Ekonominin korkunç rakamları Ramazan ayında sarcıcı şekilde kendini gösteriyor: Ocak 2024 dönemi için yoksulluk sınırı 52 bin; açlık sınırı, 15 bin tl. En düşük emekli maaşı 10 bin lira. Emekli açlık sınırının altında fitrelik, fidyelik! Fidye ya da fitre ne demektir?

Oruç tutmaya gücü yetmeyen yaşlılar ile iyileşme ümidi olmayan hastaların bunun karşılığında bir fakire vermeleri geren meblağdır. Bir fidye, bir sadaka-i fıtır miktarıdır. “Oruç tutmaya güç yetiremeyenler, bir fakir doyumu kadar fidye öder.” 1 mealindeki ayette belirtildiği gibi bir fakiri tam bir gün doyurmaktır. Bir gün 2 öğün olarak hesaplanır.

Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu 2024 fidyesini (fitreyi) 130 lira olarak belirlemiş. Bir kişi, günde 130, 30 günde 3900 lira ile karnını doyurabiliyor. Türkiye’de ortalama hane sayısı 4’tür. 4x3900=15.600 tl. (Yazıyla, On beş bin altı yüz lira!) En düşük emekli maaşı 10 bin tl. Emekli ailesinin yalnız karnını doyurmak için 5.600 lira daha bulması lazım! Giyecek, yakacak (elektrik, rahmangaz) yol masrafı vesaire, derken bir 5.600 liraya daha ihtiyacı var. Bunu nereden, nasıl bulacak? Yani, vatandaş istibdat/zorbalıkla kasten ve hileyle ahlâksızlığa mı sürükleniyor!?

Bunun adı, Hz. Üstadın Mektûbât’ta ifade ettiği gibi; Sen çalış ben yiyeyim! amelelik, ücretlilik sistemidir! “Beşerin hayat-ı içtimaîsinde bütün ahlâksızlığın ve bütün ihtilâlâtın menşei iki kelimedir: Birisi: ‘Ben tok olduktan sonra başkası açlıktan ölse bana ne?’ İkincisi: ‘Sen çalış, ben yiyeyim.” 

Mevcut zorlu şartlar ve fakirin hali umarım sosyal patlamalara sebebiyet vermez.

İçimizde tortulaşan, kurşun gibi ağırlaşan, içimizi katran gibi saran dünyevilik duygusunu gönderme ayıdır Ramazan. Oruç içimize yerleşince tüm bu yüklerden kurtulmaya başlamış oluyoruz. İftar sofrasında oruç bizimledir. Onun da iftarı vardır. Merhum Sezai Karakoç’un dediği gibi, “Oruç müminin kalbinde iftar eder.” Ramazan geldi, şimdi kalbimizde oruca yer açalım. Ramazanı fırsat bilerek iyiliklerimizi artıralım. İyilik bulaşıcıdır.

Son söz: Yaşamışlığın hüznü üzerine sindiğinde bir yer bize yurt olur. Bir şehir değişmezleriyle bize bir süreklilik ve emniyet duygusu verir. Bir aile samimiyet ve yakınlığıyla bize bir şahsiyet ve seciye kazandırır. Bir dostluk, fedakârlıkla boy atar. Zaman tefekkürle taçlanır. 
İyi olan her şey, özünde halisane emeğin ve ebediyetin mührünü taşır.

Uyarı: Politika faizi Nisan ve mayıs toplantıları ile  % 60 a çıkacak minimum demekki. Belki % 65 de dengeyi bulacak. Mevduatlarda % 70, kredilerde % 120 civarı mizan sağlanacak Temmuza kadar.
Faizler istenen seviyeye gelmeyecekse dolar 60 TL ye kadar devalüasyona uğrar ve böylece de bir denge sağlanabilir. Tabii bu hiper enflasyon demektir ve sonuçları daha yıkıcı olur. Yatırım tavsiyesi değildir.

