Açık ara en büyük sorun olarak ekonomi görülüyor fakat hickimse alın teri dökerek çalışıp bir değer ortaya koyma niyetinde değil. Muhalefetin çözüm olarak ortaya attığı şeyler de yurt dışından daha fazla borç para bulma ve daha fazla kamu harcaması üzerine kurgulu. Beyhude işler.

Devlete daha fazla personel alma ve kamu çalışanlarının sayısını daha da artırmak daha fazla enflasyon ve daha fazla fakirlesme demek. Üretimin ve özel sektör istihdamının nasıl artabilecegine dair seçime 2 hafta kala hickimse somut bir yol haritası ortaya koyamıyor. Türkiye’de  halk fakirlestigini kabul etmek istemiyor. Eski alışkanlıklarına devam edip ithal ürünlere ucuz ve bol miktarda sahip olmak istiyor. Temel sorun bu.

Siyasetin hali de fena. Al birini vur ötekine.. İktidarın 20 yıl sonra ülkeyi getirdiği yer ortada. Peşkeş çekilmiş, talan edilmiş, kaynakları tükenmiş bir ülke. Peki muhalefetin çözümü ne: Daha fazla kamuya memur almak ve 45 yaşında emekli olmuş üretmeyen yatan 15 milyona yüksek maaş ve 15 bin emekli ikramiyesi vaat etmek.

Şunu kimse anlamıyor mu; anlamamazlıktan mı geliyor ki; 2.şık büyük ihtimal: İnsanları çalışmaya, üretmeye değil 47‐48 yaşında emekli olmaya teşvik eden sonra da hiçbir şey üretmeyen 15-16 milyon emekliye oy avcılığı için her bayram 15 bin TL ikramiye vaat eden çürümüş siyaset ancak ve ancak hiperenflasyon yaratır.

65 yaş üzeri nüfus 8.5 milyon. Emekli sayısı ise 16 milyon. Örnek gösterilen batılı ülkeler gibi emeklilik sistemimiz olsaydı şu anda en fazla 9 milyon emeklimiz olacaktı. Emekliliği haketmeyen geri kalan 7 milyon kişinin yükünü hem diğer 9 milyon hem de ülkenin kalanı taşıyor. O 7 milyon kişi şu anda emekli değil de çalışıyor olsaydı 65 yaş üzeri 9 milyon emeklinin de maaşı şu ankinden çok daha iyi olacaktı. Emekliler gecinemiyor lafının arkasında yatan acı gerçek bu. Emekli olmayı haketmeyen 7 milyon kişinin emekli edilmesi..

O da yetmiyor 50 yaşında emekli olmuş kişiye her bayramda 15 bin TL ikramiye ödemeye kalkıyorsun. Ne için? Sırf oy avcılığı için.. Matbaa sende mürekkep sen de.. Enflasyonu sorun olarak gormedikten sonra 100 bin TL de ödersin. Sonra bir daire nasıl 10 milyon TL olur demeyeceksin.

Tabii arada muhalefeti eleştirsek de şu an ülkede yaşanan her türlü kötülüğün, rezilliğin ve yanlış siyasetin sorumlusu 22 yıldır ülkeyi yöneten bu basiretsiz iktidar. Muhalefete muhalefet etmeyi doğru bulmam. Bir iktidar olsunlar o zaman onları da eleştiririz. Benim itirazım popülist vaatler. Kim vaat ederse etsin. İmkansız şeyleri vaat etmenin ülkeye zarar vereceğini dile getiriyorum.

İktidar ve şürekasının veda hazırlığını ivedi acele yapması gerekiyor. Yukarıda belirttiğim tüm endişelere ve muhalefetin popülist vaatlerinin ülkeye hayır getirmeyeceğini izah ettiğim halde; ak parti ve 22 yıllık iktidarı öyle çürümüş ki; ülkenin geleceği için umutlanabilmesinin ön şartı ülkeyi talan eden işgalci zihniyetin yönetimden el çektirilmesi olarak görünmektedir. Halkın makul çoğunluğunun da bu gerçeği göreceği ve çocuklarının istikbali ve devletin bekası  için son şansı olduğunu fark edip bu ahlaksız gürûhu göndereceğini, ve her türlü kusuruna rağmen ortak beyinle ve liyakatle muhalefetin güzel ülkenin yönetimini devralacağını düşünüyor, umut ediyor ve sahadaki gerçeği de bu şekilde gözlemliyorum. Seçim sonucu artık milletin tekelindedir. Halkın sesi hakkın sesidir. Milletin kararı baş göz üstüne.

