Seçim sonrasında politika ve ekonomi temelli konular aslında genel okuyucu kitlesinde eskisi kadar karşılık bulmuyor. Toplum, yaşanan sıkıntıların dile getirilmesine bile isteksiz gibi görünüyor.

Bu yılgınlık, bana göre toplumun yansıması olan siyasi örgütler için de geçerli. Yaşanan tüm olumsuzluklara tepki vermeye mecalleri bile kalmamış demem yanlış olmayacaktır. Katıldığım siyasi içerikli toplantılarda ne yazık ki üzülerek görüyorum. Neyse diğer gözlemlerime döneyim.

Ben de yıllar sonra bir tatil kararı aldım. Çocukluğumdan beri hayalini kurduğum bir tatil. Bodrumda belli süre konaklayıp, etrafı gezmek. Son yıllarda iyice popüler olan Yalıkavak ve Turgutreis dikkatimi çekmişti. Kendi aracımızla yola çıktık ailecek. Yakut fiyatlarının cebimizi yaktığını yakından hissettik. Özellikle mesafeler uzadıkça bütçeyi deldiği daha net hissediliyor.

Geziye gitmeden önce kafamda kurguladığım şeyler vardı. Bunlardan biri de döviz kurlarının yükselmesi nedeniyle yabancı turist sayısının çok olacağıydı. Gezdiğim yerlerde neredeyse hiç yabancı turist görmedim desem yalan olmaz. Belki büyük otellerde kaldıkları için görmedin diye düşünebilirsiniz ama okuduğum haberlerde ve sohbetlerimde Akdeniz ve Ege’deki otellerin doluluk oranlarının %40’lara ulaşmadığından bahsediliyor. İşletme sahiplerinin hepsi, sezonun kötü başladığını ve pandeminin başladığı yıldan daha geri bir durumda olduklarını söyledi. Hatta yerel bir kanalda yer verilen haberde, sezonun ortasında bazı otellerin %40 civarında indirime gitmek zorunda kaldığı ifade edildi.

Özellikle İstanbul’da faaliyet gösteren ve Bodrum’da da hizmet sektöründe olan bir işletmenin müdürüyle yaptığım bir sohbet sırasında, söylediği sözler çok çarpıcıydı. “Bizler kendimizi güvende hissetmezken turist niye gelsin ki?’’ dedi ve ardından ekledi, “Euro’yu bozdurduktan sonra bile pahalı olan bir Türkiye var.’’ Bence bu sözler, gerçeği en net şekilde özetliyor.
Sezona umutla başlayan işletmelerin, umduğunu bulamayınca çalışanların işlerine son vermeye başladığına da şahit oldum. Bodrum’un bilindik bir koyunda, müşteri olmadığı için masraf olmasın diyerek saat 23.00 olmadan elektriklerini kapatan orta halli gıda ve eğlence mekanları gördüm. Küçük işletmelerde çalışan personelin yaşadığı zorluklar oldukça belirgin bir şekilde görülüyordu. Uzun süren mesailer ve zorunluluklardan kaynaklı sektörde çalışmak turizm çalışanlarının kaderi olmuş. Örnek olarak sağlıkçı bir gencin, iş bulamadığından zor şartlarda garsonluk yapması bu ülkenin acı gerçeği. Tabii burada her ile pıtırak gibi kalitesiz üniversite açıp niteliksiz mezunlar yetiştiren veya nitelikli mezunlar yetiştirse bile ihtiyaç fazlası olan vatandaşlarımızın verdiği emeğe ve paraya üzülmemek elde değil. Neyimiz düzgünki seslerini duyar gibiyim. O nedenle gençler üniversite okurken artık iki değil 3 kez düşünmeli. Eğer mezun olduklarında özelde ve kamuda iş bulamayacaklarsa bütçelerini ve emeklerini zayi etmesinler.

İlginç olan, neredeyse tüm marinalar genellikle Rus yatlarıyla doluydu. Bu teknelerin içleri boş ama marinalarda bulunuyorlar. Muhtemelen Ukrayna savaşı başladıktan sonra Türkiye limanlarına çapa atmalarının derin bir hikayesi vardır. Eminim bu marinalarda yatan teknelerin kokusu kısa zamanda çıkar. Öte yandan, bu marinalarda bulunan yatların, sahilin kirlenmesine neden olduğuna da dikkat çekmek gerektiğini düşünüyorum.

Ege ve Akdeniz’e gidince, hele bir de araba varsa köylerden geçerken alışveriş yapmak istersiniz. Daha önceki gezilerimden hatırladığım, daha dalından yeni koparılmış meyvelerin ve otların tazeliğinin kokusuydu. Birlikte tatil yaptığım dostlarımın bölgeyi bilen insanlar olmasının verdiği avantajla, bu gezide de benzer beklentiler içindeydim. İncirin kilosunun 120 TL, bamyanın kilosunun mevsiminde 150 TL olduğunu söyleyebilirim. Tabii bu fiyatlara rağmen taze ürünleri bulmak yine de çok zor. Yerel lezzetler ve tarım ürünlerinin gitgide azaldığını fark edebiliyorsunuz. Üretim maliyetleri yüksek olduğundan, yerel halkın da bilindik marketlerden alışveriş yapmayı tercih ettiği çok belli. O doğallık ne yazık ki kayboluyor. Tarım arazilerinin yok olması, katkılı konserve hayatın egemen olmasına neden olmakta.

Bu gezimden sonra arkama yaslanarak bir muhakeme yaptım. 10 sene önce gittiğim güzergâh resmen betonlaşmıştı. İşletmelerdeki kalite, bir kaç istisna dışında son derece kötüydü ve maliyetler doğal olarak artmış durumda. Tüm bunları hesaba kattığınızda, en yakın ülke Yunanistan’da ya da diğer yakın ülkelerde tatil yapmak, farklı bir kültürü de tanımak adına bırakın yabancı turisti, yerli turist için bile daha cazip hale geldi. "Nereye gidiyoruz?" diye sormak için geç kaldık sanırım.

