"Koç katma" zamanını bilir misiniz? Ya da “Koç Katma” gibi bir kavram duydunuz mu? Boşuna Google’ı taciz etmeyin. Ben arz edeyim. Koç katma, koyun, keçi diye isimlendirilen “davar” milletinin hallerine dair bir kavramdır. Koyunun erkek kısmına “koç” denir. Keçininki “teke”dir ama bu risalede bahis dışıdır. Kasım ayı geldi mi koç kısmına bir haller olur. Sağa sola tos atmaya başlarlar. Tıpkı köy yerinin delikanlısının evlenmek istediğine dair işaretleri evin içine bırakması gibi.  Babanın ayakkabısının tabanına çivi çakmak ya da ayakkabının içine su dökmek türünden eylemler bunun masum alametleridir.  Bunlar köy yerinin icaplarıdır. Şehir yerinde görülmez.

Koç dünyasında bunun karşılığı başkadır. Koçların bu talebi adeta yardım çığlığıdır. “Bana karı bulun” manasına gelir. Ne var ki bir iki dişi bunların hevesini kesmez. Bütün dişileri isterler.  Kasım ayı geldiğinde ağıllardan gelen takır tukur seslerinin aslı budur. Kızışmış koçlar kavga eder, attıkları toslar takır tukur sesler çıkarır.  Dişiler de bu seslere bakıp erkeklerini seçerler. Tokuşturma anında çok ses çıkaran erkeğin kafası, dişilerin üzerinde “entelektüel kafa” etkisi yaratır. Kafa tokuşturma işini fikir mücadelesi gibi görürler.  Bir de o koçun kuyruk kısmı heybetliyse seçim dört dörtlük demektir. Yağlı bir kuyruk, Etiler’de bir aşağı bir yukarı turlayan zengin aile çocuğunun altındaki Ferrari gibidir. Davarların aklını başından alır.  Ağılın baskın erkekleri böylece belirlenir. Koç katma zamanının şampiyonları kasım ayında faaliyete geçerler. Mevcut ne kadar dişi varsa tek tek haklarından gelirler. Dişiler döllenir. Yeni nesil kuzulara gebe kalır. Koç sürüye katılmış olur. Erkekler de rahatlar.

Bizim de ülkece iyi bir koça ihtiyacımız var. Gelecek devletin başına, cesaretle gereksiz kafaları koparacak, siyasetçilerin ve bürokrasinin saltanatına, yolsuzluğuna ve israfına son verecek. Başka türlü kurtuluşumuz yok. Başka türlü rahatlama da yok.

Sürüye koç lazım..O koç da şüphesiz Ekrem İmamoğlu, o olmadı Mansur. Ve fakat kesinlikle iktidara koltuk değneği olma yolunda giden iktidarı şımartması Baykallaşan Özgür Özel değil. Türkiye ve muhalifler bir Kılıçdaroğlu sendromunu daha kaldıramaz. Özgür Özel ayağını başını oynatmadan erken seçim istemeli ve CHP Ekrem veya Mansur’un arkasında kapı gibi durmalı. Yoksa tarih özgür özeli ve etrafındaki Savcı Sayan ve sevigen tarzı Ali Mahir Başarırları affetmez.

Allah aşkına bir düşünün, millet belediye seçimlerinde oy kullanırken. Özgür Özel’in bağırmasını yoksa Ekrem Bey’in siluetini mi aklına getirdi? Ekrem Bey olmasa Kemal Bey CHP başkanlığından alınabilir miydi? Herkes haddini bilecek. Şeyh uçurmaya meyilli müritler kendine gelsin.

Son söz: Bir taraftan “yumuşama” ihtiyacından dem vurulurken diğer taraftan bu hukuksuzlukların hız kesmeden tam gaz devam ediyor olması, yine iktidar siyasetinin samimiyetsizliğini gösteriyor.

Ve seçim sonucunun mecbur bıraktığı görüşmeyi, iktidarın ne zamandan beri peşinde olduğu “yeni anayasa” projesine ana muhalefeti de ortak etmek için kullanma niyetini ele veriyor.