TL’nin devalüasyonuna ve hiper enflasyona izin verilmeyeceğini, bu nedenler faizlerin muhtemelen % 65 lere kadar yükselteceğini ön görüyorum.
Yatırım tavsiyesi değildir.

Tadımlık: Bir asfaltı her gün sulasan da sana çiçek veremez çünkü; asfaltın tabiatında güzellik yoktur. (NECİP FAZIL KISAKÜREK / Aynadaki Yalan)

Hatırlatma: Yaşayan siyasilerden de, “Asla bir araya gelmezler!” denilenlerin bir arada olabildiklerini gördük, görüyoruz.
Bir partiden aday adayı olan, tercih edilmediğinde pekalâ rakip partiye başvurabiliyor adaylık için!..
Politikacılar “esnek” insanlar, zamanın şartlarına göre karşı karşıya gelmesini de, birlikte hareket etmesini de çok biliyorlar…
Keskin manevralar yapabiliyorlar…
Partiler için kavga eden “taban”dakiler arasında ise, maalesef arkadaşlık, komşuluk, akrabalık ilişkilerini paramparça edenler, sokakta selamlaşmayanlar var.
Yukarıda işler hiç öyle olmuyor, programlarda birbirlerini yer görünen gazeteciler, akademisyenler filan, bir nargilecide buluşup sohbet fokurdatabiliyorlar!..
Onun için biz biz olalım, Rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu’nun tavsiyesini kulak ardı etmeyelim:
“Seçimler kavga aracı olmasın.
Sel gider kum kalır.
Bu seçim de gidecek ama siz akraba olarak, komşu olarak kalacaksınız.”

Nasihat: 'İnsan, bütün merhamettir. Merhametin olmadığı yerde insan yoktur.'

Nurettin Topçu, Var Olmak

Not 1: Hatay Depremi ile ilgili en çok sesi çıkaran Gökhan Zan'ın kasetlerini dolandırıyorlar.

Bu esnada, yapı izinlerini veren adam, CHP'den Belediye Başkan adayı yine.

Türkiye'nin bir özeti olmuş bu.

Not 2: Yaklaşık 1 asır önceki depremlerde de gazete manşetlerimiz aynı.

Yine inşaatlardan ÇALINMIŞ.

HIRSIZLIK herhalde ATA SPORU bu topraklarda.

Not 3: Türkiye'de eğer taban ücretler 300$ civarı olursa, düz memur da ortalama 600$ alırsa, muhtemelen çoğu işi, ROBOTLAR değil, insanlar yapmaya devam ederler.

Konu tamamen MALİYET.

Ama, Batı robotlaşacak. Bu kesin.

Not 4: Çok şikayetçiyim.
Kiminle ne konuşursam, bir dahaki konuşma da o son konuşmamızdaki hiçbir şeyi hatırlamıyorlar.
Bu kadar ile kalsa iyi.
Onun dediğini sen dedin sanıyor, senin dediğini o dedi sanıyor, kim ne dedi ne anlattı hatırlamıyor.
Yarın sabah buluşalım diyor, randevusunu unutuyor gelmiyor, hatırlamıyor.
Sabah yürüyelim diyor, kapıda bekliyorsun o daha uyanamamış uyuyor.
Haftaya buluşalım diyor, hafta geliyor dediğini hatırlamıyor.
Evimde kahvaltı hazırlayıp, kahvaltıya gelmeyi unutan arkadaşım var.
Dediğini unutana çok bozuluyorum.
Unutmayın kardeşim.
Dediklerini karıştıranlara çok bozuluyorum.
Karıştırmayın kardeşim.
Dinleyin ve aklınızda tutun ne olur.
Cuma günü Ankara'ya gidiyorum diyorum, çarşamba günü Ankara’da mısın diye yazıyor.
Yok öyle değil.
Yok böyle değil, demekten çok sıkıldım.
Bu ne hafıza dağınıklığı anlamak çok zor.
Kendinizin farkına varın ve derlenip toparlanın.
Unutmanın, hatırlayamadım, ya da karıştırmanın kuluçkasına yatmayın lütfen.
Sizi dinleyenlerinde sabrının bir çeşmesi var elbette.
Bir gün derler ki, aman bu konuşulanı hatırlamıyor ve her şeyi karıştırıyor, boşuna anlatma.
Hafıza da hasar var dememeleri için, daha az insanla konuşun.
Konuştuğunuz insanları seçin.
Konuştuğunuz konuları seçin.
Bakın ne diyeceğim size.
Şu hafızayı sağlam tutun Allah aşkına, unutmaya, hatırlamamaya tamah etmeyin. 
Hatta eğilin kulağınıza söyleyeceğim.
Saklambaç oynarken kaybolan arkadaşımızı aradığımız o masum, o tertemiz günler çok gerilerde kaldı.
Su bulandı.
Çok kirlendik.
Haberiniz olsun.

