İlber Ortaylı hocamız gösteriş ve şatafat cahil ruhların aşağılık komplekslerini örtme çabasıdır demiş. Hocam bunları söylüyor ama maşallah kendisi 80 yaşına doğru yol alıyor; hala görünür olmanın hazzından vazgeçmiş de değil. Gösteriş, şöhret ve görünürde olmak öyle kolay vazgeçilecek nimetler değil anlayacağınız. Bilgili bile bilgisini göstermek istiyor, onay istiyor, beğeni istiyor. Sözle olmuyor bu işler. Bal bal demekle ağız tatlanmıyor.

Göstermedikten sonra ne anlamı var ki sahip olmanın, malın, mülkün, makamın, servetin! Göstermezse insan, kendinden aşağısını nasıl ezecek nasıl aşağıdakilere üstünlük kuracak, nasıl tatmin edecek olgunlaşmayan hastalıklı marazi ruhunun yaralarını!

Gösteriş ve şatafat bilgelikle ve faydalı fikirlerle donatılmamış, insanı insan yapan değerlerle bezenmemiş, gücü içselleştirmemiş bayağı ruha sahip olanların aşağılık komplekslerini tatmin etme araçlarıdır. 

Hatta bir adım daha ileri gideyim; en eğitilmiş bilgili insanlar bile ruhlarını olgunlaştıracak meyvelerden yoksunsa onların bile çoğu gösteriş çukurundan, görünür olmanın şehvetinden paylarını alacaklardır. En hayran olduğunuz, en bilge sandığınız tipler bile genç kızların ya da erkeklerin veya genel halkın hayran bakışları ve beğenileri altında inanılmaz zevk almakta ve orgazmik heyecan duymaktadırlar, bundan emin olabilirsiniz. Kalabalığın şehveti nice baba yiğitleri esir almıştır, tarih buna şâhittir.

Tevazu yalnızca erdemli ruhların süsüdür ve sadece saklı seçilmişlerde bulunur. Saklı seçilmişlik ise acıyla yoğrulmuş, eğitimle bezenmiş, edep ve ahlakla zenginleştirilmiş, sade hayatla mutlu olabilmekle başarılan bir özelliktir ve sınırlı sayıda fanide bulunur. Bulursanız ölene kadar ellerini bırakmayın öylelerinin.

Son söz: Genel olarak tüm bakanlıklarda  bakan yardımcılığı sayısı azaltılsa uygun olur. Sadece bakanlıklarda değil, belediyelerde de başkan yardımcılığı sayıları çok fazla. Genel müdür yardımcıları da öyle. Daire başkanlıkları hem büyükşehirde hem bakanlıklarda çok fazla. Hep masraf. Kaymakamın hiç yok yardımcısı yok o da enteresan. Küçük bir ilçe belediyesinde bile 6 tane başkan yardımcısı var. Azaltmak lazım yardımcılık sayılarını tüm kurumlarda. Gerçi Kemal Kılıçdaroğlu gelse muhtarlara da bir yardımcı atayacaktı. Allah'tan gelmedi. Ülkede birine bir şey verdin mi geri alamıyorsun, ölene kadar milletin başına bela oluyor. Ülkede elini verdin mi kurtaramıyorsun. Birine bir koltuk vermeye gör... Aslında muhtarlara da en az birer yardımcı atansa iyi olur, adamların iş yükü çok ağır. İşi ironiye vurduk artık ne yapalım!

Kulağa küpe: Binalar yapıldı müteahhit,
Kafeler açıldı esnaf,
Özel yurtlar ve ev sahipleri, 
Evde emekli olanlara yeni imkanları kullananlar,
KAZANDI.
Ama bütün millet;
KAYBETTİ!!!

Not 1: 46 yaşındayım. Hayatım boyunca Tanrının ve devletin kanunlarına ve milletin örf adetlerine ve yazılı veya yazısız ahlak ve vicdan kurallarına uydum. Pişman mıyım? Pişmanım. Değdi mi? Değmedi...

Not 2: Çapraz yalnızlıklar astım göğsüme...
Yollarda bir  savaşçı şövalye gibi sürdüğüm doğrudur... 

Not 3: Beynime bir sarkaç gibi vuruyor sorular
Neresinde yanıldık biz bu yaşamın?
Ahmet Erhan 

Not 4: Alkol ve tütün ben ölümü bunlarla yendim 
       Ağaran bir tanın küf kokusunda
       Sabah savaşlarında
       Uçarı bir neferdim.
       Herkes işe giderken ben sızardım
       Garip bir kitaba, tuhaf bir kitaba
       Gün ışığından sözcükleri sağardım
       Sığardım kendi dünyama…
       Ekmek ve kadın
       Ben hayata bunlarla yenildim…
       Ahmet Erhan

Not 5: Her bardağı taşıran bir son damla vardır.

