Seçimler yaklaşıyor. Bundan tam bir sene önce Hükümetin seçmen nezdindeki yeri sallantıda gibiydi. Dolar kurunun hızla yükselmesi KKM hesabının ihdası ile durdurulmuş, buna mukabil pandemi sürecinden kalan firma borçları, yüksek işsizlik can yakmaktaydı. Üstüne üstlük enflasyon canavarı da 20 yıl sonra yeniden başını kaldırmıştı. Vatandaşlar genel anlamda Hükümetten ve ekonomik durumdan şikayetçiydi ve bundan da muhalefet gayet memnundu. Muhalif medyada öyle bir hava oluşmuştu ki, seçimlerin çantada keklik olduğuna emin olunmuştu, muhalefetin Cumhurbaşkanı adayları yarıştırılıyordu, 20 yıllık AK Parti iktidarının sanki sonuna gelinmişti. Bu atmosferde meşhur “altılı masa” toplanmaya başladı. Evet, siyasette ekonomik problemler muhalefet için bir imkân yaratır ancak imkânlar eğer kullanılırsa sonuç doğurur.

Bir yıl önce oluşmuş olan havada muhalefeti oluşturan partilerin vatandaşın en can yakan problemlerine ortak çözüm önerilerini sür’atle getirmeleri, bunu en anlaşılır ve basit bir dille anlatmaları, doğru seçilmiş sloganları sürekli tekrar etmeleri, belli bir program ve adayla önerilerini ete kemiğe büründürmeleri gerekiyordu. Siyaset tam da budur. Yani ekonomik durum ve Hükümetin politikaları muhalefete gollük pas şeklindeydi. Muhalefetin yapması gereken de bu pası değerlendirip doksandan gol atmaktı. Bunun için ortak bir program etrafında kampanya planlanıp gerçekleştirilmeli, yani siyaset yapılmalıydı. Ancak bırakın gol atmayı, top taca bile çıkmadı. Muhalefet topu kaptırdı ve İktidar hızla kontratağa çıktı.

Şu anda durumu özetleyeyim: Birçok kamuoyu araştırmasının ortalaması bize AK Parti’nin yüzde 30-35 bandında, CHP’nin yüzde 20-25 bandında, İYİ Parti’nin yüzde 10-15 bandında, HDP’nin yüzde 10-15 bandında ve MHP’nin yüzde 5-10 bandında seyrettiğini bildirmektedir. Yani Cumhur İttifakı yüzde 35-45 arası, Millet İttifakı yüzde 30-40 arası oy oranındadırlar. Görünen köy kılavuz istemez; Cumhur İttifakı Millet İttifakından en az 5 puan öndedir. Meclis aritmetiğinin (HDP dahil) muhalefetin çoğunlukta olacağı bir tablo üretmesi büyük ihtimaldir. Cumhurbaşkanlığı Seçiminde Birinci Tur’dan sonuç çıkmayacaktır ve İkinci Tur’da kilit parti HDP’dir.     

Seçimin sonucunu HDP seçmeni olan vatandaşlarımız belirleyecektir. Özellikle bölgede HDP’nin (ve tabiî ki PKK’nın) kendi seçmeni üzerinde ciddi bir yönlendirme gücü vardır. Ancak HDP’nin öncelikleri ile seçmeninin öncelikleri de farklılaşmaktadır. Muhalefetin bu kilidi açmasının iki anahtarı olabilir: Birincisi HDP ile belli konularda uzlaşabilmek ve ortak bir siyaset yürütebilmek; ikincisi de HDP’yi atlayarak doğrudan HDP seçmenini kazanmak.

