi olduğu gerçeği er geç hane halkının başka evlere taşınmasıyla yansır yaşama. O yüzden başlıkta belirttiğim gibi, bazı şeyler biter, bazıları başlar.

 

Not 2: Ucuz işgücü olmaları, sigortasız çalışmalarına çok itiraz yok. Mesela hastanedeyiz… Hastayız ve acı çekiyoruz… Biz ev sahipleri yani Türkler sıra beklerken acı çeken bir Suriyeli benimle eşitse ve aynı haklara sahipse hır çıkıyor. Otobüsteyiz. Ayaktayız… Ama Suriyeli ‘BİZİM otobüsümüzde, BİZİM koltuğumuzda’ oturuyor ve ben ayaktaysam… Yani ev sahibinin gösterdiği yerde durur/oturur konuk. Burada mültecilerle/ev sahipleri arasındaki ilişkinin hukukunun ev sahibi konuk ilişkisinden daha farklı olduğunu da gözden kaçırmamak gerekir. Mülteci en az hakka sahip olan yer yer konuk hakkı olmayandır da. Turist misafirlere kapılarımız sonuna kadar açık. Yani kâr edebileceğimiz yabancı kıymetli konuk. Ve turist kısa süre kalan, para bırakan ve giden yabancı.

Yabancı/konuk/ötekiyle aramızdaki ilişki bir iktidar ilişkisidir ve bu iktidar ilişkisinde ev sahibi gücü elinde tutandır/tutmak isteyendir. Bu gücü kaybettiğini hisseden gruplar/kişiler bu gücü yeniden elde edebilmek için şiddeti seçebiliyorlar. Bu şiddet sembolik de olabiliyor. Kısacası yabancı düşmanlığı/ırkçılık ötekinin genelde de ‘ben de seninle eşitim’ dediğinde şiddetleniyor. Yani otobüste ‘ben de bilet paramı ödedim. Keyifle oturur, yolculuğun keyfini çıkarırım’ dediğinde öfkeleniliyor. Otobüse binme hakkı bilet almakla edinilen bir hak ama burada ayrıca ‘Türk olma hakkı’ yaratılıyor. Ve otobüste oturma hakkı da eğer yer boşsa edinilebiliyor.

 

Not 3: ‘Bizim ana vatanımız Orta Asya’ diye övünüyoruz. Oradan gelmişiz. Burada yüzyıllarca yaşamışız. Burada bizim hikayelerimiz, anılarımız, türkülerimiz olmuş. Burada doğmuş burada ölmüşüz… Yerleşmişiz. Kovacağımız bazı Suriyeli çocuklar da burada doğmuşlar, burada sokaklarda dolaşmışlar. Ölen yakınlarını burada buraya gömmüşler… Suriye’yi haritada bulmakta bile zorlanır çoğu… Bu çocuklar ne kadar Suriyeli… Biyolojik ırkçı anlatılarla kanın ve dölün buralı olmadığını saçma da olsa söyleyebiliriz. Kültürel ırkçılık anlatıları da sıkıntılı. Burada sosyalleşen bir Suriyeli kültürel olarak ne kadar Suriyeli olabilir ki!

 

Not 4: Dünya nimetlerinin paylaşımındaki eşitsizlik zenginlerin nimetleri ellerinde tutmasından kaynaklanıyor. Kalan nimetler de milyarlarca insan tarafından paylaşılıyor. Zenginlerin bu paylaşımın dışında tutulmasıyla yoksulluk sadece yatay bir paylaşım sorununa dönüştürülüyor. Yani kısıtlı nimetleri milyarlarca insan kendi arasında paylaşmak durumumda. Bu da yoksulların kendi aralarında yatay paylaşım kavgalarına dönüşüyor. Yoksulluk yoksulların kendi aralarında agresif bir rekabetini doğuruyor ve yoksullar birbirlerine düşmanlaşıyorlar. Kısacası mülteciliği üreten savaşları engellemek yerine savaşın mağduru insanlara karşı savaş veriliyor. Yoksullukla savaşmak yerine yoksulları birbirleriyle düşmanca rekabete sürüklüyorlar. Savaştan kaçanlar başka bir savaşın içinde buluyorlar kendilerini.

