Önce biraz tıptan bahsedelim. Şunu ifade edeyim; pek de hoş olmayan bir mevzudan bahsedeceğim. Lütfen mazur görün. Kanser teşhisi konulduktan sonra yapılan testlerde kanserin kaçıncı evrede olduğu bilgisine ulaşılır, bunun amacı kanserin evresini bilmek uygulanacak tedavi yöntemine karar verebilmektir. Peki nelerdir bu evreler; kanser hastalığı beş evrede ifade edilir. Kanserin nerede yerleştiğinin, nerelere yayıldığının ya da vücutta diğer organları etkileyip etkilemediğinin tanımlandığı evreler şunlardır. 

Evre sıfır kanser olmadığını, kanser olma ihtimali taşıyan hücreler olduğunu gösterir. evre sıfır kansere meyilli evre olarak da adlandırılır. Evre bir erken evre kanser de denilen evre. Evre birde tümörün küçük olduğu anlamına gelir, evre birde tümör başlangıç aldığı organla sınırlıdır. Evre iki ve üç daha ileri aşamadaki bir kanser hastalığına ifade eder; tümör çevresindeki dokulara doğru örneğin lenf bezlerine yayılmış olabilir. Evre dört kanserin son evresi. Evre dört olarak isimlendirilen kanserin son evresinde yaşananlarsa tümörün vücudun diğer bölgelerine yayılması yani metastaz yapmasıdır. Kan kanseri, beyin kanseri ve lenfoma kanserinin kendine özel bir evresi vardır, bu türlere özel evrelerde kanserin ilerleme durumunu gösterir. 

Maalesef bu elim hastalığın son evresinde yapılabilecek pek bir şey yoktur. Tıp kısıtlı yöntemlerle hastanın ömrünü en fazla birkaç ay belki etkileyebilir, genelde bu evreden sonra hastanın daha kaliteli ve konforlu bir hayat sürmesi için tedavi yöntemleri vardır. 

Anadolu’da cevap etmek diye bir tabir vardır bu durumlar için, doktor cevap etmiş demenin anlamı hastanızı evine götürün demektir;  yani yapacak bir şeyimiz kalmadı, götürün evinde vefat etsin. 

Şahsen Türkiye’nin durumunun giderek bu dördüncü evre kansere benzediğini düşünüyorum. Ak parti ve paydaşları için zaten önemli değil. Onlar için önemli olan tek şey kendi kazançları ve gelecekleri; dolayısıyla ülkenin kanser olmasını metastaz yapmasını asla umursamıyorlar.

En önemli mesele, kanser olmuş ve dördüncü evreye gelmiş gelmiş bir ülkede ne yapsanız artık bir anlamı kalmamış; yapılanlar beklenen faydayı getirmeyecektir. Basra harap olmuştur ve hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. O eski güzel günler eskimiş ve tarihe karışmıştır.

THY (Türk Hava Yolları) çiftliği:

THY Genel Müdürü’nün maaşı 1.400.000 TL.
Sekiz yardımcısı var.
Her birinin maaşı 1.260.000 TL.Resmen uçmuş bunlar!
Türkiye’de ne kamuda ne özel sektörde ürettiği katma değerler itibarıyla 1.400.000 TL maaşı hak edecek hiçbir genel müdür ya da CEO veyahut kimse yok; eğer şirketin ya da kurumun sahibi değilse..Baba evladına böyle yüksek meblağda maaş vermez.

Türkiye’nin durum tespiti:

• Ortaya karışık ekonomik model süreci ile ülke döviz dengesini sağlayamaz, dış kaynağa/desteğe sürekli muhtaç hale getirildi. 
• Egemenlik haklarımız ekonomi üzerinden şantaj altında, AB Sayıştayı, DB bile içişlerimize karışabiliyor.
• Halkın büyük kısmı uyuşturuldu, süreci hiç anlamadı; çok fakirleşti, kimliğini kaybetti, yıprandı. 
• Bu saatten sonra demokratik yolla iktidara gelmek isteyen kişi/parti “ben bağımsız Türkiye için dış güçlere rest çekeceğim, halk da (daha fakirleşme pahasına) bana destek olsun” derse destek bulamaz. 
• Zaten dış güçlerin kontrolündeki medya da bunu söyleyenin mesajını çarpıtır. 
• Bu durumu gören demokrasi ile seçilerek ülkeyi yönetmeye aday her kişi (Almanya CB ziyareti örnek) güzellik yarışmasına katılmış gibi önce kendini dış şantajcılara (jüriye) beğendirme gayretinde. Beğenmediklerinin zaten son ikiye (önümüze seçimde aday olarak konacaklar) kalma şansı yok.
• Beğeni kriterlerinin başında da ülkenin göçmen deposu olarak kalması ve ulusal yapının çökmesinin koşulsuz kabulü var. 
• Bu durumu halk yığınlarına anlatsanız bile (ki anlatmaya çalışıyoruz) uyuşturuldukları için anlamaları çok zor; öncelikleri para/mevki, büyük çoğunluk bağımsızlığı, adaleti çok önemsemiyor. 
• Çıkarları kesişen asıl güçler Türk halkı ve batı/küresel yapı. Türk halkı çıkarını korumayacak durumda. Siyasetçiler, partiler, medya, bürokrasi rant peşinde taşeronlar sadece. 
• Türk halkı iki grup. Büyük kısım (bir kısmı farkında bile olmadan) mandacı, ver kurtul kafasında. Durumun farkında olan bilinçli manda karşıtları ise dağınık, güçsüz ve manipülasyon altında.
• Bu tablodan maalesef demokrasi içinde kalarak bağımsız Türkiye çıkmaz.

