AK Parti’de erime durdurulamıyor. 31 Mart‘ta itirazlar üzerine üç ilçe, dört beldede seçimler yenilendi. 60.000’e yakın isim oy kullandı. Kayseri’nin Pınarbaşı ilçesinde Alpaslan Türkeş’in memleketinde 31 Mart‘ta CHP adayı kazanmış, MHP Milletvekili Baki Ersoy’un adliyeyi basarak hakime küfrettiği iddia edilmişti. Yüksek Seçim Kurulu MHP’nin itirazını haklı buldu ve seçimlerin tekrarlanmasına karar verdi. Ayrıca Şanlıurfa’nın Hilvan ilçesinde de DEM’in adayı ipi göğüslemiş, AKP itiraz etmişti. Aksaray Güzelyurt‘ta da bir oy farkla İYİ Parti’nin adayı önde çıkmıştı.

Pazar günü yeniden sandık kuruldu. Bu arada dikkat etmiş olmalısınız. Yüksek Seçim Kurulu’nun seçimlerin tekrarlanmasını istediği bütün seçim bölgeleri 31 Mart‘ta muhalefetin kazandığı yerler.

CHP ve diğer muhalefet partilerinin de itirazı oldu ancak dikkate alınmadı, bu bile YSK‘nın üzerine AK Parti’nin gölgesinin düştüğünün kanıtı; yoksa niye sadece AKP ve MHP’nin itirazları kabul edilsin. Sadece iktidar partileri mi itirazlarında haklı sadece onların itiraz ettikleri bölgelerde mi şüpheli bir durum var, böyle bir şey olabilir mi?

31 Mart depremi siyaseti çok şiddetli sarstı. Ayrıntılar üzerinde pek durulmadı. 31 Mart AKP‘de 8-9 şiddetinde bir deprem etkisi yaptıysa, 2 Haziran‘da artçısı oldu, artçının büyüklüğü ve şiddeti de 31 Mart’ı aratmaz.

 AKP’ye teselli ikramiyesi var ama yetmez, niçin mi onu izah etmeye çalışacağım. Evet seçmen sayısı düşük ama sonuçlarını basit ve sıradan görmemek lazım, her sandığın mutlaka bir mesajı olur. 2 Haziran mesajsız bir seçim değil. AKP ve MHP iktidar bloğuna çok şeyler söylüyor. Ben bu ara seçimleri, küçük belde seçimi gibi değerinin düşürülmesini doğru bulmuyorum, seçim bölgesi az ara seçimlerde iktidar partileri büyük avantajla gider, sandığa iktidarın bütün imkanlarını serer. Kesinlikle seçmenin tek tek kapısı çalınır, devletin nimetleri pay edilir ve karşılığında tabii ki oy. Onun için iktidarlar birkaç ay önceki seçimlerden umduğunu bulamasa da ara seçimde sandıktan zafer çıkarmayı bilirler.

Türk siyasi tarihi ara seçimleri hep iktidarların kazandığı sayısız örneklerle doludur. Üç ilçe, dört beldenin seçim rakamlarını yorumlarken bu gerçeği göz ardı etmemek lazım. Benim için sonuçlar büyük sürpriz.

AKP ve MHP’nin bütün seçim bölgelerinde silip süpüreceklerini sanıyordum, hele AKP’nin 31 Mart’ın şokunu bir parça hafifletmek istememesi mümkün mü?

AKP imkanları nimetleri ve vaatleri seçmene yağmur gibi yağdırır seçimi mutlaka kazanır diye düşünüyordum, psikolojik etkisi için yapar bunu hem kendine moral verir hem de muhalefete gözdağı. Seçmen bir kez daha “hayır” dedi. Erimeyi durdurduk tekrar ayağa kalktık demeye o kadar çok ihtiyacı var ki AKP’nin, ara seçime yüklenmemiş olma ihtimalini sıfır görüyorum. Küçük zaferler ve ufak umutlar hava ve su gibi AKP için. O yüzden sonuçlar üzerine beklentiye girmedim tarihin tekerrür edeceğini düşünürken baktım ki küçük seçim büyük sonuçlar doğurmakta.

MHP rahmetli Başbuğ Türkeş’in memleketinde yani Pınarbaşı ilçesinde ikinci kez kaybetti, ipi yine CHP’nin adayı göğüsledi. MHP kaybedince AKP’nin kaybetmiş olduğunu söylememe gerek yok herhalde seçmen iktidar nimetlerine hayır dedi.

