İşte isimleri:

Piyade Sözleşmeli Er Müslüm Özdemir, Piyade Sözleşmeli Er Emrullah Gülmez, Piyade Üsteğmen Gökhan Delen, Piyade Uzman Çavuş Serkan Sayin, Piyade Sözleşmeli Er Kemal Batur, Piyade Uzman Çavuş Hakan Gün, Piyade Uzman Çavuş Ahmet Köroğlu, İstihkâm Sözleşmeli Er Murat Atar, İstihkâm Sözleşmeli Er Muhammed Tunahan Evcin.

Şehit, şehit, şehit, şehit, şehit, şehit, şehit, şehit, şehit…

“12” deyip, “9” deyip geçmek yok. Gazze’de 23 bin insan… Tek tek sayalım 23 bin çocuğu, kadını, yaşlıyı, sivili… Bombalarla yıkılmış şehirler, hastaneler, mülteci kampları bile yürek ürpertiyor tek tek bakılınca…

Her şehide bir anne yüreğiyle bakmalı, bir kardeş, bacı, baba, eş yüreğiyle…
Piyade sözleşmeli er, piyade üsteğmen, piyade uzman çavuş…
Sıvasız evlerini görürüz yakında bazılarının…Daha önce öyle bir evin fotoğrafı yansımıştı medyaya da, devletimiz o baba evini tamir edeceğini açıklamıştı! 

Dünkü haber de şu:
“Piyade Sözleşmeli Er Müslüm Özdemir’in acı haberi, Kahramanmaraş’taki anne ve babasına ulaştı. Ailenin evinin 6 Şubat’taki depremlerde yıkıldığı, şehidin annesi Ümmihani ile babası Ali Özdemir çiftinin, yaşadıkları konteyneri ısıtamadıkları için çadırda kaldıkları öğrenildi. Çiftin kaldığı çadıra acı haber sonrası 10 adet ısıtıcı bırakıldığı görüldü.”

Tabii bir sözümüzde yöneticilerimize; yöneticilerimiz derken kimse sadece siyasetçileri anlamasın vali kaymakamlar dahil il müdürleri bürokratlara:

Yöneticilerimiz, şehit babaların sıvasız evlerinin tamiri gibi, deprem bölgesindeki insanların ısıtıcı ihtiyacını da böyle şehit aileleri gündeme gelince görüyor demek ki…

Burada yiğidin hakkını yememek lazım. Yiğit hükümet oluyor malum. Deprem bölgesinde çadırda yaşayan şu an hiçbir kimse yok; şehit ailemizde olduğu gibi istisnalar hariç. Şehit ailemize de devletimiz konteynır vermiş. Aile ısınamadığı için geçim çadıra. Kışın ısınma ciddi sorun konteynerlerde; bu acı bir gerçek. 

Eğer evi ağır hasarlı ya da yıkılmışsa veya kiracıysa konteyner kentlerde yeterince yer var herkes için. Fakat bir çok müstakil evin bahçesine deprem korkusu nedeniyle deprem sonrası halka dağılan çadırlar kurulmuş durumda ve bu çadırlar hala kaldırılmadı. Zaten verilen çadırlar ve kırsala verilen konteynerler devlet tarafından geri istenmedi ve istenmeyecek. Bahsi geçen durum eğer istisna ise bilemem ama Maraş’ta çadırda zorunluluk nedeniyle yaşayan kalmadı. Ya Konteyner ya da kira yardımı var şu an uygulamada.