Geçmişte özellikle yaz aylarında turizmden gelen sıcak para ülke ekonomisi için can simidi olurdu. Maalesef bu sene görünen o ki turizmin ülke ekonomisine beklenilen katkıyı sağlayamayacak. Bugüne kadar idare eden bazı işletmelerin ekonomik daralma ve bu sezonun iyi geçmemesi nedeniyle gelecek sene çalışamayacağını söylemek mümkün.

Üzgünüm, bu yaşadıklarımız kader değildi. Bu duruma bizlerin yaptığı yanlışlıklar ve eksiklikler neden oldu. Suçu artık başkalarında aramayalım.

Ne olursa olsun neşeyi karartmayalım tabiki. Vazgeçmek, kaybetmektir. Asla vazgeçmemeliyiz…

Son olarak kısa süreli dinlencemiz boyunca bizim ihtiyaçlarımızı karşılamak için ellerinden gelen her şeyi yapan ve iyi bir zaman geçirmemiz içtenlikle gayret eden Sirene Luxury Bodrum çalışanlarına gönülden samimi şükranlarımı ve teşekkürlerimi sunuyorum. Yolları açık olsun. 

Bodrumdan bahsetmişken Cevat Şakir Kabaağaçlı, bilinen adıyla Halikarnas Balıkçısı’dan bahsetmeden yazıyı bitirmek olmaz. Girit doğumlu Cevat bey ömrünün so. 27 yılını Bodrumda geçiren Bodrum aşığı biri. Kendisi bakın Bodrum’u öyle güzel anlatıyor ki…

“Burası engin göklerin memleketidir. İçten gelen bir türküyü kapıp koyuverin uzaklaştıkça türkü gökte masmavi olur. Işık burada yalnız karanlığı aydınlatmakla kalmaz, aydınlattığı maddeyi değiştirir ve görülen bir şair rüyasına çevirir. Başka yerlerde ölüp nur içinde yatılacağına burada nur içinde yaşanır.”

Bu tasvir gücü ancak içten, sımsıcak duygularla yazan bir insanın kalemine ait olabilir. Bu kadar hissettirmesi de bundan… Vazgeçilmez ve hiçbir yerle kıyaslanamaz onun için bodrum, İtalya’yla bile…
“İtalya’yı gör de öl derler
Yok a canım
Bodrum’la kıyılarını
gör ve yaşa…”

Yardımsever, paylaşımcı, dost canlısı, hümanist, mütevazı karakteriyle Bodrum insanının kardeşi, ağabeyi olan şairi rahmetle anarak Bodruma veda ediyoruz..

Son söz: Sana, sen doğmadan yıllar önce, gün batımında görülen sarı bir gülün anısını sunuyorum. Sana kendinle ilgili açıklamalar, seninle ilgili kuramlar, seninle ilgili şaşırtıcı ve gerçek haberler sunuyorum. Sana yalnızlığımı veriyorum, karanlığımı veriyorum, kalbimin açlığını veriyorum. Seni belirsizlikle, tehlike ve bozgunla kandırmaya çalışıyorum.

Jorge Luis Borges

Akılda kalanlar: İtalyan düşünür Vico’nun döngüsel tarih teorisinde  üç evre vardır: İnsan topluluklarının barbarlıktan çıkıp medeniyet ve devlet kurdukları ilk evrede (Tanrılar Çağı) mitler ve dinler hâkim fikirleri oluşturur. Toplumun yönetim şekli teokrasidir.
İkinci evrede (Kahramanlar Çağı) iktidar elinde silah olan soylular sınıfının eline geçmiştir. Halkın söz hakkı yoktur. Yönetim şekli monarşi veya aristokrasidir.
Üçüncü evrede (İnsanlar Çağı) vatandaşlar eşit bireylerdir, yönetim şekli demokrasidir. Ancak demokrasi de dejenere olunca barbarlık geri gelir. Döngü yeniden başlar...

Not 1: Ben makro iktisat dersinden hatırlıyorum. Marjinal fayda var ya.
Çok susadın. Su içeceksin. İlk bardak en verimli bardaktır. Hem daha çok lezzet alırsın hem bünyen daha çok faydalanır.
İkinci bardakta daha az, üçüncü bardakta daha da az… Beşinci bardakta hiç lezzet almazsın. Fayda en aza iner. İşte o, bir bardak sudan elde ettiğin marjinal faydadır. En kenardaki fayda. En az fayda.
Marjin, kenar demek. Marjinal kenarda olan, kenardaki.
Kötü bir şey mi?
Hayır. Aslında iyi bir şey bile denebilir. Sıradan olmayan, aykırı, kenarda olan, kenarda kalmış gibi anlamları var.
Herkesin giydiğinden farklı giyiniyorsanız kıyafetiniz marjinaldir. Herkesin yediğinden farklı yemeklere merak sarmışsanız diyetiniz marjinaldir.
Herkesin düşündüğünden farklı düşünüyorsanız fikriniz marjinal.
Marjinalsiniz diye hep kenarda kalacak değilsiniz. Bir gün fikriniz toplumda karşılık bulur, marjinallikten çıkarsınız. Başkaları marjinal olur. Sonra o başkaları marjinallikten çıkar, eyyam böyle döner durur.

Cumhurbaşkanı Erdoğan kelimeyi çok menfi bir anlamda kullanıyor.
En son Akbelen’de ormanın yok edilmesine karşı direnen köylülere ‘marjinal direnişçiler’ dedi.

Zannediyorum kelimenin bu kadar menfi anlamda kullanılmasına takıldım.
Belki kendimi biraz marjinal hissettiğimden.
Halbuki kelimeyi o kadar hor kullanmasına gerek yok.
Kendisinin de ‘marjinal’ olduğu günleri yaşı müsait olanlar iyi hatırlar.
Söz Akbelen’e gelince ne düşündüğümün sorulması normal.
Hemen söyleyeyim.
Ağaçları tıraşlanmış orman resimleri çok çirkin.
Elektriğin bir çaresi bulunur. Ağaçlar korunsun. Reyim böyle.
Tabiatı kaybetmek seçeneklerin en kötüsüdür çünkü.