 AKP ve MHP iktidarına güven oyu vermedi 31 Mart’taki pozisyonunu güçlendirerek korudu ama seçimde devlete iktidara karşı seçim kazanmak kolay değildir. CHP’nin 31 Mart Zaferi’nin geçici değil kalıcı olduğu görüldü. Özgür Özel seçim sonuçlarını belediye sayısını artırdık diyerek duyurdu. Siyasette sembol şehirler önemlidir, buna parti kalelerini de ekleyebilirsiniz.

Pınarbaşı’nın MHP açısından ne denli siyasi ve sembolik anlamı olduğu 31 Mart akşamı belli oldu. MHP milletvekilleri her türlü yolu denedi, ikinci kez sandıktan boynu bükük ayrılmak zorunda kaldılar. Pınarbaşı sonucunu seçimin tekrarlanmasını seçmenin tepkisi olarak değil, toplumun 31 Mart’ta iktidar bloğuna verdiği dersin devamı olarak görmek gerekir. Hilvan’da fark daha da açıldı. Şanlıurfa’nın Hilvan ilçesinde de benzer durum var.

Büyükşehir’i açık farkla kaybeden AK Parti, DEM’in adayının kazandığı Hilvan’ı gözüne kestirdi, Yüksek Seçim Kuruluna itirazını kabul ettirmeyi başardı.

Ara seçimde ne beklenir? AKP’nin Hilvan’da seçimi çok kolay kazanması, bölgenin devletin hizmetlerinden mahrum olduğunu görmek için Hilvan’a gitmeye gerek yok normal şartlarda vaatler bile seçim kazandırır, bu da AKP’nin en iyi bildiği yoldur.

AKP’nin sandık uğruna veremeyeceği bir şey yok, nimetleri seçmenin ayaklarının altına serer, imkanları Hilvan’a yağar, gökteki yıldıza kadar vaatlerde bulunur. Hilvan’da seçimi kaybetti. 31 Mart’ta DEM Parti’nin adayı 6960, AKP’nin adayı 6439 oy almıştı, 2 Haziran’daysa DEM Parti 10.731 oy alırken; AKP 7420 oyda kaldı, fark daha da açıldı yine DEM’in adayı kazandı, DEM gibi partilerin çok güçlü olduğu bir bölge değil.

AKP itirazının ve seçimi tekrarlamasının sonucunu alamadı, sandık yine hüsran yine eziyet oldu Pınarbaşı ve Hilvan küçükler diye düşünülebilir. Doğru sonuç olarak bir il değil, ama sonuçları siyasi ve psikolojik açıdan çok büyük, bunu siyasi parti merkezleri iyi bilir.

 31 Mart‘ta başlayan Cumhur İttifakı’ndaki erime durdurulamıyor, artarak sürüyor. Başkan Erdoğan’ın “Güneşin altındaki kar gibi eririz” sözü boşuna değilmiş ama seçim sonuçlarının canını fena sıktığını tahmin etmek için Başkan Erdoğan’ı tanımaya gerek yok. O, seçimle rakamlarla nefes alır, alkışlarla ayakta durur, her ikisinde de eski halinden eser yok. AKP’nin kazandığı yer yok mu? Var. Aksaray’ın Güzelyurt ilçesinde bir oy farkla kaybettiği seçimi kazandı, rakibi İYİ Parti’yi de. İYİ Parti 31 Mart’tan sonra liderini değiştirdi, insicamını ve iddiasını büyük oranda kaybetti, dağılma ve çözülme süreci içinde. Güzelyurt belki bir teselli ikramiyesi, bir iktidar partisini kesinlikle tatmin etmez; sanmayın ki AKP’de Aksaray’da kazandık diye bayram neşesi var aksine Hilvan ve Pınarbaşı’nda kaybetmesinden dolayı hüzün havası vardır, buna belde ve köylerde kazandığı yerleri de ekleyebilirsiniz. Evet seçim küçük ama sonuçları kesinlikle küçük değil. AKP’ye iktidar imkânlarını kullanmak, nimetlerini yağdırmak ve vaatler de yetmedi.

Tek cümleyle ifade etmek gerekirse, AK Parti yaz güneşinde altında eriyen kar gibi. Her geçen eriyor. Erimeye de devam edecek.

