Star Tv’de sabahın sultanı Seda Sayanı izliyorum Müge Anlıyla kolaj yaparak öğleye kadar. Bu aralar sağlık sorunlarım nedeniyle eve mahkum olunca ülkenin en güzide televizyon programlarını izlemeye mahkum oldum bir nevi.

Anastasia 20 yaşında güzel bir Rus kızı. Foto modellik yapıyormuş ve bu kariyerde ilerlemek istiyormuş. Caner adlı 24 yaşında bir saf Türk çocuğu bulmuş kendine. Anlaşılan Rus kadınları Türk erkeklerinin bedenlerine tünemiş, etinden suyundan sonuna kadar istifade ediyor.

Caner Rusya’ya çalışmak için gitmiş. Kapılmış kızın güzelliğine. Aslında o genç yaşta güzellikten ziyade şehevi arzuların seline. Erkekler 15-30 yaş arası nefes alsın dişi bana yeter modunda arandığı için içindeki yazılımdan dolayı, Caner’e de Anastasia denk gelmiş.

Canerin annesi Melek hanım ısrarla ben yabancı gelin istemiyorum diyor. Caner de annesine mahkum çünkü çulsuz. Sevgilisi Rus kızı da “aşk için kendimi feda edemem.” diyerek para yoksa ben de yok aşk da yok deyip Caneri yerin dibine sokuyor her programda.

Evlilik sözleşmesi teklif edilmiş Anastasiaya. Kabul etmemiş. Canerin ailesinde biraz mal mülk var. Kız da gelin olacağı yerden maddi olarak faydalanmak istiyor. Aşk, sevgi karın doyurmuyor artık. Eskiden de doyurmuyordu aslında. Yaşam koşulları çetinleşip insanlar çoğaldıkça para ve malın önemi arttı. Herhangi bir eşik değer de kalmayınca toplumda; çürüme direkt gün yüzüne çıktı.

Anastasia bir hristiyan Azize’si tarihe yolculuk yaparsak. Böyle bakınca azize Anastasia olmuş paragöz Anastasia.

Azize Anastasia’nın doğum yeri Romadır. Azize Krallar Dekios, Valerianos ve Gallos’un krallık yaptığı dönemde yaşamıştır. Ailesi zenin insanlardı. Küçük yaştan Mesih İsa’yı o kadar çok sevdiki kendisini ona adamaya karar verdi. O zamanlar manastır bulunmadığından kendini Tanrı’ya adamak isteyen kadınlar hep beraber bir evde kalıyorlar ve insanlara yardım edip Tanrı yolunda yaşıyorlardı.

Azize Anastasia daha sonra putperestler tarafından otoriteye şikayet edilince işkence görerek sonsuz hayatın tacını giymiştir. Bazı hristiyanların yardımıyla Roma’da bir kilisede defnedildi. Kilise azizenin yortusunu 29 Ekim’de anmaktadır.

Bir zamanların Azize Anastasiasından şimdinin şeytan Anastasiasına. Nereden nereye!

Son söz: Yapısal sorunlar parasal araçlarla (faiz, kredi, kur) çözülemez. Asıl iş verimliliği, yani yüksek katma değer oluşumunu destekleyecek yapısal düzenlemelerdir. Enflasyonla mücadelede Merkez Bankasını rahat bırakıp ciddi bir vergi ve harcama reformuna odaklanmamız gerekiyor. Toplumsal çürüme de bir yapısal sorundur. Böyle bir toplumda iş verimliliği imkansıza yakındır.

Tadımlık: Erdoganomics var oldukça bu ülkede gerçek enflasyon kalıcı olarak %50 altına düşemez.

Argümanımın gerekçeleri:
• Hukuksuzluk
• Verimsizlik
• Liyakatsizlik
• Yüksek kamu açığı
• Yüksek kaçak/sığınmacı sayısı
• Öngörülemezlik

Not 1: Bir erkeği anlamak için karısına bakın. Herşey ayna gibi nettir.

Not 2: 2023'te hesabını yüzde 20'li enflasyona göre yapanların sonun 2024'te hesabını yüzde 35 enflasyona göre yapanlarla aynı olacağını düşünüyorum.

Not 3: Ekonomiyi konuşan yok, yarınlarımızın karanlığını konuşan yok....Dilan Polat derken, şimdi de Banu Parlak ismi konuşulmaya başlanılmış, memleketin aylardır konuştuğu konulara bak, cezaları neyse elbette hesap versinler ama bu işin konuşulmasına en çok iktidarın sevindiğine eminim ama ispat edemem.

Not 4: Zaman olur, dünya olanca genişliğine rağmen öyle daralır ki nefes alacak yer bırakmaz insana..

Not 5: Böylece, eğer biri devlet tarafından desteklenen bir filozof olmayı içine sindirebiliyorsa, o aynı zamanda devlet tarafından, gerçeği her kuytuya ve çatlağa dek izlemekten vazgeçmiş biri olarak görülmeyi de içine sindirmelidir.

Eğitimci Olarak Schopenhauer, Nietzsche

Not 6: Dua ettiğinizde çok isteyin çünkü vereceği hiçbir şey Allah'a ağır gelmez.

 Hz. Muhammed (s.a.v)

Not 7: Bir ülke düşünün, futbolcular dolandırıcılara milyonlarca dolar kaptırıyor, fenomenler milyonlarca dolar aklıyor…. Evine ekmek götürmekte zorlanan halkın gündemi bu oluyor.