Not 6: Mutluluk, kelebek olup uçmasıdır ipek böceğinin
       Irmağın denize kavuşmasının bir adı olmalı
       Mutluluk, beşikte uyuyan ilk çocuğuna bakmasıdır bir annenin
       Duyarak memelerine dolan sütün çılgınlığını.
       Mutluluk, bir acının bilincine varıp da onu dönüştürmektir,
       Yaşamın sonsuzluğunda karar kılan bir umuda
       Sevgilinin boynuna dokunduğunda duyulan ürpertidir
       Öpülen ilk dudak, içilen ilk sigaradır belki
       Denizden yükselen kokudur sabah karanlığında
       Kabullenmektir yani yaşamı, acısı ve sevinciyle aynı boyutta
       Yalnızca yaşamaktır belki de kim bilir…
       Ahmet Erhan

Not 7: Kaotik bir dönemden geçiyoruz. Böylesi kriz zamanlarında travmatik olaylarla yüzleşmek kolay değil. Pandemi, deprem, Filistin, ekonomik kriz... Kitlelerin "bilmemeyi istemesi" anlaşılır bir durum. Bilmemeyi istemek, bütünüyle bilgiden uzak olmak anlamına da gelmiyor, insanın kendisini o tuhaf bilgi akışına teslim etmesi de bir tür kaçış. Gece gündüz haber kanalı izleyen, Youtube’daki kışkırtıcı ya da sakinleştirici konuşmacıları dinleyen, sosyal medyadan bölük pörçük komplo teorileri ve bilgileri abur cubur tüketir gibi içine dolduranlar da aynı kaderi paylaşıyor. 
Sonuç: Kendine ait bir fikri olmaması. Bilgiye ve yoruma zahmetsizce hazır bir biçimde ulaşıldığında, hazır yemek tüketimi etkisi yapıyor, şişkinlik, rehavet, hazımsızlık... Bilmek, aceleye gelmeyecek bir eylem. Bir filmi izler izlemez yeni bir filme başlamakla, hiç film izlememenin aynı şey olması gibi.

Not 8: Duygusal yaşamlarımızı gösteri ekonomisi dışında temsil edemediğimiz için yaşıyor gibi hissedemiyoruz, boşluk duygusu içinde yarı canlı bir hayat... Bu yüzden sinema, internet vs şiddet ve seks sahneleriyle dolup taşıyor, idealize edilmiş ünlülerin romantik hayatları ve günlük yaşamları da protez fanteziler olarak işlev görüyor. İşte tüm bu meseleler, işçi sınıfının ve ezilenlerin psişik zincirleri. Bir gün bu zincirler bilme isteğiyle kırılacak.

Not 9: Öğrenmenin önündeki en büyük engellerden biri, saplanıp kalmak. Psikolojik gelişim ve iyileşme için saplanıp kalmamak, rahat ve esnek olmak nasıl bir ön koşulsa, öğrenmek ve siyaset için de bir ön koşul. Kimlik çok önemli olsa da saplanmak anlamına geldiği için kimlikçilik bir tür aptallaşma hali. Değişen koşulları umursamadan aman sapmayalım diyerek hep aynı şeyleri denemeye devam etmek öğrenmeyi imkânsızlaştırıyor. Aynı şeyi edebiyat ve sanat için de söyleyebiliriz. Örneğin tutmuş bir öykü yazma anlayışını sürekli tekrarlaya tekrarlaya öykü yazmayı bir zanaata dönüştürmek gibi.

Not 10:  Şöyle yazmıştı Ranciere: “En çok engellenmesi gereken de yoksulların kendi kapasiteleriyle kendi kendilerini eğitebileceklerini, birtakım kapasiteleri olduğunu bilmeleriydi - toplumsal düzende eski soyluluk unvanlarının yerine geçmekte olan kapasiteler. Bu konuda yapılabilecek en iyi şey onlara eğitim vermek, kapasitesizliklerinin farkına varmalarını sağlamaktı."

Not 11: Todorov’un Ortak Hayat’ta yazdığı gibi, "Toplumsallık lanetli değildir, özgürleştiricidir; bireyci yanılsamalardan kurtulmak gerekir. Ötekilerle ilişkiler dışında bir tamlık, doluluk yoktur." 
İnsanın kendisini toplumdan yalıtması da sadece küme içinde bir hayat sürmesi de dünyadaki varlığımızı hiçleştirir. Ortak yazgı, varlığımızın ancak ‘Öteki’yle bir anlama kavuşacağını bilmekle ilgilidir, sadece maddi değil, manevi bir bağa işaret eder.

Not 12: Bana öyle geliyor ki olmadığım yerde mutlu olacağım hep. Atımı, bir yerde durmamanın güzelliğine bağladım.

Not 13: "İnsanların büyük çoğunluğu düşen bir yaprak gibidir, kapılıp gider rüzgârın önüne, havada süzülür, dönüp durur, sağa sola yalpalar vurarak iner yere. Pek az kişi de vardır, yıldızlara benzer, belli bir yörüngede ilerler durur, hiçbir rüzgâr varamaz yanlarına. Kendi yasalarını ve izleyecekleri yolu, kendi içlerinde taşırlar."
Hermann Hesse

Not 14: Ben bu önemli adım, diğer yetkililere de örnek olmalıdır derim. Gerçekten vatandaşın böyle kararları görmeye çok ihtiyacı var. Çünkü vatandaş ekonomik sıkıntılardan iyice bunaldı. Hem ekonomiyi düzlüğe çıkarmak için vatandaştan her türlü fedakarlığı beklerken devlet tarafından hiçbir adım atmamak acımasızlık olur. Eğer ekonomideki problemlerle sıkı bir mücadele yapılacaksa, burada sadece millete sorumluluk yüklememek lazımdır.
Mutlaka devletin de kemer sıkma işinin içine dahil edilmesi gerekir. Hatta devlet vatandaştan iki defa daha fazla kemer sıkmalı.

Anca böyle yapıldığında, alınan kararları vatandaşın benimsemesi daha kolay olur. Tam tersi ise vatandaşı kararları alanlardan soğutur.