 

Not 5: Yerel seçimler diyorduk… Beklenmedik sonuçları arasında en belirleyicisi, AK Parti’nin tarihinde ilk kez ikinci parti olması ve CHP’nin de 47 yıl sonra ilk kez birinci parti olmasıdır. 10 ay önce yapılan genel seçimlerdeki ekonomik manzara değişmemesine rağmen sonuçların bu kadar farklı çıkması herkesi bağımsız değişkenin peşine düşürmüştür. Aslında değişmeyen ekonomik manzara hassaten “bordro mahkûmları” diye betimlediğimiz maaşlı çalışanlar açısından daha kötüye gitmiştir bu 10 ay içerisinde. Eğer bu ekonomik gidişat -dillendirilen ama genel ve yerel seçimler nedeniyle bir türlü pratiğe konulamayan acı reçetenin uygulamaya başlaması da dahil- olumlu yönde değişmezse ve Cumhur İttifakı ortağı MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin çağrısı hilafına Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın hukuken de son seçiminin siyaseten de gerçekleşmesi durumunda AK Parti’nin önümüzdeki genel seçimde en iyi ihtimalle üçüncü parti olacağı iddiasında bulunmak çok da kötü bir kehanet olmasa gerek şimdiden. Kaldı ki ANAP, DYP ve DSP’nin eriyip gitmesini tarih ibret almak üzere önümüze koymuşken.

 

Not 6: İktidar emeklilerin refah kaybına siyaseten bir çözüm bulmak yerine toplumun üzerinde yükseldiği değerler manzumesine güvenerek bu kitleyi kendi çocuklarına emanet etti. Öte yandan, orta sınıf buharlaşıp yok olurken hem varlık mücadelesi hem kendi refah kayıplarını telafi etme telaşındayken bir de ebeveynlerinin masraflarına katkıda bulunmak zorunluluğu emeklilerin bordro mahkûmu çocuklarını daha da fakirleştirdi. Adı üstünde asgari ücretin bile 17.000 TL olduğu bir yerde emeklilerin asgarisini alan kitleye 10.000 TL’yi reva görmek, onlara açlık sınırının altında yaşamayı münasip görmenin diplomatikçesiydi.

 

Not 7: Kahve fiyatı 120 lira ve ortalama maaş 60 bin lira ise kahve ucuzdur.

 

Kahve fiyatı 80 lira ve ortalama maaş 20 bin lira ise kahve aşırı pahalıdır.

 

Not 8: Aşağıdakilerin ortak özellikleri nedir?

Dilan Polat

Seçil Erzan

Eylem Tok

 

Not 9: Hükumetler asla öğrenmez. Sadece insanlar öğrenir.

 

- Milton Friedman

 

Not 8: Her seçimden sonra olduğu gibi 31 Mart sonrası da en sık tekrarlanan görüş -beklenti, daha doğru ifade- Erdoğan’ın değişeceği; yani, demokrasi, hukuk, liyakat, ehliyet, empati, kucaklama vs. bugüne karar ihmal ettiği ne kadar ünite varsa hepsine geri döneceği fikri oldu. Cumhurbaşkanı’nı tanıyanlar bunun mümkün olamayacağını -bazıları, mümkün olsa bile artık işe yaramayacağını- biliyordu. NitekimErdoğan mesajlarında ve bazı uygulamalarda eski yaklaşımının devam edeceği mesajını verdi. Çok muhtemel ki Cumhurbaşkanı, seçimde kaybettiği oyun seçmeni tarafından kendisine verilen “bir dost mesajı” olduğunu ve ekonomi programını başarıyla uygulayıp, kasayı hiç olmazsa eksi bakiyeden kurtardığında emekliye ve çalışana yeniden bol para verdiğinde oyların geri geleceğini düşünüyor. Seçimi kaybetme sebebini emekli parasına bağlayıp, bir an önce “parayı verir, oyu alırım düzeni”ne dönerek yeniden birinci parti olmayı ve tabii beraberinde bir kez daha seçilebilmek için parlamentodan destek alabilmeyi umuyor. Baz senaryosu “şimdilik” böyle görünüyor.

