CHP belediye seçimlerinde % 38 oy alarak 1.parti oldu. Hala aldığı oya şaşkın. Kendisi de inanamıyor, o nedenle yalpalıyor. Hala 14 Mayıs cumhurbaşkanlığı seçimlerini kaybetmenin travmasını atlamamışlar.

Yerel seçimden sonra ivedi olarak erken seçim talep etmeleri gerekirken; ak partinin ve iktidarın yeni anayasa oyununa geldiler. Güya müzakere altında iktidara koltuk değneği olacaklar bu kafayla.

Yahu kardeşim ne anayasa müzakeresi. Mevcut anayasaya uyuyor mu ki iktidar özgürlükçü anayasa yapacak? Gazze protestosuna dahi izin vermeyenler mi özgürlükçü anayasa yapacak? Özgür basın olmadan özgür ülke olur mu?

Anayasa Mahkemesi kararları tanınmıyor, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Türkiye için artık ciddiye alınmayan bir müessese halini aldı. Adalet günbegün yok oluyor, o yok oluyorken insanlıkta yok oluyor. Zira bizi insan yapan her daim adaleti arayan vicdanımız. Hz. Ali’nin (ra) dediği gibi, ‘devletin dini adalettir.’ Adalet kalmamış anayasa yaygarası yapmanın alemi yok.

İktidar vekili 500 binlik saati çıkarıp 2 milyonluğunu takıyor, sonra helal parayla aldım diyor. Yahu sen ne iş yapıyorsun da bu kadar pahalı saati takıyorsun! Geçmişin belli. TRT’de dizi oyuncususun. Demek ki nasıl kazanıyorsun? Milletin vergisini film ayağına, dizi ayağına söğüşlüyorsun Trt aracılığıyla. Milletten bu kadar uzaklaşanlar nasıl millet için anayasa yapabilir ki? Siz chp olarak buna niye çeşni olma peşindesiniz.. Yeni ne öneri getireceksiniz? Mevcut anayasa hükümlerine, iktidarın çıkarları ile çeliştiği için uyulmayan bir ülkede yeni anayasa yapmanın ne anlamı var?

İktidarın inisiyatifiyle gelen gündem, kısa zamanda ters yumruklar yüzünden etkileyici bir dayak yeme sahnesine dönüşebilir. İktidar anayasa gündemlerinin, edindiği tecrübelerle her dem işine yaradığını ve kâr getirdiğini düşünüyor. Ağır bir seçim yenilgisinden sonra da acaba öyle olur mu? Dönüp dolaşıp mağlubiyetinizi gündemde tutup tescil ettirmenin ne alemi var?

İşin asıl doğası daha yıpratıcı. Anayasa dediğimiz kurallar zincirinin varlık sebebi iktidarların sınırlandırılması ve gücün dengelenmesidir. Aslî gerekçe ise temel insan hakları ve özgürlüklerinin güvence altına alınmasıdır. Son iki buçuk asırdan ibaret evrensel anayasacılık tarihinin özeti bu düsturdur.

İktidarı sınırlandırmak ve gücün keyfi kullanımını engellemek amacı gütmeyen bir anayasa gündemi sahteliklerle dolu bir tiyatrodan öte gitmez. Meseleyi somutlaştıralım. Anayasa mahkemesi kararlarına, anayasadaki açık hükme rağmen uyulmayan bir devlet ve iktidar düzeni içinde siz temel hak ve özgürlükleri hangi mekanizma ile garanti altına alacaksınız?

Anayasa muhalefetin desteği olmadan değişemiyor. Mevcut anayasa hükümlerine uyulmayan bir düzen içinde muhalefet böyle bir tiyatronun oyuncu kadrosuna neden figüran olarak katılsın?

Demek arka planda daha derin bir hesap var ve bu hesap da iki tarafın bulunduğu yanlış yeri değiştirme ihtimaline dayanıyor.

Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi iktidarın çıkar hesaplarına artık uymuyor. Ekonomik krizin derinleşmesi ve uzun zamana yayılacak olması AK Parti oylarında önlenemeyecek düşüşün kesin habercisi olarak okunmalı. Bu şartlarda anayasa gündeminden, yürütme-yasama-yargı, yani devlet egemenliğinin bütün yetkilerini tek kişide toplayan sistemin % 50+1 gibi salt çoğunluk yerine, tek turda en çok oyu alan adi çoğunluğun eline verilmesi sağlanabilirse AK Parti iktidarının geleceğini garanti alma ihtimali artabilir. Böyle bir ihtimalin teminat altına alınması ise bugünün iktidarının elini güçlendirir, dağılmasını geciktirir.

Daha derindeki hesabın ise parlamenter sisteme geri dönüş olması gerekir. AK Parti’nin şöyle veya böyle iktidarını düşük profilde sürdürmesini sağlayacak alternatif ancak parlamenter sistemle mümkün. Sembolik cumhurbaşkanı, yasama ve yürütmeyi elinde tutan koalisyonun başbakanı, mevcut sistemin bütün yetkilerini kullanan bir CHP iktidarının bugünden elde edilmesi mümkün görünen pratik alternatifi değil mi?

Parlamenter sisteme dönülmesini savunan CHP’nin potansiyel çıkarı ise mevcut sistemin muhafazasından geçiyor. Bugün Erdoğan’ın sahip olduğu yetkiler ile hükmeden bir CHP dönemini gözünüzde canlandırın.

Parlamenter sistemle dört yıllık bir dönemi işgal edecek dönüştürücü tasarrufların süresi birkaç aya inmez mi? CHP ve iktidara taşıyacağı yandaşları gücü daha pervasız kullanmaz mı?

Yeni anayasa yapılmaz, yapılamaz; çünkü kimsenin niyeti yeni anayasa yapmak değil, niyet edenlerin de gücü yeterli değil. Mevcut anayasadan rahatsız olanlar bu anayasal düzenin mimarları-sahipleri, ama değiştirecek güçleri yok.

Türkiye’yi idare edenleri bekleyen bir samimiyet testi vardır. O da şudur: Önce mevcut kanunlar ve kararlar hakkıyla ve iyi niyetle uygulanır. Bütün keyfilikler bir şekilde sona erer. Ehliyet ve liyakate önem verildiğini gösteren adımlar atılır. Sonra hem millete hem de muhalefete “Haydi, şimdi daha iyi ve 12 Eylül 1980 darbecilerinin hazırladığı 1982 darbe anayasasından kurtulalım.”

Bu yapılmadan “Gelin, yeni ve sivil bir anayasa yapalım” çağrılarının milleti ikna etmesi teknik olarak mümkün değildir. Maalesef iktidar bu konuda çok kötü bir imtihan verdi ve adalet anlayışını yaraladı.

Maksat cumhurbaşkanlığı hükümet düzenini değiştirip eski düzene dönmek ise, mevcut anayasal düzen ısıya ve kesici aletlere dayanıklı bir eldiven gibi muhalefetin eline uyuyor. Ateşin soğumasını, bıçağın körelmesini neden beklesin?

Türkiye’nin âcil meselesi, enflasyon-döviz-faiz kıskacındaki ekonomik yıkımın durdurulmasının yanı sıra temel hak ve hürriyetlerin hayata geçirilmesi, Sarayın güdümünde “siyasetin sopası” haline getirilen yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığıyla hukukun üstünlüğü ve adâletin sağlanması geliyor.

Demokrasinin rafa kalktığı, hukukun çürüdüğü, eğitimden tarıma, sağlıktan sanayiye her alanda iflasın olduğu vartada “yeni anayasa” gündeminin ortaya atılmasının, “tek kişilik hükûmet”in her alandaki fiyaskonun üstünü örtme, toplumu bir defa daha akıbetsiz tartışmalara boğma komplosu olduğu görülüyor.