Not 5: Ne fark eder ki kör insan için elmas da bir, cam da.
Sana bakan körse sakın kendini camdan sanma!
Mevlana

Not 6; Yığınlar bencildir. Kümeler; değer üretebildikleri sürece var olurlar. Bireyleri bencil yığınlar, kalıcı değer üretemezler. Kurnazdırlar. Nimeti alıp külfeti öteleme eğilimindedirler. Uğruna bedel ödenesi anlayış, toplumun çimentosu olur. Değerler kaybolduğunda toplum çözülür, çürür ve yok olur. Değer üretmeyenin er veya geç silineceğini tarih söylüyor bize… Zira varlık sebebi ortadan kalkmıştır.

Not 7: KONUT,

ARSA BALONU şişirilmedikçe, aslında maliyetli bir şey değil.

İnsanların maaşlarının yarısını KİRA olarak vermeleri, dizayn edilmiş bir SÖMÜRÜ düzeni sadece.

Not 8: Sendikaların gerilemeleri, çalışanların ücret paylarının düşmesine, yöneticilerle işçiler arasındaki uçurumun artmasına, toplumun tahrip edilmesine ve popülizmin yükselmesine katkıda bulunuyor.

Not 9: Türkiye’de gerçek anlamda kitap okuyucusu sayısı 10-15 bini geçmez. 80 milyonluk bir ülkede popüler kitaplar dışında basılan kitapların alıcısının birkaç bini bul(a)maması ve ne kadar iyi olursa olsun ikinci baskıyı görememesinin başka izahı yok.
Hani övünüyoruz ya; Almanya’ya karşı şu kadar üniversite öğrencimiz var diye.
Eminim kâğıt üstünde üniversite mezunu sayımız Almanya’yı üçe beşe katlamıştır ama getirisini sorarsanız; kocaman bir soru işareti…

Not 10; Çok kimsenin gözden kaçırdığı bir gerçek var. Bugünün ortalama Atatürkçü-Milliyetçi kitlesinin önemli bir kısmı memur-asker kökenli ve bir şekilde geçmişten gelen bu birikimle Türkiye’nin geri kalanına göre sosyo-ekonomik olarak daha iyi durumdalar.
Fakat özellikle bu kitle fakirleştiğini düşünüyor. Bu endişesinin altında yatan ana saik, kendilerinin fakirleşmesinden ziyade zenginliği yakıştıramadıkları köylü-maraba-yobaz(!) tiplilerin, bir zamanlar kendileri için ayrıcalık olan şeylere çok kolay ulaşabiliyor olmaları. Bu yüzden başörtülü bir bayanın ciple gezmesi tüyleri diken diken edebiliyor.
CHP’deki iç çekişmeye de bu gözle bakabiliriz. Kılıçdaroğlu’nun liderliğini bir türlü sindiremeyen CHP elitleri 80 sonrası neredeyse sadece Aleviler sayesinde ayakta kalmalarına rağmen Alevilerin tepeye oynamasını bir türlü kabullenemiyor çünkü onlara göre Aleviler çaycılığa ya da kapıcılığa rıza göstermeye devam etmeliler, daha fazlası olmamalı, ilginçtir Alevilerin bir kısmı da aynı fikirde...
Velhasılıkelam Türkiye’de yeni bir siyasetin doğması için görünürde hemen hemen hiçbir sebep yok.
Herkes kendi mahallesinde fazlası ile mesut! Memnun olmayanlar da kendi dertlerine yansın artık.
Uzatmaya sanırım gerek yok. Türkiye’nin kalbi İstanbul’u kim alır sorusunun cevabı da belli gibi.
Yukarıdaki ayrımda kim daha kalabalıksa o alacak.
Neyse ki, cevabı öğrenmek için çok fazla beklemeyeceğiz…

