Memur ve emekliye temmuzda %25-30 zam yapılacağı konuşuluyor. Eğer bu gerçekleşirse enflasyon %200'e kadar çıkar. Üretim olarak karşılığı olmayan maaş artışları enflasyonu telafi etmez. Olan enflasyonun üstüne ekler. Enflasyon düşecekse memur maaşları düşmeli. Eğer gerçekten enflasyonun düşmesi isteniyorsa maaş artışlarını değil üretim artışlarını konuşmamız gerekiyor. Örneğin son bir kaç yıldır Türkiye’de açılmış büyük ölçekli bir fabrika hiç duydunuz mu?

Muhalefet emekliye,memura,asgari ücrete zam yapılsın diyor iktidar da muhalefetin istediğini yapıyor. Ne muhalefet ne de iktidar ben bu enflasyonu düşüreceğim,alım gücünüzü artıracağım ama enflasyonu düşürmek için kemer sıkacağız acı reçete içeceğiz diyemiyor. nin kredi notu yatırım yapılabilir seviyeye tekrar çıkmadan hiçbir ekonomik sorunun çözümü yok. Herkes bunu kafasına koysun. Bunun için de Türkiye nin 2010'da Yunanistan'da uygulanan acı reçete içilecek. Her kim iktidar olursa olsun. Hiçbir kaçışı yok. Pembe hayallere son vermek şart. 

Tüketilenden fazla üretilmedikçe enflasyon düşmez. Formül bu kadar basit. Pahalılık neden olur. Arz eksikliği ya da aşırı talepten.Hem pahalılıktan dem vurup hem de az çalışayım çok yiyeyim olmaz. Cari fazla vereceksin. Veremiyorsan kanaat etmeyi öğreneceksin. Başka kurtuluş yok. Tek kelimeyle ALINTERİ dökmeden enflasyon asla düşmez.

Reel enflasyonun %150 olduğu yerde sen %15 faizle konut kredisi, %30 faizle ihtiyaç ve taşıt kredisi ver, sonra Türkiye’de enflasyon maliyet enflasyonu diye zırla. Kredi faizlerini %50'ye çıkar bakalım o balon ev, araba fiyatları tepetaklak aşağı gidiyor mu gitmiyor mu! Parası, geliri olan olmayan ulufe alır gibi kredi kullanıyor. Sonra da enflasyon yüksek diye feryat ediyor. O enflasyonu yükselten bizzat sensin. Yani bal gibi talep enflasyonu. Kredi musluğu bir kapansın, herşeyin fiyatı göçecek. Korkulan o zaten.

Elinde sonunda faiz tekrar artacak.Alabilen TL kredi alıyor,seçime kadar ancak böyle gider Arjantin oluruz diyorduk onları geçtik sırada Venezuella var.Bu para politikasıyla enflasyon nereye varır kestiremeyiz yapılacaklar dış borçlanma,vergi arttırımı ve eldeki kurumların satılması.. Allah selamet versin, sonumuzu hayreylesin.

Enflasyon bir karabasan aslında kokain almış biri cennet rüyası görürken. Şöyle anlatayım: Bütün ulus bir sabah; cüzdanlarında, maaşlarında, gelirlerinde, kârlarında, emekli ikramiyelerinde ve bağış kutularında para miktarının 3-4 kat arttığını gördüğünde ekonominin genel durumu ne olur? 17. yüzyıldaki bu rüyanın tabiri Hume için çok basitti. İnsanlar kahvaltı da önce piyango çıkmış gibi sevineceklerini sonra sokağa çıktığında ulusun her vatandaşının aynı oranda parasal artışa sahip olduğunu öğrendiğinde havadan gelen parasal artışa sevinen iyimser psikolojimizin yerine tatlı bir hüzün alacağını çünkü refahın salt yalnızca parasal artışla olmayacağını söylemektedir. Çünkü herkes aynı oranda parasal artışa sahip olduğunda herkes her mala aynı oranda ve güçte satın alma güdüsü ile karşılık verecektir. Değişen sadece fiyatların artışı olacaktır. Yani enflasyon. Tersi de geçerlidir. Eşit orandaki para azalışı da ülkenin refahını azaltmayacaktır.