Demokratik muhalefet, “yeni anayasa” oltasına takılmamalı; komplolara karşı demokratikleşme ve hukuk için demokratik işbirliği yapmalı.

AKŞENER’İN RUHU İYİ PARTİ’DE:

Akşener’in cismi gitti ama ruhu İYİ Parti’de duruyor. Dervişoğlu ‘emanetçi’ bir başkan. Akşener dönmemek üzere değil günün birinde geri gelmek üzere gitti. Kurultaydan çıkan en önemli sonuç bu. Dervişoğlu Akşener’in gölgesinde siyaset yapacak. Güçlü bir genel başkan olmayacak. Olamayacak. İnisiyatif almakta zorlanacak.

Türk siyaseti ‘emanetçi’ başkanlara alışıktır. Fakat seçmen ‘koltuğa emaneten oturanlara’ sempati ile bakmaz.

Dervişoğlu ile seçim kazanılabilir mi? İktidar hayalleri kurulabilir mi? Şu ana kadar ki siyasetteki varlığına bakıldığında bu yönde bir ışık verdiğini söylemek mümkün değil.

Dervişoğlu kazandıktan sonra sıcağı sıcağına verdiği ilk mesajda ‘Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak’ dedi. Yeni ne olacak? Politikalar mı değişecek yoksa kadrolar mı? Akşener’in yapamadığı merkez açılımını kendisinin yapacağını mı düşünüyor acaba?

Nasıl bir başlangıç yapacak? Partideki dağılmayı durdurabilecek mi? Gidenlerin tekrar geri dönmesini sağlayabilecek mi? Cumhur ittifakı ile muhalefet bloku arasında İYİ Parti’yi nereye konumlandıracak? Hepsinden önemlisi bu kadar köklü politikaları üretmeye gücü yeter mi?

Son söz: Étienne de La Boétie, tiranın iktidarını koruması için etrafında kendisi gibi sistemden yararlanan bir grup insana ihtiyacı duyduğunu söyler. Kendisine suç çetesi oluşturur. Herkes kısmi veya dolaylı bir şekilde bu refahtan faydalanır.

Tiran, etrafını saran bu koruyucu grubun belli çıkarlar ve mevkiler elde etmesini sağlayarak kendine bağlar. Ayrılması veya desteğini çekmesi durumunda halk gibi perişan olacağını ima eder.

Anekdot: 1792 yılında Konvansiyon Meclisi’nde kralın yargılanması konusunda iki görüş çatışmaktadır. XVI. Louis bir kral olarak mı yargılanacak, yoksa Vatandaş Louis Capet olarak mı? 25 yaşındaki Saint Just ilk defa söz alır ve XVI. Louis’yi giyotine gönderecek ateşli konuşmayı yapar. “Biz Kralı yargılamıyoruz, kral ile savaşıyoruz” der. “Bir Kral ya hükmetmeli ya da ölmeli” diye devam eder. Hükmünü bütün iktidarları zan altında bırakacak bir gerekçeye dayandırır: “Bir ülke suç işlemeden yönetilemez.”

XVI. Louis’nin, sonra eşinin giyotinde kellesi uçurulur. İhtilal kendi evlatlarını da yemektedir. Çok geçmeden Saint Just 27 yaşında aynı keskin bıçağın altında son nefesini verir.

Tadımlık: Kaderimde hep güzeli aradım..

Not 1: Her yerden... Sosyal merdivenin her basamağından...Herkesten...Ve özellikle yukarılardan ego fışkırıyor...Sular seller gibi...Egolar tavan, zarafet ve akıl taban...

Hele statün sağlamsa, egonu kimse susturamıyor; car car car... Tanık ola ola, yorulduk...Bu seçimlerde muhtarlık yarışında aday çokluğu da bu sebeple. Mutlaka bir yere baş ol istersen soğan başı ol.

