Türk merkez bankası sıkılaştırma kapsamında şahin bir kararla 500 baz puanla % 40 lara yükseltti. Bu şahin kararın yanı sıra hem yıl sonuna kadar kredi faizine üst limit getirdi hem de ihracat yapan firmalar için reeskont kredi faizini sabitledi.

Peki ne anlama geliyor bu karar? Burada politika faizini yükselterek enflasyonu düşürmekte kararlıyım diyor aynı zamanda metinde miktarsak sıkılaştırma da yapacağını ilan ediyor. Diğer yandan tüketicilere bu faiz artırımı kredi kartı faizlerine yansımayacak 2023 yıl sonuna kadar diyerek adeta tüketicilere bu 45 gün içinde kredi kartına abanın ne bulursanız tüketin diyor. Hani bu ne perhiz ne lahana turşusu. Tüketimi azaltmadan enflasyon nasıl düşecek!

Reeskont faiz kararına gelirsek: Burada her zamanki gibi döviz kazandırıyor diye sermaye kayırılıp kollanıyor. Politika ve piyasa faizlerinin çok altında zenginler ve şirketler halka bedeli ödetilerek finanse edilmeye devam edilecek anlamına geliyor. Zombi şirketler, batık şirketler seçici kredi kapsamında maliyeti geniş halk kesimlerine yüklenerek varsıllar lüks içinde acı reçete içmeden üstelik aromalı içecek şeklinde sunum yapılacak şekilde kredilendiriyor. 

İhracatçıların döviz, reeskont kredileri için üst sınır belirlendi. Kredi kartı akdi faizlerinin aralık ayında üst sınırının belirlenmesi bir plato çizileceğine ilişkin gösterge. Ortodoks politika bu şekilde olamaz. Tavşana kaç tazıya tut denilmez. Şirketlere negatif reel faizler kredi verip bunları halka ödeterek enflasyon düşmez. Hem adil de değil. Faiz yükseltip bu kredi kartlarına yansımayacak demek komedi. Seçimler düşünülerek alınmış bir karar olabilir. 

Sonuç olarak sıkı duruşa geçiyor havası verilse de vananın iki deliği açık bırakılmış. Bu şekilde enflasyon düşer mi? Yabancı gelir mi? Bekleyip göreceğiz ama yabancı bu şartlarda gelmez herkesin haberi ola. Yabancı faizlerin ve doların biraz daha yükselmesini isteyecektir. Politika faizi % 45 lere ve dolar 33 TL civarına geldiğinde yabancı ufak ufak gelmeye başlayacaktır. Fakat şu an için hala gözlemleniyordur. MB bankası % 45 lerde duracaktır faiz politikası olarak büyük ihtimal.

Seçimin geride kalmasıyla sadece faiz artırımı yeniden başlar. Hatta bu artış kademeli değil, tek seferde yapılabilir.
Çünkü sadece faiz artırımı yaparak enflasyon düşmez ve ekonomi normalleşemez. Yapısal değişiklikleri de içeren kapsamlı bir reform paketinin açılması ve buna dış kaynak sağlanmasıyla olur.
Bu çerçevede faiz artırımında kademeli hareket seçim sonrası bir kenara konulabilir.

Her açıdan önümüzdeki dönemde faizlerin enflasyonun üstüne çıktığını göreceğiz.
Aksi enflasyonun yükselişini sürdürmesi sonucuna çıkar.

Radikal kararlar olmadan ne enflasyon düşer ne de katma değeri yüksek üretim gerçekleştiren firmalar yeşerir! Pozitif reel faize geçmeden ve zombi ve avantacı şirketlerin batmasına izin verilmeden çıkış görünmüyor. Çorap üreten firmalara avanta reeskont kredi vererek yol alınamaz.

Merkez bankasının hakkını da yememek lazım. Pozitif reel faiz vermek için cesur kararlar aldılar bugün ve muhtemelen gelecek toplantıda Şahin kararlar alacaklardır. Diğer yandan istihdam, işsizlik ve vatandaşın kredi kartlarına muhtaçlığı keskin kararlar almasına mani olmaktadır. Yine de tcmb ve gaye hanım doğru yoldadır. Umarım Reis de arkalarında durur ve resesyona sokmadan ülkede enflasyonu düşürüp yabancı sermaye çekebiliriz.

Gelecek ay da tcmb 300-400 baz puan civarı artış yaparsa sermaye girişi başlayabilir. Yabancı ocak ayından itibaren Türk devlet tahvilini adeta talan edecektir eğer politika faizi % 44-45 lere çıkarsa. Bu da Türkiye’ye döviz girişi demek. Yüksek  faizle ile gelen dolar Merkez Bankası’nın dolar rezervinin artmasına neden olacak. Ancak dolarda kimse ne düşüş ne de 30’un üstü bir rakam beklemesin.

Aynı zamanda Kur Korumalı mevduatta şu an için 110 milyar dolar var. Bu hesapların kazasız belasız çözülmesi için TL mevduat faizini 46 ile 50 bandına çekeceklerdir. Bugünkü karardan sonra Merkez Bankası faizi mevduat faizini geçti. Yakında bankaların mevduat faizini yükseltmesi beklenir. Artık en az 2 yıl bu devam eder.

