Bilindik öyküdür… 
Sadrazam ölürken kendinden sonra gelecek sadrazama 3 mektup bırakmış. Sıkışmadan bu mektupları sakın açma ve açarken sırasıyla aç diye uyarıda bulunmuş. Gel zaman git zaman sadrazam iyice sıkışınca aklına önceki sadrazamın bıraktığı mektuplar gelmiş.

Hemen 1’inci mektubu açmış; “Yapamayacak olsan bile sürekli vaatte bulun.” Sadrazam uçuk kaçık da olsa vaatleri sıralamaya başlar. Ancak bir müddet sonra halkın homurtusu yine yükselince bu defa 2’nci mektubu açar. Onun içinde de “Geçmiş yönetimleri durmadan suçla” diye yazar.

Bir müddette geçmiş yönetimleri suçlayarak geçirir zamanını... Sadrazam tekrar sıkışmaya ve halk homurtusunu artırmaya başlayınca 3’ncü mektubu açar. Son mektupta “Senden sonra gelecek kişi için üç mektup da sen hazırla” diye yazmaktadır. Bizde de mektuplar, paket misali işliyor. Son mektuba az kalmış gibi..

Her varlığın gaflet zamanı vardır. Bu gaflet zamanı her şeyin en yoğunlaştığı, umut ile umutsuzluğun çatıştığı noktada da yeni bir pencere olarak görülebilir. En nihayetinde bir kaçış ve bu kaçış için önceden hazırlanmış, sıralanmış iyi nedenler de bulunabilir. Yolun sınamadığı an yoktur. İşte insan en çokta iki duygu arasında engebelerin tam da sonuna yaklaşıldığı noktada kalır. Ya da engebeyi bin bir zahmetle geçtikten sonraki ilk düzlükte kayboluyor. Toplumlarda kayboluşlarını, kopmalarını, dağılmalarını tam da böylesi dönemlerde yaşar. Üzerlerine çöken ağır bir sis, bunalım ve bıkkınlık halkası ile sağlıklı düşünemez, konuşamaz ve hâsılı ne eylerse nasıl eylerse eylesin, ancak ve ancak bu kara bulutlu havanın biraz daha karamasına hizmet eder. Bazen olup biteni hem geçmiş bağlamında hem de bugün bağlamında düşününce İsmail Kara’nın, “Şeyh Efendi’nin Rüyası’ndaki Türkiye”  kitabında geçen bir hikâye aklıma gelir. Tabi hikâyenin bir de İhsan Fazlıoğlu anlatımı var.

Hikâye şöyle: “Bülbüller ülkesi bir gün Kargalar ülkesi tarafından işgal edilir. Ve artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. Hiçbir şey Bülbülce olmayacak ve her şey Kargaca olacaktır. Bülbüllerin bütün yaşama biçimi, rafa kaldırılmıştır. Bir kısım Bülbül direnmeye kalkışsa da onlarda bertaraf edilmiştir. Olup biteni köşesinden izleyen yaşlı bilge bülbül, kargaların er ya da geç buradan çekilip gideceğini düşünür. Bütün tecrübesi birikimi bunu söyler. O zaman kargalar ülkeyi terk ettiğinde tekrar bülbüllere bülbüllüklerini hatırlatacak bir modele ihtiyaç olacaktır. Onun için bülbüllerin bütün yaşam özelliklerini, eyleme, düşünme biçimlerini korumak gerektiğini hesap eder. Ve bu amaca en uygun bülbülü bulup onunla bir köşede başlarlar çalışmaya, bu inziva içerisinde onlar çabalarken yaşlı bülbülün tahmini doğru çıkar ve kargalar bir zaman sonra bülbüllerin ülkesini terk ederler.  Bülbüller sevinirler. Bunu kutlarlar. Kutlamalar bir zaman sonra bitince fark ederler ki kargaca yaşama biçimi her şeye sirayet etmiş. Bir umutsuzluk havası ortalıkta ağırlığını hissettirmeye başlamıştır. Yaşlılar geçmişi hatırlayamaz, nasıl tekrar bülbülce yaşanacaktır. Yaşlı, bilge bülbül yıllarca yetiştirdiği bülbüle; “Haydi şimdi tam sırası, çık ve bülbülce şakırda” der. Hem böylelikle bülbüllerin derinlerinde ki bülbüllük tekrar açığa çıkması için bir vesile olursun der. Bülbül yüksekçe bir yere çıkar. Ve vakur bir şekilde etrafa bakar ve de şakımaya başlar. Eyvah! O da ne? Büyük bir şaşkınlık ve hüsran… Yıllarca yaşlı bilgenin emeği, umudu olan bülbül kargaca ötmektedir.”