Birinci olarak hâl-i hazırda HDP ile belli konularda uzlaşabilmek daha etkili ama daha zor bir seçenektir. Burada muhalefet hem iktidarın siyasi polemiklerine maruz kalmaktan hem de İYİ Partili seçmenlerin tepkisinden çekinmektedir. Öte yandan HDP de uzlaşma yanlısı bir görüntüyü söylem ve eylemleriyle göstermemektedir. Yani her iki tarafın da tavizler vermesi gerekmektedir ancak taviz vermeye de pek gönüllü gözükmemektedirler. Bu yüzden kilidin ikinci anahtarı öne çıkmaktadır: HDP’ye rağmen HDP seçmenini ikna etmek. HDP seçmeni için, özellikle bölgede yaşayanlar için, en önemli problem ciddi ekonomik sıkıntılardan kaynaklanmaktadır. Muhalefetin bütün Türkiye’ye olduğu gibi, HDP seçmenine de ekonomik sıkıntıların giderilmesini sağlayacak, vatandaşın derdine derman olacak bir ortak ekonomik programla çıkması, bunu hem İYİ Parti hem de HDP seçmeninin karşı çıkmayacağı bir aday ve kadroyla tanıtması, ortak bir kampanya ile yeri göğü inletmesi gerekmektedir. Pekiyi, böyle bir kampanya var mıdır? Yoktur. Seçimlere altı buçuk ay var, geçmiş bir sene kısır ve sönük tartışmalarla geçmiş ve daha elle tutulur bir iktidar alternatifi çıkarılamamış. Başta da dediğim gibi, iktisadi sorunlar siyasi sonuçlar için güzel bir atmosfer sağlar ama sonucu elde etmek için siyaset yapmanız gerekir. Muhalefetin bir an önce siyaset yapmaya başlaması gerekir yoksa “Atı alan Üsküdar’ı geçer!”.

Bir Cumhur ittifağına baksın ve siyaseti öğrensin muhalefet. Ne kadar uyumlu iktidar ortakları. 

Referandumda destek arayışı bahanesiyle HDP’ye AK Parti bir heyet gönderdi ve bu girişime şiddetle karşı çıkması beklenen MHP beklenenin tam tersini yaptı.

MHP lideri Devlet Bahçeli, AK Parti heyetinin MHP’yi ziyaretini ‘doğal ve doğru bir davranış’ olarak niteledi.
Ziyaretin öncesi ve sonrasında AK Parti ve MHP’nin genel başkanlarının bir araya geldikleri biliniyor. O görüşmelerde konu ele alınmış ve mutabakat sağlanmış olmalı.
Dahası da var.

HDP’nin eş-başkanı iken hakkında açılan davalar sonucu yıllardır cezaevinde tutulan Selahattin Demirtaş kendisini bile şaşırtan bir ‘jeste’ muhatap edilip sağlık sorunları yaşayan anne-babasını ziyaret için hapis yattığı Edirne’den ailesinin yaşadığı Diyarbakır’a götürüldü.

Bir yıl önce “Annem ağır hasta, ziyaretine gidebilir miyim?” sorusuna cevap alamamış Demirtaş. Kısa süre önce babası için aynı talebi tekrarladığında, “Hazırlan, gidiyorsun” cevabının iletilmesinden yarım saat sonra yola çıkarılmış, ardından kendisini helikopter ve uçakla Diyarbakır’a götürmüşler…

Yapılan ‘jest’ gizli de tutulmamış.     

Cezaevlerinde yatanların anne-baba cenazesine katılma taleplerine aynı kentte olsalar bile izin verilmediği halde, şehirler arası yolculuğun özel helikopter ve uçakla yapılmasına bakıp bunu ‘jest’ olarak tanımlıyorum.
‘Jest’ olmasına ‘jest’ de, bunun sebebi ne olabilir?
Acaba seçim hesabıyla bir ilgisi olabilir mi bu jestin?
HDP’ye referandum ziyareti.. Ardından Selahattin Demirtaş’a tanınan anne-baba ziyareti…
Bazıları, HDP’li senaryoya bir süreden beri İmralı’daki mahkumun adını da yakıştırıyor ve Meclis’ten çıkartılacak bir yasayla onun hayatını kolaylaştıracak bir adım atılabileceğini ileri sürüyorlardı.
Zor bir senaryo bu.

Son İstanbul büyükşehir belediye başkanlığı için yapılan ve iki kez tekrarlanan seçim öncesinde, HDP seçmeni nezdinde Demirtaş’ın daha değerli olduğu izlenimi alınan bir deneyim yaşanmıştı.

Edirne’den Diyarbakır’a yolculuk ile gerçekleştirilen anne-baba ziyareti bu bakımdan da önemli.