Gelelim barınma meselesine: Eğer bankada 20-30 milyon liralık bir mevduatınız yoksa konut almayı unutun. 2 yıl kimse konut hayali kurmasın. Sadece bankada parası olan bunun faizi ile çok rahat ev alabilecek. Fakir ve orta gelir sınıfı konutun hayalini bile kuramayacak.

Otomobile gelince. Şimdi bundan sonrasını otomobil şirketleri düşünsün çünkü öyle peynir ekmek gibi araba satamayacaklar. Şirketler 4 yıl öncesi gibi faizsiz kredi vererek araba satmak isteyeceklerdir.

Merkez bankasının gelecek ay da faiz artıracağı ihtimali yüksekse borsanın işi de zor olacaktır artık. Bu faizle borsaya para gelmesi çok zor. Bundan sonra sert düşüş olmasa da öyle yüzde 40-50 getiren bir borsayı bulamayacağız. Çünkü TL mevduat çok önemli bir alternatif. 2024  yılı nakit parası olanın pozitif reel faiz alacağı ve nakitin kral olacağı bir dönem olmaya namzet olacaktır eğer sayın Cumhurbaşkanımız düşük faizde ısrar edip Mehmet Şimşek ve ekibini görevden almazsa. Böyle bir risk var mı? Naci Ağbal örneği güveni zedelemiş durumda. Bekleyip göreceğiz.

Son söz: Paranın şerefsiz ve aç gözlü yapmadığı insan yoktur..

Not 1: Kış yağmurları bahar yağmurlarına benzemez! Düşüncelerine değil yalnız, düşlerine de yağar insanın…
İnsan içine kapanır. Sözler koyulaşır. Umut sarsılır. ‘Bu yıl kış geç geldi’ der sahnede bir adam…

Not 2: Yıllardır gözümüzün önünde birçok farklı suç işlenmesi ve bizlerin de bu suçlara seyirci kalmamız, sanırım bizde öyle bir alışkanlık yaratmış ki suç işleyenler artık kendi kendini ele veriyor. 
Nitelikli dolandırıcılık, zekâ ve bazı beceriler gerektirir. Karanlık odalarda kazanılan paralar, üzerine ışıldaklar konulup milletin gözüne sokulmaz. Bunu yapıyorsanız ya aptalsınızdır ya da sırtınızı çok sağlam birilerine dayamışsınızdır.

Öte yandan, bu tür işlerde bir maşa vardır bir de maşayı tutanlar. Maşayı tutanlar da genellikle tehlikeli psikopatolojilere sahip oldukları için öyle çok da sırt dayanılacak kişiler değillerdir. 

Özetle, ben ‘sıradan çinko karbon bir vatandaş’ olarak bile bunları düşünebiliyorsam, nitelikli dolandırıcılık yapan insanların düşünemesi imkânsız.
Dolayısıyla, Dilan Polat ve diğerlerinin ‘Bir şey olmaz. Kim neden bulaşsın ki?‘ düşüncesinin rahatlığıyla yola çıkıp bu kafayla yola devam ettiği ortada. Ayrıca, onların yaşamına özenen birçok insanın varlığı, yani sosyal medyanın sanal şöhreti, akıl tutulması yaşamalarına da yol açmış olabilir. Sonuçta, sınırsızlığı alkışlayanlar ya da sınırsızlığa sınır koymayanlar oldukça alkışlananlar da sınırları zorlar. 

Hemen hepimizin üzerine yapışan öğrenilmiş çaresizlik, umutsuzluk, vatandaş olarak hakkını savunmaktan korkma, yasaların çiğnenmesine karşı duyarsızlaşma sahne ışıklarının altında bile gözümüze sokularak suç işlenmesine izin veriyor. Biz ise genellikle şikâyet edip edip hiçbir konuda bir şey yapmıyoruz. Yani pasif direnişte kalıyoruz. Dilan Polat sadece bir sembol. Sonuçta, yıllardır gözümüzün önünde gerçekleşen ve suç sayılabilecek diğer birçok şeye ses çıkartmadan hayatımıza devam ediyoruz.

Not 3: Bugün ülkeye BARINMA SORUNUNU getiren işte bu negatif faiz oldu. Konut fiyatları reel olarak iki kattan fazla arttı. Kiralar da tabii hem enflasyon hem de reel konut fiyat artışına göre fırladı. (2021-IV ila 2023-II yılları arasındaki düşük faiz döneminde konut fiyatları reel olarak yüzde 82,77 arttı-MB)
2020 yılı fiyatlarına göre 2023 yılında konut fiyatları olsun kiralar olsun adeta yanlarına bir sıfır eklenmiş oldu. 500 bin liralık konut 5 milyon liraya çıkarken 5 bin liralık kiralar da 50 bin liraya yükseldi.
*
Burada ana mesele şu:
Bugün hiç ama hiç kimse sebep olduğu bu büyük yıkımı sahiplenmiyor. Enflasyonun yüzde 15’lerden yüzde 100’leri aşmasına kim sebep oldu ve ülkeyi yangın yerine çevirdi?
Ülkeyi çılgınca tüketime ve konut krizine kim neden ve nasıl taşıdı? Türkiye›de bu ekonomik yangını kim çıkarttı?
Kısaca yangını sahiplenen kimse yok ama şimdi de o yangını söndüren Mehmet Şimşek ve Gaye Erkan’a ses çıkartmıyorlar.
İnsan birazcık insan olur... Azıcık olsa da ilkesi olur.
Bütün öngörüleri YANLIŞ çıkan ve söylenen bütün söylemlerin tam tersi olan bu ekonomik modelin çöküşünün hesabını kim verecek?
Hem bilgisiz hem de ilkesiz bir uygulamanın faturası bu kadar sessiz sedasız geçiştirilebilir mi?
Cehaletin esir aldığı bir toplumun ödediği bu ağır faturayı kimse sahiplenmeyecek mi?