Not 8: Haksız değil MHP lideri. Yüzde 50+1’den vaz geçilip en fazla oyu alan adayın Cumhurbaşkanı seçilmesi önerisi “siyasi meşruiyet” krizine kapı açmak anlamına gelir. Düşünün ki bugün demokrasiyle yönetilen ülkeler arasında bizdeki kadar geniş yetkiye sahip hiçbir hükümet yok. Parlamentonun bu kadar etkisiz olduğu, kuvvetler ayrılığının fiilen mevcut olmadığı bir ülke de yok. Şimdi bir de bütün bu yetkileri halkın belki yüzde 20’sinin veya 30’unun onayıyla tek bir kişiye vermek mevcut sıkıntıları bile unutturabilecek birtakım problemler doğurabilir.
Mevcut ittifak düzeninin kendi ayaklarında pranga oluşturduğunu düşünüp mevcut siyasi konjonktürün yarattığı fırsatı bunu değiştirmek için kullanma arzusuna kapılmak anlaşılabilir bir durum. Ancak ortaya atılan önerinin neler getireceğini de iyi hesaplamak gerekir.

Not 9: Mamafih şu da var: Dışarıdan ne kadar uyumlu görünürse görünsün bir siyasi ittifakın kaderi kamuoyu önünde tartışılmaya başlanmışsa yamanın dikiş tutması biraz daha zorlaşmış demektir.

Not 10: Erdoğan son seçimde bırakın MHP gibi kendisi için vazgeçilmez bir partiyle, YRP ve hatta DSP ile ittifak yapmasaydı seçimi kazanamazdı. Kılıçdaroğlu da Altılı Masa olmasaydı yüzde 48’i asla bulamazdı.
Ortada bu tecrübe varken, yüzde 50 +1 şartını kalksa bile kimse ittifaklardan geri dönemez. Kimse bu şart kalktı diye müttefik bulmaktan vazgeçemez. Bırakın vazgeçmeyi, Erdoğan’ın “50+1 mecburiyeti partileri yanlış yollara sevk ediyor. Kimin eli, kimin cebinde belli değil. Yok altılı, yok on altılı masa...
Bundan sonra kim bilir daha neler çıkar?” sözü de gerçek olacak. Son seçimde gördüğümüz inanılmaz ortaklıklar daha inanılmaz şekillere bürünecektir. Bunlar, demokratik olmayan bir modelin kaçınılmaz sonuçlarıdır.
Böyle bir Başkanlık Sistemi varken barajın önemi yoktur. Erdoğan’ın bu girişimi de 14/28 Mayıs’ta fiilen kapanan Başkanlık Sistemi tartışmasını en hassas yerinden tekrar masaya getirmekten ve parlamenter sistem çağrılarından başka sonuç doğurmayacaktır.

Not 11: Ulaştırma Bakanı Karaismailoğlu, AKP döneminde kendisi gibi İBB Genel Sekreter yardımcısı olan mesai arkadaşı Muzaffer Hacımustafaoğlu'na gizli saklı 2.1 milyar TL’lik ihale verdi.

Not 12: 10 Kasım 2023 itibarıyla Türkiye’nin uluslararası döviz rezervi ne kadardır?
Cevap: 168,2 Milyar dolar.
Soru: Herkese, elinde ne varsa getirip masanın üzerine koysun dediğimizde, uluslararası döviz niteliğinde 168,2 milyar dolarımız var ve bu 168,2 milyar dolar yetmiyor, öyle mi?
Cevap: Eğer yukarıda öngördüğümüz ve akranlarımız olan diğer gelişmekte olan ülke verilerinden derlediğimiz oranlara göre söyleyeceksek, evet yeterli değil diyenler çoğunlukta.

Bugün, bu saatte “Türkiye’nin döviz rezervleri ne durumdadır?” sorusunu kime sorsanız sorun, cevabı “eğer Sayın Şimşek üç vakte kadar yabancı yatırımcı bulamazsa, krize girebiliriz” olacaktır.

Not 13: Sahip olduğu mülkü sattıktan sonra mesaisine mesai katıp o beğendiği semtte ev alanın aldığı zam, ödediği taksit miktarına kıyaslanınca bu sene de yetmeyecek rahatlamasına, kocaman lüks evin içinde "kış biraz daha geç gelse de doğalgazı daha geç açsak" diye dua ediyor
Ofisinden saat kaçta çıktığının farkında olmayanın ise adı birçok yerde geçiyor, doğru ama eşi onu bırakıp gitmiş, çocuklarını (sanki önce çok görüyormuş gibi) az gördüğünden şikayet edip duruyor
Tüm bunlar için de "La rahate fiddünya" deyip geçmek mümkün tabi; ancak bana sorarsanız "her şeyin sorumlusu dünya koşulları" diyemeyiz çünkü insanın hırs, bencillik, kibir, ömründen uzun hedeflerinin olması vb kusurları da var ve bu kusurlar başına gelen pek çok şeye sebep de oluyor
Mesela hırs, insan için bir ölçüye kadar gereklidir tabi ama o ölçüyü aşarsa insanı yer bitirir çünkü istekler sonsuzdur, imkânlar değil
Sınırlı imkânlara rağmen sonsuz isteklere hırslanan insanın elinde avucunda ne kalacağı bilinmez sonunda
Kendini dünyanın merkezi yerine koyan biri, bir gün yapayalnız kalabilir
Küçük dağları ben yarattım diyen biri, burnu havada yürürken minicik bir taşa takılabilir
Yıllar yıllar sonraya kalsın diye yapılanların yerinde üç beş gün sonra yeller esebilir
Kısaca; ister insanın kendi kusurları yüzünden olsun ister dış sebeplerden dolayı olsun insan ömrü bir didinme, çabalama hikâyesidir.