Not 2: 85 milyonu, 300-500 bin yabancıya mülk satışıyla korkutmak, deli saçmalığı. Ama konut alana, 2 ayda vatandaşlıkla birlikte oy hakkı da vermek öyle değil.
Namazın bile kazası var da bu seçimin kazası yok, deniyordu ya...
Hazine arazilerinde gelecek kuşakların da hakkı var. Ve asıl, bugünü kurtarmak için aceleyle satıp savmanın kazası, telafisi yok.
Gabar petrolüyle Karadeniz gazından artarmış, o da bizi Norveç yapmaya yetermiş gibi gelecek nesillere petrol, gaz fonu ayırsak bile sattıklarımızı karşılamaz.
Ayrıca kime, nesi satılıyor; bilmek milletin hakkı.
Türk Ceza Kanunu'nun mimarlarından Prof. İzzet Özgenç, Twitter'da şeffaflık ve denetim sorununa da dikkat çekiyordu.
'Türkiye Varlık Fonu kanunu, OHAL döneminde oldubittiyle geçirildi; kamu arazilerinin, herhangi bir sınırlama veya ihale mevzuatına tabi olmaksızın, istenen kişiye satılabilmesinin yolu açıldı' diyor.
Yabancıya toprak, konut satınca vatanı satmış olmuyorsunuz. Yanlış olan, konutla vatandaşlık vermek de değil. Ama denetimden kaçırmak ve iki ayda şıpın işi oy hakkı vermek, dibine kadar yanlış.
Kimin eline fırsat geçerse bu şipşak seçmenliklerle denetimsizliği iptal etsin, yeter.

Not 3: İngiltere'de PRATİSYEN DOKTORLAR grevde.
Sebep?
14 Pound/Saat maaşların az buluyorlarmış.
Ayda brüt 2250 Pound civarı yapar.
1250 Pound, kira, belediye vergisi, faturalar. (Ufak bir yer tutarsa. Taban bu. Ve merkezde olmazsa.)
1000 Pound'u vergiden muaf. 1250 Pound'un 250'si vergi olur. Net 2000 pound.

Not 4: Bence, işe alımda, ilk yapmanız gereken, bir IQ testi.

IQ yüksek ise, ondan sonra da, kişinin çalışkan olup olmaması ve dürüstlüğü önemlidir.

IQ yüksek ise, zaten işi çabuk öğrenir.

Not 5: Türkiye'de 10.000 kişilik yerleşimlerin KAYMAKAMI var, ama 10.000 kişilik sitelerde SİTE YÖNETİMİ var.

Hakikaten?

Buralarda yönetimin siteden alınması lazım.

Zaten, düzgün yönetilen site çok az.

Not 6: Tombik tavuk döner, eve teslim, 65 TL olmuş.

Burası aile işletmesi.

Dükkanda da muhtemelen 50 TL falandır.

Enflasyon hiç de %50 gibi değil.

1 sene önce 25 TL idi en fazla.

Not 7: Roma modeli: Monarşinin, aristokrasinin ve demokrasinin bir tür karışımı. Lider özelliklerine sahip üstün meziyetli bir kişinin tahtta oturduğu ama toplum seçkinlerinin de yönetimde rol üstlendiği ve halkın oy kullandığı bir rejim. “Roma mucizesinin sırrı” da budur.
Aslında özetle şu: Bir siyasi sistemin sorunsuz işlemesi için temel şart toplumu oluşturan farklı unsurların bir çeşit denge denetleme mekanizması oluşturacak şekilde yönetimde rol almalarıdır.
Nitekim monarşilerin yerini millet egemenliği prensibinin aldığı sonraki asırlarda da demokrasinin dejenere olması ve oligarşiye veya oklokrasiye dönüşmesi tehlikeleri konusunda kafa yoran düşünürlerin buldukları çözüm de aynıdır: Kuvvetler ayrılığı.

Altılı Masa’nın adayının seçimde yüzde 48’de kalması “Güçlendirilmiş parlamenter sistem” önerisinin en makul çözümü ifade ettiği gerçeğini değiştirmediği gibi, Türkiye’nin hâlâ bundan başka bir çözüm yolu yok.

Not 8: Mutlaka okutulması için iki kitap öneriyorum.
Biri, Hüseyin Rahmi Gürpınar'ın "Utanmaz Adam"ı. Avnüssalah'ın şahsında dolandırıcılığı ve sahtekârlığı ödüllendiren toplum düzenine güldürüyor.
Diğeri ise Arjantinli yazar Borges'in, "Alçaklığın Evrensel Tarihi"nden bir bölüm: “Zalim Kurtarıcı Lazarus Morell”.
Lazarus Morell’i minberde vaaz verirken dinleyen kumarhaneci bile "Tanrı’nın gözünde, zencileri çalıp satan günahkârın, katilin teki olduğunu bilir ama gene de gözyaşlarını tutamaz"dı.
O sırada Morell'in adamları da ağlattığı cemaatin atlarını toplayıp götürür, nehrin karşı yakasında satardı.
Mississippi’nin namlı at ve köle hırsızı, üzerinde durulacak bir karakter.

Elinden Kitab-ı Mukaddes'i düşürmeyen böyle bir yeteneğin tanıtılması, benzerlerine karşı göz açmaz mı!

Not 9: Pandemi dünyayı değiştirdikten sonra şehirde yaşamayla ilgili farklı sesler çıkmaya başladı. Kimilerine göre şehirler hastalıkların hızla yayıldığı yerlerdi. New York gibi bir megapolün artık bittiği bile konuşulmuştu. Türkiye’de de pandemiden sonra (ve elbette hayat pahalılığı nedeniyle) İstanbul’dan farklı illere göç yaşandı.
İyi de insanlar şehirden kaçıyorsa kiralar niye dudak uçuklatacak kadar yüksek? Kafa karıştırıcı, beyin yakan sorular var. 

