Kurunun yanında yaş da yanar. Yaş da hak etmiştir aslında çorbada direkt tuzu olmasa da. 

Niçin hak etmiştir peki? Her şey göz önünde olurken konforundan taviz vermeyip bana ne dediği için, kendi başına gelene kadar hiçbir kötülüğe karşı gelmediği için; kötü şeylerin hep başkalarının başına geleceğini zannettiği için. Yasak elmadan ya bir ufak da olsa bir ısırık almıştır ya da alma ihtimali olduğu için umursamaz olduğu için. Pireye kızıp yorgan yaktığı için, toplu hareket edemediği, ekip ruhu olmadığı için, sendikaları küçümsediği, bencil bireyci olduğu için toplu helak deryasında boğulmak kaderidir ve aynı zamanda helalidir.

Reel olan her şeye günah bulaşıyor. İnsanların duru güzellikleri açılan sandıklarda kayboluyor. Sıralanan her şey, biraz daha saf olanı tüketiyor. Sıra sıra sıralanarak bir kötülüğün ardına her şeyi normalleştirerek, bayağılaştırarak kayboluyorlar. Vicdan sahibi akıl sahibi diğerkam insan bilincine sahip olanlar bu kötü gidişata dur demediler bugüne kadar. Şimdi kötülük enselerinden yakalayınca feryadı figan ediyorlar. Her şey biz yaşarken oldu maalesef.

Hiç mi umut yok peki! Dünya döndüğü müddetçe ümit bitmez. Ve fakat hepimizin kendimizden başlayarak içsel devrimimizi yapmamız ve ne başaracaksak toplu halde birlikte başarabileceğimizi unutmamamız lazım.

‘İşleyen demir ışıldar’ sözü bugünkü sosyal yapımız için en önemli reçetelerden biri olarak duruyor. İhtiyaç duyduğumuz yegâne şey kirlenmeye, paslanmaya fırsat vermeden ışıldamanın ama işleyerek ışıldamanın bir yolunu bulmaktan geçiyor. Kimin ne hasleti varsa onu en güzel, en faideli şekilde ortaya çıkarması ile bu atalet, bu kir, pas ve boş kuyularda sürekli yankılanan ve hasta eden kendi kendini kutsama hastalığından kurtulmanın yolunu açacağına inanıyorum. Onun için akışın önünü açıp kirden pastan uzaklaşmak gerekiyor. Şu kısacık hayatı, bir geliş gidişlik ömrü anlamlı kılmanın bir yolunu bulmak, açmak ve de bir yol olmak güzel olmaz mı? Hoşça bakın zatınıza…

Gini katsayısı:

Gelir dağılımı daha da bozulmuş. Sıfıra yaklaştıkça gelir dağılımında eşitliği, bire yaklaştıkça gelir dağılımında bozulmayı gösteren Gini katsayısı biraz daha büyümüş. 2021 yılında 0,415 olan Gini katsayısı, 2022’de 0,433’e yükselmiş. Zaten söz konusu katsayı 2018’den itibaren (2020 hariç) sürekli büyüyor, yani gelir dağılımı bozuluyor.         

Bu eğilimde 2018’deki yönetim biçimi değişikliğinin etkisi var mıdır, ne dersiniz?

Gini katsayısı 2022 gelir düzeyine göre 0,433 oldu ama bu orana kuşkuyla bakıldığı da bir gerçek.         

Kayıt dışı ekonominin büyüklüğü gerçek gelirin ölçülmesini zorlaştırıyor. Gelir arttıkça bunu gizleme eğilimi belirginleşir. Bu da Gini katsayısının gerçek düzeyinden daha düşük ölçülmesi sonucunu doğuran önemli bir etken.          

Ama varsayalım ölçüm tam doğru; yine de yıldan yıla gelir dağılımında bozulma olduğu gerçeği ortada duruyor.

Sen işçisin işçi kaldan sen fakirsin fakir kala geldik. Allah selamet versin.

Son söz: Manevi Yol, ancak seyyahın hatalarının ve zaaflarının, uykusunun ve ataletinin üstesinden gelme nispetinde açılır, genişler ve bunların her biri onu gayreti ölçüsünde maksuduna yaklaştırır” tarif ettiği ataletin, hataların fazlalığı yüzündendir. Şimdi durduğun şu hızlanmış zaman kavşağında kendine yeniden sormalısın; senin gerçekten maksudun ne, bunun için yeterince gayretin, iraden ve kudretin var mı? Sor, sorabilirsen! 

