Sanki birdenbire Sodom ve Gomore şehirlerinin talihsiz insanlarına dönüştük. Sanki eski ahidin içinden zamanımıza fırlatılmış bir Lut kavmiyiz, bir inanç selinde ahlaksızlıktan boğuluyoruz.

Hikâye “Tevrat”ın “Tekvin” bölümünden: İki melek akşam saatlerine Sodom’a vardılar. Lut Sodom’un kapısında oturuyordu. Onları görünce karşılamak için kalktı, yere kapandı, evine buyur etti. İki melek Lut’un evine gitti. Şehre iki melek geldiğini öğrenen Sodom’un her mahallesinden genç yaşlı adamları, evi sardı. Lut’u çağırıp “Bu gece senin yarına giren o adamlar nerede? Onları bize ver ve onları bilelim” dedi. Lut, evi saranlara onlara kötülük etmemesi için yalvardı. Hatta evi saran azgın kalabalığa bekâr kızlarını vermeyi teklif etti. Fakat kalabalık “bilmek” için adamları istiyordu. Lut’u itip geçtiler, kapıya yanaşınca melekler onları kör etti.

Kuran, hikâyeye daha realist bir dille yaklaşıyor. Şuara Suresinde ve şöyle: “Siz bütün yaratıklar içinde erkeklere mi yaklaşıyorsunuz. Tanrınızın sizin için yaratmış olduğu kadınlarınızı bırakıyorsunuz da? Hayır, siz sınırı aşmış bir kavimsiniz.
Bunun üzerine melekler Lut’a ailesini alıp şehirden çıkmasını söylüyor. Karar vermişler bu çürümüş şehri harap edecekler. Lut’u, karısını ve kızlarını şehirden çıkarıyorlar, yükseklere kaçmalarını ve arkalarına bakmamalarını salık veriyorlar. Sonra Sodom ve Gomore üzerine göklerden kükürt ve ateş yağıyor. Fakat Lut’un karısı da dönüp yanan şehre bakıyor ve bir “tuz direğine” dönüşüyor. O da çürümüşler arasındadır. Dönüp arkaya bakanlar, çürümüşlerdir.

Tekvin hikâyesinin gerisi daha tuhaf. Şehirden çıkmasına izin verilen tek “ahlaklı” adam olan Lut kızlarıyla beraber dağda oturmaya başlıyor. Kutsal kitaba göre kızlar babalarının kocamasından ve herkes öldüğü için yanlarına girecek adam bulunmamasından endişeli. Babalarını sarhoş edip koynuna giriyorlar. Böylece Lut’un iki kızı da babalarından hamile kalıyor. Çürümeden çıkarılan din kültürü ve ahlak bilgisidir.

Dinleri olan ve ahlaka ihtiyaç duymayanların yönettiği kanlı karanlık bir zaman aralığına esinini veren bir hikâye bu.

Sodom ve Gomore şehirlerinin talihsiz insanlarına dönüştük. Sanki bir inanç selinde ahlaksızlıktan boğuluyoruz. Sanki kapitalizm bütün insanlığı çürüttü, kirletti. Ahlak yetmezliğinden paramparça edilmek üzereyiz.

Hz. İbrahim peygamberin çaresizliğine düştük. Nasıl mı?

Tanrı Sodom ve Gomore’yi yok etme niyetini İbrahim’e açıkladı. İbrahim Tanrıya, ahlaksızların arasında ahlaklıları da yok etmesinin doğru olmayacağını söyledi. Tekvin’e göre, Tanrı, İbrahim’e şehirde 50 salih adam bulabilirse şehri yakmayacağını söyledi. İbrahim aradı, şehirde salih 50 adam bulamadı. Bu pazarlık onar onar inerek 10’a kadar sürdü. İbrahim şehirde 10 salih adam bulamamıştı. Sodom’da Lut kavminin trajedisidir bu.

Ülkenin her köşesinden Lut kavminin sapıklığı ile yarışan tuhaf hikâyeler fışkırıyor. Baksan aralarında 50 salih adam yok; bir inanç selinde ahlaksızlıktan boğuluyoruz. Küle dönmek üzere olan şehirlerden yükselen iniltiler duyduklarınız. Parçalanıyor, çözülüyor eski dünya. Her yanından ahlaksızlık fışkırıyor. Tuz direkleri her yanda. Ahlaksız ve merhametsiz bir güruhun işgali altında ülke. Sahte bir dindarlık kaftanı geçirildi üstüne fakat. Alttaki gerçek Tekvin’in yanan şehirleridir. 

Son söz: Her din, dünyayı aşan bir hakikatı tebliğe çalışır, fakat aşmak istediği o dünyanın ağına düşer. (Robert N. Bellah) 

Not 1: Ne diyor Powell?

* Enflasyon bir numaralı ve uzun soluklu tehlike.
* Artık tek görevimiz enflasyon canavarını inine sokmak.
* Birkaç ay enflasyon verileri gerileme gösterse dahi, aldanmayacağız. Çekirdek %2’ye inip oradan yukarı çıkamayacak kadar gücünü yitirinceye kadar vuracağız kafasına sıkı para politikası ile.
* Vereceğimiz zararı biliyoruz ve bedel ödemeye de hazırız. ABD ekonomisi uzun süre potansiyelin altında büyür, işsizlik artar.

Gelecek günleri iple çekiyorum. Her gün düzinelerce fon yöneticisinin işten atıldığını, camdan uçarak hayata vedaları keyifle izleyeceğim.

Not 2: İngiltere liginde –Premier League– dün bir takım –Liverpool– rakibini –Bournemouth– tam dokuz golle yendi. 
Yenilen takımın teknik direktörü her golden sonra mutlaka tırnaklarını yemiştir.