Bu proje ile varmak istediği asıl hedefin ise Erdoğan’a dördüncü kez aday olma yolunu açmak ve tek adam rejimini daha da tahkim edip pekiştirerek sürdürmek olduğu çok belli ve aşikâr.

Ana muhalefet bu oyuna gelmemeli ve alet olmamalı. Tersine hukuk ve demokrasi vurgularını, bütün hukuksuzluk mağdurlarını kapsayacak mesajlarla seslendirmeli ve demokratik muhalefeti parlamenter sistem ortak paydasında buluşturma çabalarını canlandırarak tek adam rejimine karşı demokrasi mücadelesini güçlendirmeli.

İkaz: Ne kadar gereksiz DEVLET KURUMU, o kadar TALAN.

Devleti organizasyon olarak küçültmeden, bu iş düzelmez.

Tadımlık: Penceresiz evlerin kuytu köşelerinde geçti ömrüm

Bundan dolayı olgunlaşmadı ruhum hiçbir zaman

Çocuksu bir mahzuniyet terk etmiyorsa esmer yüzümü

Kararsız şekilde davranıyorsam yol ayrımlarında

Karanlıklarda geçen güvenilmez gecelerin faturasıdır bu..

Mustafa Akgül

Kulağa küpe: Yüksek enflasyonun sebebi dış etkenler, yanlış kararlar veya bilgisizlik değildir.

Yüksek enflasyon bilinçli bir tercihtir.

Elinizi vicdanınıza koyun, fildişi kulelerinizden lütfen inip halkın perişanlığını bir gözlemleyin ve bu duruma bir ad koyun, bu duruma bir izah getirin, bu korkunç manzarayı hangi inanç sistemi oluşturmuş, toplumun sadece ufak bir kesimini mutlu eden bu sonucu oluşturanlar hangi ahlak ilkelerinden beslenmişler acaba?

Yoksul, mecburiyetten ötürü, imkânsızlıktan ötürü ödeyemediği her hangi bir faturasının karşılığını hem kat kat cezası ile ödüyor, hem de faturasını ödeyemediği o enerji gurubundan günlerce, haftalarca mahrum kalarak ödüyor ama, memleketin kaymağını yiyen, ihale ağalarının, servetleri hesapsız bir avuç zenginin vergi borçları, yıl içinde defalarca hem de, milyon dolar hesabıyla silinip, affediliyor.

Bu garip manzaranın, bu acı tablonun çeyrek asırdan beri mimarlarının oy kayıplarına acıyan, hâlâ, körü körüne onları savunan kitlelere sesleniyoruz, lütfen bu vaziyetin adını siz koyun.

Birilerine bir buçuk milyon maaş, kalabalık kitlelere on bin TL, birileri, bilmem ne bakan yardımcısı olduğu için milyon TL maaş alıyor, kalabalık kitleler, ıstakoz ve Rolex ashabının bir öğünde harcadıkları parayla tam bir ay idare etmek zorunda bırakılmış ve üstelik bu yoksullar sık sık, sabırsızlıkla ve şükürsüzlükle suçlanıyorlar.

Tamamen kararmadıysa, zerre kadar beyaz kısmı kaldıysa eğer, elinizi vicdanınıza koyun ve bu durumun adını siz koyun.

Bu gidişatın inanç kodları nedir ve ahlak kodları nicedir?

Uyarı: Bir ara SİGARA içen liseli pek kalmamıştı.

Şimdi yine moda olmuş.