Belediyelerin denetime takılmayan usulsüz işleri:

Son günlerde RESSAM - YAZAR - SANATÇI - GAZETECİ adı altında bir çok kimsenin, bizim vergilerimizle dolan BELEDİYE KASASINDAN saltanat sürdüklerini görüyoruz.

Bu kişilerin SANATÇILIKLA - SANAT İLE- KİTAP YAZARLIĞI İLE - RESSAMLIKLA ilgi ve alakaları yok.

Siyasette birilerini bulmuşlar ya da Başkan’a yakın isimleri, etraflarına yuvalanmışlar, uyduruk işleri ESER diye gagalayıp parasını Belediye’den çıkartıyorlar.
Eğer sen bir resim sanatçısı isen, yap resmini aç sergini millet gelip alsın.
Yâ da gönder satış alanlarına, satın alsın.
Belediye bu tiplerin resim adı altında yaptıkları uyduruk tabloları neden alıyor?
Yazarım diyor.
Ne yazmış?

Yazdığını bir kitabevine götürse, kendini kapıdan kovarlar, ama bu alıp belediyeye götürüyor, belediye bunu güzelce bastırıyor, masrafı çekiyor, ardından yetinmeyip bir de parasını verip bastırdığı firmadan bu yazar bozuntusunun kitabından satın alıyor.
Belediyelerimizin işi, UCUZ SANATÇI- YAZAR- RESSAM - GAZETECİ vb. tipler mi yaratmak?
Yarattığı bu tipleri toplumda kalkındırmak mı?

Eğer bulundukları il’e ve memlekete katkı sunuyorlarsa, kendi ceplerinden, emeklerinden yapsınlar bu işleri.
Bizim sırtımızdan niye yapılıyor?
Tüyü bitmedik yetimin şehidin hakkı var o kasada.
Kimin parasını kime peşkeş çekiyorsunuz, kimleri bizlerin sırtından adam ediyorsunuz?!
Hangi gerçek yazarın, hangi konusunda uzman ressamın tablosunun yâ da kitabının baskısı, yapımı, sergilenmesi, satışını BELEDİYE yapıyor?
Onların yayınevleri, ajansları vs. vardır, onunla hallederler.
Kendi ceplerinden harcarlar, sonrada satış yapar kazanırlar.

Bu sizinkilerin masrafını siz çekiyorsunuz, bir de satılmayan eser diye yutturulan o malzemeleri satın alıyorsunuz, amacınız ne, kime ve kimlere hizmet ediyorsunuz?

Bizim paramız ile sosyal faaliyet, kültürel faaliyet mi yapmış oluyorsunuz?
Yereldeki insanları kazandırmak ise gayeniz, kendi cebinizden verin.

Seçim harcamalarınızın yanında bunların masrafları cücük kalır.
Niye millete yüklüyorsunuz?

Son söz: Nefis kendini 2 yerde belli edermiş. Bir araba sürerken diğeri makama oturup güç sahibi olduğunda... İnsan emir vermeyi seviyor. Caminin içinde herkes mübarek. Mesele zorlukla karşılaştığında verdiğin tepki. Namaz camiden çıkınca oruç Ramazan bitince belli olurmuş. O nedenle mesele şartlar zorlaştığında ya da konfor bataklığı seni esir aldığında nasıl davrandığın!

Aforizma: Vefa vicdanın belleğidir..

Aforizma iki: Güvercin kavgası birinin gagası kırılana kadar sürer.

Tadımlık: Herkesin plastik kelimeleri var, anlamsız, yak ucunu yapıştır birbirine.
Uzun, anlamsız plastik cümlen olsun senin de.
Hiç kimsenin kendi hikayesini sevdiği hayat hikayesi yok mu acaba!