Tadımlık: “Lambayı yakma, bırak, / Sarı bir insan başı
Düşmesin pencereden kara.
Kar yağıyor/Karanlıklara.
Kar yağıyor/ Ve ben hatırlıyorum.
Kar…
Üflenen bir mum gibi söndü
Koskocaman ışıklar. / Ve şehir
Kör bir insan gibi kaldı / Altında yağan karın.
Lambayı yakma, bırak! / Kalbe bir bıçak gibi giren hatıraların
Dilsiz olduklarını anlıyorum. / Kar yağıyor
Ve ben hatırlıyorum." (Nâzım HİKMET)

Anımsatma: Faşizm sıraya girmektir. Hizaya gelmektir. Mecburen selam vermektir. Gölgenden korkmaktır. Umudun bitmesi, iyiliğin yenilmesidir. Sınıfta, sokakta, çarşıda, evde ve artık üzerinde yürünmesinden bile korkulan meydanlardır. Âmâ zor oyunu bozar ve insanlık tarihi, zalimlerle mazlumların mücadele tarihidir. (Ercan Kesal- Cin Aynası / İletişim Yayınları syf. 119)

Kulağa küpe: Övgü ne kadar kaba olursa olsun, yine de en azından yarısı, övülene gerçek gibi gelir ve bu toplumun her katmanında böyledir

Aforizma: Her şeyin bir ilki vardır. Hepsi bir babayiğite bakar.

Not 1: Geçen gün küçük bir masal kitabı aldım.
Hediye...
17x15 cm boyutunda, avucumun içinde kaybolan şirin bir kitap.
169 lira...
Sonra geri döndüm, uzun zamandır bakmadığım masal kitapları, çocuklar için resimli kitaplar bölümüne göz attım. Fiyatlar dehşet! Çoğunluğu 250 lira civarında...
Anne babaların hâlini düşündüm.
Çocukların masal kitapları bile sınıfsal gerçekliğin altını kalın çizgilerle çiziyor artık ve bunu hiç konuşmuyoruz.
Kalem, defter vesaire fiyatlarını hiç açmıyorum. Uçurum büyüyor ve biz susuyoruz.
Olmaz!

Not 2: Mazursun
Senin gönlün daima meshur ve musahhardır, Mazursun…
Sen gamın ne olduğunu hiç bilmedin, Mazursun.
Ben sensiz bin gece kan yuttum,
Sen bir gece sensiz kalmadın, Mazursun.
(Ahmed Gazali)

Not 3: “Dünyaya geldim gitmeye, ilm ile hilme yetmeye
Aşk ile ân seyretmeye, ben în ü ânı n’eylerem.”
(Erzurumlu İbrahim Hakkı)

Not 4: Bugün bir şeyi arzularsın, yarın kendini parçalarcasına, büyük bir tutkuyla arzuladığın için yüzün kızarır, dileğin gerçekleştiği için hayata lanet okursun. İşte, hayat yolunda başına buyruk ve kibirle yürümenin, keyfine göre hareket etmenin sonu budur. İnsan bastığı yeri yoklaya yoklaya yürümeli, birçok şeye gözünü kapamalı, mutluluk düşleri görmemeli, mutluluğu kaçırdığında şikâyet, isyan etmeye kalkışmamalı… İşte hayat budur! (Gonçarov- Oblomov / Yordam Edebiyat Yayınları syf. 318)

Not 5: Biz, her şeye hayret eden bir millet olduğumuz için albayım, sevinç ve şaşkınlıkla ellerimiz çırpıyoruz. Zaten biz her zaman alkışlarız. Beğensek de beğenmesek de oyumuzu versek de vermesek de her şeyi oyun sandığımız için durmadan ellerimizi çırparız. (Oğuz Atay / İletişim Yayınları Korkuyu Beklerken syf. 146-147)

Not 6: Dünya o bizim yaşamak için arkasından koştuğumuz güzelliğinden firar edeli yıllar oldu. Aslında peşinden koştuğumuz dünya kısa süreliğine bir kenara bıraktığımız göğü dönünce yerinde bulamadığımız boşluğun adı oldu artık.

Not 7: güzelleşir neyse ki yıllar sonra

öldürür sandığımız nice kahır

yâdımızda kalan kreşendo sevda

yanağımızda eksik bir gamze gibi ağır

gönlümüz yazdadır ama şiir kış biraz

bazı şeyler şiir olsun diye yarım kalır..
Sehl-i Mümteni Yaşayanlar İçin, adlı şiirden..

Not 8: MB parasal sıkılaştırmanın sonuna gelindiğini söyledi. Nereden bakarsak bakalım, MB gerek beyanlarında gerekse uygulamada Hükûmetin seçim popülizmi süresince dezenflasyonlaştırma önlemlerini askıya alacak.. Bu durum yerli ve yabancı ciddi sermayede tedirginlik yaratıyor.

Not 9; “Yaşam, bir göçmen kuşun gariplik duygusudur,” demişti Sohrab Sepehri.
Biz bu diyardan göçecek kuşlardanız.
Yorulmaz mı kuş, bîtap düşmez mi kanadı?
Elbette yorulur, elbette bîtap düşer.
Yorulmak da göçmek de güzeldir.
Aşkla, emekle yoğrulsun yolumuz, sözümüz, ömrümüz.