20. yüzyılın ilk yarısında ve devam eden 21. yüzyılda her şeyin çözümü olarak bize anlatılan tek ekonomi tarihinde, fakirliğin, kıtlığın, barınmanın, alt-yapının, sosyal refah devletinin ve büyümenin tek bir sihirli aracı vardı: sonsuz para yaratılması ve sınırsız kredi genişlemesi. Enflasyon nesli olarak biz, neden sonsuz yaratılan paranın propagandası altındayız? Yalanlar ve salvolar bitmiyor. Oysa bütün sorunlarımızın tek bir ilacı vardır:  Enflasyon çağını bitirmek. Her ne olursa olsun! 

Bir türlü akıllanamadık, hala “Kokain Adası”ndayız. Ekonominin popülist iktisadi aracı her zaman her yerde Para Basma Makinesi olmuştur. Bu öyle büyük bir illüzyondur ki maaşları, gelirleri, yatırımları, kârları, milli gelirleri ve cüzdanlarımızı şişirdikçe şişirir. Bir çocuğun büyüdükçe deneyim sahibi olacağını ve böylece hayat problemlerini çözüp sorunlarının azalıp mutlu olacağını sanması gibi halk da bu hastalıklı büyümenin obezite olduğunu anlayamaz. Her karşılıksız basılan para, siyasetçinin vaatlerini artırır ve ucuz halkçılık had safhaya varır. Halk anlık oluşan şeker yüklemesine şaşkınlık ve mutluluk arası bir pozitiflikle karşılık verir. Ve fakat karşılıksız para basma makinesinin çalışan çarklarının gıdası maliyet artışı ve fiyatların sürekli yukarı çıkmasıdır. Artık çayın şekere doyması gibi ekonomide paraya doyar ve atılan her şeker çayın tadını kaçırdığı gibi çayın taşmasına da yol verir. Çünkü enflasyon; sınırsız yaratılan paranın hükümetler aracılığıyla dalkavuğun (politik vaatçinin) kendi avanesine, oydaşlarına, politik destekçilerine ve hükümete yakın işadamlarına dağıtılan krediler aracılığıyla imtiyazlar yaratır. Ve asıl kanun yoluyla özel mülkiyetin yapısını değiştirir. Servetin değişimi yapay ve hızlı olduğundan toplumun etik ve kültürel yapısını bozar. Enflasyon gizli bir soygundur. Çünkü paranın ilk oluşumundan sonra krediye ilk ulaşan kesim bu parayı harcarken (neredeyse bedava iken) diğer kesimlerin lehine harcamıştır. Anonim kaybedenler her zaman anonim kazananlara rağmen bu ödemeyi gerçekleştirir.