Not 1: Kadınlar biz erkeklere ellerini tutturunca nikaha götüreceklerinden eminler. Bu tespitlerim A/B grubu için geçerli. Bu grup okumuş yazmışları kapsıyor. Erkek ne kadar çok okursa o kadar gerçeklerden kopuyor. Bakın Esra Erol’un programlarına. Bütün kitle tabanı C/D grubundan kimseler. Çoğu ikişer üçer evlilik yapmış. O da yetmemiş. İnternetten girdiği sosyal sitelerden tanıştığı erkeklerle ilişki kurup onlara kaçmış. Geride üç beş evlilik, bir iki yasak ilişki, bir yığın rezillik var. Ortada kalan çocuklar hiçbirinin vicdanını titretmiyor. O programda bir de “devlet” sözcüğünü ağzından düşürmeyen “Avukat Hanım” var. Eline fırsat geçti mi o zır cahil kadınları acımasızca fırçalıyor. En büyük dayanağı da “Bizim toplumda aile yapısı bu değil” şeklinde. Bizim aile yapısı bu minvalde olmasaydı, siz programa çıkaracak kadın bulamazdınız. Genel aile yapımız tam da böyle işte.

Not 2: Milletin parası ne güzel ÇITIR ÇITIR yeniyor değil mi?

Lüks otomobiller, lüks makamlar, gezmeler, tozmalar, özel şoförler, yardımcı personeller, korumalar...

Türkiye'de fabrikalar PASSAT'a düşerken...

PADİŞAH seçsek, sadece o yese, bu kadar israf olmazdı.

Not 3:  “Ben dünyaya birileri beni bir şeylere zorlasın diye gelmedim.

Kendi üslûbumla nefes alacağım.”

- H.D. Thoreau

Not 4: “Fiyatlar gerçekten yüksek ama neden çılgınlar gibi dışarıda yemek yiyoruz? Evde 3 liraya mal edebileceğimiz şeyler var” diyenlere sormak lazım. Ekmeğin 10, simidin 15 liraya satıldığı yerde 3 liraya ne kaldı? Açıklasalar da öğrensek…

Not 5: TOKİ yapmak faydalıdır.

EYT gibi işler ise zarar verir.

EYT'ye harcanacak parayla, konut yapılmalıydı.

Yaşam maliyetlerini düşürmek gerekiyor. Birilerine kaynak aktarmak değil.

Not 6: Piyasada EV yok, ama EVLİLİK kurumu güçlenecekmiş.

Batı ahlakımızı bozuyormuş, yoksa herkes evlenecekmiş ama...

Not 7: TARIM SANAYİSİ, köylere kurulur.

Dondurulmuş gıda, konserve, turşu, salça, alkollü içki, meyve suyu, reçel...vb. tonla ürün var.

Batı'da sistem böyle. Köylü zengin.

Not 8: "Revâ mı, içimde soluklanan kuşların kanatlarını kırmak?"

Nurullah Genç

Not 9: Zarifoğlu’nun “Müsaitsen şayet, seninle biraz

kavuşmaya ihtiyacım var.” dediği yerdeyim..

Not 10: 'Efkârın aşılmaz, yalnızlığın kaçınılmaz olduğu vakitler..''

Şair Cahit Zarifoğlu

Not 11: Ülkede (5 milyon Suriyeliyi bir kenara bırakırsak) hiçbir kanuni gerekçeyle varlıkları kabul edilemeyecek 72 milletten 8 milyon kaçak vardır. Bunların kahir ekseriyeti niteliksel kaba işgücüdür. Bizim uyanık işverenlerimiz ayda 200 dolara bu kaçakları çalıştırıp sömürmektedirler. Sonra da “Türkler çalışmak istemiyor!” demektedirler. İşte bu 8 milyon kaçak ücretleri aşağıya doğru çeken bir etki yaratmaktadır.

Türkiye imalat sanayinde firmaların yüzde 90’ı mikro ölçeklidir. Haliyle düşük sermayeli bu firmalar niteliksiz iş gücü talep etmektedir. 40 bin TL asgari ücret verecek donanıma sahip değillerdir. Ülkede suç ekonomisi büyümüş, kayıt dışı ekonomi artmıştır. Merkezi ve yerel yönetimlerde usulsüz ve denetimsiz harcamalar, kontrol edilmeyen ve hesapsızca verilmiş krediler, seçim ekonomisinin parçası olan zengin Türklere ve yabancılara servet transferi ülkenin üretim gücünü topyekûn düşürmektedir.