Yağma kültürü:

Aşırı idealize edilmiş tarihi bir kenara bırakıp bugünü anlamak adına kendimize ayna tutalım. Biz yağmacı bir toplumuz. Devlet dediğimiz varlık, aslî olarak yağma işinin kurumlaşması ve bir kaideye bağlanmasıyla hayat buluyor. Orta Asya’da kıtlık zamanlarında çoluğuzu-çocuğunuzu hayatta tutmak için başka halkların malını yağmalamaktan başka çareniz yok. Dünyanın her yerinde, tarım öncesi göçebe-avcı toplumlar yağmacı toplumlardır. Avrupa’nın önemli kısmının bütün tarihi Vikingler gibi yağmacı toplumların eseridir. 

Oğuzlar bu işi, hayatta kalmanın çok zor olduğu Asya bozkırlarında bir de töre haline getirmişler. Sonra bu töreyi sağlam bir kazığa bağlayacakları bir inançla karşılaşmışlar. İslâmiyet’in gaza kültürü, yağmayı en helalinden ganimet adıyla meşrû hale getirmiş. Bu elverişli aracı yakından tanımak için İslâmiyet’in bidayetinde ganimet üzerine ortaya çıkan tartışmaları, Peygamberin sünnetini, Ci‘râne hadisesini ve “müellefe-i kulûb” tabiriyle dine ısındırmak adına ganimetten daha fazla pay verilen kabileleri hatırlamak yeterli olur. Yağma, yani “ganimet”, “ila-yı kelimetullah”ın hemen yanı başında bir fütuhat dürtüsü olarak yer almasaydı, acaba İslâm tarihi nasıl olurdu? Fatih’in muasırı Aşıkpaşazade’nin tarihini bu gözle okumanızı öneririm.

Dünyanın geri kalanından farklı, bize özgü diyebileceğimiz bir gelenek: Zenginliğin, itibarın, saygınlığın, şöhretin ve gösterişin yolu özel sektörde müteşebbis olmaktan değil devlet iktidarından geçiyor. Topladığı vergilerle ve vergi muafiyetleriyle, verdiği lisanlar ve ruhsatlarla, imtiyazlarla, finans sektörü üzerindeki gölgesiyle, dağıttığı sosyal yardımlarla, belirlediği asgari ücret ve emekli maaşlarıyla devlet dev bir yağma merkezi mantığıyla iş görüyor. Siyaset bu yağmalama gücünü ele geçirmek veya elde tutmak için yapılıyor. 

Dede Korkut destanında sadece İç Oğuz’u toya davet eden Kazan Hana Dış Oğuz’un baş kaldırması anlatılır. İktidarı İç Oğuz, muhalefeti Dış Oğuz olarak tahayyül edin. Bekledikleri ilave maaş artışını alamayan emeklileri de Dış Oğuz’a dahil edin. Dış Oğuz, yani Muhalefet yağmanın dışında. 1989’da SHP, belediyeleri kazanınca İSKİ skandalında patlak verdiği şekilde bir yağma başlamıştı. Şu anda CHP’li belediyelerde başkanların yaşadığı sıkıntıyı, yakın çevrelerinden gelen baskıyı gözünüzde canlandırmayı deneyin.


Enflasyon (eski zamanlarda paranın tağşişi), kamuya ait kaynaklar ve rant dağıtma imkânları bitince doğrudan halkın parasının yağmalanmasıdır. Devlet elinizi cebinize atıyor ve enflasyon oranında paranıza el koyuyor. Bu paralar nereye gidiyor?
Yağmanın sınırı yoktur, sakın “nasıl olsa şu kadarla doyarlar” diye düşünmeyin. Güç sahibi deveyi hamuduyla, yağmacı yağısını dibi delik fıçı gibi yutar.

İktidar denklemi değişiyor. Bu değişimi devletin yağma kapasitesindeki değişimle, daha doğrusu tıkanma ile açıklamayı deneyin. Rant bitti, hazine tamtakır. Hanın otağında yağma edecek nesne kalmadı. Borç veren Dünya bankası veya onu onaylayan IMF yağmaya izin vermiyor.