Biraz yukarıda sorduğum “Cumhur İttifakı ile Millet İttifakı adayları arasında tercihte bulunmaları gerekse, HDP seçmeni nasıl davranır?” anlamı taşıyan soruma bir de bu gözle cevap arayalım bakalım.

HDP’ye olan tavrın yumuşatıldığı, HDP’nin cezaevindeki eş-başkanına ‘jest’ yapıldığı türden görüntüler sürdürüldüğü takdirde, soruya cevap vermek daha da kolaylaşabilir.

Özellikle adaylar bir tarafta Tayyip Erdoğan diğer tarafta Mansur Yavaş olduğu takdirde…
Cumhur İttifakı yalnız kendi adayını değil Millet İttifakı’nın adayını da belirleme görevini biraz da bu yüzden üstlenmiş görünüyor.

Millet İttifakı’nın muhtemel aday sayısını birkaç hamleyle ikiye düşürmeyi başardı Cumhur İttifakı…
Ya CHP’nin ısrarıyla Kemal Kılıçdaroğlu olacak ya da İYİ Parti’nin bastırmasıyla Mansur Yavaş… 
İkisi de Cumhur İttifakı’nın, AK Parti’nin hesabına uygun isimler…
Sandık tünel ucundan görünür görünmez kendini belli etmeye başlayan tabloya dayalı senaryolar bunlar…
Tabloyu değiştirip hesapları bozabilecek farklı ve seçilebilecek güçte bir isimle seçmen karşısına çıkabilecek mi Millet İttifakı, ‘6’lı masa’?
Vakit ilerledikçe bunu yapabilmeleri zorlaşıyor.

KAYNAKLARIN ORANTISIZ VE DENGESİZ DAĞILIMI:

Her sektörde fiziki ve beşeri sermaye o sektördeki üretime özel bir şekilde üretilir. Fiziki sermaye üretimde kullanılan her türde makine ve teçhizatın genel adıdır. Örneğin et kombinalarında kullanılan salam - sucuk – sosis üreten makineler ile tekstil sektöründe kumaş dokumada kullanılan makineler birbirinden çok farklıdır. Et kombinasındaki bir makineyi tekstil fabrikasında dokuma tezgâhı olarak kullanamazsınız veya tam tersi. Bazen bir sektörde kullanılan makineler diğer sektörde de kullanılabilir. Ancak burada da ilgili makinenin verimliliği düşer. Örneğin bir muhasebe firmasında muhasebe işlemlerinin kaydı için kullanılan bir bilgisayar iktisat fakültesinde araştırma için kullanılabilir. Hiçbir yeni program yüklenmezse, bu bilgisayar ancak rapor ve makale yazımı için kullanılır. Ancak ciddi bir araştırma için bu bilgisayarın kapasitesinin arttırılması ve iktisadi araştırma için gerekli matematik ve ekonometri programlarının yüklenmesi gerekir. Yani sonuç olarak her sektörde o sektör için özel olarak üretilmiş makineler kullanılır. 

Beşeri sermayeye gelirsek… Üretim sürecinde istihdam edilen emeğin bilgi ve eğitim düzeyi beşeri sermaye olarak adlandırılır. Beşeri sermayeyi ağırlıklı olarak kullanan nitelikli işgücüdür. Nitelikli işgücü de, ömür boyu aldığı eğitimde belli bir sektöre özel bilgilerle donanır. Örneğin ben dört yıllık üniversite eğitiminden sonra bir senesi İngiltere’de iki senesi Türkiye’de olmak üzere yüksek lisans eğitimi ve üç buçuk senelik bir doktora eğitiminden geçtim. Önümüzdeki 15 Ocak’ta akademisyen olarak 24 senemi tamamlayacağım. Bütün bu süreç içinde bir iktisatçı olarak bana gereken bilgi ile donatıldım. Ancak bu bilgiyi üniversite dışında medya ve finans sektöründe kısmen kullanabilirim, onun dışında diğer sektörlerde bu bilgi birikimim pek bir işe yaramaz. Başka bir örnek de piyanisttir. İyi bir piyanist çocukluktan itibaren an az 20 senelik bir eğitim sonucunda yetişir. Konser vermek dışında bir piyanist ancak piyano dersi vererek bu bilgisini tam verimle kullanabilir. Diğer sektörlerde ise piyano eğitimi hiçbir fayda sağlamaz. 