Not 4: Kozmetik, muvakkât bir çözümdür. Eriyip döküldüğü yerde gerçek sûretler ortaya çıkar. Bizi debdebeli felsefe, bilim ve teknoloji târihleri üzerinden bayağı bir uyuttular. Vahşi târihlerini medenî tarih gibi sundular. Bir ilüzyonla, kendilerini medenî, bizleri de vahşi gösteren kültür cetvellerini kabûl ettirdiler. (Çuvaldızı unuttuğum zannedilmesin). Eşitlik, özgürlük, insanlık, insan hakları, demokrasi masallarını da doyum tokum yuttuk. 

Not 5; 18. yüzyılın kendine ‘filozof-kral’ elbisesini biçmiş otoriter aydınlanmacı monarkları, temyiz kurumlarını toplumun her alanındaki politikalarını gerçekleştirmek için kullanışlı birer araç olarak gördü. Bu temyiz kurumlarının en bilinen örneklerinden birisi 18. yüzyıl Prusyası’nda ortaya çıkmıştır. Aydınlanmacı monark örneğinin en bilinenlerinden olan II. Frederik’in meşhur değirmenci hikayesiyle bu konu daha iyi anlaşılacaktır.
Hikâyeye göre bir değirmenci, su yatağı değiştiği için değirmenden faydalanamadığı hâlde yerel mahkeme tarafından değirmenin kirasını ödemekle yükümlü tutulur. Doğrudan kendisine başvuran değirmenciyi dinleyen Frederik, sonuçta değirmencinin haklı olduğuna hükmeder; bu kararı veren hakimleri de hapse atar. Bu tip bir temyiz anlayışında monark, yozlaşmış kurum ve memurları, hukukun gereksiz karmaşasına dahil olmadan bir çırpıda alt ederek mazlum tebaasına hakkını teslim etmiş olur. Amaç ahlaki üstünlük olduğundan, yasalar ve normlar ikinci plana atılır, hatta geçici olarak askıya alınır.

Not 6: Hükümetlerin para bulmak için vergi haricinde iki ana metodu vardır:

– Borçlanma piyasasına girerek elindeki faiz silahıyla vatandaşlarıyla rekabet etmek
– Para Basmak”
Her ikisi de yeterince denendi ve her ikisi de enflasyon yaratıyor. 
Aslına bakarsanız biz sözcüklerin kurbanıyız. Enflasyon deyince aklımıza sadece yükselen fiyatlar geliyor. Doğal olarak fiyat etiketini koyanlardan nefret etmeye başlıyoruz. Ancak, fiyat etiketini yazanın da enflasyon mağduru olduğunu unutuyoruz. 
Enflasyon sadece yükselen fiyatlar değildir, aynı zamanda paranın değer kaybıdır. Para miktarını artırırken, üretim o derece artmaz ise tek sonuç çıkar:
“Çok fazla parayı pek az mal için artırmış oluruz…”
Aynı tarihlerde Margaret Thatcher şu cümlelerle duruma bir başka görüş açısı kazandırıyordu:
“Biz hükümetler, borçlanma yaparken bankadan kredi almış bir iş insanı gibi davranamayız. İş insanı kredi alınca parayı kendisinin zanneder. Aldığı krediyle ihtiyaçlarını karşılar ve yeterince kabiliyetli ise kar eder. Hükümetler ise kendi ihtiyaçlarını değil, vatandaşların ihtiyaçlarını gidermek için borç alır. Dolayısıyla vatandaşın ihtiyaçlarını tespit ederken gerçekçi olmalı ve kendi ihtiraslarının peşinden koşmamalıdır. Çünkü kamu borcu diye bir şey yoktur, çünkü o vatandaşın borcudur. Buradan hareketle kamunun parası yoktur, çünkü o vatandaşın parasıdır.”

Sürekli artan bütçe açığı ve para arzı gerçeğinde, talebi ve kredileri kısıtlayan politikanın enflasyonla mücadele için doğru reçete olup olmadığını samimiyetle tartışalım. Böyle bir politikanın enflasyonla mücadelede istikrar sağlayacağına inanan var mı? 

Not 7: “Bir insanın yaşayıp yaşamadığını öğrenmek için nabzına değil onuruna bakın.”
Ernesto Che Guevara….