Şu gerçeği de vurgulamak lazım: Konteynerler uzun süreli yaşam için ve özellikler kış için hiç uygun değil. Konteyner kentelere, genel olarak deprem bölgesinde yaşam çok zor. Henüz yapılması gereken dairelerin önemli bir kısmı bitmedi, kiralık ev yok zaten doğal olarak. Ya göç edeceksiniz ya konteyner kentlerde kalacaksınız ya da ana baba gardaşla birlikte kalacaksınız; ki uzun vadede çoklu insan ortamı toksik oluyor hele de kimsenin kimseye tahammülünün kalmadığı şu iğrenç zamanlarda. Şehit ailemizin durumu aslında deprem bölgesinde evi yıkılan ve konteynerlerde yaşayanların ortak hali. Tabii bu kadar büyük felaketten sonra kısa sürede ayağa kalkmak ve konut inşa etmek ve kaliteli yaşam alanı oluşturmak çok zor hem ekonomik hem de insan kaynakları olarak. Mesele deprem öncesi önlem alıp sağlıklı bina inşa etmek. Felaket sonrası yapılan şeyler akut halde anlam ifade etse de bölgedekiler için yaşam çetin oluyor hayat normale dönene kadar.

Evler yapılır, şehitlerimizin aziz hatıralarına milletimiz sevgisini ve hürmetini hep gösterdi ve hep gösterecektir bunda sıkıntı yok. Yalnız 20 gün arayla dokuz şehit daha vermiş durumdayız. Şehitlerin kanı yerde bırakılmayacak söylemleri ile geçiştirilemez. Vatan evlatlarının canı değerlidir ve ivedi önlemler alınıp gereken yapılmalıdır.

Terörle mücadelenin pirlerinden ve  bu tür mücadelelerde etkin rol almış emekli tümgeneral Osman Pamukoğlu hem mevcut üs oluşturma politikasını eleştiren hem terörle mücadelede daha etkin olacağını iddia eden bir farklı düşünceyi ortaya koymuş:

“Biz oralarda üsler kuruyoruz. Fakat bu üs meselesi benim Hakkari’ye atandığımdan beri kabul etmediğim, uygulamadığım bir şey. Çünkü, bizim toprakla ilgimiz yok. Biz gireriz, 2-3 günde darmadağınık ederiz. 3-4 günden fazla kalmayız.
Gayrinizami çatışmada toprak önemli değil. Teröristin kendisi önemlidir, bize terörist lazım.
Hududu korumak başka bir şey, teröristleri bulup yok etmek başka bir şey. Gayrinizami harpte tek bir formül vardır: Ara, bul, yok et! Ne üssü?
ABD, Vietnam’da üsleri basılarak 56 bin ölü verdi. Üs demek, sen sabitsin demek, sen gözetleniyorsun, sen takip ediliyorsun demek. ‘En zayıf anında mutlaka ben sana baskın yaparım’ demek.” Dinlemek lazım farklı düşünceleri.

9 şehidimizi daha ukbaya uğurluyoruz ve toprağa veriyoruz. Allah’ın rahmeti onlarla olsun, Rabbimiz cennetiyle buluştursun onları, kabirleri nurla dolsun, geride kalanlara, kederli ailelerine sabrı cemil ihsan eylesin. Yaralı askerimize acil şifalar dilerim.

Rahmetli Nihal Atsız'ın şiiriyle veda edelim şehitlerimize: "İnsan büyür beşikte / Mezarda yatmak için / Kahramanlar can verir / Yurdu yaşatmak için."

Yüzsüzlere atfen:

Maraş depreminin üzerinden neredeyse bir yıl geçti. Hala depremzedeler için söz verdiği bağışı yatırmayanlar mevcut. Bir anlamda Türkiye Tek Yürek kampanyası için telefonla bağlanıp, şov yapıp sonrasında da sırra kadem basmak…

Beklentimiz bağış sözü verip ödeme yapmayanların acilen ifşa edilmesi. Hem de acilen…

İçi boşalmış kavramlar:

Açıkçası koca bir yalanın içinde gibiyiz.
Kavramlar üzerine inşa edilen vaatler, şöyle olacak, böyle olacak… Gerçekte olan da çoğunlukla kaos.

Öte yandan dünya genelinde birçok şehirde Filistinlilerin acılarına ortak olan, İsrail’in zulmü karşısında tek ses olan kitlelerin samimiyetine hiçbir sözüm yok. Belki de bizi kurtaracak olan bu milyonların vicdanıdır.
İçi boşalmış kavramların gerçek olmasını sağlayacak da tam da bu milyonların vicdanı olabilir.