Son söz: Dünyanın sinek kanadı kadar kıymeti olsaydı, Allah’ı inkar eden bir insan bir yudum su içemezdi..

Hatırlatma: Artık ne olur belediye başkanları 23 Nisanı ya da ulusal bayramları veya dini bayramları vesile kılarak belediye yani kamu bütçesinden kutlama mesajlarını afişlere koyup kendi reklamlarını yapmasınlar lütfen. Kusacağız bu gidişle. El insaf, yeter yahu. Seçimlerde bitti, rahat bırakın bizi. Sırıtan suratlarınızı görmekten gına geldi. Bir rahat bırakın. Milletin parasıyla millete reklam yapmaktan vazgeçin.

Not 1: Dünyada gelmiş geçmiş en zeki kadın bence Agatha Christie. Kitaplarının satış rakamları herşeyi söylüyor zaten. Yanına yaklaşabilen hiçkimse yok. Her romanı birbirine benziyor gibi geliyor ama sona geldiğinizde hepsinde ters köşe olursunuz.

Not 2: Patiswiss konusunda aklıma birden Gazi geldi. Hani bir zamanlar Christoph Daum'un eşofmanında kocaman yazardı ya. Hatırlayan var mı? Gazi aslında alman markasıydı. Türklere kolay satabilmek için Gazi adını koymuştu. Patiswiss de aynı mantaliteyle kurulmuş.

Not 3: Haberler doğruysa Ramazan Kadirov'a pankreas nekrozu teşhisi konulmuş. Yani pankreas ölüyormuş. Kremlin yerine geçecek birini arıyormuş.

Not 4: Ekrem İmamoğlu’na tavsiye.

Abdullah Gül’den uzak durun, Feridun Sinirlioğlu’nu gördüğünüz yerde ardınıza bile bakmadan kaçın!

Not 5: Akp yönetiminin “kibirden” dolayı kaybettik eleştirileri eksik kalıyor biraz.

Kibrin de ötesinde bir şeyler var; düpedüz yağma mantığıyla halkın gözüne gözüne sokulan bir görgüsüzlük hali.

Not 6: Hep köle misali zincire vurdun
Ben sana dost oldum sen düşman oldun
Sen beni kendine göremi buldun
Hainsin diyorsam söyleten sensin…

Not 6: KFC ülkemizden çıkıyormuş.

Tavukçular da gitmeye başladı.

Not 7: Uzlaşma, bir pastayı herkesin en büyük parçaya sahip olduğuna inanacağı şekilde bölme sanatıdır. 
Ludwig Erhard

Not 8: Zombi şirket:
Kullandığı kredinin faizini ödeyen ama anaparayı ödeyemeyen, ayakta kalmak için enflasyonun altında faizle borçlanmak zorunda olan veya sürekli olarak hükumet, banka veya hissedarların desteğine ihtiyacı olan verimsiz şirket.

Faiz arttıkça zombiler ölüyor.

Zombilerin yaşaması için gençlerin geleceğinin harcanıp tüketilmesi gerekiyor.

Not 9: Bahçeli, Erdoğan’a mesajını kamuoyu üzerinden vermiyor; Erdoğan’a mesaj verdiğini kamuoyuna ilan ediyor.

Not 10: Kanuni olmak kolay, sinan'ı bulmak zor, çünkü dünyayı güzelleştirmek, dünyaya hükmetmekten zor.

Not 11: “zamanının önyargılarının kurbanı olmuş bir bürokrattan daha tehlikeli bir şey olamaz.”

(akira kurosawa)

Not 12: Sevdiğim bir İngilizce deyiştir, durumu iyi özetliyor: 

Beggars can’t be choosers. 

Muhtaç olan seçemez.

Mesele muhtaç olmamakta..

Not 13: Biden sermaye kazançlarına %44.6 (tarihin en yüksek vergi oranı), zenginlerin varlıklarını satmasalar da kazançlarına (unrealized gain) %25 vergi önerdi. Bunlar yüksek oranlar ve kabul edilirlerse yatırımcıların ülke/varlık tercihlerinde büyük değişikliklere sebep olabilir.

Not 14: Türk Tekstil Sanayi’nin önde gelen firmaları makinelerini Mısır’a taşıyor.Kimin teşvik ettiğini bilseniz “vay be” dersiniz. Maalesef ülkemizden müthiş bir sermaye çıkışı-kaşışı  var ve giderek artıyor.Acil tedbir şart.

Not 15: “Açlığa çare”diye tarımda mono-kültür modeli endüstriyel tarım, hibrit -gdo lu tohum,sentetik gübreler ve zehirli kimyasallardan oluşan tarım ilaçları ile insanlığı perişan ettiler, arkasından tedavi edeceğiz diye ilaçları  dayadılar.Sonuçta milyarlılk aç ve hasta kitleler.