Not 8: Arjantin'de Bay Peruk Javie Milei kazandığı için dolarlar Latin Amerikadan Türkiye'ye gelecek diyenler olacak.
Öyle olmuyor, tam tersine batış bulaşarak (contagion effect) gelişmekte olan ülkelerden sallantıda olanlar topluca ayvayı yiyor.
İlk bulaşacak ülke Türkiye.

Not 9: Arjantin’de enflasyon bu sene yüzde 100’ün üzerine çıkarak son 30 yılın rekorunu kırdı. Aynı zamanda, Arjantinlilerin yaklaşık yüzde 40’ı, yani her 10 Arjantinliden 4’ü bugün yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Arjantinliler, değişken kur ve artan enflasyon karşısında bankaları kullanmaktan kaçınarak, alışverişlerini nakitle yapıyor. Bu da yurttaşların yanlarında çantalar dolusu nakit parayla dolaşmasına neden oluyor.
Milei’nin öne çıkardığı ‘dolarizasyon’ politikası ise, Arjantin’in mevcut kriz halini derinleştirme potansiyeli taşıyor. Independent Türkçe’den Çağla Üren’in haberine göre, bugün Arjantin’deki devalüasyon beklentisi, daha fazla kişinin dolar almasına, ülkenin ihracatı durdurmasına veya ithalatı hızlandırmasına neden oluyor. Bunun sonucunda da resmi döviz kuruyla çeşitli paralel kurlar arasındaki fark, yüzde 100’e kadar çıkıyor. Aynı zamanda, peso ve doların yasa dışı takas edilebildiği, ‘mavi dolar’ adı verilen ve değeri resmi kurun iki katına kadar çıkabilen bir paralel döviz ağı bulunuyor.
Arjantin’de yapay olarak sabitlenmiş döviz kuru ise piyasaların talebiyle değil, doğrudan hükümet tarafından belirleniyor. Milei’nin değiştirmek ve hatta yasal statü verip esas ekonomik sistem haline getirmek istediği şey de bu. Milei, seçildiği takdirde Merkez Bankası’nı da kapatacağını açıklamıştı.
Arjantin, son 30 yıldır ciddi siyasi ve ekonomik krizler yaşayan bir ülke ve bu tür ülkelerde aşırı sağ/popülist söylemler, özellikle ekonomik istikrar ve güvenlik özlemi duyan kitleler nezdinde yaygın bir karşılık buluyor. 
Milei’nin Arjantin’in son birkaç on yılının ekonomik buhranlarıyla büyüyen ve aynı Avrupa’da olduğu gibi ekonomik istikrar beklentisi öne çıkan genç kitleler tarafından desteklenmesi ise şaşırtıcı değil. Neoliberal siyasete karşı oluşan reaksiyonun, solun etki alanının daraldığı coğrafyalarda kendini aşırı mülkiyetçi, kapitalist ve aşırı sağ bir zeminde gösterebiliyor.
Milei’nin rakibi merkez sol adayı mevcut Ekonomi Bakanı Sergio Massa’nın aldığı yüzde 44.17’lik oy oranı, Arjantin halkının küçük bir farkla çıkışı sağ liberalizmde gördüğünü gösteriyor. Milei’nin başkanlığı ise, eğer bütün vaatlerini hayata geçirmeye çalışırsa, ülkenin içinde bulunduğu bataklığı derinleştirmekten başka bir işe yaramayacak.

Not 10: Ben artık iyi okuyan, daha doğrusu en iyi okullarda okumuş insanları önemsemiyorum.
Ben artık iyi durumda kariyer yapmış insanları da önemsemiyorum.
Okumuş adını taşa yazdırmış insanlar yerine, cahil ama ekmeğini taştan çıkaran terbiyeli insanları daha çok önemsiyorum.
Onları daha çok seviyorum.
Terbiyeli insan seviyorum.
Hayatın bu tuhaf insanlarla muhatap ettiği yerde, diğer o insanların sıcak yüreklerine sığınıyorum.
Gelecek kaybolsun istemiyorum.
Avucumun içinden uçup giden hayat tecrübelerime bakarak, gizli gizli insan ile alay eden insanları hemen anlıyorum.
Onları sevmiyorum.

Not 11: Ve ben seni sevdiğim zaman
Bu şehre yağmurlar yağdı..

Tanpınar

Not 12: Adamın biri ölü olduğuna inanıyor.
Kimse yaşadığına ikna edemiyormuş onu.
Biri demiş ki ölüler kanar mı?
Hayır demiş.
İğneyi batırmışlar eline kanamaya başlamış.
Hayretle kafasını kaldırıp demek ki ölüler de kanıyormuş, demiş.

Toplumun çoğu böyle şu an.
Boş yere tartışmayın.

Not 13: Bugün neredeyse yeryüzündeki her şey yalnızca en kaba ve en kötü güçler tarafından, para sahiplerinin egoizmi tarafından ve askeri despotlar tarafından belirlenmektedir.