Belki de sokakların tepkisi yalanları sonlandırabilir. Böyle bir bilinç ortaya çıkabilir.

Belki de yaşanan istikrasızlıklar, belirsizlikler öyle bir güçlü dalga oluşturacak ki bunun önünde kimse duramayabilir…

Son söz: Hayatta herşeyin bedeli var, mesele bedeli kimin ödediği. 

Milletvekilleri karda kayabilir, İstanbul’da Nijeryalı, Filistinli gençler burs alabilir. Kamuda müdürler Audi makam aracıyla dolaşabilir vesaire.

Hepsinin bedeli, maliyeti var.

Bunları BİZ ödüyoruz. Mesele kimin ödediği.

Anımsatma: Enflasyon lobisi negatif reel faizle kredi kullanarak kendine servet transferinin devam etmesini ister.
Ancak bir de bunun üstüne yüksek enflasyonda giderek reel anlamda ucuzlayan emeği sömürmek ister.
Sömürecek emek kalmayınca da ithal edilmesini ister.

Not 1: Mustafa Süleyman, yapay zekâ dünyasının duayenlerinden biri. Suriyeli bir taksi şoförüyle bir İngiliz hemşirenin oğlu. İngiltere’de doğup büyüyor. Oxford’da okurken bir arkadaşıyla birlikte Müslüman gençlere telefonla psikolojik destek hattı kuruyor ve teşebbüs çok başarılı olunca, okuldan ayrılıyor. Tıpkı Microsoft’un Bill Gates’ının, Facebook’un Mark Zuckenberg’inin okulu terk edişi gibi.
Öğrencilere not: Bu kahramanlar başarılı oldukları için okulu bıraktılar; okulu bıraktıkları için başarılı olmadılar.

Mustafa Süleyman’ın asıl büyük başarısı, Derin Zihin (Deep Mind) adlı yapay zekâ projesinde ve şirketinde. Google, şirketi 2014’te 400 milyon sterline satın alıyor. Süleyman, şirketi yönetmeye devam ediyor. 2022’de Google’dan ayrılıp Inflection AI (Tonlama Yapay Zekâsı) şirketini kuruyor. Bu şirketin Pi (Personal Intelligence – Kişisel Zekâ) ürünü, herkesin kişisel kurmay başkanı olma vaadiyle yola çıkmış.

İşte bu Mustafa Süleyman, geçen Eylül ayında Gelen Dalga (The Coming Wave) adlı bir kitap yayımladı. Eser, çıkar çıkmaz New York Times’ın en çok satanlar listesine girdi. Ardından Financial Times, The Economist, Bloomberg, Semafor, CNN, Sunday Times ve The Guardian listelerinde başa oturdu. Kitabı, New York Times’da listeye girdiği gün, yayıncı arkadaşlarımı arayıp tavsiye ettim. Türkçe tercüme telif hakkını almak için 5 Türk yayınevinin başvurduğunu ve sonucun açık arttırmayla belirleneceğini öğrendim. Kim aldı bilmiyorum. Umarım yakında kitabın Türkçesine kavuşuruz.

Not 2: İntel’in bir zamanlar başkanlığını yapan Gordon Moore’un adıyla anılan bir “kanun” vardır: Elektronik teknolojilerinin yapı taşlarından entegre devrelere yerleştirilebilen transistor sayısı her yıl iki katına çıkar. Bu yüzden ilk bilgisayarlarımızı en geç üç yılda bir yenilemek zorunda kalırdık. Çünkü üç yaşındaki makine artık yeni uygulamaları çalıştıramazdı. Moore, daha sonra kanununu, iki yılda bir iki katına çıkar şeklinde değiştirdi… Bilgisayarlarımızı 5-6 yıl kullanabiliyoruz. Süleyman, Moore kanunu kadar bilinmeyen başka bir kanundan bahsediyor, ekonomistlerin Carlson eğrisinden: İnsan DNA’sının sıralanması, yani yapısının belirlenmesi, 2003 yılında 1 milyar dolarken 2022’de bin doların altına inmiş!
Moore kanunundan bin defa daha hızlı.