Emekten gayrı serveti olmayan tüm emekçilere: 

İşçinin karargâhı yüreğidir. O yürekte ancak adalet, emek ve ekmek vardır. Helalinden ekmek ve su için soğukta, sıcakta emek verilir, ter akıtılır. Peki, emeksiz ekmek alınır mı? Kim, kime verir emeksiz ekmeği? Biraz bunu düşünelim mi? Bugünü, işçinin bayramını, birliğini, gücünü ve sevincini anlamaya çalışalım. Geliniz, bugün birilerini tedirgin edelim. Burası meydanımız olsun ve sözümüz ok gibi saplansın birilerinin kalbine. Ve Hz. Peygamberin sözünü hatırlatalım: "İşçinin ücretini teri kurumadan önce veriniz."

Terler kurumadan hak edilen veriliyor mu? Yoksa alınıyor mu? Tüm dünyada sermayeyi elinde bulunduranlarca lütufmuş gibi verilen hak. Oysa işçinin harcadığı ömür karşılığında değil midir sizin rahatınız? Yaşadığınız lüks evler, bindiğiniz arabalar, giydiğiniz kıyafetler tanımadığınız bir işçinin akan terinin karşılığında değil midir? Peki, siz bunu biliyor musunuz? Biliyor musunuz gece gündüz çalışan bir işçinin yorgunluğunu, uykusuzluğunu?

En güzel, en pahalı, herkesin giyemeyeceği bir kıyafetin hikâyesini bilir misiniz? En zenginin fiyakasını attığı, farklı göründüğü, farkını, gücünü gösterdiği o kıyafetlerin hikâyesini bilir misiniz? Hangi yollardan ulaşmıştır size? Şükran Kurdakul “Diyorum” isimli şiirinde bu hikâyenin bir bölümünü şöyle aktarır:
“Durdum baktım, içlenmekse herkesler içleniyor/Bir diyorum, göz kapaklarına yazık/Bir diyorum diz kapaklarına/Düşüversem evimin sokaklarına bir/Bir diyorum Asiye’min sıtma iğnesi/Bir diyorum yoksulluğun buncası/Bir diyorum onca dokumanın parası/Elimize binde kaçı verilir”

Bugün tedirgin edelim doğduğu toprakları unutanları, geldikleri mahalleyi tanımayanları, mahalle arkadaşlarına sırtını dönenleri. Tedirgin edelim, lüks makam arabalarında gezenleri. Tedirgin edelim, işçinin sırtından servetine servet katanları. Hakça bölüşmeyenleri tedirgin edelim. Hatta onları yerinden edelim, yüzlerine vuralım hırsızlıklarını, hukuksuzluklarını. İtirazımız isyana dönsün, alın terimiz sel olup coşsun ve korksun çalanlar, açığa çıksın yalanlar!

İktidarların, servet sahiplerinin, ağaların ve patronların korktukları, tedirgin oldukları, çekindikleri “ekmek” kutsaldır çünkü alın terinin karşılığıdır. 1 Mayıs; ekmeği çalanları, azaltanları, zamanında vermeyenleri emekçilerin alın terinde boğdukları ve hakkın galip geldiği günün adıdır. Çoğalsın ekmeğimiz, bilinsin emeğimiz!

Son olarak Kurana kulak verip ve Tanrının kelamını hatırlatalım emek hırsızı tüm zalimlere ve hak yiyici zulmedenlere:
"Zulmedenler nasıl bir inkılâpla devrileceklerini (yakında) bileceklerdir!" (Şuarâ 26/ 227)

Aklın devre dışılığı:

Aklın devre dışılığı, her şeyi önüne katıp götüren sel gibi olunca, bilgi sahibi olanla cahil olan aynı suda kayboluyor. Yoksa her gün, bir profesörün dolandırıldığına dair haberler başka nasıl açıklanabilir?
Kendi algısını gerçek sananlar, o algıya teslim olmayanlara tahammül göstermiyor. Böylece gerçek ölüyor, her tarafı cam kırığı gibi hayal kırıklığı kaplıyor.
Böylesi zamanlarda entelektüel cesurlara ihtiyaç oluyor.
Cesaret kahramanlara değil, aydınlara özgü bir duruş haline geliyor.
Tıpkı agorada bilgi paylaşan filozoflara deli muamelesi yapıldığı günlerdeki gibi.
Hep diyorum ya, bazen ilerleme sandığınız şey gerileme olabilir.
Aklı devreye sokarsak.
Seçim ortamında iktidar tarafı net. Ya düzen devam edecek ya da kaybedecekler. Yorgun olduklarından şoke olmayacaklar.
Muhalefette durum karışık.
Süreçte, algıyı yönetmeyi başardılar. “Algıda kazanırsak seçimde de kazanırız” dediler.
Ve fakat, algı zihinsel bir oyundur, seçim sandığı ise somut gerçek.
Duruma akıldan bakalım.
CHP,  yüzde 22-23’e sıkışmış tabanını blok olarak tutabildi mi?
Toplam oy oranları yüzde 1 civarındaki partilere 77 vekil hediye etmek, bu tabandan oy kaçırmamış olabilir mi?
Ben güvenmem ama milletin güvendiği Konda’ya göre onca reklam harcamasına rağmen son seçimden bugüne oy artışı sadece yüzde 1,4 puan!
Tabanının tepki gösterdiği adayları listelere koymanın bir faturasının olmayacağı beklenebilir mi?
İYİ Parti’nin süreçteki hatalarıyla oy oranının baraj sınırı çevresine indiği söylenmiyor mu?
Babacan, zaten parmakla sayılacak kadar olan seçmenleri için “bir kısmını Kemal Beye oy vermeye ikna edemem” demedi mi?
Davutoğlu, halası örneği üzerinden Kemal Beye oy vermeyeceklerini söylemedi mi?
HDP’nin getireceği oyu blok olarak kabul edenler, götüreceği oyu saymıyor olabilir mi?
Somut sandık gerçekleri böyleyken algısal gerçeklerde ne var?
Sosyal medya odaklı siyasal iletişim çalışmaları.
Güvenilirliği tartışmalı kamuoyu araştırmaları.
Akıl şu soruyu sorar: Kutlamalara hazırlanan muhalif seçmen, kaybedince yaşayacağı hayal kırıklığını kaldırabilecek bir ruh sağlığına sahip mi?
Ve olumsuz sonuçtan sorumlu siyasetçiler faturaları ödemeye hazırlar mı?
Kızsanız da birilerinin bunları yazması gerek. Hiç değilse daha az hayal kırıklığı yaşanmış olur.

“Sorulmayacak sorular kanunu”: 

Her şeyin suyunu çıkarmada üzerimize yok. Herkese özgürlük vaat edip sorulamayan sorular kanunu çıkaracağız demek ve taraftarlarınca onaylanmak ne akıl dışı olaydır. Kemal bey seçimi kazandıkları takdirde “Sorulmayacak sorular kanunu çıkaracaklarını” söyledi. “Evli misin, bekar mısın, çocuk yapacak mısın” gibi soruların sorulması yasaklanacakmış! Bu yasak milletin hoşuna gitti. Yasaklar konusunda da çifte standardımız var, işimize gelip gelmeyişine bakıyoruz. Bekledim, “Soru sormak nasıl yasak olur” diyen çıkmadı. Bir hoca olarak ben, sorulamayacak soru olmasını kabul edemem. Özgürlük anlayışıma göre benim her soruyu sorabilme hakkım, karşımdakinin de cevap vermeme hakkı olmalıdır.

Son söz: Hiçbir şey mermi gibi elveda diyemez..

Not 1: Galerici tek ilanla 50 kişiyi 50 milyon TL dolandırıp kaçtı.

İddialar doğruysa yetkili bayi kurduğu filo şirketi aracılığıyla tek ilanla 50 kişiyi 50 milyon TL dolandırıp kaçmış. Millette ne kadar çok nakit para varmış. Kriz edebiyatı falan boşuna gibi görünüyor. Bu araba çılgınlığı bitcoin'e döndü.

Not 2: Türkiye 50 Milyon kişide kalsaydı, bugün REFAH içinde yaşardık.

NÜFUS == AÇLIK

Haa, siz 4'er çocuk yaparak devam edebilirsiniz tabii.

Ama sonra, PARA yetmiyor diye ağlamak yok.

Not 3: Niyetini bilmediğine elini verme..