Kanada Kent Enstitüsü Başkanı Mary Rowe “Şehirler yaşayan organizmalar, değişiyorlar. Büyük şehirler ölüyor fazla abartılı bir söylem” diyor. Toronto Üniversitesi şehir planlama bölümünden Prof. Richard Florida’ya göre pandemi ve uzaktan çalışma şehirlerden ayrılmayı hızlandırdı. Uzaktan çalışma konusunu inceleyen Stanford ekonomi profesörlerinden Nicholas Bloom, geçen yıl ABD’nin en büyük 12 şehrinde yaşayan bir milyon kişinin yaklaşık üçte ikisinin şehir merkezlerinden ayrıldığını söylüyor.
Pandemi bitmiş olsa da ardında bıraktığı izler var. ABD’deki büyük şehirlerde şiddet içeren suç oranları pandemiden hemen önceki zaman dilimine göre daha yüksek. New York’taki işsizlik oranları da pandemi öncesine göre ulusal ortalamanın üzerinde.
Büyük şehirlerin kaderi farklı zorluklar karşısında da değişkenlik göstermiş. 1970-1980 yılları arasında New York şehrinin nüfusu bir milyon azalmış.
Uzmanların şehirlerin geleceği hakkında farklı yaklaşımları olsa da bir konuda birleşiyorlar, şehirler gelecekte en çok gençler ve yaşlılar arasında cazibe merkezi olacak. Bunun nedeni çok açık, gençler iş koşulları ve sosyal yaşama, yaşlılar da sağlık gibi pek çok hizmete rahat ulaşabilmek için şehirleri tercih etmeye devam edecek.
Şehirlerin geleceğinde asıl büyük değişimin ofis binaları olduğu söyleniyor. Pandemi sonrasında ABD’de ofisler hala mevcut doluluklarının yarısında.
Columbia ve New York Üniversitesi’ndeki araştırmacılar uzaktan çalışmanın ülke çapında yarım trilyon dolarlık ofis değerini yok ettiğini tahmin ediyor.
Bu ‘boşluğun’, yüksek faiz oranları ve düşen emlak değerleri nedeniyle vadesi gelen 1,5 trilyon dolarlık ticari kredinin temerrüde düşürme ve bütçe açığına yol açma riski var. New York’taki emlak vergileri şehir bütçesinin yüzde 30’unu oluşturuyor ve ofisler bunun yaklaşık yüzde 20’sini kapsıyor.
Bizde de bildiğiniz üzere tatlı bir ege kasabasına taşınmanın hayallerini kuran milyonlarca şehirli var. Ama fiyatlara bakınca o tatlı Ege kasabalarında ev ya da arsa almak da artık güzel bir rüya...

Not 10: Yaşanmış çok az güzel şey çöp olmuş ve aklımızda kötü günlerin devasa harmanlarini biriktirmişiz onları düşünüyoruz hep; oysa masamızda mutluluk kurulu olmalıydı karşımızda gülümseyen...

Not 11: Derinlerde bir yerlerde bir şeyler oluyor gibi. 
Sanki uzlaşı sarmış dört yanı..
Boşver kardeşim;
Bulgur renginde olsada
tenimiz
Yüreğimiz yeşil aşklarimiz mavi bizim..

Not 12: Çok üzücü bir şeye denk geldik. Bir tane ismen din adamı, gerçekten öyle mi bilmiyorum, şöyle cümleler kurdu. Dedi ki, ‘Hatay Türk toprağı değildir. Hatay Arap toprağıdır. Fransa’nın kontrolündeyken daha iyi bir seviyedeymiş. Hatay Türk topraklarına katıldıktan sonra ezan yasaklandı’ diye saçma sapan şeyler söylemiş. Tarihi ‘Keşke Yunan kazansaydı’ diyenlerden öğrenirseniz işte böyle olur. Bizim tavrımız nettir. Hatay Türk toprağıdır. Türkiye Cumhuriyeti’nin toprağıdır. Bu Devletin bir karış toprağına ‘Aslında şunların toprağıdır’ demek kimsenin haddi değildir.

Not 13: Ekonomik kriz en çok çocukları etkiledi. Ülkemizde öğrenme yoksulluğu hızla yükseldi. Bir metni okuyamayan, okuduğunu anlamayan bir nesil yetişti. Bu oran son yılda yüzde 15’e çıktı. Bunun başlıca nedeni ise yetersiz beslenme olarak gösteriliyor. Sofrasına ekmek bulmakta zorlanan halkımız, çocuklarının beslenme çantalarına ne koyacaklarının hesabını yapar hale geldi. Seçim öncesi okullarda öğrencilere iki öğün yemek verileceğini dile getirenler, kuş olup uçtular. Aileler çocuklarını okula yollamama eğiliminde. Yapılan araştırmada okula gitmeyen çocukların oranı yüzde 5’i geçti. Millî Eğitim Bakanlığı yetkilisinin bu durumu dile getirdiği duyuldu mu. Onların dünyası başka onlar karma eğitimin kalkmasından yana projeleri çalışıyorlar. Cumhuriyetin ikinci yüzyılına hazırlanıyorlar.

Not 14: 2023 üniversite giriş sınavlarında öğrenciler Türkçe sorularının yarısını yapamadılar.
Matematik ve fen sorularında dibe vurdular. Pek çok alanda soruların yüzde 10’unu doğru cevaplayamadı. Bakanlık ve ÖSYM ne istediğini bilmiyor. Sınav kazanmak için binlerce öğrenci dershaneye gidiyor. 10 milyardan fazla para dershane sektörüne gidiyor. Fakat ortada bir başarı yok. Sorgulayan, soruşturan, hatalarını belirleyen bir düzen olmadığı sürece bu durum düzelmez. Boşa kürek çekeriz.