Bunları niye anlatıyorum? Beşeri ve fiziki sermaye uzun yıllar yapılan yatırımlarla oluşur ve her biri ancak belli sektörlerde istenen verimlilikle kullanılabilir. Eğer bir ülke orantısız büyüme ile karşı karşıya ise, o zaman, gereğinden hızlı büyüyen sektörlerde çalışan nitelikli işgücü ve beşeri sermayeye, yine bu sektörlerde kullanılan fiziki sermayeye aşırı yatırım yapılmış olur. Öte yandan diğer sektörlerde kullanılan fiziki ve beşeri sermayeye ise eksik yatırım yapılır. Orantısız büyümenin özelliği ancak belli bir süre devam edebilmesidir. Bu süre sonunda orantısız büyüyen sektörler muhakkak bir kriz veya istikrar programıyla sahip olması gereken paya düşecektir. Bu durumda, bu sektörlerde kullanılan nitelikli işgücü işsiz ve makineler de atıl kalacaktır. Çünkü bunların başka sektörlerde çalıştırılması ya imkânsız ya da çok maliyetlidir. Sonuçta uzun zaman ve emek harcanan yatırımlar ziyan olacaktır. Bu duruma biz iktisatta “aşırı yatırım” adını veriyoruz. 

Bütün sektörlerde ortak olarak kullanılan faktörler de vardır. Bunlar alt yapı sermayesi ve niteliksiz işgücüdür. Eğer bir ülkede hükümet politikaları veya küresel ekonomiden kaynaklanan sebeplerle kaynaklar bu faktörlere aşırı miktarda aktarılırsa, yine problem çıkar. Örneğin dağa taşa yol yapıp, talep olmayan yerlere hava limanı inşa ederseniz, buna karşın bu altyapıyı kullanacak fabrikaların sayısını aynı oranda arttırmaz ve bu fabrikalarda çalışacak nitelikli işgücünü yetiştirmezseniz, bu sefer alt yapıya aşırı yapmış ve kaynakları israf etmiş olursunuz. Benzeri şekilde “bir çocuk yetmez üç çocuk olsun” derseniz, nüfus artışını teşvik edip bu nüfusa nitelik kazandıracak eğitim yatırımı yapmazsanız, dahası “bu kadar yetmiyor, dış dünyadan da niteliksiz ve vasıfsız işgücü ithal edelim” deyip ülkeyi niteliksiz işgücü havuzuna döndürürseniz, bu ülkede sadece niteliksiz işgücünün yoğun olarak çalışacağı sektörlere yol verirsiniz. Bunlar da, sizi, daha yüksek katma değerli üretime değil daha düşük katma değerli üretime götürür. Her iki durumda da ülkenin uzun dönemde kişi başı geiridüşer. Herkes ama özellikle maaşlı çalışan emekçiler fakirleşir. 2013 yılından bu yana son on yılda Türkiyenin yaşadığı da budur. 

KÖPEK:

Peygamberimiz’den nakledilen sağlam hadislerde köpek beslemek sınırsız olarak yasaklanmıyor, insanların can ve mal güvenliği için muhtaç oldukları takdirde bu amaca uygun yerde ve şekilde köpek edinmeye ve beslemeye izin veriliyor. Yasaklanan ise, herhangi bir ihtiyaç olmaksızın, hobi olarak, zevk için evde köpek beslemektir.
İnsanlara zarar vermeyen ve/veya faydası olan hayvanları itlaf etmek de, onlara eziyet etmek de Peygamberimiz (sav) tarafından yasaklanmıştır.
Susuz kalmış bir köpeğe kuyudan su çıkarıp sulayan günahkâr bir kadının bu yüzden cennetlik olduğu, bir kediyi bağlayıp aç ve susuz bırakarak öldüren ibadetli bir kadının da bu yüzden cehennemlik olduğuna dair Peygamberimiz’den rivayetler vardır.

Köpekleri yok etmek yerine özel yerlerde toplayıp bakımlarını yapmak ve korumak İslam’ın karşı çıkmadığı, hatta teşvik ettiği bir davranıştır. Ancak “bu bir çeşit sürgün ve hapis hayatına köpekler ne kadar razıdır ve bununla ne kadar mutludurlar?” sorusu da yerinde bir sorudur. Çocukluğumuzda okuma kitaplarında bir “kurtla köpek” hikayesi vardı, kurt önce beslenmiş köpeğe imreniyor, sonra onun hür olmadığını anlayınca ayrılıp yoluna gidiyordu.