Kulağa küpe: Kur’an’ın muhtelif yerlerinde Müslümanların benzememesi gereken lanetli tiplerden bahseder. Bu kötü karakterlerin ortak özelliği kibre ve nefsaniyete kapılarak sapkınlığa düşmüş olmalarıdır. Kendi güzelliği ve şehvani arzularıyla kibre kapılıp Hz. Yusuf’a iftira atan Mısır Veziri’nin karısı Züleyha ilk örnektir. Güzelliği ve cazibesi ile kibirlenen insanlardan olmamamız gerektiği öğütlenir. Elindeki iktidar gücüne bakarak kibre kapılan ve ceberrut birer zorba kesilen Firavun ve Nemrut Allah tarafından lanetlenir. Allah her türlü tek adam yönetimi, tiranlık ve zulüm rejimine karşı çıkmamızı emreder. Buradan devlet adamlarının nasıl davranmaması gerektiği anlaşılır. Sahip olduğu servetiyle kibirlenen, yanında çalışanları acımasızca sömüren ve yetim hakkına el uzatan Karun lanetlenir. Buradaki hisse de servet sahibi zenginleredir, Karun gibi olmamaları emredilir. Yaptıkları köprüler, yollar ve gökdelenlerle kibirlenen Ad kavmi, ticarette hile yapıp adam kazıklamayı iş edinen Medyen ve Eyke kavmi, ahlâksız yaşamlarını kendileri yaşamakla kalmayıp diğer insanlara da zorla dayatan Lut kavmi, şehvet ve güç hırsı ile kardeşini öldüren Kabil… Bu gibi örnekler hep Müslümanlara nasıl olmamaları gerektiğini söyler. En kötü örnek ise bilim adamları ve aydınlara verilen örnektir: İlminiz ile kibirlenmeyin buyrulur, eğer bilginizle kibre kapılırsanız Şeytan gibi olursunuz, denir.

Benden söylemesi: Allah adildir… Allah’ın yapma dediklerini yapan Müslümanlar geri kalırken, Allah’ın emirlerini kısmen de olsa uygulayan Batılılar ilerlemiştir. Vesselâm…

Hatırlatma: Günde bir dolardan daha az parayla temiz su bulamadan yaşayan biriyle, tek başına sadece ikramiyesi bir Kuzey Afrika ülkesinin eğitim bütçesinden daha büyük olan "evrenin efendileri" arasında nasıl bir ortak zemin olabilir? (YANIS VAROUFAKIS / Başka Bir Şimdi)

Benden söylemesi: Terörle yıllarca mücadele eden, binlerce şehit veren ve büyük bedeller ödeyen bir ülkede ciddi suçlamalarla açılan bir terör davası on yılda sonuçlanmıyorsa, sonuçlandırılmıyorsa bu yargının ve devletin ayıbıdır ve Türk milletine yapılan büyük bir haksızlıktır. On sene süren terör davası mı olur! Akıl alır gibi değil. Ciddi ithamlarla ve savlarla açılan bir terör davası 10 yılda sonuçlanmıyorsa böyle bir netice vatan için ömrünün baharında hayatlarını feda eden yüce şehitlerimize ve onların emanetine saygısızlıktır ve vefasızlıktır.

Not 1: “Yoksul bir çocuk görsem,
yağmur altında üşüyen
köprü olmak geçer
hiç değilse içimden...”
(Sunay Akın)

Not 2: Çoklarının yolun uzunluğu yüzünden gönlü karışır, yolunu kaybeder. O vadinin hiçbir yolu öbürüne benzemez. Ten yolcusu başkadır onun, can yolcusu başka! O vadinin birçok yolu vardır ama her yol, yolcusuna göredir. Bu yüzden yolda dertlere düşen örümcek, fille beraber yürümez, ayrı yolla yollanır. Herkesin yürüyüşü kemalincedir; herkesin yakinliği kendi halince. Sivrisinek istediği kadar uçsun, kasırga gücünü elde edebilir mi?

Herkesin yürüyüşü başka başkadır burada. Hiç kimse diğeri gibi gidemez. İste marifet de bu yüzden ayrı ayrıdır.

Birisi Kâbe’yi bulmuştur, diğeri putu! Bu yolun önünde Marifet güneşi doğdu mu, herkes kıymetine göre görgü sahibi olur, hakikat alemindeki yerini bulur. Yolcuya bu yol aydınlandı mı, dünya gözüne gül bahçesi gibi görünür. İçindeki sırrı görür o, deriyi görmez.

Not 3: “Hüzün/çok eski bir öykü/oralarda
Atlıların artık olmayan atlarını
Artık kaçan bir uzayın kaynar kayıtlarına
Yürütüp aşkla yorarak
Bengisu taşıdıkları o ilk yazdan
Güze kalan bir gül taşılı
Buruk bir andaç” (İlhami Çiçek)

Not 4: İnsanlar artık aya, güneşe Lât ve Menât putuna tapmıyorlar ama devlet adamlarına , piyasaya , makinalara, teşkilatlara, teorilere tapıyorlar.
Üç Zor Mesele, İsmet Özel

Not 5: Yeni bir diziye ya da filme başladığımda azcık karışıksa salla gitsin nasılsa anlamayacağım diye kapatıp Büyük Hazineyi, Bizimkiler'i, Kurtlar Vadisi Pusu'yu ya da Teke Tek Bilim'i açıyorum. Anlamama riski sıfır, izlerken kafamda trilyon tane şey dönse de sorun yok, müthiş bir konfor.