Not 14: Kanayan yara, yara bandı tutmaz. Nesiller öfkeyle büyüyecek.Dünyanın en narin ruhlarda yarattığı güvensizlik ve  etrafta el uzatabilen kimsenin olmayışının verdiği kimsesizlik,  derinlere işleyecek.

Bütün tesellileri aşan bir acı :  Yas, yurtsuzluk ve travmanın iç içe geçtiği çok zor bir durum. Ancak bir gün adalet yeryüzüne geri döner ve bütün o savaş suçlularını sanık sandalyesine oturtabilirse, biraz. 

Çocukların katledildiği bir savaşta en yüksek ses, kalp kırıklığının sesidir.

Not 15: Köfteci Yusuf, taa ebesinin şeyinden, 100 TL minimum sipariş tutarıyla, 16 TL'ye çorba getiriyor.

Bu adamların marjları inanılmaz.

Ama onlarda bile et döner porsiyonu 131 TL olmuş.

9 TL'ye de içli köfte satıyorlar. Bulgurlu tabii muhtemelen.

Not 16: Ne yazık ki dünya büyük bir sahipsizliğin merkezine doğru kayıyor. Objektif olarak düşündüğümüzde herhangi bir merkezden kapsayıcı ve kucaklayıcı bir hayat sözü yükselmiyor. Dünyanın değişik merkezindeki doymak bilmez kapitalistlerin ve onlarla ortak yaşayan her türlü organizasyonların insanlığı getirip bıraktıkları eşik önümüzde duruyor. Gözümüzün önünde çocuklar, kadınlar acımasızca öldürülürken şehirler havaya uçuruluyor.
Her musibetten bir iyilik ummanın iyileştirici ve umut verici tarafı bulunabilir. Fakat yaşadığımız musibetlerin kendiliğinden çıkmayıp da bir önceki musibetin süreği olduğunu hatırladıkça artık musibet çemberinin iyice daraldığını ve varlık ve yokluk hesabının iki adım ötemizde durduğunu görmemek belki asıl musibetin tam kendisidir.

Not 17: Üç şeyde vasata tahammül yoktur; sporda, müzikte ve siyasette…

Not 18: Erdoğan MHP gibi cazip bir ortaktan neden vazgeçsin?
Gelin realiteye bakalım; MHP bakanlık istemez, AKP listelerinden seçime girmez, kamudaki kadrolaşması AKP’nin alanını daraltacak kadar değil…
AKP’den kopan, AKP’ye kızan, kırılan ancak karşı mahalleye de çeşitli sebeplerden gitmek istemeyen seçmenin büyük bölümüne oluşturduğu adresle de bu oyların Cumhur İttifakı içerisinde kalmasını sağlayan da MHP!
Dahası ve şu an için en önemlisi; bırakın yeni anayasayı veya anayasa değişikliğini, sıradan bir yasanın sıradan bir maddesinin sıradan bir fıkrasını değiştirmek için dahi Erdoğan ve partisi Meclis’te MHP’ye muhtaç…
Genel seçime de daha dört yıl olduğuna göre? Hadi söyleyin Erdoğan MHP’yi neden sırtından atsın?
Kaldı ki Erdoğan’ın yüzde 50+1’in indirilmesini istemesi yeni bir şey değil ki?
Bu konuyu ilk olarak Eylül 2019’da AKP’li Faruk Çelik gündeme getirdi, Erdoğan da sıcak baktı. Ancak muhalefetin destek vermeyeceği anlaşılınca rafa kaldırıldı…
2021’de ise Erdoğan kendisini ziyaret eden SP lideri Karamollaoğlu’na konuyu açtı ve Yüzde 50+1 şartı ile yanlış yaptıklarını söyledi…
Dikkat edin tarihlere. Erdoğan’ın oyunun paraşütsüz düşüşe geçtiği dönemler…
Peki daha yeni seçim zaferi yaşamış Erdoğan, yeni seçime de dört yıl varken neden bu arzusunu yeniden gündeme getirdi?

İşte işin püf noktası burada.
Erdoğan Mayıs 2023 seçimlerinin bir okumasını yaptı. Siyasi hayatının en zor seçiminden zaferle çıkmasının en büyük etkenlerinden birinin “kazanamayacak aday” olan Kılıçdaroğlu’nun karşısına rakip çıkarılması olduğunun elbette bilincinde…
Bu okumayı yaparken bir şeyi daha gördü; “kazanamayacak aday” Kılıçdaroğlu bile Erdoğan karşısında yüzde 48 oy aldı, neredeyse kazanıyordu…
Yani Erdoğan, bir defa daha aday olduğunda ya da yerine başka birini aday gösterse dahi, karşılarında büyük ihtimalle Kılıçdaroğlu gibi bir aday bulamayacakları için yüzde 50+1’e ulaşmalarını zor görüyor…
Kendisi aday olmayacak olsa bile, kendisinden sonraki ismin önünü açmak da istiyor…
Yüzde 70’lik sağ seçmen pastasından aldıkları büyük dilim de gidilerek küçüldüğüne göre…
Öyleyse?
Öteden beri arzusu olan seçilme barajını düşürmeyi muhalefete gayet cazip gelecek şekilde ve bir havuç olarak sundu.
Dikkat edin; “Yüzde 40+1” de demedi Erdoğan. “En çok oyu alan seçilsin” dedi ve bunu da Altılı Masa’da yaşanan sorunlar, krizler üzerinden muhalefeti manipüle ederek ortaya attı.
Düşünsenize, yüzde 25-30 oyla cumhurbaşkanlığı seçimini kazanabileceksiniz!
Bırakın seçim kazanmasına, aday çıkarmasına bile ihtimal verilmeyen partilerin iştahı kabarmaz mı?
O partilere “Flaş bir aday ile neden kazanmayalım” diye aday gösterme cesareti gelmez mi?
İttifak içerisindeki dengeleri gözetme, sorunlara, ittifak ortaklarınıza katlanma gibi bir derdinizin olmayacak olması da cabası…
Ve bu durum, iktidar karşısında muhalefet partilerinin geniş tabanlı bir ittifak bloku oluşturmasını engellemez mi?
Böylelikle de Erdoğan ya da yerine göstereceği aday yüzde 70’lik sağ seçmen pastasından küçülse de büyük dilimi almaya devam etmez mi?
Erdoğan’ın düşüncesi bu!