Siyasetçinin egosundan, kibrinden falan şikâyet edenlerin azıcık da dönüp kendisine bakması lazım.

Not 2: Bir AVM kapısından çıkmak üzereydim...

Önümde 20'li yaşlarda iki genç kadın var, ister istemez kulak misafiri oldum.

Biri diğerine, "İşe girmene çok sevindim, nasıl bir pozisyonun var?" diye sordu.

Diğerinin söylediklerinden şu kadarını işittim: "Altımda iki kişi var, ben en altta değilim, bu tarafı iyi!"

Not 3: Kimseyi de istemiyordu yanında, yalnız kalmak en iyisiydi; çünkü yanında insanların bulunuşu ona yalnızlık hissettiriyordu. (D. H. LAWRENCE / Ölen Adam)

Not 4: Bir de o meşhur "Sizinle avukatlarımız görüşecek" tehditleri var. Laf da söylenmiyor böylelerine... Hukuk bunun için mi vardı yahu? Statüsü sağlam(!) olanların, statüsü üfürükten tayyare olanları korkutması için mi? Yoksa bu memlekette "tüketici hakları" denen şeyin buharlaşıp gitmesini, sermaye sadizminin hukuk tanımayan tatbikatlarına mı borçluyuz? Kadının tek özelliği var: Evlenmiş yaşlı zengin adamla, kurdurmuş kendine bir şirket, şirketin ismi bile çalıntı;  İsviçre buluntusu; sonra da millete ahkam kesmeler.

Not 5: Kimse kusura bakmasın!

Ben en çok çalışma hayatına bakarım...

İş yerlerindeki insan davranışlarına bakar, laboratuvar gibi yaklaşırım.

Yahu çalışma hayatı denen şey "mobbing" olup çıkmış; iş yeri zorbalığı, psikolojik şiddet, saçma sapan bir etiketi (makamı) üzerine yapıştıranların diğer çalışanlara hayata zehir etme davranışları almış yürümüş...

Yöneticiler iş yerlerinde fındık fıstık meseleleri büyütüp insani meseleleri görmezden gelmekle meşgul...

Herkes tuttuğunu hırpalıyor.

Emek verimsiz...

Çalışan mutsuz...

Düzgün insanlar bile bu yamukluklara bakıp hızla bozuluyor.

Bu çürük zeminden sağlam bina çıkar mı?

Memleket nasıl farklı olsun?

Not 6: Sosyal dertler büyüdükçe bize ne oluyor?

Küçülüyoruz...

Ruhen de küçülüyoruz.

Sorsan, herkes "büyük adam" tabii...

Havalar bin beş yüz...

Atıp tutuyoruz...

Şu memleketi, hatta dünyayı bize verseler...

Ohooo neler yaparız, neler havası...

Ama neyle, nasıl?

Hangi donanımla?

Not 7: Başkalarının mutsuzluğu ile mutlu olan insanlar ne kadar çoğaldı mesela...

Daha doğrusu başkalarının başına gelen talihsizliğe bakıp kendisini talihli gören sersemler...

"Schadenfreude" deniyor buna literatürde, bir gün üzerine uzunca yazayım.

Bir tür iç kötücüllüğü...

Çoğu kişinin tek rahatlama yolu bu oldu çünkü, oradan biliyoruz; patronu çuvallayınca, rakipleri sakatlanınca, düzenbaz ünlünün foyası ortaya çıkınca sevinenler kalabalığı...

Not 8: İçimiz koflaştıkça koflaşıyor.

Hayattan yoksunuz; sosyal gerçekler üzerimizden silindir gibi geçiyor.

Ama sokakta biri mikrofon tutarsa, en doğru tercihler konusunda atıp tutmada üzerimize yok!

Geçelim bunları...

Geçelim de biraz da aynada kendimize bakalım... mı?