Eğer bu problemler çözülmezse, korkarım, asgari ücret artık açlık sınırında bile verilemez olur. 

Not 12: Hayat o kadar pahalı ki.

Ve o kadar çok para konuşur olduk ki.

Sabahtan akşama kadar, hatta geceler boyu kaç lira olmuş, bu kaç lira olmuş.

Aidat konuşmaktan, 1 paket Türk kahvesinin 46 TL olmasından, dışarıda 1 bardak su, 1

fincan kahve içememekten şikayet eder durur olduk.

Sosyal medyada herkes ödediği fişi paylaşıyor.

Balıkçıya gidip balık yemek mi, yalan oldu, hayallerde kaldı.

Yazık değil mi bize.

Para ahlaksızlığı yarattı, önüne geleni de ardına kattı.

Parası olan her türü olmazı, çakallığı, yalanı dolanı yaptı.

Sonuç ne oldu raporları temiz çıktı.

Eh işte o zaman, bütün yalanlar para ile doğrulanır oldu.

Biz.

Dertliyiz çok.

Bahar gelmiş, çiçekler açmış, yağmurdan yıkanan ağaçların yemyeşil yaprakları parlamış.

Tabiat şahane, tabiat pırıl pırıl.

Ne gökyüzüne bakar olduk, ne ay dede ile göz göze gelir olduk, ne de bulutların farkındayız.

Kim farkında?

Kimin umurunda?

Not 13: Amerika'da TikTok yasaklanıyor.

1 ay içinde, TikTok ya ABD’ye satılacak ya da kapatacaklar.

Adamlar diyor ki, bu uygulama yüzünden ulusal güvenliğimiz tehdit altında.

Bu platformlar çok güçlü, bu nedenle çok tehlikeli diyorlar.

Eee hani özgürlükleri ülkesi idi.

Bizde bu uygulama kapatılsın diyen çoğunluk var.

Ben de kapatılsın istiyorum.

Bizde böyle bir girişim olursa, Twitter saldırganları kim bilir neler yazacaklar.

Saldırganlara rica edelim, bu çağla bu yasaklamaların bir ilgisi yoktur.

Özgürlükle hiç alakası yoktur.

Ya Fransa.

O da özgürlükler ülkesi güya.

Fransa Cumhurbaşkanı Makron, bir uzman heyeti görevlendiriyor.

Bu uzmanlar grubu, çocuklar ve internet ilişkisi üzerine sağlam bir çalışma yapıyorlar ve

rapor hazırlıyorlar.

Bakın neler var.

Yasaklar dolu.

3 yaşından küçük çocuklar ekran karşısına oturtulması.

6 yaşına kadar çok katı ekran sınırlamaları uygulanmalı.

11 yaşından küçük çocuklara cep telefonu verilmemeli.

13 yaşından küçüklerin cepten internete erişimi olmamalı.

18 yaşından küçük çocuklara sosyal medya yasaklanmalı.

Ve diyorlar ki.

Sosyal medya depresyon ve anksiyete için bir risk faktörü, çocuklar pornografi ve şiddet

içeren içeriklere endişe verici düzeyde maruz kalıyorlar.

Ve bütün bu yasakların uygulanacağı yasayı çıkaracaklarını söylüyorlar.

Aklın yolu bir değil mi?

Not 14: Yanlış enflasyon verisiyle oluşturulmuş reel kur endeksini baz alırsanız "TL aşırı değersiz" gibi yanlış çıkarımlarda bulunursunuz. 2021 başından itibaren gerçeğe yakın enflasyon endekslerine, örneğin İTO-ENAG ortalamasına göre, Türk Lirası %78 değerlenmiştir.

Not 15: İnsan beyni hayatta kalma güdüsüyle hemen her türlü koşula adapte olabilecek şekilde çok esnek çalışıyor.

Bu çalışma biçimini ve sınırlarını anlayan bir akıl bireylere yakın hayati tehlike hissettirmeyecek aksiyonlarla bir ulusu/toplumu uzun vadede sessizce bitirebiliyor.