Not 19: Kshama Sawant Mumbai’de doğmuş bir Hint-Amerikan. Sosyalist Alternatif üyesi ve ilk kez 2013’te “sosyalizm” sözcüğünün bile kullanılamadığı ABD’nin Seattle’ında kazandığı belediye meclisi üyeliğini, üç kez üst üste seçilip 10 yıl sürdürdükten sonra bu yıl başında bıraktı. Şimdi ulusal düzeyde bir hareketin zamanı diyerek…
ABD genelinde örgütlü Sosyalist Alternatif’ten bir kamu görevine seçilebilen tek kişiydi. Dev şirketlerin seçilmesin diye milyon dolarlar akıttıkları rakiplerinin kampanyalarını aşarak yaptı bunu! O şirketlere ek vergiler konması, saatlik en düşük ücretin 15 dolara çıkarılması ve kiracıların kazanımları için mücadele etti. Başarılı da oldu.
Sawant’ın 2013’te ABD’de bir sosyalist olarak seçilmesi en etkileyici yerel seçim başarılarından sayılır. Seattle’da bir sosyalistin sosyalist olarak kazanabileceğine hiç ihtimal verilmediğinden…
Böyle çok örnek var aslında, kimileri bize ait… O halde onları da anımsamak ve “Sawant kazanabiliyorsa…” deyip yollara düşmek gerek. Gecikmeden!

Not 20: MHP’nin desteğiyle sistem değişikliğine gitmekle dönüşü olmayan bir yola girmiş oldu AK Parti…
Yorumcular, bu arayışın altında, AK Parti’nin kendilerini aşırılığa iten ve devletin bazı kurumlarıyla ters düşmenin yanı sıra uluslararası politikada da temel eksenden sapmayı getiren MHP’nin etkisinden kurtulma çabasını görüyorlar.
Acaba gerçekten izlenen iç ve dış politikalarda MHP’nin çizgisi mi hakim? AK Parti yaptıklarını gönülsüz mü yapıyor?
Hiç sanmıyorum. Belki en başlarda, iki parti sistem değişikliği ittifakını kurmamışken farklılıklar vardı, ama sonrasında AK Parti fabrika ayarlarından uzaklaştıkça MHP’ye yakınlaşmaya başladı. 
Pek çok konuda iki parti benzeşiyorlar.
Herhangi bir sebeple ittifak işlemez hale gelir ve iki parti ayrı ayrı yola düşerlerse bile, AK Parti zaman içerisinde kazandığı MHP’ye benzeyen yönlerinden kurtulamayacaktır.
Yanlış düşünüyor olabilirim, ama bana iki taraf da bu yakınlaşmayı benimsemiş ve birlikte yol almaya devam eder gibi geliyor.
Sorun ne o zaman?
Galiba sorun, iki partinin birlikteliğinin iktidarda kalmaya ve adaylarını cumhurbaşkanı seçtirmeye yetmeyebileceği endişesinden kaynaklanıyor.
En son seçimde muhalefet kaybetti ama iktidar cephesi de tam kazanamadı.
Görelim bakalım daha neler yaşanacak?

Not 21: Merkezin kararını bekleyiş, biraz da herkesin yağmurlu bir günde güneşin çıkmasını beklemesi gibi; “ acaba bu sefer şemsiyelerimizi kapatabilecek miyiz?” Merkez bankasının yeni adımları, enflasyonun altında bir faize işaret ederken yılın da negatif reel faizle tamamlanacağı görülüyor.

Not 22: ranlarını artırdığında, o ülkenin para biriminin değeri artar. Bunun nedeni, yüksek faiz oranlarının yabancı yatırımcıları çekmesi ve dolayısıyla para biriminin değerini artırmasıdır. Ancak, faiz hareketine rağmen dolar artmıyorsa, dolar kuruna dair beklentiler de kırılmıştır. Önemli olan bu kırılımın nedenidir.