Not 9: Değersiz zamanlarda yaşayan zavallı insanlardık belki de biz, öyle hissettim o an, bir düşüşün içinde bir yerlerde çırpınıyorduk işte. (KEREM EKSEN / Uyku Krallığı)

Not 10: “Bilmeli ki kir pas insandan / Sevmekle gider!

Zayıf duran duygular köle ister / Giden neşenin ardında

Yeniden aynalara bakmak gerek / Gerçek orada bir yerde

Yeni bir güne ismini yazdırdığında

Ruhun mevsimleri yenilenmeli” (Yakup’un Defteri)

Not 11: Neler olup bittiğini, hiçbir vakit anlamayacak; çünkü yaprakların damarlarına, suyun özüne hapsedecek şehrin insanı kendini.

İsmet Özel

Not 12: “Beton duvarlar arasında bir çiçek açtı

Siz kahramanısınız çelik dişliler arasında direnen insanlığın

Saçlarınız ıstırap denizinde bir tutam başak

Elleriniz kök salmış ağacıdır zamana

O inanmışlar çağının.”

(Erdem Bayazıt, Birazdan gün doğacak)

Not 13: “Ölüler beni serinliğe yakıştıramaz

Çünkü hiç kimse çıkmak istemez bu mevsimde dışarı

Çünkü bitkinliklerini günden saklar ekinler

Ekinler çocukların en rahat uykuları”

(İsmet Özel, Yorgun)

Değişme ‘acı’ demektir.

Not 14: Ülkenin geldiği noktada kolaycılığa, ahlaki üstünlüğünü kaybetmiş bir topluluğa yeniden gelin demek kadar onların kapanmış perdelerini açmak kadar zor bir iş yoktur. Ancak davetin en güzel ve kıymetli bölümü burada gizlidir. Değişme ‘acı’ da olsa hakikate doğru değişmek ve yeniden bir iklim yakalamak bu sınırlı zamanda insanın hanesine yazdıracağı en büyük ameli olacaktır. Uğultulara kulakları kapatıp, yeniden azimle, heyecanla yollara koyulmanın vaktidir. Hayat iman ve cihat değil mi? Gerisi hikâye!

Not 15: “Ey iman cevherini bir ekmeğe değişen kişi!

Ey gönül madenini bir arpaya satan kişi!

Nemrut, İbrahim’e gönül vermedi de

Sonunda canını bir sivrisineğe verip gitti.” (Mevlâna)

Not 16: Yüksekteki tepesinden aşağı inip 

Şehrin caddelerinde at sürdü.

Dar sokaklarda, yokuşlarda, kaldırım taşlarında.

Bir kadının iç çekişine doğru gitti.

Kadın onun hazinesiydi, onun utancı ve onun sevinci.

Ve bir zincir ve bir kale 

O kadının öpüşüne kıyasla hiçti..

Not 17: Bakın işler iyiye gitmiyor. Eski bir Milletvekili arkadaşıma bir mail gelmiş o da onu bana göndermiş. O kişi diyor ki; “Sayın vekilim hala üniversitede derslere katılıyorum, ben 2018 de mezun olmuştum o dönemle kıyasladığım da ahlaki ve psikolojik olarak gençlerin durumu çok vahim, hiç biri çalışarak bu ülkede bir gelecek kuracaklarına inanmıyorlar, bir çoğu hızlı bir şekilde para kazanmak için gayrimeşru yollara sempati duyuyor, uyuşturucu ve fuhuş artık normalleşti, ekonomik olarak şartlar o kadar ağır durumda simit çay almak bile lüks maliyetleri karşılamak çok zor, bundan dolayı birçoğu kötü yollara ve ahlaki olmayan ilişkilere giriyor, durum o kadar vahim ki gece vakti yurtlara ve öğrenci evlerinin olduğu bölgelerde lüks araçlardan trafik oluşmakta gençlerimiz çok aşırı bir ahlaki çöküntüye maruz kaldı, Karabük sadece medyaya yansıyan bir yüzü, daha karanlık olan yanları tüm bölgelerde yaşanmakta, enflasyonun artması ve alım gücünün çok düşmesi nedeniyle gençlerimiz bunalımın eşiğindeler bir tarafta kriminal suç örgütlerinin yaşadığı şatafatlı hayatlar bir tarafta bir ömür boyu araba alacak bir hayali bile olmayan gençler bu buhran içinde her türlü tehlike ve kötü yola savrulup gidiyorlar. Saygılarımla. Ve Faik Tünay eklemiş: Muhafazakar iktidar zamanında oluyor bütün bunlar. Mesele yol, köprü, hastane yapmak değilmiş. Elbette bunlar da gerekli, ama önce ahlak ve maneviyat bunlar olmadıktan sonra yol köprü hastane neye yarar ki! 