Not 4: Çin’in yüksek teknolojiye sahip imalat sanayi ihracatı 942 milyar$.

Türkiye’nin yüksek teknolojiye sahip imalat sanayi ihracatı sadece ve sadece 5,7 milyar$.

İhraç ettiğimiz imalat sanayi ürünlerinin sadece %3,5’i yüksek teknolojiye sahip.

Tek kelimeyle rezalet.

Not 5: Sera Kadıgil (15 Mayıs sabahı):

Normalde olsa "Sandıkların başında olurduk, oylar sayılıyordu, ilçe başkanlıklarında itiraz" falan derdim ama 14 Mayıs gecesi o kadar büyük bir farkla gidecekler ki, bize 15 Mayıs sabahı umarım sadece sevdiklerimizle bir kahvaltı etmek düşecek.

Sen öyle san.

15 Mayıs sabahı kim sevinecek bilinmez ama milyonlarca çalışan sabahın erken saatlerinde, belki kahvaltı bile yapamadan toplu taşımanın yolunu tutacak; ay sonunu nasıl getireceğini düşünecek.

Not 6: Bir şikâyet mesajı da Diyarbakır'dan...: "Diyarbakır Kuveyt Türk şubesinde altın var. Altınlarımı istedim. En az 2 ay sonra verebileceklerini ve 5-6 bin TL nakliye masrafı ödemem gerektiğini söylediler. Kabul etmemem hâlinde satış kuru üzerinden TL vermeyi teklif ettiler. 100 gram altınımın bedelini TL alsam aynı parayla 93-94 gram ancak alabiliyorum. Altınımıza çöktüler."

Not 7: Einstein'ın, meşhur ve sık sık alıntılanan bir sözü vardır. Ben onun baş tarafını çok severim ama gerisini hep kendim tamamlarım. Şöyle; "Hayatı ya her gün yeni bir mucizeye şahit olarak yaşarsınız" ya da hayat sizi manda tersi gibi yere yapıştırır!
Ben sevgiden, sevgi sözcüklerinden, parmak sallamadan konuşmaktan ve hayatı her gün yeniden ihsan edilen bir mucize olarak yaşamaktan yanayım…
Kalplerimizin fatihi Fuzulî ne demiş: "Aşk imiş her ne var âlemde, ilim* bir kıyl ü kaal imiş ancak!"

Not 8: "Baştan ayağa aşk, hep aşk, başka bir şey değiliz."
Mevlâna

Not 9: İnsan hakkı olarak herkese sağlık hizmeti, konut ve temel gelir için mücadele etmeliyiz.

Not 10: İnsanın emeğinden gayrısı yok, hele de doğuştan fakir ve şanssız olanların.

Sahip çıkmamız gereken en  önemli kıymet emek dolaysıyla biz emekçilerin.

Tertemiz emeğinizin bayramı 1 Mayıs kutlu olsun!

Not 11: Bazı insanlar, sevgilileri tarafından terk edildiklerinde partnerlerinin ölmesini arzularlar. Böylece ayrılığın, terk edilmenin narsistik yarasının daha hızlı iyileşeceğini umarlar. Döneklerde de benzer bir durum vardır: Ayrıldıkları, terk ettikleri grubun yok olmasını dilerler.
Döneklerin içsel dönüşümleri ise zaman alır ve bu içsel dönüşüm ‘normal’ değildir.

Not 12: Duygusal gücün her şeyden önce kendine sevgi ve saygı duymak, kendine zarar veren ilişkilerin içinde bulunmayı reddederek sınır çizebilmek, aşkı bir mücadele alanı olarak görmeyip karşılıklı dayanışma ve büyümenin mümkün olduğunu unutmamaktan geldiğini bilmiyoruz galiba. Dizilerde de bu böyle. Çok iyi niyetle (ya da belki sadece feminizmin kitleselleşen gücünün farkına varıp bunu kullanmak amacıyla) yazılan "güçlü kadın karakterler", asabi, hoyrat, saygısız, kaba, kavgacı ve aslında çok kırılgan resmediliyor: Yani tıpkı birer erkek gibi.
Devin Akın da böyle. Daha ilk bölümde tanımadığı insanlara karşı tavrından, mesleğinde aldığı tutuma kadar çok eril bir karakter Devin. Bir psikolog olarak ailesinde yaşadığı travmaların çözümünü kendini bir öfke kalkanı arkasına saklamakta bulması, aslında mesleğine olan inançsızlığını da gösteriyor kanımca.
"Benim yengeye çok kanım ısındı, çok delikanlı bi kız, lafını falan hiç esirgemiyo." Böyle diyor Aslan'ın "yaveri". Delikanlı kızların, ne kadar erilleşirlerse erilleşsinler, ataerkil dünyada bir erkek kadar güçlü olamayacağı gerçeğini göremiyorlar, göremiyoruz.