Not 14: Türkiye ekonomisinin ezeli ve muhtemelen ebedi derdi cari işlemler açığıdır. Cari işlemler dengesi, bir açıdan firmaların “net gelir” bakiyesi gibidir. Net gelir (kâr diye okuyun) elde eden firmalar, kural olarak nakit sıkıntısı çekmez. Buna mukabil, net gelir elde edemeyenler yani zarar edenler sürekli nakit sıkıntısı çeker. Oluşan nakit açıklarını da piyasaya veya bankalara hatta çalışanlarına borçlanarak kapatır.
Benzer şekilde, cari fazla veren ülkeler parayı koyacak yer bulamazken, cari açık veren ülkeler de sürekli döviz sıkıntısı çeker. Ortaya çıkan nakit döviz açığını da “dış borç” ile kapatır. Bu, cari açığı “kapatmak” değil “finanse etmek”tir. Cari açık borçla finanse edildikçe dış borç stoku büyür. Dış borç stoku büyüdükçe, dış borçlara ödenen faizler de büyür. Dış borç stoku şiştikçe, ülkenin “CDS” denilen risk priminin yükselmesi yüzünden ödenen faizin oranı da artar. Yüksek oranlı faizler de döner, cari açığı büyütür. Üstelik ülke zenginlerinin yaptığı yurt dışına servet transferleri de artar.

Not 15: YAPAY ZEKANIN geldiği nokta, ciddi bir insan kıyımı yaratabilir.

Sistemin, bu kadar insana ihtiyacı yok.

1 Milyar kişi yeter.

2020'de uydurulan ÇAKMA PANDEMİ ve arkasından MRNA ile genlerin programlanmasını da buna ekleyin?

Not 16: Fenomenlere yapılan soruşturmanın bir benzeri de İyi partiye gelirmi?

Ümit Dikbayır'ın anlattıkları, anlatmadıkları kaf dağının görünen yüzü gibi, ya görünmeyen?

İnanılmaz itiraflar var..

Not 17: Çok güzel faiz artırıyoruz maşallah.

Nazar değmesin...

Not 18: Büyük devletlerin de yarıştığı Malezya’nın gemi ihalesini Türkiye kazandı!

Not 19: Bazıları reel faize geçildi diyor. Bunun için piyasa TÜFE öngörüsünü almışlar. Bu öngörü ne olmuş? 
Çoğunlukla gümlemiş. 
Gümlemiş bir öngörü ile yeni öngörü yapıyorlar.

Not 20: TCMB 2009 sonrasında sadece iki yıl pozitif reel faiz verdi: 2018 ve 2020. İkisinde de Merkez Bankası Başkanları görevden alındı. 

Not 21: Dilan Polat-Engin Polat çiftinin tutuklanmasıyla başlayan operasyon furyasının genişlemesi ancak aklandığı iddia edilen kara paranın kaynağı konusunda kimsenin adım atmaması…
Bu başlıklara onlarcasını eklemek mümkün. Cinayetler, yolsuzluklar, mafya operasyonları, cezaevlerinde yaşananlar…

Haftalarca iddialar gündeme geldikten sonra yapılan operasyona ilişin dosya hâlâ tartışılıyor. Geçen sürede ne oldu, neler yapıldı, bunlar da muamma… Tıpkı aklandığı iddia edilen paranın sahibinin kim olduğu gibi…
Çürüme dediğiniz, unutmaktan başlıyor ve kişiye göre adalet uygulamalarına kadar ilerliyor. 

Not 22: Esasen KKM, döviz riskini kişi ve kurumların üzerinden alıp devlete yükleyen bir müessese niteliğinde. Sağlanan vergi teşvikleriyle birlikte gerçek kişi ve kurumlar tarafından yoğun ilgi gördü, görmeye de devam ediyor.
Ancak sürdürülebilir olmadığı için yeni ekonomi yönetimi KKM’den hızla uzaklaşmak istiyor, hatta bankaları buna zorluyor. Bu yaklaşımı olumlu bulmakla birlikte mevcut KKM stokunu kısa sürede eritmenin mümkün olmadığını da kabul etmeliyiz.
KKM hesaplarını yıl sonuna kadar açmak veya yenilemek mümkün. Dolayısıyla KKM istisnalarının 2024 yılında da hayatımızda yerini koruyacağını söyleyebiliriz. Yani 2023 sonrasında da istisnalar varlığını korumaya devam edecek. Çünkü önemli olan bu yıl sonuna kadar hesabın açılması veya yenilenmesi…Bu yıl sonuna kadar açılan veya yenilenen KKM hesapları için istisna uygulanacak!