 

Senaryonun işlemesi için en az iki sorunun cevabını bilmek gerekiyor ki birincisi biraz belli oldu?

1- Sandığa gitmeyen seçmen sanıldığı gibi hala Ak Parti’ye mi oy verecek? Anketler böyle olmadığını, bu seçmenin de CHP’yi tercih ettiğini gösteriyor.

2- Son seçimde Ak Parti’den uzaklaşan ve bir kısmı sandığa gitmeyen, bir kısmı CHP’ye ve bir kısmı da YRP’ye oy veren seçmen Erdoğan’a gerçekten “dost mesajı” mı verdi yoksa geri dönüşsüz bir yolculuğa mı çıktı? Bu sorunun cevabı ise bir hayli kafa kurcalayıcı. Erdoğan’ın da kafasını kurcalamalıdır.

Her durumda ise, 31 Mart sonucuna daha derinlemesine bakmasında fayda vardır. Bu kez eskiye benzemeyen çok işaret var…

 

 

Not 9: Eğer AK Parti özellikle son 7-8 yıl içindeki kendi gidişatını doğru analiz edebilseydi, artık güzel günlerin çok gerilerde kaldığını ve hikayenin böyle bir noktaya geleceğini belki de görebilirdi. Muhtemelen parti içinde işlerin iyi gitmediğini görenler vardı ama duruma müdahil olma iradesini gösteremediler.

Oysa her şey çok açıktı… Biraz hakkaniyetle bakan herkes görüyordu ki AK Parti yola çıkarken bizzat kendi koyduğu ilkelere bile savaş açmış durumdaydı. Bir kere partinin en bariz özelliği olan ‘milletle gönül bağları kopmuş, Cumhuriyetin ilk yıllarındaki millete tepeden bakan jakoben anlayış, AK Parti’nin adeta simgesi haline gelmişti.

Peki neden?

Çünkü bu insanlar görüyorlar ki ülkeyi yönetenler müthiş bir saltanat ve savurganlık içindeler. Devlet ihaleleriyle beslenen, haksız kazanç sağlayan ve vergi aflarına mazhar olan bir zümre var ve onlar asla kaybetmiyorlar, yani hep kasa kazanıyor… Hal böyle olunca okka altına giden hep fukaralar oluyor.

Bütün bu olup bitenlerin herkesin gözü önünde cereyan ettiği bir ortamda, süslü vaatler, gönül alıcı sözler, “ezan susmaz, bayrak inmez” masalları maalesef artık kimsenin karnını doyurmaya yetmiyor. Haliyle ıstakoz sefaları da milyarlık Rolex saatle çekilen selfiler de en sade vatandaşa bile batmaya başlıyor.

Böyle bir tablodan çıkış için AK Parti radikal bir değişiklik yapabilir mi, doğrusu çok emin değilim. Açıkçası, gerçek bir değişim iradesi var mı orası da meçhul.

AK Parti açısından esas trajik olan, dün merkezi iktidarın ve belediyelerin nimetlerinden yararlandıkları için bu gidişe ses çıkarmayan, hiçbir şekilde eleştirmeyen, yolsuzluk ve yalanlar için üretilen fetvalarla teselli bulanların, bugün rant imkanları azalmaya başlayınca ufaktan sıvışma emareleri göstermeleridir.

Maalesef insan kalitemiz bu… Ahlaki ilkeler buharlaşınca partilerin, kurumların ve de kişilerin savrulması kaçınılmaz oluyor

 

Not 10: 3 yıldan fazladır çift hanelerle ilerleyen enflasyon verilerinde ekonomisiyle, yaşam şartlarıyla alay edilen, küçük görülen Afrika ülkelerini geride bıraktık. Hatta bu korkunç listede geçen aya göre enflasyonlarında düzelme görülen ülkelerin sayısı 6 iken, enflasyon oranı yükselen ülke sayısı bizimle birlikte 3.