Üçüncü hikaye de şimdi viran olan Şam’dan. Şam valisi Esat Paşa sıfırı tüketir ve hazine boşalır.

Büyük sıkıntıya düşer. Danışmanları çare olarak Şam’daki dokumacılara fazladan vergi koymasını tavsiye eder.

Bu tavsiye üzerine Esat Paşa danışmanlarına: 
“Böyle bir vergi koyarsak ne kadar gelir elde ederiz?” diye sorar.
“ Elli veya atmış kese altın elde ederiz” derler. 
Bunun üzerine Esat Paşa “ Bu insanlar zaten zar zor ayakta duruyor. Bu vergiyi nasıl ödeyecekler?” diye sorar. 
“ Evlerindeki altınları ve mücevherleri satarlar Paşam” diye cevap verirler. 
Esat Paşa “ Ben bu meblağı daha güzel bir yöntemle elde etsem nasıl olur?” diye sorar. Danışmanları sessizliğe bürünür.

Ertesi gün Paşa müftüye bir davet göndererek gece gizlice buluşalım der. 
Müftü gece paşanın yanına gelir. Paşa “ Müftü efendi! Bize ulaşan bilgilere göre özel hayatında şeriata ayrıkı davanıyor ve evinde gizlice içki içiyormuşsun. 
Bu durumu İstanbul’a bildirmem gerek. 
Ancak önceden seni haberdar edeyim dedim” der. 
Bunu duyan müftü efendi paşaya yalvarmaya başlar. 
İstanbul’a haber vermemesi için paşaya 1000 mecidiye vermeyi teklif eder. 
Paşa kabul etmez. 
Müftü iki katını teklif eder. Paşa yine kabul etmez. 
Sonunda 6 bin mecidiyede anlaşırlar.

Sonraki gün Esat Paşa Kadı efendiyi davet eder. “Kadı efendi! Rüşvet aldığın ve makamını şahsi menfaatin için kullandığına dair güvenilir kaynaklardan elimize bilgi ulaştı” der. 
Bu sefer Kadı efendi paşaya yalvarmaya başlar. “Aman efendim beni görevimden almayın, insanlara rezil olurum” diyerek Müftü efendi gibi Esat Paşa ile pazarlığa başlar. 
Kadı ile de 6 bin mecidiyede anlaşırlar.

Sonra sırasıyla defterdar, karakol komutanı, esnaf ağası ve büyük zenginleri tek tek davet eder.

Bu operasyonun sonunda Esat Paşa tam 200 kese mecidiye altını toplar.

Arkasından danışmanlarını çağırır “ Şam halkına vergi koyduğumu falan duydunuz mu?” diye sorar. “Hayır Paşam duymadık” derler. “Bakın hiçbir vergi koymamama rağmen 50 yerine 200 kese mecidiye altını topladım” der. “Bunu nasıl yaptınız Paşam?” diye sorduklarında “Kuzuların derilerini yüzmektense koçların yünlerini kırkmak daha iyidir” der. Tabii günümüzde Koç’ların eskiden gidecek yeri yoktu; şimdi hem gidecek yerleri hem de küresel her yere giden koyunları (bitcoin benzeri kripto paraları) var. Dolayısıyla iş yine kuzulara kaldı.