Not 23: 22 Ekim’deki ilk tur sonuçlarına baktığımızda aslında Sergio Massa yüzde 37 gibi bir puanla öndeydi, öte yandan Milei onun gerisinde kalmış ve yüzde 30’luk bir oy almıştı. Bu arada geçen bir ayda nasıl bir seçim kampanyası yapıldı da Milei yüzde 56’ya yakın bir rekor oranla başkan seçilebildi? Diğer iki adaydan Patricia Bullrich’in Milei’ye destek vermesi ve diğer Peronist aday Juan Schiaretti’nin Massa ile birlik olmak yerine çatışmaya girmesinin bu sonucun ortaya çıkmasında etkili olduğu söylenebilir.
Bunun yanında, Fernandez hükümeti döneminde içine girdikleri bunalım özellikle gençleri tek tip siyasetin dışında alternatiflere yönlendirdi. Bununla ilgili kampanyalar yaptılar, “Devleti unutun, sendikaları unutun, her türlü birliği unutun, eğer yoksulsanız bu sizin hatanızdan kaynaklanıyor” propagandası insanlara etki etti, özellikle yoksul ve zaten sendikal yapı içinde olmayan, herhangi bir sosyal güvencesi olmayan, korunamayan insanlara etki etti. İnsanlar “Zaten kaybedecek bir şeyim yok, Milei’ye oy vereceğim” dedi. Bu karar yüzünden pişman olacaklar ama bu sırada Milei başkan olacak.

İlk olarak hükümetin bir bütün olarak uyguladığı makro ekonomi politikası insanlarda tepkiye neden oldu. İkincisi, özellikle tırmanışa geçen enflasyon, ki hükümet buna bir çözüm getiremedi, alternatif arayışını perçinledi. Öte yandan Milei’nin çok iyi bir demagog olduğunu akılda tutmak gerekiyor. Bazı vaatlerde bulunuyor ancak bunların hayata geçirilip geçirilemeyeceği tartışma dahi konusu olmadı. 
Milei’nin propagandası bir rock konserine benzetilebilir. Yüksek sesli güçlü müzik, dans, ışıklar, videolar... İşte bu ortamda bir kampanya hazırladı. Öte yandan Massa’nın kampanyası daha sıkıcıydı, kötü bir akademisyen gibi konuşmalar yaptı, insanlar sıkıldı. Milei ise gençlerin ilgisini çekti, ki kendisi 53 yaşında, yani genç değil ama öyleymiş gibi yapıyor. İyi bir performansla göz boyayan bir propaganda yaptı. Hareketleri, selamları fazla abartılıydı, "Siyasi sınıfa karşı savaşıyorum" dedi, oysa onun etrafı bu insanlarla çevrildi. Hatta onu ekonomik sınıfın kuklası gibi görmek mümkün.

Arkasında bir önceki hükümetin lideri Mauricio Macri var. Böylece Arjantin’in bazı girişimciler tarafından kolayca alınması sağlanacak. Devlete ait olan her şeyi satmayı düşünüyorlar, bazı öncü girişimler örneğin bunlar yok pahasına satılacak, kimin için? Hukuku, demokrasiyi, ifade özgürlüğünü umursamayan büyük kapitalistlerin çıkarı için. Eğitimden sağlığa her şeyi özelleştirecekler ve fakir bir ülke olarak geleceğimiz özel girişimin ellerinde olacak.

Milei döneminde hep beraber Don’t cry for me Argentina şarkısını söyleyecekler.

Not 24: Ekonomik sorunların giderek ağırlaştığı günümüz koşullarında, günlük hayatın akışı içinde hemen herkes ülke ekonomisinin karanlık bir tünelin içinde hızla yol aldığını görebiliyor. Buna rağmen önümüzdeki aylarda daha da ağırlaşması beklenen ekonomik sorunlara karşı işçilerin değil, patronların taleplerini dikkate alan adımların atıldığı ya da atılacağı anlaşılıyor.

Önümüzdeki aylarda belirgin şekilde artması beklenen işsizlik sorununun yaratacağı ağır toplumsal sorunlar dikkate alındığında öncelikle işten çıkarmaların yasaklanması ve ekonomik kriz nedeniyle işsiz kalan/kalacak tüm işçilere koşulsuz olarak işsizlik sigortası fonundan işsizlik maaşı bağlanması için gerekli adımların atılması ve işsiz kalan ya da kalacak işçilerin kıdem tazminatı ödemelerinin hazine garantisi altına alınması gerekiyor.
Ekonomide yaşanan ve yaşanacak olumsuzlukların etkilerini hafifletmek için sadece patronların taleplerini dikkate alıp, işçi ve emekçilerin yaşadığı ağır ekonomik sorunları çözmek için somut adımlar atılmazsa, kısa süre içinde çok daha büyük toplumsal sorunların ortaya çıkması kaçınılmaz olacak.