Not 3: Gelir dağılımı bozulan toplumların akıl dağılımı da bozuluyormuş. Bizler bu durumu 29 Büyük Buhran sonrası gördük ve İkinci Dünya Savaşı ile çok acı şekilde yaşadık.
Almanya’da Hitler
İtalya’da Mussolini
İspanya’da Franco
Portekiz’de Salazar...
Eskiden diktatörler vardı.
Şimdi ise yumuşamış halleri var: Diktatör değil ama Otokratik liderler.
Nedir özellikleri?
Mesela muhalefeti bastırmak için yargı dahil devletin tüm gücünü kendi iktidarları uğruna kullanan baskıcı liderler.
Örnek olarak Netenyahu...

İsrail’i inanca ve itaate dayalı yönetmek istiyor ve bu uğurda soykırım dahil, kan dökmekten hiç çekinmiyor. Netenyahu’nun tek derdi kendi iktidarı.
Otokratik liderler ülkelerini görüntüde süslerler ama içeriden içeriye aslında ülkelerini yıkan liderlerdir.
Toplumların korunması ve önem verilmesi gereken tüm kutsal ve ahlaki değerlerini kendi iktidarları için hoyratça kullanıp yıkarlar...
Orban’a bakın mesela... İşi gücü dinsel ve ahlaki değerleri savunuyor gibi görülüp içten içe Macaristan’ı ezen bir liderdir.

Not 4: Eğitimden tutunuz, üretime kadar ‘değer’ kavramını yitirdik. Değersiz üretim ve değersiz para aslında toplumun da bir bakıma dışa yansıması oldu.
Neden değer kaybettik dediğinizde ilk ve en önemli açıklaması akıl yerine inanca sarıldık da ondan.
Burada inanç kutsal gibi görülen veya gösterilen hurafeler. Ülkemizde gerçek bir inanç temeli olsa rüşvet ve yolsuzluk bu kadar yaygın olabilir miydi?
Soran-sorgulayan bir toplumsal zemin gittiğinde bu ülkede demokrasinin sadece sandık bölümü çalışıyor ama diğer unsurları maalesef çalışmıyor.
Oysa demokrasi çoğunluğun baskısı değil azınlığın haklarının korunduğu bir sistemdi. Nerede kaldı o eski demokrasiler...

Not 5: 57 İslam ülkesinden biri değil de nüfusunun sadece yüzde 1,5’i Müslüman olan Güney Afrika’nın İsrail’e soykırım iddiası ile bu dava açması küresel vicdanının en çarpıcı örneği olarak muhakkak ki tarihteki yerine alacak.
Davanın ilk duruşması dün (11 Ocak) itibarıyla görülmeye başlandı.
Bugün de devam ediyor.
Şimdiye kadar 57 Müslüman devletten bir tanesinden dahi katılma isteği geldiğini duymadık. Duruşma devam ederken de hala müdahillik talebi gelmemiş olursa, bu durum Müslüman aleminin kendiyle yüzleşmesi gereğini zorlayan bir gelişme olacak. Bir utanç sorgulamasına gerek duyulacak.