Not 23: Yedi düveli dolaşıp kaynak arıyoruz ve hangi kapıyı çalsak, karşımızda o buruk acı; “Naci Ağbal’ı unutmadık.” Üstelik içeride dövize olan talep yeniden kıpırdadı ve liralaşalım derken dolarizasyon meltemi, giderek fırtınaya dönmeye başladı.

Not 24: Aslında Milei’nin seçilmesi tüm dünyada aşırı sağın yükselişinin zirve noktası oldu. Kapitalist küreselleşme sürecinde uygulanan neoliberal politikalar gelir ve servet dağılımını iyice bozdu, kamu hizmetlerinin piyasalara devri toplumun geniş kesimlerini yoksullaştırdı. Bu politikalara tepki temelinde halkın merkez sağ partilerden uzaklaşması, sarkacın merkez sola meyli de emekçi kesimlerin hoşnutsuzluğunu gidermedi. Çünkü onlar da dünyanın yeni dengeleri içerisinde biraz yumuşatarak da olsa, benzer reçeteleri uyguladılar. Avrupa’da Yunanistan’da Syriza, İspanya’da Podemos gibi sol partilerin yükselişi, Latin Amerika’da radikal adayların seçim başarıları yine küresel kapitalizmin sabotajı, özellikle finansal tehdit mekanizmaları, cezalandırma hamleleriyle boğuldu.

Not 25: Bakın buradan iddia ediyorum TR'de atıl işgücünün en fazla olduğu yer belediyeler. Bu iktidar muhalefet farketmez. Taşrada 70 bin nüfuslu yerlerde belediyede 800 kişi çalışıyor ve çöp toplama dışında yıllardır kayda değer yapılan hiçbir somut icraat yok. Ayrıca asker polis toplam sayısı bize muadil ülkelere çok fazla.

Not 26: Shilling, kriz öncesinde riskli kredilerin ABD ekonomisi için en büyük finansal sorun olduğunu belirterek, şu anda boş durumda olan ofis binalarının varlığına dikkat çekti. Ayrıca ofis binalarının vade sürelerinin yaklaşmasıyla ilgili sorunlar olduğunu ve mortgage kredisi verenlerin ya kredileri yenilemek istemediğini ya da bunu yapmak için çok daha yüksek faiz oranları talep ettiklerini ifade etti. Bu durumun emlak sektöründe olası bir çöküşe işaret edebileceği konusunda uyarılarda bulundu.

Not 27: Düne kadar gençlerin gitmesinden yakınılırken, şimdi ülkeden şirketler kaçmaya, yatırımlarını kaydırmaya başladılar. Bunun vergiden istihdama, üretim ekosisteminden ülkenin marka değerine kadar bir çok olumsuz çıktısını da önümüzdeki süreçte yaşayacağız.

Not 28: Eğer bir şekilde ekonomiyi dengeleyen faiz beklenen enflasyonun üstüne çıkmazsa, iç talep soğumaz, cari açık yeniden alevlenir. Enflasyonda üç haneye doğru gideriz. Ekonomi yönetimi de bunun farkında. Bence 2 aşamalı bir planları var.
İlk aşama, politika faiziyle yapamadıklarını mevduat ve kredi faiziyle yapmak. Halen politika faizi ve 1 ay vadeli ortalama mevduat faizi arasında 11 puan makas var. Sene sonunda politika faizi %40’a çıkarsa, 1 ay vadeli mevduatın faizi de basit, yıllık %51’e çıkar. Bunun bileşiği %60’ı aşar. Doğal olarak banka kredi verirken mevduat maliyetinin üstüne koyacak ki kar etsin. Mevduatın kaba maliyeti %51’de, munzam yükü, vergi vb koyduğunuzda, %55’in altına düşmez. Üstüne de kredi batma riski için sigorta koyun, kurumsal kredilerde %65, bireysellerde %70-75’e çıkar faiz.

enflasyonu baskılayacak EN DÜŞÜK politika faizi %60’dır. Mevduat faizi %70, kredi %80-85 arasında dengeye oturur.

Not 29: Yüzde 50+1 oyla Cumhurbaşkanı seçilmesi çoğulcu demokrasinin dünyaya emsal olacak şeklidir. Milletvekili, belediye başkanı, muhtar seçmiyoruz. Cumhurun bütününü temsil edecek cumhurbaşkanı seçiyoruz. Bu sistemin demokratik meşruiyet temeli yüzde 50+1’dir. Cumhurbaşkanı doğrudan halk tarafından seçildiği ve hükümet TBMM’den güvenoyu almadığı için ‘yönetimde istikrar’ ilkesi kendiliğinden gerçekleşmiştir. Bu itibarla yüzde 50 artı 1 oyla cumhurbaşkanı seçilmesi çoğulcu demokrasinin dünyaya emsal teşkil edecek bir şeklidir. 

Not 30: Benim öğrenciliğimde sınıfın sobasını yakmak, sınıfı süpürmek, hatta haftada birkaç kere tuvaletleri temizlemek biz öğrencilerin rutin görevleri arasında idi ve hiçbirimiz de bunları yapmaktan gocunmazdık.