Not 25: Kara para (dirty money), hukuka aykırı yollarla elde edilen para, mal ve değerlerdir. Aklama ise bu parayı yurt dışına çıkarmak veya paranın gayrimeşru kaynağını gizlemek, yahut meşru bir yolla elde edildiği izlenimini uyandırmak maksadıyla çeşitli işlemlere tabi tutulması anlamına gelir.
Kara para (kirli para) ifadesinde kirli çamaşır ve çamaşırhaneyle bir benzerlik kurulur. Benzerliğin kökeni ise Amerika Birleşik Devletleri’nde alkol yasağı olan 1920’li yıllara dayanır. Ünlü suç örgütü lideri Al Capone, yasa dışı faaliyetlerinden elde ettiği parayı, hukuka uygun bir işletme görüntüsüne sahip çamaşırhaneler üzerinden aklamıştı. Hukuka aykırılık, parayı kirli hale getirirken; aklama ise bu kiri “söküp atmaktadır.”
Her bir yasak, beraberinde suç örgütlerine yeni kazanç kapıları aralıyor. Bugünlerde alkol yasak değil, ancak uyuşturucu madde ticareti ve yasa dışı , kara paranın ana gelir kaynaklarını oluşturuyor. Ayrıca fuhuş, kaçakçılık ve silah ticareti de önemli bir paya sahip.
Aklama yöntemlerinin sayısını söylemek ise zor. Fonların fiziken ülke dışına kaçırılması, smurfing denilen şirinler yöntemi, off-shore yani vergi cennetleri, kumarhaneler, paravan veya hayali şirketler ve sahte fatura yöntemi en popülerleri.
Örneğin şirinler yöntemi, bildirim yükümlülüğünden kurtulmak için eldeki paranın bölünerek çok sayıda kişi, yani “şirin” tarafından bankalara yatırılarak sisteme para sokulması anlamına geliyor. Bilindiği üzere, AB ülkeleri ve Türkiye güzergahındaki ülkelerde 10 bin avro ve üstü, yahut buna eşdeğer dövizi beyan etmeden taşımak yasak. 7-8 bin avro taşıtılan şirinler aracılığıyla bu yükümlülükten ve dolayısıyla yetkili makamların radarına girmekten kurtulmak isteniyor.
İnternet fenomenleri üzerinden ise yasa dışı paranın sahte fatura yöntemiyle aklandığını öğreniyoruz. Polat çiftinin mali müşavirliğini yapan tutuklu Ahmet Gün savcılıkta verdiği ifadede, bu yöntem ile çifte ait şirketlere yüklü miktarda para girişi olduğunu söyledi. Gün’ün niye böyle bir itirafta bulunduğuna daha sonra geleceğiz, ancak önce sahte fatura yöntemi nedir ona bakalım.
Sahte fatura, ithalat ve ihracat faturalarının olduklarından düşük veya yüksek gösterilerek aradaki farkın kara para aklamak amacıyla kullanılması işlemidir. Hayali ihracat veya ithalat da denilen bu yöntemde, değeri çok düşük veya hiç olmayan bir mal ihraç edilmiş gibi gösterilerek fatura düzenlenir. Fatura ya malın değerinin çok üzerindedir ya da aklanacak tüm miktara denktir. Örneğin, 20 bin avro değerindeki bir mal için 200 bin avro karşılığı fatura düzenlenerek aradaki 180 bin avro, ihracat geliri olarak sisteme sokulur. İşte güzellik merkezleri bu noktada devreye girmekte ve sahte faturaların düzenlendiği işletmeler olarak dikkat çekmektedir.
Aklama için güzellik merkezlerinin seçilme nedenlerinin başında bu işletmelerde genellikle nakit para kullanılması yer alıyor. Böylece, paranın takip edilmesi zorlaşıyor. İnternet üzerinden yapılan satışlar, çoğu zaman gerçek olmuyor. Karışık tedarik zincirlerinin bulunması da bu zorluğu artırıyor. Ayrıca, franchise vermeye uygun olmaları, cazibelerini artırıyor ve büyük miktarlarda para aklamayı kolaylaştırıyor.
Örneğin, Mali Müşavir Ahmet Gün’ün beyanlarına bakılırsa Polat çiftine ait Rise and Shine firmasının bir aylık cirosu 80 milyon TL’ye ulaşmış. İzleyenlerin hemen hatırlayacağı gibi Breaking Bad dizisinde para aklamak için oto yıkama tesisleri benzer nedenlerle tercih ediliyordu. Tabii ki bu paranın tamamı, kağıt üzerinde işletmenin sahibi gözüken kişiye kalmıyor. “Yıkamacının” payı, genel olarak yüzde 20 civarında. Pastanın büyüğü, kirli çamaşırların sahibine ait.
Sahte fatura yöntemi, suçtan kaynaklanan para ve malvarlığı değerlerinin, meşruiyet görüntüsü verilerek ekonomik sisteme sokulmasını sağlıyor. Bu ise suç işlemenin kazanç elde etme açısından cazip bir yol olarak görülmesine neden oluyor. Ayrıca, sahte fatura ve diğer aklama yöntemleri, suç delillerinin değiştirilmesi, gizlenmesi ve suçlunun kayrılması sonucunu doğuruyor. Bunu engellemek için devletler, kara para aklamayı suç olarak düzenliyor.
Türk Ceza Kanunu’nun 282. maddesinde de “suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama”, kısaca kara para aklama suçu yer alıyor. Buna göre, alt sınırı altı ay veya daha fazla hapis cezasını gerektiren bir suçtan kaynaklanan malvarlığı değerini yurt dışına çıkarmak veya bu değerin kaynağını gizlemek veya meşru olduğu izlemini uyandırmak maksadıyla çeşitli işlemlere tabi tutmak 7 yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılıyor. Yine, bu malvarlığı değerini bir suçtan kaynaklandığını bilerek satın almanın, kabul etmenin, bulundurmanın veya kullanmanın cezası 5 yıla kadar hapis cezası.
Son olarak, Ahmet Gün’ün neden itirafçı olduğundan bahsedelim. Anılan maddenin son fıkrası, etkin pişmanlık hükmünü düzenliyor. Buna göre, kara para aklama suçu nedeniyle kovuşturma başlamadan önce pişmanlığını dile getiren kişiler cezadan muaf tutuluyor. Kovuşturma, savcılık tarafından iddianame düzenlenip, kamu davası açılması anlamına geliyor. Yani polise veya diğer bir kolluk görevlisine yahut savcıya ifade verildiği sırada hâlâ etkin pişmanlıktan yararlanmak mümkün.
Ancak, pişmanlıktan söz edebilmek için suç konusu malvarlığı değerlerinin ele geçirilmesini sağlamak veya bulunduğu yeri yetkili makamlara haber vererek ele geçirilmesini kolaylaştırmak gerekiyor. Dolayısıyla, sadece pişmanım demek yeterli değil. Öyle anlaşılıyor ki Gün’ün açıklamaları da tahliye edilmesi için yeterli görülmemiş. Ancak nihai karar mahkemeye ait. Belki o zamana kadar bizler de “çamaşırların” gerçekte kime ait olduğunu öğreniriz.