Merkez Bankasında karşılıksız basılan paranın ıslak ve sıcak hamur kâğıt paraları ilk elden siyasetçilerin parmakla işaret ettiği bankalara, bankalarda en yakın gördüğü mevduat sahipleri ve işadamlarına verilir. Böylece toplumun üretim-tüketim, kar-zarar, faiz-yatırım, alım-satım ve rant-gelir gibi ekonomik verilerinin tümüyle alt-üst olmasına ve mutlak anlamda sosyal tabakalarının hesap yapma muhasebelerini bozar. Bu kaçınılmaz gerçek her şeyin fiyatlarının yükselişine sebep olur. Zamlardan kafayı kaldıramayan bir toplum geleceği unutur. Her zaman günü kurtarır. Kurumların evrimsel mutluluğuna vurulan bir darbedir bu. Çekirdek ailenin geçim sıkıntısı; bakkallara, marketlere, benzin istasyonlarına oradan küçük esnafa büyük şirketlere her yere yansır. Çiftçiden ihracatçısına herkes enflasyonun durdurulamamasına şahit olur. Karşılıksız para basma makinesi çalıştıkça toplumun kültürel yapısı ve kaynak dağılımı sürekli ve hızlı bir şekilde bozulur. Ülkedeki hademe, öğretmenden fazla maaş almaya başlar. Çünkü politik vaatçinin (dalkavuğun) enflasyon karşısındaki önlemi gene enflasyonist büyüme mantığıyladır. Bas parayı, yükselt asgari ücretleri ama aynı oranda şirketlerde çalışan diplomalı kesime kendi uydurduğun ekonomik verilerle enflasyonun çok altında ücret artır!
Sonuç; okumanın manasızlığı ve cahilliğin para ettiği yanılsamasıdır. Böylelikle toplum, okumak, öğrenmek ve düşünmekten uzaklaşır çünkü diploma artık paraya, maaşa, gelire ve mevkiye dönüşememektedir.
Peki, politik vaatçi asgari ücretleri neden yükseltir? Çünkü politik vaatçi bilir ki sınırsız dağıtılan krediler yüzde 1’lik kesime gitmektedir. Demokratik seçimler için yüksek oy potansiyeli her zaman asgari ücretliler üzerinedir. Türkiye Cumhuriyetinde asgari ücretli yüzdesi % 60’a yakındır. Bunlara dağıtılan ulufe gene karşılıksız basılan paradan kaynaklıdır. Ve fakat aynı şekilde diplomalı kesim, şirketlerde çalışan beyaz yakalılar, memurlar, emekliler ve öğretmenler, yani politik vaatçinin muhaliflerinin, dalkavuklara göre popülizmin düşmanlarının, ona asla oy vermeyeceğini öngörür.
Politik vaatçi, kendisine oy vermeyecek kesime ise eli sıkı davranmıştır. Politik vaatçinin bu eli sıkılığının nedeni parasal sıkılık değil sermayenin okumuştan (diplomalıdan) cahile (okumamış ama geleneksel dini bilgilere sahip kişilere) gelir aktarımını sağlayıp aynı zamanda kültürel olarak da iktidar sahibi olmaktır.
Okumuş kesime (diplomalılara) refahtan pay ayrılmaması hatta bundan yararlanılmaması toplumun bütün dengelerini altüst eder. Okumuş diplomalı kesim kendisine hak gördüğü mevkii, geliri, maaşı ve işleri yurtdışında (başka pazarlarda) arar. Böylece ülkede okumuş diplomalı kesim yurtdışına ihraç olur. Fakat insan davranışının ekonomik etkileri çok boyutludur. Beyin göçü ile kaybettiğimiz insanlarımız sadece okumuş diplomalı kesim değildir. Aynı zamanda ülkenin girişimci, kültürel sermayedarları ve atılgan yenilikçileridir. Ekonomide ihraç ettiğiniz malların yerine yeni nesneler koyabilirsiniz fakat insan faktörünü çift taraflı transfer etmek mümkün değildir. ABD’nin her zaman transfer ettiği kişiler onun toplumuna katkı, fayda, yenilik ve girişimcilik kazandıracak kişilerdir. ABD bu ekonomik dengede her zaman onun çağırdığı kişilere garantör olurken Türkiye, ne yazık ki yetişmiş, yenilikçi, girişimci ve atılgan kişileri kaybetmektedir. Yerine savaştan kaçan “ne iş olsa yaparım abi!” diyen göçmenlerle bu açığı kapatmaktadır. Bu cumhuriyetin felaketidir.

Kredi büyümesi ile “menfaatleşen grup” karşılıksız para basılmasının ilk elden tüketicileridir, yani sermaye veyahut toplumun tepe varlıklı azgın azınlığı % 1 dir. Politik vaatçi tarafından bilhassa kayrılan bu menfaatçi grup, enflasyonun cazibesi karşısında kârlarını, rantlarını ve iş hacimlerini arttırmışlardır. Ama ne karşılığında? Enflasyon her zaman her yerde yeniden dağıtım politikasıdır. Kredi büyümesi politikası ile büyüyen kesim ve bu dağıtıma ulaşamayanlar ve kredi büyümesinden kaynaklı onu ödeyemeyenler arasındaki savaş ne olursa olsun, ilk gelenlerin son gelenlere rağmen kazançları ile oluşur.

Ekonomi yine demir kanunlarıyla karşımıza hesabı isteyen garson gibi dikilmiştir. Politik vaatçinin ziyafete davetiyle bedava yenilen yemeğin faturası çıkmıştır. Ödeyicilerden yani halktan hesap, tek tek zamlar ile döviz kurlarıyla ve fiyatlar genel seviyesiyle ödenmektedir. Olan olmuş diyemeyiz… Artık yapılması gerekenler bellidir. Politik vaatçinin elinden para basma makinesini almak her şeyden daha önemlidir.