Not 16: Erdoğan’ın 26 kişiden oluşan MYK Toplantısında “mülakatın kaldırılacağını kim söyledi?” sorusu bana Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Politikada 45 Yıl kitabında anlattığı şu anekdotu hatırlattı:

“1923 seçimlerinden Mardin’den mebus çıkarak Ankara’ya gelişimde şöyle bir durumla karşılaşmıştım. Büyük Millet Meclisi henüz ikinci devre çalışmalarına başlamamış, hükümet ise, Başvekil Rauf Bey’in Hariciye Vekili, İsmet Paşayla arası açılarak başını alıp gidişinden beri, var mı, yok mu diye sorulacak bir hal almıştı. İsmet Paşa, henüz Lozan’dan dönmemiş bulunuyordu.

İşte, bundan dolayı, Mustafa Kemal’in, Ankara’ya varışımızın ertesi günü bizimle görüşüp konuşması bu hükümet meselesi üzerinde cereyan etmiş ve ilk sözü de, şimdi müze haline çevrilmiş eski Millet Meclisi’nin derme çatma istirahat salonunda “Kimi başvekil yapalım?” diye sormak olmuştu. Eski ve yeni mebuslardan on kişiydik. Bu beş on kişiden henüz sağ olanlardan Yusuf Kemal Tengirşek ile Falih Rıfkı’dan ve benden ibaret olduğunu sanıyorum ve pek iyi hatırlıyorum ki Mustafa Kemal Paşa’nın bu sorusuna Yusuf Kemal Bey şu cevabı vermişti:

* Bunda düşünecek ne var efendim? İsmet Paşa Avrupa siyaset aleminde büyük bir muvaffakiyet kazanmış olarak dönmek üzeredir. Bugünkü Türkiye devletinin hukuki ve iktisadi mesnetlerini teşkil eden Lozan Sulh Müahedesi onun imzasını taşıyor. Başkanvekillik için ondan başka biri hatıra gelmez.

Biz de, can ve gönülden bu görüşe katıldığımızı belirtir birtakım mütalaalar ileri sürmüştük. Fakat Mustafa Kemal Paşa her birimizi ayrı ayrı dinledikten sonra:

* Doğru söylüyorsunuz. Lakin, beni bu hususta tereddüde düşüren nokta İsmet Paşanın sıhhi arızasıdır deyince hepimiz şaşırıp kalmıştık. O bu hayretimizi şu açıklamayla gidermek lüzumunu görmüştü:

Bilirsiniz ki, İsmet Paşa biraz ağır işitir. Bu halinin meclis müzakerelerinde kendisi için bir takım mahzurlar tevlid etmesi ihtimali vardır.

Bunun üzerine, biz “Peki ama, aylarca devam eden Sulh Konferansı müzakerelerinde hiçbir mahzuru olmadı da neden meclis görüşmelerinde olacak” demek istedik ama içimizden söyledik.”(Politikada 45 Yıl, Sh 44,45,48)

Belki de MYK üyeleri de Erdoğan’ın sorusunu yanıtlamışlardır ama içlerinden, kendileri duyacak kadar…. Böyle içlerinden söylenmişlerdir sanırım.

Not 17: 2002 sonunda Ak Parti tek başına iktidara geldiğinde, daha beş yıl önce kendi öncülü bir siyasi partiye karşı fiili darbeye teşebbüs etmiş askerin baskısından işte bu paylaşılan AB tam üyeliği hedefi sayesinde kurtuldu. Bu hedef için ilerlemekten başka çaresi yoktu Ak Parti’nin, çünkü bir yandan halkın arzusu zaten buydu, bir yandan da kendilerinin siyaseten varlıklarını sürdürmeleri buna bağlıydı.

Bugün aradan bunca zaman geçtikten sonra durumun tam terse döndüğünü biliyoruz; artık siyasetin, özellikle de ülkenin yegane seçilmiş yöneticisi olan Tayyip Erdoğan’ın alanı o kadar geniş ki, başka hiç kimseye neredeyse hiç bir alanda onunla çelişme, ona rağmen bir uygulama yapma imkanı yok.