Not 18: 1921 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nun iktidar kanadına ilham kaynağı olması, yeni anayasa tartışmalarının ne kadar kör bir cehalet perdesi altında yürütüldüğünü gösteriyor. İştah kabartan 1921’in 7. Maddesi olmalı; zira “Türkiye devletinin dini Din-i İslâmdır” ibaresi 1921’de yok, 1923’de Cumhuriyet’in ilanıyla birlikte 2. maddeye konuyor. 7. Madde ise, 1924’de Diyanet İşleri’ni kuran kanun ile aynı ruhu taşıyor. Şeriat’in muamelata, yani medenî hukuka dair kurallarını icra yetkisi dinî otoritelerin elinden alınıp Büyük Millet Meclisi’nin uhdesine veriliyor. Bu dini kurallar ise sadece zamana uyan hükümlerle sınırlanıyor. Kısaca bu maddeden şeriat yorumu çıkmaz, çıksa çıksa dinî meşruiyeti de arkasına almış laik bir devlet düzeni çıkar.

Not 19: ET üretmenin maliyeti çok düşüktür normalde.

Fakat, bütün meralara ŞEHİR kurarsanız, ET üretme maliyeti patlar, bedel artar.

Ot bitmeyen yerlere bina dikeceksiniz.

Not 20: Arsızlık nerede ve kimde olursa olsun çirkinleştirir; hayâ ise nerede ve kimde olursa olsun zarifleştirir.” (Tirmizî, Birr, 47)

Not 21: Kalbin kararını akıl tartar

bu şuna benzer: akıl esnaftır

şuna da: akıl yaralanır

Kalp yaralanmaz çünkü yaradır.

(Ahmet Murat)

Not 22: Amerika’daki üniversitelerde başlayan Gazze protestoları dünyaya ışık, umut olmaya aday gibi. Gençlerin ortaya koyduğu bu duruş hele ki Amerika gibi bir yerde, hele de dokunulmazların en başında gelen bir şeye karşı, bu çok umut verici bir adım. Bu olayların ilk ortaya çıktığı, ilk kıvılcımın çakıldığı yer olan Columbia Üniversitesi oldu. Kadere bakın ki Columbia’nın ilk Arap rektörü Minuşe Şefik’in 56 yıllık bir geleneği bozarak kampüse polis sokup, 113 öğrenciyi sadece Filistin için çadır kurdukları için toplu bir şekilde gözaltına kurdurması sebep olmuştu. Bu tarz olaylar bana hep “Her ağacın kurdu kendi özünden olur” sözünü hatırlatır.

Not 23: Kuyunun dibinde yaşayanlar, gökyüzünü kuyunun ağzı kadar görürler..

Not 24: “beni ülkene çağır

ateşten gemilerle çıkayım sahiline 

günah çıkarır gibi kendimi çıkarayım

ne ucu yanık mektuplar getiren güvercinler

 ne anka, ne hüma…

(Mehmet Aycı)

Not 25: Dünya muhabbeti her günahın başıdır..