Üremelerini asgariye indirmek, kalanların kontrol ve bakımlarını yapmak en uygun yol olsa gerektir.

İslam’ın istediği, insanların şefkat, merhamet ve ilgilerini, hayvanlardan önce yakından uzağa insanlara uygulamalarıdır. Mevcut uygulamada Batı’da ve giderek bizde, insanların, yakınlarını ihmal ettikleri, ama köpeklerini onların yerine koydukları görülmektedir. İnsanlar yalnızlıklarını da köpekle değil, insanla gidermelidirler. Bırakalım köpekler köpeklerle, insanlar da insanlarla yoldaş, arkadaş, aile olsunlar.
“Efendim ne zararı var, ben hem insanlara karşı vazifemi eksiksiz yaparım, hem de köpekle yoldaş, arkadaş… olurum diyenler elbette çokça vardır. Diyenler vardır da, yapanlar var mıdır” diye de sormak ve üzerinde düşünmek gerekiyor. Subheneke... Bihamdike... Esteğfiruke...

Not 1: Günün esprisi olmaya değer:
“Eşinizin tercihleriyle alay etmeyin; siz de onlardan birisiniz.. “

Not 2: Küreselleşen dünyanın yeni sınıfı: PREKARYA

İstikrarsız ve geçici  işlerde çalışanlar, mülteciler, stajyerler, yenilikçi alanlarda içerik üretenler…

-Eğitimli ama işsiz
-Çalışan ama güvencesiz
-Geliri olan ama kayıt dışı
-Var ama yok

Not 3: ŞUNLARI YAPTIĞINDA KİŞİ GÜCÜNÜ AZALTIR

-Yalan söylediğinde
-Hayır diyemediğinde
-Kötü karar verdiğinde
-Bilinçsiz hareket ettiğinde
-Boşa tartıştığında
-Onay beklediğinde
-Hatasını kabul etmediğinde
-Görüş belirtmediğinde
-Sorumluluk almadığında
-Gücünü fark etmediğinde

Not 4: "Zerzevatçı bağırır, sarraf bağırmaz,”

“Eskici bağırır, antikacı bağırmaz,”

“Söyleyecek sözü, fikri değerli olan bağırmaz,”

“Bağıran düşünemez düşünmeyen kavga eder..."

| Mevlâna

Not 5: "Sonunda yaşadığınız hayatın içindeki yılların sayısı değil, yaşadığınız yıllar içindeki hayat önemlidir."

| Abraham Lincoln

Not 6: "Mümkün olanla olmayan arasındaki fark, kararlılıkta yatar."

| T.Lasorda

Not 7: Kalp doktoru De Bakey’in arabasını götürdüğü tamirci;

“İkimiz aynı işleri yapıyoruz. Şimdi sorunu bulacağım, kapakları ve kabloları değiştireceğim, gerekirse motoru yenileyeceğim. Siz milyon kazanırken ben sürünüyorum”

De Bakey:
“Tüm bunları motor çalışırken yapmayı denesene..”

Not 8: DÜNYADA EN İYİ 6 DOKTOR

1 Güneş ışığı
2 Dinlenme
3 Egzersiz,
4 Doğru beslenme
5 Özgüven
6 Arkadaşlar

Not 9: “Hiç bir şey bir dakika öncesi kadar uzakta değildir.”

| J.Bishop

Not 9: ÜÇ İNSANDAN UZAK DURULMALI

1 Yanlışı savunacak kadar CAHİL olandan

2 Doğruyu göremeyecek kadar KÖR olandan

3 İyiliği inkâr edecek kadar NANKÖR olandan

Not 10: Korkaklık şu soruyu sorar;
GÜVENLİ Mİ?

Menfaatçilik şu soruyu sorar;
BANA FAYDASI VAR MI?

Kibir şu soruyu sorar;
POPÜLER Mİ?