Not 26: CHP’deki değişim geniş kesimlerde kabul görmüş, benimsenmiş olsa da henüz ciddi bir heyecan dalgasına dönüşmüş değil ama İYİ Parti’de de diğer partilerde de ki buna sol-sosyalist partileri de dahil etmek gerekiyor, gelişmeler gösteriyor ki, en azından lider değişimi herkesi kapsayacak. Bu süreç ne kadar uzarsa toplumsal muhalefet açısından da bir o kadar tehlikeli olacak. Çünkü, siyaset yeni şeyler üretmediği zaman İYİ Parti örneğinde gördüğümüz gibi kendi içine döner ve büyük tahribat yaratır ya da 2017 referandumunda kabul edilen ucube sistemin kendisinin ürettiği yüzde 50+1 seçim barajının indirilip indirilmeyeceğini tartışır!

Not 27: Partinin ağır toplarının birer birer istifa etmesi, kayıp para skandalları, İYİ Parti’yi sona yaklaştıran iç patlamalar gibi görünüyor. MHP içerisinde düşledikleri yere gelememiş olan siyasetçilerin dışarıya taşmış olan kurultay hareketi olarak kuruldu İYİ Parti. Kapsayıcı söylem dili ile bir kitle hareketi gibi davranmaya çalışsalar da milliyetçilik dışında bir alametifarikaları olamadı. Kendileri için merkez sağda kapsayıcı bir kimlik tanımlayamadılar.

Not 28: Akşener için ille de bir şanssızlıktan söz edilecekse, o da Tayyip Erdoğan ile aynı dönemde siyaset yapmasıdır. Zira; Türkiye’de Akşener durumundaki bir siyasi liderin manevra kabiliyeti Tayyip Erdoğan’a yakın değilse onunla rekabet şansı yoktur. Ya Numan Kurtulmuş ve Süleyman Soylu gibi onun kayığına binerek yola devam eder ya da boğulur. Bu vakitten sonra olağanüstü gelişmeler olmaz ise Meral Hanımın muhayyilesindeki siyasi noktaya gelme olasılığı kalmamıştır. Peşi sıra gelen istifaların nedeni de bunun idrak edilmiş olmasındandır. Akşener kendisini ve partisini bir süre daha siyasi hayatın içinde bir aktör olarak var etmek istiyorsa fazla seçeneği kalmamıştır… Ya içinden çıktığı iktidar partilerine yanlayarak Erdoğan ve Bahçeli ittifakında bir unsur olacak ya da CHP’deki lider değişiminden hareketle alışılagelmiş tornistanlarından birini yaparak ittifaka geri dönecektir. Böylece; birkaç belediyeleri ve büyükşehirlerde gidecek kapıları olabilir. Yalnız yürümeye karar verirse bir şey elde edemeyeceği gibi, muhalefete vereceği zarar nedeniyle pek de hayırla anılmaz.
Her ne olursa olsun Meral Hanım’ın siyasi tarihi, kararsızlıkları ve savrulmaları üzerine yazılacaktır. Encamı hayrolsun…

Not 29: Tarih boyunca bütün krallar, bütün çarlar, tüm padişahlar kendi adlarına niye para bastırdı hiç düşündünüz mü?
Ve şimdilerde para basma yetkisi kimde?
Sizi yıllar yıllar öncesine bir seyahate çıkartmak istiyorum. Cep telefonlarınızı evde bırakın. Götüreceğim zamanda hiç ihtiyacınız olmayacak. Kemerleri bağladıysak geçiyoruz uçuşa….
1.400’lü yıllara gidiyoruz.
Henüz para mara yok ortalıkta. Ama ticaret, dünya döndüğünden beri olduğuna göre bir şey almak için, bir şey vermek lazım. Sadece henüz standart yok ortada.
Giovanni Di Bicci De Medici…. Bir soylu… İsminden belli değil mi? Servetini tekstilden kazanmış biri ile tanıştıracağım sizleri. 1.400’lerde İtalya’da.