“Bir tümörüm olsa adını 'aile' koyardım." Aile, yani yüzyıllardır kurumsallaşmış haliyle ataerkil aile, gerçekten insanın, bireyin benliğinde bir tümör gibi büyüyüp onu ele geçiren, en iyi huylusu bile bin bir zahmete neden olan, hatta bazen ölümcül bir yapı. Kendisine atfedilen kutsallığın ardında, "bütün kötülüklerin iyi niyetle yapıldığı yer." 'Aile' dizisi, yaptığı bu aile tanımıyla bile ilgiyi hak ediyor.

Not 13: Deprem özelinde halk bağlamında acilen yapılması gereken şeyleri bir çırpıda sıralamak mümkün:
* Yerel yönetimler öncülüğünde oluşturulacak sivil inisiyatif ağları aracılığıyla deprem öncesinde, sırasında ve sonrasında yapılacaklar konusunda aralıksız ve yoğun eğitim.
* Her kurumun mümkün olan en büyük sayıda personeline ciddi arama-kurtarma eğitimi vermesi.
* Duyarlılığı ve farkındalığı ayakta tutma ve bilinçlendirme amacıyla aralıksız yürütülmesi gereken faaliyetler aracılığıyla unutmayı ve duyarsızlaşmayı engellemek.
Halkın depremle ilgili mikro düzeyde (en alt seviyede ama belirleyici) rolünü ve sorumluluğunu, sadece rant düşkünlüğü veya başka nedenlerle günlük yaşamda yaptıkları bağlamında felakete katkısı ile sınırlı tutmak elbette yüzeysel ve kolaycı bir yaklaşım olur. Özellikle makro düzeyde sorumluluğu yüklenmesi gereken yetkililer ve siyasi aktörler konusunda halkın elinde olan belirleyici güç de çok önemlidir: Seçimler ve sandık.

Not 14: zayıf karakterli insanların, yaşamlarını sürdürmek için kindar duygulara ihtiyacı vardır.

Not 15: farklılıkların azalması şiddet doğurur.

Not 16: Boğaz Köprüsü'nde skandal görüntüler! "Düğün yapıyoruz" adı altında onlarca araçla tüm şeritleri kapatıp, trafiği yavaşlattılar. Ambulanslar bile geçemedi, köprü girişinde trafik yoğunluğu başladı.

İki tane gerizekalı neslini sürdürecek diye yüzlerce insan çile çekiyor. Bunun adı terördür, düğün terörü!

Not 17: Halkı birbirine karşı öfkelendirirsek, ekmeğin kimin çaldığını, karınlarının açlığını unuturlar!

The Great Dictator, Charlie Chaplin

Not 18: İsyan olmasından korkmuyor musun ? 
Hayır. Her zaman fakirlerin yarısını, diğer yarısını öldürmeleri için kiralayabilirsin.  

Gangs of New York adlı filmden bir replik..

Not 19: "Sizi yöneten zenginleşiyorsa, bu sizden çalıyor demektir. Çıkardığı yasalara da iyi bakın; o yasalar sizi korumak için değil kendini sizden korumak içindir!"

Malcolm X

Not 20: “Yatağımın karşısında bir pencere var. Odanın duvarları bomboş. Nasıl yaşadım on yıl bu evde? Bir gün duvara bir resim asmak gelmedi mi içimden? Ben ne yaptım? Kimse de uyarmadı beni. İşte sonunda anlamsız biri oldum. İşte sonum geldi. Kötü bir resim asarım korkusuyla hiç resim asmadım; kötü yaşarım korkusuyla hiç yaşamadım” diye yazmış Oğuz Atay, ‘Tutunamayanlar’da.

Not 21: Oldukça eskidir bu şarkının dilime yerleşmesi... Kaderim olacak kadar.
"Gece sessiz ve karanlık yine her şey uyumuş/
Bilirim hiç susmayacak kalb i viranımdaki kuş"