Not 15: Avrupa’da en az asgari ücret kimde?
Arnavutluk’tan sonra Türkiye’de…
Yani hem köle gibi çalıştır!
Hem en az parayı ver!
Hem bu insanların aldığı mal ve hizmetlerin fiyatını saçma sapan faiz politikası ile artır!
Tarımı unut, sanayiyi unut, üretimi unut!
Ülkeyi sessiz istila ile Araplarla doldur, fiyatlar sayelerinde çıkmaya devam etsin!
Rezervi ye bitir sonra ülke varlıklarını Araplara pazarla! Ne tesadüf değil mi, ülkede nüfusları da artıyor!

Not 16: üç tarafı denizle çevrili bir ülkede din adamları ya da ruhban sınıfı çaresizdir. modernizmin gerçek mekanı plajlardır çünkü,  ruhu rüzgarlar ve dalgalardır, zamanı ise gecelerdir. modernleşme ovadan değil, denizden başlar, deniz ticaretinden.

Not 17: Bu dünyada kişiye en büyük azap, kendi meşrebine uygun olmayan kimselerle ahbaplık yapmak zorunda kalmasıdır.

Not 18: hep bir çağlayan gibi senin sevdana aktım
sen ise sularını kaçıran bir nehir gibi uzaktın...

tükenişi bir aşkın
bir nehrin tükenişine benzer
ne deniz olabildin
ne nehir kalabildin...

ne diyarbakır anladı beni ne de sen
oysa ne çok sevdim ikinizi de bir bilsen.

Not 19: Öklid, iki nokta arasındaki en kısa mesafenin düz bir çizgi olduğunu söyler, geometri ve matematik derslerinden hatırlıyor olmalısınız. Hatırlamıyorsanız sizin için teşhisim şu: Test dönemi çocuğusunuz!
Rüzgârla hareket ediyorsanız iki nokta arasındaki en kısa mesafe dümdüz bir çizgi değildir. O çizginin nerelerden geçeceğine, zikzakların mesafeyi ne kadar uzatacağına rüzgâr karar verir. Şimdi burada ne kadar bilgili olduğumu sizlere göstermek için "tramola, kavança, orsalamak, kafayı açmak" gibi terimleri ardı ardına sıralayıp canınızı sıkmayacağım. "Aşka yelken açmak" ile denizde yelken açmak arasında yakın bir ilişki olduğunu artık söyleyebilirim. Aşk da tıpkı bir yelkenlinin denizde yol aldığı gibi ilerler. Zikzaklar kaçınılmazdır, bodoslama gitmeye çalışırsanız sonu hayırlı olmayabilir.

Rüzgâr gibi insanlar tanıdım bu hayatta. Özellikle kadınlara daha çok yakıştırıyorum bunu. Varlıklarıyla bir rüzgâr gibi esen, arkalarından bakakaldığım insanlar. Fütursuz bir kendine güvenleri vardır ki insanlarda en çok sevdiğim özelliklerden birisi budur. Kifayetsizliği örtmeye yarayan bir kibirle karıştırmayın bunu. Kibirli değillerdir. Sadece kendilerine o kadar güvenirler ki eser geçerler.

Onları yakalamak için rüzgârla nasıl dans edilmesi gerektiğini bilmek gerekir. Tıpkı rüzgâr gibi o insanları da bir kez yakalamayı başardığınızda taşıdıkları enerjinin size doğru akıp geldiğini hissedersiniz. "Rüzgâr insanlarla" ilişki kurmak için de denizde rüzgârla kurduğunuza benzer bir ilişki kurmalısınız. Rüzgârın size doğru esmesini beklememeniz gerekir, yelken rüzgâra göre açılır. Hayattaki her şey aslına bakarsanız böyle ilerler, en çok da aşk! Bunu başaramazsanız rüzgâr sizi önüne katar, canı nereye istiyorsa oraya sürükler. Gerçi bunun da tadını çıkaranlar vardır. Yelpazelenmenin, rüzgâr estirmek anlamına gelmediğini bilenler için tabii!

Not 20: Aşk konformist tabansızların işi değildir! Aşka ömür biçenlere, süre verenlere takmayın kafayı. Bazen öyle aşklar yaşanır ki bu bitmez, bitirmek istesen de bitirmek istese de! İki özgür ruh gerekir bunun için öncelikle! Kendi varlığı konusunda ayak direyen, çekimine kapıldığı insanın ruhunun içinde eriyip yok olmayı reddeden iki kişi. Böyle bir ilişkide her zaman söylenecek bir söz, verilecek bir öpücük vardır. Ve o son söz söylenmeden, son öpücük verilmeden de aşk bitmez, bitirilemez.

Not 21: Evlendikten sonraki altı ay içinde öğrendiklerini, nikahtan bir gün önce bilebilmiş olsaydı, ne güç olurdu bir kadını evlendirmek.

Bernard Shaw

Not 22: ATM kuyruğunda sıra vermeme yüzünden cinayet! 
Türkiye nereye gidiyor diye merak etmemek elde değil. Herkes mi bıçaklı ve silahlı? Polisin rastgele caddelerde üst araması yapması şart. Bir de bu ruhsatsız silahlar nereden geliyor araştırılmalı.

Not 23: Yeni zamlar gelir mi? Şu ana kadar yapılan zamlar 1.1 trilyon TL'lik ek bütçenin 300‐400 milyar TL'lik kısmını finanse edecek. Geri kalan 700-800 milyar TL'lik kısmın finansmanı hala yok. Yani yeni zam dalgası kaçınılmaz. Bu dalga da içki ve sigarayı hedef alabilir.

Not 24: Tıraşlanmamış, betona dönüşmemiş, talan edilmemiş bir toprak parçası kalmadığında ne yapacağız? İnsanlar tabiat olaylarını afet, felaket vb. tabirlerle ifade ettiklerinde bunu dini terminoloji ile açıklamaya çalışıp işin sorumluluğundan kurtulmak en kolay yol elbette ancak bu konuları geçiştirirken artık “anarşist” veya “çevreci” grupların “istismarından” bahsetmek de bir işe yaramıyor. Çünkü çevre hızla elimizden, ayağımızın altından kayıp gidiyor. Belki dünya bas bas bağırıyor. O halde “yaratılanı yaratandan ötürü seven” medeniyetin büyük evlatları nerede? Yoksa küçük menfaatler uğruna biraz da olsa merhametli, vicdanlı ve adil olabilmeyi tamamen mi unuttular? Sahi neredeler, neredeyiz?