Not 11: Türkiye'de eskiden ŞEHİRLİ olma hevesi vardı. Çünkü, okuyan, medeni olan kişilerin cebine para giriyordu.

Şimdi öyle bir heves yok.

HAYVAN olarak devam edip, belli yerlere çöküp, keyfine bakıyorsun.

Elbette, bu sistem çökecek. SSCB olacağız. Hakkımız da bu.

Not 12: Emekliler et alamadığı için maaşlara seyyanen zam gerekiyormuş. Muhalefetin argümanı bu. Seyyanen zam yapılınca sanki et fiyatları şu anki seviyede kalacak. Marketlere bakın. Çoğunda et reyonu bile yok. Et dayanıklı tüketim malı değil. Stoğu yapılamaz yani aslında et yok.

Not 13: Çok fazla kötülük var. Ortak kaynakların sürekli yağmalanması üzerine bir düzen kurulmuş, herkes yağmalayan olmak istiyor. Ortak kaynaklar bitmiş, hepimizi borçlandırıp yağmaya devam ediyorlar. Durum bu.

Not 14: TCMB hem 500 baz  puan faiz artırarak artık iyice gözümden düşen Jay Powell’dan daha şahin olduğunu ispat etti, hem de masaya billurlarını trak trak trak vurarak piyasa ve işdünyasının yüreğine ölüm korkusunu saldı:

* %50 politika faizi ne ki? Kafamı bozmayın, Erdem Başçı günlerine geri döner, size gecelik %53 faizi tattırırım.  Artık, gecelik %53’ün bileşiğini konkordato hakimliğinde hesaplarsınız.
* Siz böyle yarın Kıyamet Günüymüş gibi harcayıp, esnaf da fırsattan istifade kafasına göre zam yaparsa, seçimden sonra size kabak dolması tarifini öğreteceğim. Önce kabağı bir güzel oyarsın….
* Durun, keratalar yetmedi. Canım isterse niceliksel sıkılaştırma diye bir zamazingo uydurduk,  onun da vidalarını bir güzel kısarım. Kredi kartlarınızı iptal ettirir,   banka kredisini rüyanızda görmenizi de sağlarım.

%50 basit faiz bu enflasyonun hızını kesmez.  Sosyal medyada defalarca söyledim, TCMB faizi EN AZ %60’a çekecek. 

Not 16: Lütfen artık kimse devaluasyon beklemesin, dövizde kalıp birikimlerini heba etmesin. Yarından tezi yok, döviz bozdurup TL’ye geçin.  Yabancı yatırımcıların Türkiye’nin kapısına gelip, gümrük kontrolünden geçmemeleri için tek bir neden vardı:  Erdoğan’ın seçimden sonra Şimşek’i şutlayıp, Berat Albayrak’ın sponsorluğunu yaptığı İslamcı Ekonomi Ekolünü geri getireceği beklentisi.  Bu beklenti  kadük oldu. 