Not 6: Amerikan Gümrük ve Sınır Koruma Dairesi’nin 2023 Haziran ayındaki verilerine göre Meksika sınırını geçtikten sonra ABD’ye iltica başvurusunda bulunan Türk sığınmacı sayısı son 18 ayda 33 bin kişiye yükseldi. Bu rakam şimdilerde daha da artmış durumda.
Kanada Göçmenlik, Mülteciler ve Vatandaşlık Departmanı verilerine göre 2023 yılının ilk yarısında mülteci talebinde bulunanların geldiği ilk beş ülke Meksika, Haiti, Türkiye, Kolombiya ve Hindistan. Türkiye, Kanada’nın “ilticacı ülkeler” listesinde.
Bu listeye İsveç, İsviçre, Belçika, Fransa, Finlandiya gibi ülkeleri de rahatlıkla ekleyebilirsiniz. Üstelik Türkiye’nin doğusundaki ve nispeten az gelişmiş ülkelerin verilerine bakacak olursanız oralara kaçan insanların sayısının da devasa boyutlara ulaştığını görebilirsiniz.
İnsanlar ülkelerinden gitmek istiyor…
Dünya nezdinde dikkat edilen, önlem alınan, vize verilmeyen, pasaportunun itibarı kalmamış bir göç ülkesidir artık Türkiye.
Ülkesinde savaş olan insanlara kıyasla daha fazlası göç eden bir ülkedir artık Türkiye.
Gidenlerin büyük bir çoğunluğunun asla geri dönmeyeceği bir çoraklık haline geldi memleket.
Ya siz?
Sizler de ülkenizden gitmek istiyor musunuz?

Not 7: Birleşik Krallık İhracat Finansmanı kuruluşu. Şimdiye kadar kuruluşun desteklediği en büyük sivil ulaşım projesi Türkiye’deki hızlı tren hatları. Yani İngiltere açısından hayati bir konu. İlk anlaşma yapıldığında İngiltere’de yoğun tartışmalar yaşandı. Kendi demiryollarına yatırım dururken niye Türkiye’deki projelere yüklü krediler verildiği sorgulandı. Kapitülasyonlara atıf yapılan resmi açıklama, bunun üzerinde yayımlandı zaten. İngiliz hükümeti, kendi maliyesinden tek kuruş çıkmadan sağlanan kredi karşılığında nelerin elde edildiğini madde madde açıkladı:
* İngiliz vergi mükelleflerine hiçbir yük getirmiyor.
* Krediler karşılığında projelerde kullanılacak mal ve hizmet tedariki için İngiliz şirketlerle yüz milyonlarca sterlinlik anlaşmalar yapılacak.
* Ray, bağlantı elemanları, sinyalizasyon, telekomünikasyon, elektrifikasyon sistemleri için malzemeler, ekipmanlar ve hizmetler İngiliz şirketlerinden sağlanacak.
* Sigorta ve nakliye hizmetleri de İngiliz şirketlerince verilecek.
Bu anlaşmaların imzalandığı gün İngiltere ve Türkiye hükümet yetkililerinin açıklamalarından da birer cümle aktaralım:
İlk anlaşmanın töreninde İngiliz Uluslararası Ticaret Sekreteri Anne-Marie Trevelyan, bizim şehirlerin karbon kirliliğini çok önemsiyormuş gibi, şöyle diyordu: “Bu, Birleşik Krallık demiryolu endüstrisi için, endüstriyel köklerini aşırı kirli şehirlerdeki emisyonları azaltmak için kullanan gurur verici bir andır.” Hazine ve Maliye Bakanı Nurettin Nebati ise özellikle satır arasında bir anlaşmayı da hatırlatarak şunları söylüyordu: “1999’da İngiltere-Türkiye arasında imzalanan anlaşmanın gereği olarak hızla büyüyen yeşil finans piyasasının aktif oyuncuları arasında yer almak istiyoruz.”
İkinci anlaşmanın töreninde de İngiltere İhracat Bakanı Lord Malcolm Offord, İngiltere'nin altyapı, mühendislik ve proje yönetimi sektörleri için yeni multimilyon poundluk sözleşme fırsatları yarattıklarını belirterek, “Birleşik Krallık ihracatçılarının projenin tedarik ihtiyaçlarını karşılaması şartıyla verilen destek, ekonomik büyümeyi hızlandıracaktır” diyordu. Aynı toplantıda konuşan Hazine Bakanı Mehmet Şimşek’in sözleri ise şuydu: “Ticaret ortağımıza çok minnettarız.”