Gölgesinde dinlenilecek, gözesinden kana kana su içilecek ya da manzarasının karşısında durup tefekkür edilecek bir cennet yurt, bu gidişle elde kalmayacak. Yalancı süs bitkileri ile süslenmiş yol kenarları ucube beton binaları dekore eden yapay yeşillikler bize sadece içinde bulunduğumuz yoksunluğu hatırlatıcı birer uyarıcı olabilir. Zaten başka bir şey de olamaz. Onun için çevre başta olmak üzere bütün mahlûkata hürmetle bakacak ve eşyanın da hakkını, hukukunu gözetecek bir bakış açısına ihtiyaç var. Yoksa budalalık, dalkavukluk dünyadaki en ucuz şeyler. Merhamet ve şefkat insanın neyi nasıl gördüğü ile ilgilidir ve o görüş açısı ile açığa çıkar. İnsan, birazcık da olsa ümit edebilmek istiyor! 

Her şeyi bozup, kirletmekte üstümüze yok. Yarına ne kalacak? Galiba bu çarpıklığımızdan ve bu çarpık gelişimimizden hep birlikte mutluyuz.  Her şeye yanlış yeşillenerek suni bir “istikrar”, sorgulamayarak sürekli günceli destekleyen bir tarih değişimi ve geçmişin beşiğinde uykuya yatırılmış bir umut ticareti içerisinde topallaya duruyoruz. Hoşça bakın zatınıza…

Not 25: Emekli maaşının 7500 TL oldu ülkemde….
2 az çorba, 2 porsiyon 110 gr döner (biri pilav üstü) 1 ayran, 1 kola ve küçük porsiyon patates kızartması  760 TL.

Not 26: Devlet çarkı, birgün çark durduğunda bu duruştan zarar görmeyecek olanlar tarafından döndürülüyor.

İsmet Özel

Not 27: Şu son on yılda en büyük yarayı hakikat aldı: Sınırlarla o kadar oynandı ve neticede zemin o kadar kayganlaştı ki hakikatin tebarüzü ve tebellürü fiilen mümkün olmaktan çıktı.

Ve bir zihniyet olarak yararcılık ve çıkarcılık önüne çıkan her bendi aştı ve bütün kaleleri düşürdü.

Not 28: Zira öyle bir yere geldik ki artık herkes kendisinden sonrakilere can havliyle şöyle diyor: Ne yaparsan yap, kimin değirmenine su taşırsan taşı, günlük ücretin öyle veya böyle ödenir.
Kimin hesabı içerisinde yer alırsan al, o hesaptan sana da muhakkak bir kemik düşer.

Not 29: "Ben kendime gurbet oldum;
İçim garip, dışım garip.."

Not 30: İnsanın parayla ilişkisinde maddiyat ihtirasının ötesine taşan metafizik bir şeyler var gibi geliyor bana. Karun gibi zengin olup ömrünün sonlarına yaklaşan insanların daha fazlasını kazanmak için gecelerini gündüzlerine katmalarının daha fazla kazanmakla çok da ilgisi olmasa gerek. Çünkü böylelerinin zaten harcamaya ömürlerinin yetmeyeceği kadar çok servetleri var. Çoluk çocuklarını düşünerek uğraşıp didiniyorlar desek, bu da çok mantıklı değil; çünkü bırakın çocuklarını, sülale boyu yetecek birikimleri bir kıyıda bekliyor.

Burada acizane kanaatim kazanma hissinin tutkulaşması gibi bir durum var. Nefsin aracı amaçsallaştırması, bunu duygusal bir tatmine, daha doğru bir deyişle bir tatminsizliğe dönüştürmesi... Öyle ki, kazandıkça kazanıyor, satın alabildiğiniz her şeyi alabiliyor ve her imkana erişebiliyor, bir manada dünyanın size vadettiği her türlü maddi hedefi yakalayıp tüketiyorsunuz. Ama içinizde yine de doymayan bir şey kalıyor, açlığından vazgeçmeyen, açlığı giderilemeyen bir şey...Bu maddiyatın kendisiyle çözebileceğiniz bir denklem değil!

Tedbiri elden bırakıp biraz daha fazlasını söylemeye cüret edersek; paranın tanrısallaştığı bir modern kulluk biçimi bu. Bağlılarının sadakatlerini yitirmediği yeni tip bir putperestlik... Eski putperestler, putlarını hamurdan kendi elleriyle yapar, onlara tapar, acıkınca da onları yerdi. Şimdikiler yapamıyor bunu, çünkü zaten yenebilecek her şey için yeterince toklar!

Not 31: “Bunca yemeği neden sipariş ediyorsun, istesen de hepsini yiyemezsin!” diye söylenmedi kadın. O söylenmeyince, “Ne biliyorsun, belki de ben yiyebileceğimden daha fazlasına açım!” diye karşılık vermedi adam. Böyle şeyleri pek düşünmüyorlardı yiyip içerken.

 Not 32: Herkes, hepimiz, durma noktasını az ya da çok kaybetmiş insanlara dönüştük. İsterken aslında neye ihtiyacımız olduğunu pek düşünmüyoruz. İstememiz için önümüze konan şeyleri istemenin memuru kıldık kendimizi. Canımızın istediği her şeye sahip olmak istiyoruz. Oysa canımız değil isteyen bütün bunları, nefsimiz! Nefsimiz, yani canımızın düşmanı... O sebeple olacak onun isteklerine boyun eğmemiz canımızı memnun etmiyor hiç. Nefsimiz istiyor, biz onun isteklerinin peşinde koşuyoruz ama canımız huzur bulmuyor.