Ama vicdan şu soruyu sorar;
ADALETLİ Mİ?

| Martin Luther King

Not 11: MEGALOMANİ

Kendini olduğundan daha büyük ve önemli göstermek

ÖZELLİKLERİ
-Küstahlık
-Gösteriş
-Yenilmez olduğuna inanmak
-Gücünün her şeye yeteceği algısı
-Kendi hatasını kabul etmemek
-Narsist ve abartılı öz benlik
-“Anlaşılmamaları başkalarının sorunudur”

Not 12: Bir kavanoza 100 siyah ve 100 kırmızı karınca koyduğunuzda, birbirlerine bulaşmadan hareket ederler.

Kavanozu şiddetle salladığınızda karıncalar tehditin karşı türden geldiğini düşünerek birbirlerini öldürünceye kadar kanlı bir savaşa girişirler.

Tıpkı insan toplumları gibi…

Not 13: Lokman Hekim’in şöyle söylediği rivayet edilir:

“32 maraz (hastalık) tespit ettim. Bunların;
-16’sı AYAZdan,
-16’sı BOĞAZdan gelir.”

Not 14: Bazıları, başkalarının itibarını yok ederek ün kazanırlar. 

Bu, kısa vadede dikkat çekmelerini sağlar; fakat uzun vadede kazanımlarını kaybederler.

Kimse, sıkıntı halinde bir gammazcının yardımına koşmaz.
İftiracılar, yalnız ölürler.

Not 15: EĞER;
-Sizi seven bir aileniz,
-Bir kaç iyi arkadaş,
-Sofranızda yiyecek,
-Başınızın üstünde bir çatınız varsa, 
Düşündüğünüzden daha zenginsiniz...

Not 16: KUŞATICI LİDERLİĞİN 5 KRİTİK BİLEŞENİ

1 Kavrama gücü
2 Cesaret
3 Bağlılık
4 Merak ve ilgi
5 Kültürel zekâ
6 İşbirliği kurma becerisi

Not 17: "Ortalama yetenekteki kişiler için yüksek makamlar tehlikelidir; kendilerini aşmak zorunda kalırlarsa
kişilikleri bozulur."

| Stefan Zweig

Not 18: “Picard: Ölmek istiyorsun”
“Data: Hayır, hayatımın sınırlı olduğunu bilsem de yaşamak istiyorum. İnsan hayatına anlam veren şey ölümlülüktür, kaptan…Sonsuza kadar yaşayan bir kelebek, gerçekte kelebek değildir.”

| Star Trek: Sezon 1, Bölüm 10

Not 19: Kafası boş, birikimsiz ve yetersiz SÖZDE UZMANLAR, söylediklerinin içeriği ve bilimsel dayanaklarıyla değil;

-Polemik ve gösteri yoluna saparak
-Ses tonu ve diksiyonlarını abartarak
-Konum ve ünvanlarına vurgu yaparak
-Eksikliklerinde ona buna sataşarak
Kendilerini ifade ederler

Not 20: İnsanlar, aynada yüzlerini değil, gerçek karakterlerini görselerdi dehşete kapılırlardı:

Not 21: 1940'lara ait, bölgelere göre yapılan yerli malı üretimlerini gösteren bir Türkiye haritasında:

Basma ve şeker fabrikaları dışında;
-Kayseri'de uçak,
-Sivas ve Eskişehir'de lokomotif-vagon,
-Kars'ta süt tozu,
-Çanakkale'de balık konservesi fabrikaları dikkat çekiyor

Not 22: -Makamlar, ADALETLE,
-Zenginlik, VERMEKLE,
-Güç, GÜÇSÜZÜ KORUMAKLA,
Görevini yerine getirmiş olur

Not 23: BİR ZAMANLAR “PARA”VARDI

Dilimizde satınalma gücünü ve maddi varlığı anlatan “para” bir zamanlar gerçek bir para birimi idi

40 para, 1 “kuruş”a denkti

Şiirde 10 para;

Güzelliğin on par'etmez
Bu bendeki aşk olmasa
Eğlenecek yer bulaman
Gönlümdeki köşk olmasa
/A.Veysel

M.Kebat

Not 24: Yol arkadaşlarına saygı duymayan, onları kendisi kadar değerli bulmayan, böylece çevresine pozitif enerji yaymayan kişi hiçbir menzile ulaşamaz.