Ama size garanti ediyorum, 1 Nisan’dan itibaren her hafta BDDK istatistiklerinde sıcak para girişi göreceğiz.  Eğer Ekonomik İstikrar Programı enflasyon konusunda gözle görülür bir başarı elde eder de, sayın Cumhurbaşkanımız, Değerli Reis’im bu yıl sonuna kadar nefsine hakim olup olur olmaz  ekonomi politikasına müdahale etmezse, 2025 yabancı doğrudan yatırımlar için de eşiğin aşıldığı yıl olabilir.

Not 17: Büyük fatihler hep erdemin coşkulu dilini kullandılar. Çevrelerinde kendilerini yüceltilmiş hisseden ve sadece en seçkin dili duymak isteyen kitleler vardı.

Ahlaksal Önyargılar Üzerine Düşünceler, Nietzsche

Not 18: Seçmenlerin adayların projelerine göre oy verme davranışı yüzde yirmilerde bile değil. Dahası, seçmenin desteklediği adayın projelerini hatırlıyor oluşu yüzde onlar bandında. Daha da dahası, “bize bu sözler verilmişti, yapmadınız” diyerek hesap sormayı destekleyen seçmen sayısı yüzde on bile değil.
Hal böyle olunca, genel seçimlere benzer bir “horoz dövüşü” halinde geçiyor yerel seçim yarışı. Birkaç ili, 20-30 ilçeyi dışarıda tutarsak bu tam tamına böyle gerçekleşiyor.

Not 19: Siz hiç "Birilerinin bana bu kadar faiz vermezseniz ben de hazine bonosu almam" dediği zaman Hazine ve Maliye Bakanlığı'nın "iyi o zaman biz daha yüksek faizle borçlanalım yeter ki bize borç verin" dediğini duydunuz mu? Böyle bir şey yakın zamanda yaşanmış mıdır? Bu mümkün değildir. Hazine ihale açıp borçlanır. 

 Bu şekilde  yapılan yatırımlar parayı enflasyona karşı korumak için yapılır. Kimse mevduatla ya da hazine bonosuyla zengin olamaz.

Yani,

Faiz lobisi diye bir şey hayal ürünüdür. Faiz lobisi yoktur.

Ama enflasyon lobisi vardır ve gerçektir.

Siz %15 - 20 faizle kredi kullanarak inşaat yapan sonra yaptığı daireleri enflasyonun da üstünde bir artışla satan müteahhit biliyor musunuz? Ben biliyorum. Böyle bir şey olabilir mi? Hem de bal gibi oldu. Sadece müteahhitlik değil o %15'le kredi kullananlar çok güzel servetlerini arttırdılar. 

Enflasyon lobisi hep negatif reel faiz olsun ister. Hep kendisine servet transferi yapılsın ister. Asla enflasyonla mücadele edilmesini istemez. Çünkü mücadele başarılır olur da enflasyon gelişmiş ülkelerdeki seviyeye düşerse kendisine servet transferi olmaz ve emeği sömüremez.

Enflasyon lobisi korku salar. Eğer enflasyonla mücadele olursa işsizlik olur, iflaslar olur diyerek enflasyonla mücadeleyi kötü bir şey gibi göstermeye çalışır ve enflasyonla mücadele edilmemesini ister. 

Enflasyon lobisi vicdansızdır. Gıda enflasyonunda Türkiye'nin Venezüela ile Zimbabwe arasında olması, birçok ücretli için dengeli beslenmenin bile yük hatta lüks olması umurunda bile olmaz. Enflasyonla mücadele olmasın, asla reel faiz pozitif olmasın, lobi servetini arttırmaya devam etsin ister.

Enflasyon lobisi utanmazdır. Mevduat faizi enflasyonun altında bile kalsa, reel olarak servet kaybı yaşansa bile enflasyon lobisi mevduat yapanları "yattığı yerden para kazananlar" olarak yaftalamaya hiç utanmaz, yüzü kızarmaz.