Tabii bu garanti de bedavaya verilecek bir garanti değil Mediciler o dönemde garanti altına aldıkları her 100 altını 99 altın sayıp 1 altını kendi kasalarına atıyor. Sonradan “senyoraj geliri” olarak literatüre geçecek geliri kendi kasalarına alıyor.
Hatta öyle ki, bu tıkır tıkır işleyen sistem Avrupa’da ilk kez “bankacılık sisteminin” doğmasını da sağlıyor.
Ticari hayat dönüyor Floransa’da ama Medici’lerin kapısını çalıp para isteyen yok. Durumu fark eden aile, ellerinde olan başkalarına ait altınları, daha başkalarına kullandırmanın ya da kendilerinin kullanmasının akıllıca olacağını düşünüyor.
Ve böylece ilk kredi müessesi de çalışmış oluyor.
Her şey böyle devam etse sorun yok aslında ama bu para basma ve saklama hikayesi ile birlikte zaten zengin olan Medici’ler daha da zengin oluyor. Üstünde mühürleri olan senetlerle hükümranlıkları da alıp başını gidiyor.
Giovanni Di Bicci De Medici akıllı da İtalya kralı aptal mı? O kadar gücü tek başına sana kullandırır mı? O kadar parayı tek başına sana yedirir mi?
Bundan sonra senetleri ben basacağım, sen benim kâğıdımı, benim sana izin verdiğim kadar saklayabileceksin diyor kral.
Medici şimdiye kadar böyle bir durumla karşılaşmamış. “Olmaz” diyor. “Ben de basayım. Sen de bas o zaman, herkesinki tercih edildiği oranda iş yapsın.”
Ertesi sabah İtalyan ordularının kılıç sesleriyle uyanıyor Medici’ler…
O gün bu gündür parayı krallar basıyor.
Krallıklar, devletlere dönüştüğünden beri de devletler…
Yetkinin kötüye kullanılmaması için de hemen hemen tüm dünya, bu yetkiyi bağımsız “merkez bankaları”na havale etti…

Not 30: Üst üste gelen haberlere bakın.
Bankacıya para kaptıran, kaptırdığı parayı geri alabilmek için yeni kurbanlar bulan futbolcular mı ararsınız; 1 milyarlık naylon fatura kesildiğini açıklayan güzellik merkezi sahibinin muhasebecisini mi; Öğretmenler Gününde dayak yiyen öğretmenleri mi; yargıda rüşvet iddialarını mı; Şiddete Karşı Mücadele Gününde eşleri tarafından öldürülen kadınları mı?
Böyle daha sayamadığım yüzlerce haber var.
Bunlar sadece tesadüfen yaşanan olumsuz gelişmeler mi dersiniz? Yoksa topyekûn bir kaosun mu içindeyiz?
Bütün bu yaşananları mercek altına alacak ve kendince çözüm yolu önerecek olan mekanizma siyaset ve sivil toplum değil mi?


Oysa siyaset anayasa değişikliği ile yerel seçimde kimler aday olacak tartışmalarına hapsolmuş durumda, sivil toplum da siyaseti yönlendirme, baskı altına alma gibi bir işlevi çoktan terk etmiş durumda.

Gözden kaçmaması gereken nokta, iktidarın hiç de rahat olmadığı. Zaten yerel seçimlerde genel seçimler kadar başarılı olamayan AKP, şimdi bir de İstanbul, Ankara ve İzmir için seçim kazanacak aday bulma derdinde. Kabul etmek gerekir ki muhalefet adayları şu anda daha avantajlı konumdalar. İktidar kanadında onlarca isim sayılıp dökülüyor ortaya. Üzerinde durmak istediğim nokta, yukarıda saydığım/sayamadığım haberler gündelik hayatımıza yön verip damga vururken siyasetin bu sorunlardan bihabermiş gibi davranması. Kim bilir gerçekten de ortada sorun görmüyor olabilirler ki durumumuz o zaman daha da vahim bir hal alır

Not 31: Türkiye para politikasında yaklaşık iki yıllık bir sıra dışı dönem yaşadı. Kimisi buna “akıl tutulması dönemi” diyor ama biz sıra dışı diyelim. Bu dönemde bozuk enflasyon görünümüne ve artan tehdidine rağmen politika faizi hızlı ve uzun süreli bir şekilde aşağı çekildi. Böylece enflasyon patlatıldı, Türk lirası değersizleştirildi, ülkede dolarizasyon teşvik edildi. Faizler baskılanınca parasını Türk lirası mevduatta ya da diğer tasarruf araçlarında tutanlar enflasyon karşısında kaybettiler. Tasarrufları negatif reel faiz oranında eridi.
Bu dönemde para politikası gücünü; Merkez Bankası itibarını ve faizler ise göreliliğini ve bir ölçüde anlamını kaybetti.


İşin kitabında yazar. Böylesi bir ortamda reel faizin uzun bir süre negatif olması ekonomideki tasarruf ve harcama tercihlerini değiştirir. Halkın tasarruf alışkanlığında döviz ve altının ağırlıklı yer tutması, gayrimenkul ve otomobil piyasasının cazip hale gelmesi, bazı varlıkların yastık altında tutulması gibi sonuçlar yaratırken farklı davranışları da tetikler. Tasarruf sahibini başka alanlara yöneltir. Futbolcuların olayında ya da Çiftlik Bank gibi diğer dolandırıcılık vakalarında olduğu gibi yüksek getiri vaatlerine yöneltir. Kurbanının bekleyen dolandırıcının işini kolaylaştırır.
Merkez Bankası’nın Mayıs sonundan bu yana yaptığı arttırımlar ve özellikle geçen haftaki beş puanlık faiz arttırımından sonra Türkiye’de hem politika faizi hem de diğer faizler daha anlamlı bir seviyeye gelmeye başladı. Bu önemli bir gelişmedir çünkü çok net gördük ki; faizler olması gereken yerlerden çok farklı seviyelere çekildiği zaman bunun ekonomide ve davranışlarda ciddi yan etkileri olabiliyor.