Düşünün futbol federasyonu seçiminden kamu bankalarının uygulayacağı faize, üniversitelere atanacak rektörden Türkiye’nin yaptırmayı düşündüğü nükleer santralın işletme şartlarına ve aklınıza hayalinize gelmeyecek başka binlerce şeye kadar her konu, bizzat seçilmiş Cumhurbaşkanı tarafından karara bağlanıyor.

Yetki alanı genişliği o seviyede ki, örneğin Osman Kavala ve Gezi mahkumlarının veya Selahattin Demirtaş’ın hapisten serbest kalmaları konusunda da karar için Tayyip Erdoğan’ın ağzına bakıyoruz; Ankara’nın göbeğinde işlenen bir suikastın iddianamesini yazarken de siyasi hassasiyetleri gözetmek zorunda kalıyoruz.

Gerçekten de, işte en son ortaya çıkan Sinan Ateş cinayeti iddianamesi ibretlik bir örnek.

İddianameyi 17 ay sonra yazan savcı, ya Sinan Ateş’in ne sebeple bu denli büyük bir planlama sonrası öldürüldüğünü merak etmemiş ya da etmiş ama bulduğu cevabı iddianamesine yazmaya cesaret edememiş.

Sinan Ateş’i öldüren silahın tetiğini kimin çektiğini, o tetikçiyi kimin Ankara’ya yolladığını, Ankara’da Ateş’in öldürüldüğü gün kimin tetikçi için gözcülük yaptığını, sonrasında o gözcü ile tetikçinin Ankara’dan nasıl kaçırıldığını hepimiz biliyoruz ama bunca organizasyonun ne sebeple yapıldığını, Sinan Ateş’in neden öldürüldüğünü bilmiyoruz, çünkü savcı iddianamesinde bu netameli konuya hiç girmiyor. O yüzden o koca organizasyona ‘örgüt’ de demiyor. Oysa bal gibi örgütlü suç bu işte.

Neden netameli konulara girmiyor? Çünkü cinayet, iktidarın güçlü ortağı MHP’nin etrafında işlendi. Öldürülen de, öldürenler de doğrudan MHP ile bağlantılı kimseler ve bu yüzden bu cinayetin bir dokunulmazlığı var; ellerinden gelse tamamen örtbas edecekler.

Siyasetin alanı elbette geniş olmalı; siyasetçiler halktan aldıkları yetkiyle ülkeyi yönetmeli ama soruyorum: O yönetme alanı bu kadar mı geniş olmalı?

Osman Kavala’yı ve Selahattin Demirtaş’ı hapiste tutmak, Sinan Ateş cinayetinin nedenini ya arkasından başka bir şey çıkarsa korkusuyla araştırmaktan bile uzak durmak, siyasetin yetki alanı içinde mi olmalıdır?

Not 18: 2022 ve 2023 yılında şikâyetlerini dinlemekten yorulduğum devlet memurlardan 2024 yılında, neredeyse “tek bir şikâyet” bile dinlemedim. Çünkü yılbaşında verilen ek zamlarla, reel gelirleri arttı.

Bir defaya mahsus bu maaş artışların tekrarlanmayacağını ve önümüzdeki iki yıl boyunca “hissettikleri enflasyon”un daha yüksek olacağını garanti ederim. Reel gelirleri düşecektir. Ayaklarını yorganlarına göre uzatmaları tavsiye edilir.

Her zaman “Konut işi arsa, imalat, proje, malzeme ve işçilik fiyatlarına değil finansman kolaylıklarına bağlı bir iştir” derim konut geliştiricilerine; faizler düşüyorsa işler iyi, yükseliyorsa kötü gidecektir, bu kesindir.

Önümüzdeki iki yılda “tahripkâr bir daralma” yaşanacaktır, yeni iş almamalarını ve ellerindeki konutları hızla satmalarını öneririm.