Peki ya yenen takımın antrenörünün ruh hali nasıldır?

Jurgen Klopp maçtan sonra, “Saygısızlık olur diye duramazdık” diyerek o soruya kendileri açısından cevap vermiş oldu.

Manuel Pellegrini’nin, yıllar önce, Manchester City direktörüyken, yine böyle bol gollü bir maçta, ardı ardına dört gol atan takımın golcüsü Sergio Agüero’yu, maçın bitmesine bayağı bir süre varken, kenara çektiğini hatırlıyorum. 
Rakibi fazla hırpalamamak gerektiği düşüncesiyle…

Bol gollü maçı, dün, adı ne zaman geçse hep ’suç örgütü lideri’ olduğu hatırlatılan Sedat Peker’in son mesaj yağmurunu aklımda tutarak izledim.

İddiaları sizin-benim gibi yakından takip ediyor, kendi aralarında mutlaka konuşuyorlar, ancak sıra herkesin merak ettiği güncel konularda kalem oynatmaya veya laf üretmeye gelince, kalemleri yazmıyor, dilleri tutuluyor.
Arka arkaya goller böyle yeniyor.

Bir gol, bir gol daha… Yedikleri her golden sonra, açıklama yağmurunun dinmesini beklemekten başka bir şey yapmıyorlar.
Pellegrini takımının golcüsünü oyundan alarak gollerin önünü kesmeyi yeğlemişti; Klopp ise gol yağmurunu durdurmanın rakip takıma karşı saygısızlık olacağını düşünerek oyuncularını serbest bıraktı.

Bir ara bizde de mesajlar kesilmişti, sonra yeniden başladı.

Sedat Peker, son mesajında, “Gülşen’i tutuklatarak açıklamalarımı perdelemek istediler, Pazartesi günü onu serbest bıraktırarak dikkatleri daha sonraki açıklamalarımdan uzaklaştırmaya çalışacaklar” iddiasını ortaya attı.

Pazartesi, yani yarın.

O bunu söyledi diye Gülşen serbest bırakılmayabilir mi?

Nasıl bir ülke olduk yahu?

Not 3: Tarımda geriatri yaşanıyor. Gençler tarım sektörü ile uğraşmak istemiyor. Köyleri terk ediyor. Tarım arazileri yaşlıların inisiyatifine,  gayretine terk ediliyor. Orada da ne yapılabilirse o aktive ediliyor.

Girdi fiyatlarını bahane edersin. Haklısın da… Ama tarlanı ekip biçmek, kendiliğinden biten armudu toplayıp pazara götürmek gerekirken enflasyonu bahane edemezsin… Dilimde pelesenk oldu; “elden gelen öğün olmaz, o da vaktinde bulunmaz.”

Tarım sanki utanılacak bir şeymiş gibi; ‘efendim zengin olmak için bilişimde teknolojide üretici olmak bize yeter’ gibi tuhaf fantezilere saplanıyoruz. Tarımda kendi hazinemizin dilencisi olduk. Kendine yeter ülke idik, şimdi gıdada dışa bağımlıyız. CENNET vatan; eğer üretmez isen CİNNET vatan oluverir.

Not 4: Uluslararası ölçekte her şey, kredibilite üzerinden yürür. Bir kere kaybetmeye başladığında kaçak, göçek göçmen muamelesi görürsün. Diğer ülkeler sizi her an “düzen bozucu” ve tehdit olarak algılar. Bulunduğun her ortamda geriye itilirsin. Katma değerli ürünlerin bile yok pahasına kenara itilir. İhtiyaca cevap vermenin bile bir önemi kalmaz. Ülkeleri var eden, saygın kılan dürüstlük, disiplin, yüksek ahlaki değerler; ekonomiden şirket işleyişlerine kadar sirayet eder. Ülkede bozulan makroekonomik dengeler, yükselen hayat pahalılığı uluslararasındaki itibarı da alıp götürüyor.

Not 5: Sürekli şırıngalanan morfinin etki süresi kadar. Unutulmasın ki ekonomik bünye zayıflatılmış, kurumlar çürütülmüş, emeğin geliri budanmış ve enflasyon zıplatılmışsa sıcak para gibi ağrı kesicilerin etkisi uzun sürmez. Hatta gerçek tedavi ertelenmiş olacağından çözümün maliyeti daha da artar.

Not 5: ABD'de olduğu gibi, her bölgenin BAŞ SAVCISI halk tarafından seçilseydi, şimdi savcılar nerede diye sormazdınız.

Türkiye'nin sorunu SİSTEM.

Savcı ne yapacak?

Harekete geçeni sabahına Fizan'a sürerler.

Merkeziyetçi sistemlerde adalet olmaz!

Yaşananlara dar bakmayın.

Bunlar BİREYSEL SUÇ değil, ORGANİZE SUÇ.

Benim tahminim, 2023+ dönemde PARALEL DEVLET davalarının ikinci kısmı açılacak.

Şu anda, açılacak bu davalara kamuoyu psikolojik olarak hazırlanıyor.

Geniş bakın.

Not 6: Adaletin buharlaştığı bir yerde her şey sıradanlaşır, berraklık kaybolur ve hikmet toplumun her kesiminin elinden uçup gider. Yerine düşünmeden sadece popüler olana, çoğunluğun ve gücü elinde bulunduranların meşruluk ya da had dayatmasına kayıtsız, şartsız uyup kalabalıkta kaybolup gitmeyi tercih ediyorlar. Güç sahipleri ise artık kendi keyfiyetlerini genele dayatmak için her türlü sansür, keyfi tutuklama ve kitlesel gözaltı, gerçeği manipüle etmek veya uydurulmuş gerçeklik dayatmak vb. şeyleri devletin yönetim sanatının/saltanatının olağan araçları haline getirirler.