Özellikle 2000 sonrası öğrencilerin bu tür işlerin ucundan tutulması nedense çocuklar için zül kabul edilir oldu. Yere attığı çöpü yerden almasının istenmesi veli-öğrenci-kamuoyu nezdinde nedense öğrencinin kişiliği ve psikolojisini zedeleyen bir tavırmış gibi algılanır oldu.
Aslan yattığı yerden belli olur diyen bir kültürden herkesi hizmetçisi olarak gören tuhaf bir yere doğru savrulduk gitti…

Not 31: Bir de “Ne iş yapıyorlar ki?” diyen tayfa var. Hakikaten ya! Ne iş yapar ki bu öğretmenler? Annesinin babasının katlanmakta güçlük çektiği 1-2 çocuğu bırakın; onlarca, yüzlercesini bütün gün canı pahasına kollamaya çalışmaktan başka!.. Eğitim mi? O biraz zor işte…

Not 32: Enflasyon var, hayat pahalılığı var. Nepotizm var. Kur belası var, dolarizasyon var, işsizlik var… Yetmemiş gibi yolsuzluk var, 400’lere varmış CDS var, alacak tahsilatı sıkıntısı var. Finansa erişim güçlükleri var, iş ahlakında erozyon var, kötü yönetim var. Tüm bunlar yüzünden Türkiye’nin aydınlık yüzü karanlıkta kalıyor işte…

Not 33: Şimdi Arjantin’de devlet başkanı olarak seçilmeyi beceren aşırı sağcı Javier Milei’nin de dediğine bir bakalım ki Arjantin halkının çıldırıp çıldırmadığına siz karar verin:
* Kendisini "anarko-kapitalist" olarak tanımlayan Milei, ülkenin istihdam yasalarının gevşetilmesini ve ekonomik büyümeyi artırmak için bakanlıkların yarısının ortadan kaldırılması gerektiğini savundu.
* Arjantin Merkez Bankası’nın yanı sıra, çevre, sağlık, eğitim gibi bakanlıkları da kapatacağını söyledi.
* Ülkede dolar kullanımına geçileceğini iddia etti.
* Savunduğu kesintilerin bir sembolü olarak, zaman zaman elinde elektrikli testere ile seçim meydanlarına çıktı. Elinde elektrikli testere ile komik komik hareketler yaparak seçim kampanyası yürütürken bir yandan da kendisinden "aslan" olarak bahsediyordu.
* Arjantinli olan Papa Francis'i "yeryüzündeki kötülüğün temsilcisi" olarak nitelendiriyor ve sosyal adaleti savunan Papa Francis'i "embesil ve komünist" olarak tanımlıyor.
* Milei’nin hedefinde ekonomik ilişkileri yeniden düzenlemek de var. “Komünistlerle başa çıkmadığı” için Brezilya ve Çin gibi Arjantin'in en büyük ticaret ortaklarıyla devletlerarası ilişkileri durdurmak, bu ilişkileri özel yatırımcı ve işletmecilere bırakma hedeflerini de dile getiriyor.
* Ayrıca Milei feminist politikalara ve Arjantin'in geçtiğimiz yıllarda yasallaştırdığı kürtaja da karşı çıkıyor. Yasanın yürürlükten kaldırılması için bir referandum öneriyor.
* Diğer yandan Milei insanların kendi hayati organlarını satmalarına izin verilmesi olasılığını bile gündeme getirdi.
* Üstüne üstlük bilimsel olarak ispatlanmış bulunan insanların iklim değişikliğine neden olmada bir rolü olduğu fikrini de reddediyor.
Aslında bu görüşlerin hepsi de saçma sapan popülist söylem ve iddialardan ibaret ama halk onun söylemine ve kampanyasına destek verdi, başkan seçti yapacak bir şey yok izleyip göreceğiz bakalım bakalım Arjantin’in başına neler neler gelecek…

Not 34: Belki de esas sorun, ORTALAMA IQ seviyemizin düşük olmasıdır.

Eğitim de yaygınlaştı ama, ORTALAMA IQ hala Batı'dan oldukça geride.

Belki de sebep GENETİK.

Eğer öyle ise, Türkiye asla gelişmiş bir ülke olamayacak demektir.

Not 35; Konut almak isteyenlerin, eğer bu konutu oturmak üzere alacaklarsa, sabit faizli konut kredisi almaları rasyonel olur. Ama yatırım amacıyla konut alanların dikkatli olması gerekir. Dolar ve dövizini bozdurarak konut almak için zaman erkendir. Zira; konut fiyatlarında balon var, bundan sonra normal şartlarda konut fiyatları enflasyonun altında artar.
Halen TL, bir Euro ve bir dolardan oluşan döviz sepetine karşı MB TÜFE bazlı reel kur endeksine göre yüzde 44 oranında daha düşük değerdedir. Buna rağmen, iç-dış siyasi sorunlar ve döviz sorunu nedeni ile ani kur artışı olabilir. Altın ise her zaman altındır.

Not 36: BORSA neden düştü?

Çünkü ALICI arıyorlar.

KERİZ lazım.

FAİZ artınca da, KERİZLER geliyor.

Şaşıracak bir şey yok.