Not 10: Meksika devlet başkanlarının mafya ilişkilerini yeniden incelerken, 2006- 2012 yılları arasında başkanlık yapan Felipe Calderon’un yaptıkları arasında ilginç bir şey gördüm, daha önce benim bilmediğim. Aslında hiç de bunu aramıyordum da.
Calderon, 2006 yılında şu anki başkan Obrador’la yarıştığı seçimde, aradaki fark çok çok azdı. -Hatta aslında kaybetmişti de seçimi.- Ayrıca bu farkı yakalayabilmesinin nedeni, yani başkan olabilmesinin en önemli etkenlerinden biri, Sinaloa karteli, ‘El Chapo’ ile yaptığı anlaşmayla, onun bölgesinden, oyların hepsini alabilmesiydi. Bunun ayrıntılarına bakıyordum aslında ben; Calderon; hileci, yolsuzluklara batmış, mafyalarla işbirliği içinde, yeterince sağcı, yani bir başkan gibi başkandı.
Fakat bu ‘bakınız’larla yürürken ‘Yeşil Kredi’ çıktı karşıma. Calderon, kendi döneminde bir kampanya başlatmış, evlerini ‘ekolojik’ olarak yapmak isteyenlere, yoksullara, çok düşük faizli ve çok avantajlı ev kredisi sağlamıştı. Bunun esas koşulu, evlerin ‘Ekolojik’ olarak inşa edilmesiydi ve döneminde bu şekilde 874.000 ev yapmıştı, yoksullar kendilerine.
Her evi, 5-6 kişiyle çarparsanız, bunun kaç kişinin içine başına sokabileceği bir yuvası olduğunu daha iyi görürsünüz.

Not 11: Entelektüel alan; kamplaşmış ve bu kampların değerleriyle konuşan kişiler ile karnından konuşanlar arasında sıkışmış durumda. Bir de unvanlarıyla entelektüel görünen ancak aslında “yarı cahil” olan bir güruh ile karşı karşıyayız. Bunlar en muteber olanlar! Her gün her konuda fikir beyan etmekten çekinmeyen demagoglar…
Bu durum, entelektüel alanın sıkışmışlığını göstermekle birlikte eleştirinin demagojiye dönüşmesine de neden oluyor. Kim daha fazla trajedi yaratarak konuşur ve ajitasyon etkisini üst seviyelere çıkarırsa o, “etkili ve bilge” kişi olarak makbul kabul ediliyor. Sesini yükseltmek, duygu sömürüsü yapmak, toplum sevgisini vurgulamak ve belirli bir kitlenin hoşuna giden hararetli açıklamalarda bulunmak, etkili konuşmanın ve bilgili olmanın bir göstergesi haline gelmiş durumda.

Hegel’in “tez + antitez = sentez” formülü, kamusal alandan dışlandığı gibi entelektüel dünyada da yok sayılıyor; hatta belki de bilinmiyor. Öyleyse bu durumda, entelektüel bir camiadan bahsetmek de mümkün değil.
Eleştirinin yapılmadığı, eleştirel yaklaşımın önemsenmediği, eleştirel yaklaşımın kurucusu olan düşünürlerin bilinmediği bir ortamda hangi eleştiriden, hangi entelektüelden ve hangi kamusal müzakereden bahsedilebilir? Ortada düpedüz seviyesiz bir laf yetiştirmeye dayalı ağız dalaşı var.

Not 12: Soru sormak ve araştırmak toplum nezdinde hevesle takip edilen pratikler değil. Düşünmek, inanmaktan sonra geliyor. Kitle toplumu diyebileceğimiz bu yapının temsilcileri akıl yürütme faaliyetini bilmiyor ve önemsemiyor. Kitle toplumundaki herhangi bir birey için kendi değerlerine yakın birinin herhangi bir düşünceye dayanmayan ve rastgele söylenmiş birkaç cümlesine inanmak anında gerçekleşen bir edim.

Not 13: Bu KRİPTO piyasayı bırakmadılar.

Acaba malı mı çıkamadılar?

ALTLAR bence aşırı dayandılar.

Gerçi, SOROS der ki, sert zikların başladığı yerler, malın devredildiği yerlerdir, zirve sinyalidir.

Fakat, çok uzadı ha?

Not 14: Global olarak MEDYA öyle KÖPEK haline gelmiş ki, MRNA SIVILARI hakkında tek kelime edilemiyor.

Sadece Türkiye'de dahi, otobüs kazaları, tuhaf trafik kazaları, anormal ölümler patlama yapmış durumda.

Ünlü birisi ölünce, hemen NEDEN ÖLDÜ diye sayfalar açıp, dezenforme ediyorlar.

Not 15: Türkiye'de en az anlaşılan alan ekonomi. Ciddiye alınmıyor, hesap kitap yok tamamen riv riv.
Bu ülkede kahvede ekonomi yorumu yapan ilkokul mezunu birisi ile bir banka genel müdürünün ekonomi bilgisi neredeyse aynı. Her ikisi de riv riv yapıyor, tek farkı birisi köşeyi dönüyor.

Not 16: Merkez faizi sürekli arttırırken ekonominin şahlanması beklenmektedir.

Not 17: Voltaire, bütün savaşların tek amacının hırsızlık olduğunu söylerken tamamıyla haklıydı.