Not 33: “Eskiler dünya malına rağbet etmediler. Ateşmiş gibi ondan kaçtılar. Yeteri kadar sahip olduktan sonra, fazlasının hesabını verememekten korktular. Yeteri kadarına sahip olma konusunda da titiz davrandılar, helal sınırının da hep biraz gerisinde kalmaya gayret ettiler” diye yazmış rahmetli Cahit Zarifoğlu, ‘Bir Değirmendir Bu Dünya’ kitabında.
“Sen mi onları yiyorsun” dedi meczup, “yoksa yediklerin mi seni yiyor!”

Not 34: İnsanın kim olduğu CV’sine bakarak cevabı bulunabilecek bir soru değildir. Belki başkaları için CV’ler fikir verici olabilir ama kendisi için insan şaşmaz biçimde bundan daha başka bir şeydir, öyle olmalıdır. Kim olduğunu bilebilmek için bu soruyu içine sormalıdır her kişi. Orada CV’sinden daha başka bir şey bulamıyorsa, belli ki kendini dünyanın kalabalığında kaybetmiştir.

Not 35; Ülkemizde kurumlar, özellikle de yerel yönetimler her yıl kültür sanat etkinliklerine ciddi miktarda bütçe ayırıyor. Aralarında gerçekten işin hakkını verenler de var. Ancak gördüğüm kadarıyla genel tablo pek öyle değil; çoğu zaman bir etkinlik takvimi oluşturuluyor, iş organizasyon kurumlarına havale ediliyor ve ortaya sürekli tekrarlanan, nitelikten büyük oranda yoksun, niteliğin çok da gözetilmediği dolgu programlar hazırlanıyor. Bunların ülkemize, şehirlerimize, insanlarımıza pek fazla bir şey kattığını zannetmiyorum.
Bu noktada; özellikle yerel yönetimlerin popüler olandan tamamen uzak olamayacaklarını elbette biliyorum, bu işin tabiatı böyle... Ancak hem popüler olan hem nitelikli olan programlar hazırlanabilir, bu gayet mümkün... Daha da önemlisi kültür sanat etkinliklerine ayrılan bütçelerden diğerlerine oranla hiç de büyük olmayan bir pay ayrılarak, bir tür pozitif ayrımcılıkla, genç yeteneklere, seslerini, sözlerini, yeteneklerini, potansiyellerini geniş kitlelere ulaştırmakta güçlük çeken pırıl pırıl değerlerimize belli bir pay ayrılmasının önünde bir engel yok. Onlar için, onlara göre, niteliği önceleyen etkinlikler düzenlemenin kamusal görev yürüten bütün kurumlar için bir ödev olması gerekmiyor mu zaten?

Not 36: Nikolay Gogol, ‘Ölü Canlar’ kitabında ‘diri canlar’a dair şeyler de söylemiş: “Ve çok defa beklenmedik bir anda, unutulmuş ıssız bir köşede rastlanılan bir insan, sıcacık konuşmasıyla insana benliğinin bozuk yollarını, sığınılacak bir köşeciği, zamanı, insanların aptallıklarını, yalancılıklarını unutturabilir.” Huzur içinde yatsın..

Not 37: “Aşk ile çalışırken bir ney olur insan, saatlerin fısıltısı müziğe dönüşür neyin yüreğinde. Peki nedir aşk ile çalışmak? Yâr giyecekmiş gibi dokumaktır kumaşı, nakış işler gibi kalpten...” diyor Deepak Chopra, ‘Başarının 7 Spritüel Yasası’nı anlatırken...
“Hayatın anlamına eremediğimiz her tezahürü” diye yazdı defterine beyaz saçlı adam, “kaçırdığımız bir otobüs gibi, bizi varacağımız yerden mahrum bırakıyor.”

 Not 38: İtalya hükümeti (sonradan yumuşatsa da), aşırı kâr eden bankalara bir kerelik yüzde 40 vergi getirip bunu bankaların ezdiklerine destekte kullanmak istedi. 1 milyon kadar aile konut kredilerini ödeyemiyordu.
İtalya'nın göç istasyonu Lampedusa Adası açıklarında (yine) göçmen teknesi battı, bu kez 41 insan boğuldu!
Yani milyonlarca insan için cehennem haline gelen ülkeyi başka cehennemlerin insanları cennet sayıyor ama o sırat köprüsünde yok olup gidiyordu!
ABD'de bile bankaların dönmeyen kredilerinin rekor oranda arttığını, kart borçlarının ilk kez 1 trilyon doları aştığını düşünürseniz, insanlığın büyük kısmı için, küresel ısınmanın ötesinde, küresel cehennemin alev alev olduğunu tahmin edebilirsiniz.

Not 39: Resmi enflasyonla hesaplanıp sözde arttırılan gelirinizi, fiili enflasyonun onu fersah fersah aştığı, ama kârları katlanan kanatlanan marketlere fazlasıyla aktarıyorsunuz. Geliriniz rakamla artarken damardan yoksullaşıyorsunuz!

Not 40: Güneşli günler de sıkabilirmiş insanı/bir rastlantı gibi gelen mutluluklar da..
E.C.

Not 41: Az çalışmak için az çalışmadık! Böyle diyenlerin işçi sınıfından çıkacağı günler umarım uzak değildir ya da şunu, az çalışmak için çok çalıştık! Kim bilir belki de gecesinin Perşembenin bitişini kutladığı gece olacaktır o. Orada, o gecede olmayı kim istemez? Çok sık tekrarladığım, çünkü çok sevdiğim ve çok doğru, çok haklı bulduğum dizesi gibi Engin Turgut’un: “Hüznün mesaisi bitti/şimdi insan olma vakti!”  