İmalat ve ticaretle iştigal eden yüzbinlerce firmanın son üç yılda kazandıkları para, önceki 20 yılda kazandıklarından, dolar bazında bile birkaç kat daha yüksek olabilir.

Eşi benzeri olmayan bu dönem, geride kaldı ve tekrarlanmayacaktır.

Bu firmalara, “en güzel günler geride kaldı” stok yapmayın, aşırı borçlanmayın, maliyetlerinizi azaltın ve 2025’in “kâr yılı değil ar yılı” olabileceğini unutmayın derim.

Kendi işinde çalışanlar, kira, temettü, faiz geliri olanlar, devlet memurları, orta-üst ve üst kademe beyaz yakalılar ve benzerlerinin gelirleri matematiksel olarak yeterli gibi duruyor.

İyi kazanan bazı çiğ şahsiyetlerin lüks harcamalarını, güya şikâyet amacıyla, arsızca sosyal medyada ifşa etmekten çekinmezken; mütevekkil ve gürültüsüz bir şekilde ayakta kalmaya çalışan düşük gelirli işlerde çalışanlar ve emekliler adeta hayatla boğuşuyorlar.

Geçinmek çok zorlaştı.

Çift maaş artık yeni evlilikler için bir zorunluluk halini aldı.

Elden ayaktan düşmemiş emekliler çalışmaya devam ediyor veya etmeye çabalıyor.

Bazı emeklilerin evinin olması veya bir akrabasının evinde kalması, memleketten gıda desteği, BES, evlat ve akraba yardımları vs. gibi katkılar hayata tahammülü bir nebze olsun hafifletiyor, olabilir.

Böyle gitmez diyeceğim fakat maalesef bütün dünyada alt gelir gruplarının durumları umut vadetmiyor.

Not 19: Enflasyonla mücadele programında en kötü geride kaldı mı?

Cevap: Hayır.

Çünkü şimdiye kadar yapılan şey “enflasyon canavarının güreş meydanına çekilmesi”ydi.

Enflasyona önce faizler saldırdı fakat yenemedi. Yardımına “likidite daralması” gitti o da yetmedi. Şimdi de “maliye politikasını” yardıma çağırdılar yani kamu harcamalarının kısılmasını; onun da gücü yenmeye yetmeyecektir.

Tüketim harcamalarına ilaveten “yatırım harcamalarının kısılması” da istenecektir.

Bu da yetmeyecek ve “büyüme oranının %3’ün altına inmesi”, “işsizlik oranının tekrar %11’lere yükseltilmesi”, “sorunlu kredi oranının artması” ve ılımlı sayıda “firma iflasları” desteği de istenecektir.

Bütün bunlar yapılsa bile Enflasyon Canavarını yenmek mümkün olmayacağından bu defa “değerli TL” yardıma çağırılacaktır.

Değerli TL yani kurların reel olarak düşmesi, ithal edilen ürünlerin miktarını artırıp ve fiyatlarını düşürecektir.

İhracat olumsuz seyrederken ithalat artacaktır. Yani İhracatın ithalatı karşılama oranı düşecektir.

Enflasyonla mücadele araç ve politikalarının tümü el ele verip enflasyon canavarına birlikte saldırsa, en iyi ihtimalle onu üç yılda yenebilirler.

Piyasalar ve çalışanlar açısından “en kötü” yeni başlıyor.

Not 20: Dinler çağı bitti. İlgi azalması var. Zamanın ruhu. Çağ hedoni çağı oldu maalesef. Bir de geçim maişet derdi tüm haneleri sardı. Cübbeli Ahmet falan da rağbet görmüyor. Genel anlamda dinler çağı bitti. Cübbeli tarzı adamlar misyonlarını tamamladı, görevlerini yaptılar bittiler. Şahsen ekrana çıkartmanın kanala katkısı olacağını düşünmüyorum. Millet ekmek kuyruğunda et alamazken, cennetle müjdelemek fakirleri hiçbir anlam taşımıyor.