Nereden bakarsanız bakın rezalet.

 

Buna sebep olan iktidar üyelerinin halen ülkeyi yönetiyor olması da halkımızın problemi açıkçası.

 

Not 11: Erdoğan ve onun genel başkanı olduğu AK Parti ilk seçim yenilgisini aldığı 31 Mart Yerel Seçimlerinde bile yüzde 30’dan fazla oy aldı.

İşte tüm dünyadaki siyaset bilimcilerinin anlam veremediği tam da bu. 
Bu kadar başarısız bir iktidar demokrasi kültürü oturmamış ülkelerde bile al aşağı edilirken nasıl oluyor da Türkiye’de insanlar bu partiye oy vermeye devam ediyorlar?

“Cahil bu halk” diye işin içinden çıkılacak bir mevzu değil bu.

Burada sistematik bir beyin yıkama söz konusu.

Tüm büyük medya kuruluşlarını, hatta bırakın onu devletin kanalı TRT’yi kendi reklam ajansı gibi kullanan iktidar ülkenin başına gelen her türlü musibeti başkalarının bize oynadığı oyunlar olarak o kadar istikrarlı ve kendinden emin şekilde anlattırdı ki halkın büyük bölümünün bilinçaltına işlendi artık bu saçmalıklar.

 

Not 12: Ekonomi Bakanı Şimşek sömürge valisi gibi “yerel halk” tan bahsedeceğine ıstakoz yemeği seven

Maldivlerden aşağı tatile gidemeyen arkadaşlarını durdurmalı önce.

Acı reçete halktan önce Ak Partili siyasetçilere ve savurganlık içerisindeki devlete çıkmalı.

Yoksa biz aynı şeyleri konuşmaya devam eder, bu listede liderliği kimselere bırakmayız evelallah.

 

Not 13: Ey muhalif partiler, AKP’nin yaptığı gibi belediyelerde kadrolaşacaksınız madem, neden kadrolaşmayı eleştiriyordunuz?

 

Ey AKP’liler, AKP’nin 20 yıldır kadrolaşmasını kendinize hak olarak görüyordunuz madem, diğer partilerin kadrolaşmasını neden hak olarak görmüyorsunuz?

 

Not 14: Foreks’te 90 - 90 - 90 kuralı

 

Yatırımcıların %90'ı

 

90 gün içinde

 

Sermayesinin %90'ını kaybediyor.

 

O zaman yatırımcıya "öldü" diyorlar.

Ancak bizde ölenler de yeni maaş alınca yeniden forek’se para yatırıyorlar.

 

Ölüp, dirilip tekrar ölüyorlar.

 

Öldükçe ölüyorlar.

 

Not 15: Yeryüzünde çok sayıda iyi buluş var, kimileri yararlı, kimileri hoş; onların yüzü suyu hürmetine sevilir yeryüzü.

 

Ve kimi öyle iyi buluşlar var ki orada, kadınların göğüsleri gibi: hem yararlı, hem de hoştur onlar.

 

Böyle Söyledi Zerdüşt, Nietzsche

 

Not 16: Biz, ıstakozdu, pahalı saatti, devredilen belediyelerdeki borçlardı, seçim sonuçlarıydı, botokstu falan uğraşırken, birileri yine bizim jeopolitik konumumuz üzerinde oyun kuruyor. Her haltı dış güçlere bağlamaya alışkın röportaj dayıları ne der bilmem ama ben bu yaz aylarının ve sonrasının maalesef hemen her yaz gibi son derece sıcak geçeceğini düşünüyorum. Haydi, kalın sağlıcakla.  

 

Not 17: Birileri size değer verip mesaj, tebrik, bilgi, bilgilendirme, soru, rica, vs. yazdığında ona cevap vermek asgari nezaket gereğidir.