Not 42: Tekel o kadar pervasız ki kendisini hem ülkenin hem fındığının sahibi sayıyor artık. Bu da AK parti sayesinde oldu. Sıradan bir örnek; Ferrero, ülkede ihtiyaçtan 3 kat fazla fındık kırma tesisi varken, Düzce'de kırma tesisi kurmaya karar verdi. Başlarken AKP iktidarından 680 milyon TL destek aldı. Devlet desteğiyle kurulan o tesis bütün kırma sektörünün bir yılda yaptığı işi üç ayda yapacak kapasitedeydi. Ferrero’ya “yerli ve milli” sanayiyi bitirsin diye teşvik veren hükumet fındık üreticisi için verdiği teşviki dokuz yıldır bir lira bile arttırmadı. Sonuç şu; 120 milyar dolarlık dünya fındık piyasasında ülkenin payına düşen sadece 2,5 milyar dolar. Yağmacıların zaferidir.

Not 43: Toprağını, ağacını, bahçesini, meyvesini, börtü böceğini savunamayan her halk ezilmeyi hak eder. Acımasız bir savaştır bu, boyun eğenin böcek gibi ezilmesi kaçınılmazdır. 

Not 44: Sürekli gece, sürekli kış, sürekli ölüm yoktur.

Sezai Karakoç

Not 45; "Vakti geldiğinde Allah sana gönlündekini verecek ve seni hoşnut kılacak" 

Duha Suresi / 5. Ayet

Not 46: "Yüz yüze görüşmek kini yok eder. Çünkü gözler birbirine bakınca kalp yumuşar."

İbn Hazm

Not 47: Ah!  
Taş olsak, toprak olsak; denecek çağ geldi

Not 48: Kaderi ancak dua değiştirir.

Hz. Muhammed (s.a.v)

Not 49: ''Yüreği soğuyanın savaşı biter."

Sezai Karakoç

Not 50: Giden gidecek yer buluyor da, 
Kalan kime sığınsın?

Sezai Karakoç

Not 51: İstemez misin ya Ömer? 
Dünya onların olsun, ahiret de bizim

Not 52: “Hiç kimse kendisi için gizlenen
müjde ve mutluluğu bilemez”

Secde | 17

Not 53: Birini vazgeçmeye mecbur bırakmakta bir kötülüktür.

Aykut Özcan

Not 54: Herşey zamanında gerek, geç yağan yağmurun faydası dokunmaz kurumuş çiçeklere..

Not 55: Biliniz ki, kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.

 Ra'd Sûresi 28

Not 56: “Aydınların aydınlatamadığı halkı soytarılar aldatır.”

Cemil Meriç

Not 57: Gözlerinden göğüme sayısız yıldız akar
Bir gülüşün içimde binlerce lamba yakar

Erdem Bayazıt

Not 58: "Herkesin razı olduğu bir haksızlığa karşı çıkmak kolay değildir!"

İsmet Özel

Not 59: Temizlen de gir mezara,
Toprak senden incinmesin.

Abdurrahim Karakoç

Not 60: Sakın ümidini kesenlerden olma...

Hicr/55

Not 61: "Revâ mı, içimde soluklanan kuşların kanatlarını kırmak?"

Nurullah Genç

Not 62: Fakat, son sözü hep alınyazısı söyler.

Not 63: UYUŞTURUCU artık her noktada var.

Yaygınlaşması tamamlandı.

Liselerde yaygın.

Toplumda kullanımı düşündüğünüzden çok fazla.

ALKOL gerileyince, UYUŞTURUCU yürüdü.

Çözüm?

ALKOL ucuzlamalı, kenevir serbest bırakılmalı.

Her türlü diğer uyuşturucu satışı ağır cezalandırılmalı.

Not 64: Yürekten uğurlanan insan, tekrar çok zor ağırlanırmış gerçekten...

Not 65: İskender, hiçbir konuda kendisini uyarmayan vezirine
“sana ihtiyacım yok” der

Vezir: ”Neden Hükümdarım?” 

İskender: "Çünkü ben bir beşerim. Bu kadar sürede benim tek bir hatama bile rastlamadıysan CAHİLSİN demektir, rastlayıp da örtbas ettiysen HAİNSİN demektir!"

MERİTOKRASİ

Not 66: Ne demiş Fatih Sultan, hatırlatalım. 

Aklı öldürürsen ahlak da ölür. 
Akıl ve ahlak öldüğünde millet bölünür. 
Kadı’yı satın aldığın gün adalet ölür. 
Adaleti öldürdüğün gün Devlet de ölür.

Not 67: Türkiye’nin iğrenç siyasetinden arının. Bunun sonu yok. Evinize, işinize, şirketinize odaklanın. Başka yolu yok.

Not 68: Bir ülkenin başına gelebilecek en büyük felaket ‘tek akıl’ ile yönetilmektir.

Not 69: “Aslan, ceylan, sırtlan ve zebra yan yana koşuyorsa orman yanıyor demektir."

Bir Afrika atasözü

Not 70: Yaşananların tek suçlusu, gücü tek kişiye emanet eden sisteme “isteyerek ve bilerek” destek olanlar.

Not 71: Konut yatırımı yaparken konutun bugünkü fiyatını bugünkü yıllık kira gelirine bölün ve amortisman süresini hesaplayın. Süresi 20 yılı aşanlara (özel bir bilginiz ya da nedeniniz yoksa) yatırım yaparken 40 kere düşünün.

Not 72: Sn. Kılıçdaroğlu çok güzel bir insan. Şahsen kendisini seviyorum. Lakin çok başarısız bir yönetici. Başkanlık adayı ve masa komposizyonu yanlıştı. Anadolu’nun ciğerini bilen bir insan olarak çok uyardım. Ama nafile.

Not 73: Kumarda tanrılar bile kazançlı çıkmaz, der Çinliler!

Not 74: Sürtüklüğün tanımını bilemem ama sefaletin tanımı bellidir. Enflasyon ve işsizliğin toplamından oluşur. Zaten işsiz olanların bir de çok daha yüksek enflasyona maruz kalması sefaletin arttığını gösterir.

Not 75: Türk kanallarına Türkçe “gezsen Anadolu’yu” nakarat sözüyle reklam vermenin ülkeye nasıl bir faydası okaçak, hangi yabancı türk kanalını Türkçe izleyecek ve etkilenecek! Tabii amaç istenilen kanallara maddi destek olmazsa o farklı.