Not 32: Yerel seçimler ekonomik göstergeler için bir kavşak noktası. Seçim sonrasında mevcut ekonomi politikalarının devam etmesi enflasyonda düşüş, beklentilerde iyileşme, portföy girişlerinde artış ve döviz kurlarındaki basıncın azalmasının anahtarı olacak. Her şey yolunda giderse gelecek yıl bugünlerde faiz politikasının enflasyonla mücadelede etkili sonuçlar vermeye başladığını görebiliriz.

Not 33: Dilan&Engin Polat 1,2 milyar lira (40-45 milyon dolar) kara para aklamış diye ekranlar dolup taşarken, benim için kara paranın ana güzergahı "Ödemeler Dengesindeki" 16 milyar dolar çok daha önemli.
Ödemeler Dengesi verilerine göre seçimlerden önceki üç ayda (Mart-Nisan-Mayıs) 'Net Hata Noksan' kaleminden tam 15 milyar 905 milyon dolar ülkeden çıkış yapıyor. Ve seçimlerden sonraki aylarda ise bu sefer tam 15 milyar 575 milyon dolar yine 'Net Hata Noksan' kaleminden ülkeye döviz olarak geri dönüyor.

Seçim riskini alamayıp giden bu 16 milyar dolar seçimden sonra iktidar yerinde kaldığında geri geliyor. Acaba bu 16 milyar dolar kimindir, neyin nesidir?
Sizce magazinci Polat'ların 40 milyon dolarlık o para aklama işi mi önemli, yoksa 16 milyar dolarlık Türkiye'nin belirsiz para trafiği mi?
Şimdi anlatabildim mi? 28 Şubat sürecinin magazin programları ile ne kadar uyumlu bir başka versiyon yaşadığımızı? Aslında değişen bir şey yokmuş.... Yine ülke suni gündemlerle uyutuluyor.

Not 34: Olmayan gelirler harcandı ve ekonomide saadet zincirinin bir başka versiyonu olan sanal bir zenginlik yaratıldı... Bir bakıma Seçil Erzan'ın Fatih Terim Fonu gibi.
Bu sanal zenginliği değişik şekilde şöyle izah edelim: Bir insan normal hayatına devam ederken ona aşırı doping maddeleri verdik ve normal ötesi canlanma yaşadı. Şimdi o normal ötesi canlanmanın faturası ödenecek. O kişi bırakın normal hayatına devam etmeyi, belki de yataklara düşüp dinlenmek zorunda kalacak. Biz buna makro ekonomide "Kemer Sıkma" politikası diyoruz.
Hatırlarsanız 2018 seçimlerinden önce de benzer sanal zenginlik yaşamış ve sonrasında da kemer sıkma politika uygulamak zorunda kalmıştık. 2017 KGF ve kur artışları bizi 2018 seçim sonrası kemer sıkmaya mecbur etmişti. Ve o kemer sıkma politikasında 2 milyon 252 bin lise ve altı eğitimlilerin işini kaybetmişti.
Arda'nın Emre'nin paralarını kaybetmesi mi daha önemliymiş yoksa en az 2,5 milyon dar gelirlinin işini kaybetmesi mi?
Bunu şu nedenle yazıyorum: Şimdi ne olacak? Muhtemelen 3-4 milyon kişi önümüzdeki iki yılda işini kaybetmek durumuna gelecek.
Bakın Seçil Erzan'a para verip kaybedenler ile Türkiye'nin sanal ekonomisine oy verip kaybedenler aynı durumda değil mi? 

Not 35: Mehmet Şimşek tarafından söylendi: "Yabancı sermaye yerel seçimden sonra gelecek" dedi. Bunun anlamı şu: Asıl finansal getiri yerel seçimden sonra oluşturulacak. Yani faizler o zaman realiteye gelecek ve ondan sonra kurlar duracak. Bunun bir başka anlamı şu: Reel sektörde işler duracak.
Konu aslında o kadar basit ki... Seçimden önce defalarca ama defalarca yazmıştım bunları. Ödeyeceğimiz fatura o kadar net ve açık ki, hem Erdoğan hem de Şimşek cümle aralarında bunu net şekilde söylüyorlar... Sadece Erdoğan bunu dini motifle süsleyerek açıklıyor: FAZİLETLİ DÖNEM diyor.
Siz işinizi kaybederken ülke dengeye gelecek. Kurlar duracak, enflasyon düşecek ve sanal tüketim sönerek dış açık ve döviz ihtiyacı kalmayacak... Ama o süre zarfında sizler de işinizi kaybedeceksiniz... Buna da "FAZİLET diyeceğiz.
Burada hiç kimse şunu sormayacak: Bu ülkeyi bu duruma kim, niye getirdi? Dün düşük faize NASS derken bugün yüksek faize nasıl FAZİLET diyoruz. Bu faturanın bir sorumlusu olmayacak mı?
Veya şu şekilde bitirelim: Seçil Erzan'ın saadet zincirinde 3-5 futbolcu para kaybetti diye ülke gündemini boğarken, önümüzdeki dönemde kemer sıkma politikasına mecbur kalıp 3-5 milyon kişi işini kaybedecek ve kimse buna bakmayacak...

Not 36: Bir çakıl taşları gülümseyişi ağlarmış karafaki rakısıyla

Şimdi dipsiz kuyulara su olan kınar hanım’dan..

Ece Ayhan