Not 6: TÜCCARLARIN batma sebepleri;

1) İşler hep aynı gidecek zannedip, kontrolsüz büyümeleri ya da kontrolsüz harcamaları.

2) Ödeme alamazlar ya da kazık yerlerse, icra takibi yapamayacakları kişilerle iş yapmak ya da sözleşmeleri adam gibi bir icra avukatına hazırlatmamak.

Not 7: Hem dünyada hem de Türkiye’de kimse “İnsana sadece elinin emeği vardır” ayetinde berraklaşan hakikate inanmıyor. “Rızkın insanın üzerine kayıtlı olduğu” gerçeğini bir an olsun aklına getirmiyor. Parayı çabucak ve kolayca elde etmek tek geçer akçe. Bu da “kerizleri silkelemek” için eşsiz bir fırsat sunuyor keriz silkeleyicilere. Borsa, faiz, kripto piyasası gibi nispeten “legal” keriz silkeleme organizasyonlarının yanı sıra pek çok başka operasyona da maruz kalıyor artık insanlar.

Not 8: Arzusunu hırsıyla birleştiren insanı dolandırmak, dolandırıcılığın en kolay yoludur. Daha geçen gün bir hanım abla Urfa’da yüzlerce kerizi “Göbeklitepe’nin enerjisi çok yüksek çünkü burası uzaylıların terminali” cümlesiyle kafalayıp silkeledi mesela. Bu hanım ablanın kerizlere yarı çıplak zikir yaptıran versiyonu da var,
5 yıldızlı otelde muhafazakâr sosyeteyi dolandıranı da.

Not 9: Ölülerin ne kadar çabuk unutulduğunu bilseydiniz, diğer insanlara hava atmak için 5 kuruş para harcamazdınız.

Not 10: Sahil bandı halkın kamunun malıdır.
Kimse çeviremez, engel koyamaz, üç beş şemsiye, beş on şezlong koyup bunları abartılı rakamlar ile millete sunamaz.
Ayrıca kıyı kenar çizgisini bozacak imalat ve icraat yapamaz.
Kıyılarımızı, sahillerimizi HALKA AÇIN!
Engel çıkaranların yakasına yapışın.
Çevre kanunu, Kıyı kanunu ve Tüketici Kanunu ile KABAHATLER kanunun eksiksiz uygulayın.

Not 11: Tasarruf genelgeleri geldi.
Halen şölen, festival, uyduruk işlere para harcanıyor.

Not 12: Halihazırda enflasyonun birinci nedeni katılaşan beklentiler, az fark geriden de bu tüketim çılgınlığı geliyor. Ekonomist ağzıyla, iç talep arzdan daha hızlı büyüdüğü için, fiyatlar yükseliyor.  Hane halkı tüketimine çok sert bir darbe indirmeden enflasyona kalıcı çözüm bulmak çok zor.

Not 13: Ekonomi aşırı sıcak, soğutmak için yeterli çaba yok, kendi başına da soğumaz. Baz etkisi ve sabit kur sayesinde, yıl sonunda TÜFE %40’lara düşer. 2025 yılında ek tedbir alınmazsa %17-20’lere filan gerilemesi hayaldir.  Ekonomi takımı ve bazı ekonomistlerin öne sürdüğü gibi, ekonomide soğuma başlamış olamaz.

Not 14: Cumhuriyet tarihi boyunca emekçiler birkaç dönüşüm krizi yaşadılar. Bunlardan bir tanesi Büyük Buhran döneminde, bir diğeri İkinci Dünya Savaşı sırasında, üçüncüsü de 1980 darbesinden sonra yaşandı. 2015-2022 krizi ise derinliği ve yoğunluğu bakımından önde gelir.
Yüzde olarak hesaplarsak emekçiler milli gelirdeki paylarını 7 yılda 10,1 puan kaybetmiştir. Buna mukabil emek dışı gelir türlerinin tümünün ise aynı oranda geliştiğini görüyoruz. Yani sermayenin ihya olduğu, emeğin ise kaybettiği bir dönem. Üstelik emekçiler için AKP’nin neo-liberal dönemdeki ikramı da yok; tüketim de telafi edilmemiştir. Çünkü reel gelirler de düşmüştür.