Enflasyon lobisi parasını mevduat yaparak enflasyona karşı korumaya çalışanlara yapamayacakları, güçlerinin, bilgilerinin, enerjilerinin yetmeyeceği işleri yapmalarını söyleyerek bir de akıl öğretmeye kalkar. Örneğin bir emekli öğretmene "sen de git iş kur, istihdam yarat, yattığın yerden para kazanma" diye akıl verir.

Enflasyon lobisi güçlüdür, eninde sonunda istediğini alır. Ancak en büyük gücü aslında böyle bir lobi olmadığına ve taleplerinin son derece makul ve gerekli şeyler olduğuna insanları inandırmayı başarmış olmasıdır.

Enflasyonla sürdürülebilir ve başarılı mücadele etmenin en önemli parçası bu lobinin varlığını kabul etmek ve niyetini anlamaktır.

Not 19: ‘Seçim kaybettirme’ motivasyonu son dönemde siyasette fazla yer buldu. Oysa seçimlerde iddialı partiler kazanmak, diğerleri ise oy oranlarını ve gücünü korumak için mücadele verir. Seçimler ‘kazanma ve kaybettirme’ parantezinde yorumlanamaz. Rahmetli Erbakan partisinin oylarına bakarak ‘Müslümanların sayısını öğreneceğiz’ derdi. Bu söz doğru değil elbette, ‘partililerin sayısını’ dese sorun olmazdı.
‘Kaybettirme siyaseti’ Gökhan Zan olayında bütün çıplaklığıyla ortaya çıktı. AK Parti ile Zan arasında izahı olmayan iddialar ve ses kayıtları bunun kanıtı. Türkiye’de siyaset çok harmanladı, buna rağmen TİP’li Gökhan Zan’ın AK Parti ‘politik alışverişe’ girmesi kabul edilemez. Bir adayın seçimlerde ‘kendisinden başka’ bir derdi olabilir mi? Biri kazanmış, diğeri kaybetmiş Zan’a ne? Sen oylarını arttırmaya bak. Siyaset 100 metre koşusu değil bir maratondur.
Gökhan siyaseti ne Zan’netti acaba? Futbolda rakibe kolay çalım atabilirsin ama siyasette muarızlar çok daha uyanıktır. Siyaset insanı yağmurlu havada susuz bırakır.

Not 20: Milletvekili Mehmet Ali Çelebi, AK Parti’nin İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı adayı Hamza Dağ’ın içkili mekanlarda seçim çalışması yaptığı anı gösteren fotoğrafları paylaştı. Dağ, daha önce de ‘Barlar sokağını’ gezmiş, oy istemişti. Yadırgamıyorum, bir siyasetçi için doğal. Herkesin oyuna talip olması, parti politikalarıyla örtüşmeyen mekanlarda seçim çalışması yürütmesi normal.
Erdoğan da 1989’da Beyoğlu Belediye Başkanlığı’na aday olduğunda benzer çalışmalar yapmıştı. Dağ’ın seçilebilmesi için İzmir’de mahallenin dışına çıkması gerekir. O da bunun farkında. Çalışmalarında parti amblemi bile kullanmıyor. Sanırsınız ki bağımsız aday. Bu yönüyle de yorumlanması lazım. Vaktiyle Bedrettin Dalan da ANAP ve Özal fotoğraflarını kullanmamış ancak buna rağmen seçilememişti.
Evet siyaset bu… Adamı meyhaneye de sokar, faize de…

Not 21: Mehmed Âkif, kuyruklu yıldızlar gibi asırda bir doğan, fakat tek başına bütün bir ufku dolduran bir bahtiyardı. Sanatının elmas sorgucu bütün iftiralar, anlamazlıklarla lekelenmeye çalışılsa bile, yarınki nesiller onu gönül dünyasının bir fatihi gibi alkışlayacaklardır.