Büyük İktisatçı Ludwig Von Mises Türkiye gibi ülkeler için ekonomi politik strateji önermektedir. Kadir-i Mutlak Devlet adlı kitabının parasal planlama bölümünün 252. sayfasında şöyle demektedir:
“Bir hükümet altın standardına dönmek istiyorsa, hiçbir uluslararası anlaşmaya veya uluslararası planlamaya gerek yoktur. Zengin ya da fakir, güçlü ya da zayıf olsun, her ulus herhangi bir saatte bir kez daha altın standardını benimseyebilir. Tek şart, kolay para politikasından vazgeçilmesi ve devalüasyon yoluyla ithalatla mücadeleye çalışılmasıdır.
Burada söz konusu olan soru, bir ulusun bir zamanlar kurduğu ve çoktan terk ettiği belirli altın paritesine geri dönmesi gerekip gerekmediği değildir. Böyle bir politika elbette artık deflasyon anlamına gelir. Ancak her hükümet, ulusal para birimi ile altın arasındaki mevcut döviz kurunu istikrara kavuşturmakta ve bu oranı sabit tutmakta özgürdür. Daha fazla kredi genişlemesi ve daha fazla enflasyon olmazsa, altın standardının veya altın değişim standardının mekanizması yeniden işleyecektir.”
Türkiye acil %100 altın standardına dönmek zorundadır. Gresham yasası -aşırı değerli paranın değeri olan parayı kovar- ilkesini bozup uluslararası finansta tersine işleyecektir. Bu sürecin başlaması için gereken tek şey, egemen bir ulus olan Türkiye’nin para markasını Bizans ve Osmanlı dönemindeki güçlü ve evrensel lira haline getirmesidir. 

Not 1: Müteahhit firmaların fiyat düşürmesi için yabancıya satışın durdurulması ve konut kredi faizlerinin artması gerekir.Faiz artarsa dövizde düşüş olur,inşaat firmaları nasıl olsa istediğimiz fiyata satıyoruz diyemez.

Not 2: “Anadan emdiği süt burnundan gelmek?” Acıdır hikayesi! 3. Murat ölünce tahta geçen 3. Mehmet boğdurdu kardeşlerini: Toplam 54 kişi 1595’te ölen 3. Murad’ın çocukları ve hanedandan gebe cariyeleri. Hatta bebek şehzade anasını emerken alınıp boğulmuş, emdiği süt burnundan gelmiştir. Devletin bekası için böyle vahşet. Sevsinler senin bekanı. Ailenin bekası ne devleti. Çadır devleti. Azgın pis hırslarınıza kutsalları alet etmeyin.

Not 3: Kapitalizmin popstar mekanizmalarında zirveye doğru ittirilenler düşünmeksizin fikir üretebilecek özel şahsiyetler olduklarına inandırılmışlardır. Siyaset dünyası da bundan nasibini elbette alacaktır. Bütün gün fotoğraf karelerine yerleşmek, arada da laf yetiştirmek zorunda kalanlar, bir beyne gereksinmeyecek kadar gelişmiş organizmalar olduklarına ikna edilmiştir.

Not 4: İmamoğlu POLEMİĞE girerek, çekildiği tuzağa düştü.
Cevap vermeyecekti.
Rahatsız olunan meselelere de dikkat edecekti bir dahaki sefere. Konu kapanacaktı.
Bu aralar, danışmanları yanlış kararlar alıyor olmalı.

Not 5: Tetikçiyi yargıya teslim etmek yerine helalleşenin yanımızda yeri yoktur. Bu defter benim için kapandı. Sorum basit: Bu dönemin suçluları yargılanmayıp helalleşilecekse, AKP tarafından ülkeye alınan kaçaklar kararlı bir şekilde geri gönderilmeyecekse, ekonomiyi düzeltmak için rasyonel plan, program yoksa, CHP ya da İmamoğlu benden tam olarak ne için oy isteyecek?

Not 6: “Demokratik çoğunluklar iktidar sarhoşudur… Başarısızlıklarını ve engellenmelerini asla iktisadi yasaların çiğnenmesine bağlamazlar.” Ludwig von Mises, Human Action s.67- 756.

Not 7: Memur siyaset yapamaz gazetede köşe yazmaz hadi yazdı politika yapamaz. Nitelikli kesimi politikadan uzak tut kalitesizleri doldur. 1982 darbesinin hediyesi Türk milletine..

Not 8: Devletin kalıcı ve mutlu olması için, onur ve cezalar doğru dağıtılmalıdır. Manen iyileri birinci sıraya koymak gerekir. İkinci sırada beden güzelliği ve sağlık, üçüncü olarak da servet ve para gelmelidir. (Eflatun)