Not 15: Parlamenter sistemin bazı özellikleri var; devrimci örgütlenme yöntemlerini dışlıyor, ister istemez kitle partilerine prim veriyor. Sosyalist ve devrimci partiler de bu zehrin içine giriyor. Ayrıntıya girmenin de, isim vermenin de gereği yok ama kendisine Marksist diyen, devrimci veya Leninist olduğunu iddia eden legal üç-dört parti var; fabrikalarda ne kadar temsilcileri var? Galiba 2020 yılında, kargoculardan başlayarak, kendiliğinden sınıf hareketleri patlak verdi. Migros depolarını yöneten sermayedarın evini buldular ve orayı kuşatmaya başladılar. Sınıf mücadelesi böyle yapılır. Ama hangi parti bunu sürükledi? Yok! Bunun cevabı yok, çünkü parti yok. Meselenin diğer bir boyutu ise demin söylediğim ideolojik hegemonya. Kitleler kurtarıcı arıyorlar. Yani kişiler önem taşıyor. Parlamenter sistemin yapısı içinde bile muhalif kitle lider arıyor, örgüt aramıyor, örgüt bulamıyor.

Not 16: Ekonomi politikaları bağlamında konuşursak, en azından ana muhalefet, neo-liberal modelden kopuşu hâlâ savunamıyor. Bir türlü o adımı atacak cesareti gösteremedi. Muhalefet sınıf programı yapabilse; madde bir: Büyük bölüşüm şoku telafi edilmeli. Emekçilerin kayıplarını yoktan var edemezsin. Ancak sermayeden alarak var edebilirsin. Sermaye o kadar ihya olmuştur ki, milli gelirdeki payı yüzde 10.1 puan artmıştır ama servet payı daha da artmıştır. Çünkü servet payı diğer tarafa hiç intikal etmiyor. Türkiye’de emekçilerin net servet payı negatiftir!

Not 17: Türkiye’de ücretli ve yoksul emekçi kesimin net servet pozisyonu son yıllarda negatife dönüşmüştür. Dolayısıyla muhalefet sınıf politikası yapmaktan kaçınıyor; hiçbir zaman servet vergisi alacağını söylemedi. Kem-kümle AKP bile bir ara değerli konut vergisi koydu. Ama kendi yarenlerinden o kadar tepki gördü ki, dondurdu. Değerli konut vergisi değil, servet birikimlerinden ve rantlardan vergi alacak bir operasyonla bölüşüm kaybını telafi edeceksin. Mehmet Şimşek büyüme ortalamasını yüzde 5 olarak koyarak göz boyamacılık yapıyor. Çünkü bir yerlerden duymuş ki, yüzde 5 büyüme olmazsa, işsizlik artar. Yani Şimşek işsizlik oranında oyun yapıyor. Ama bu büyümeyle işsizlik yüzde 5’e inmez, yüzde 10’da kalır. Geniş anlamda işsizliği azaltmak için Türkiye’nin durgunlaşmaya tahammülü yok. Türkiye’nin radikal bir kopuşa ihtiyacı var. Onun için bölüşüm telafisiyle beraber kamunun öncülüğünde kapsamlı bir büyüme yörüngesi savunulmalıdır. Eğer Türkiye toplumunun emekçi sınıfları önümüzdeki yıllara dair göreli ve mutlak durumlarını düzeltecek derecede bir geleceği özlüyorlarsa, yüksek tempolu bir büyümeyi savunmak ve bu büyümenin ilk finansmanını sermayeyi vergileyerek gerçekleştirecek bir programa angaje olmak zorundadır.

Not 18: CHP için; sınıf programı yapacaksan, sermaye sınıfıyla hesaplaşmayı göze alacaksın. İkincisi, emeğin kayıplarının telafisi için de hesaplaşmadan olmaz. Üçüncüsü, neo-liberal reçetenin sana sunduğu durgunlaşmayı aşmak için dinamik ve yine emeği gözeten bir inşa programına geçmelisin. Onarım programı, emeğin kayıplarının telafi programıdır. İnşa programı ise ekonominin dinamizm bir yörüngeye taşınmasını; dış dengeleri hedefleyen yapısal bir dönüşümü de içererek büyüme ivmesinin yükseltilmesini gerektirir. Türkiye’nin emekçi sınıflarına adım adım gönenç getirecek bir programdır.