Kalp yorgunluğuna beden yorgunluğu ekleniyor yaşlanıyor insan,
Herşey birikiyor yoruyor bedeni ve ruhu herşey
Kavak yellerinden uzak bir fırtına geliyor kazıyıp götürüyor bütün güzellikleri ve karşı koyacak gücün kalmiyor..

Yalnızlığımıza eşlik eden bir tarhana gicirtisi var ağzımızda
Çayımız demli odamız sıcak
Yüreğimiz soğuk sadece
Bakıyoruz göklere öylece 
Uzun karanlık gecelerde
Kalbimiz kir pas tutmasın diye..

Beş yıldır ayrıyız ama boşanamıyoruz sesleri semaya televizyon ekranlarından
Mahkeme salonları işlevsizce uzanmışken derin kuyularına umutsuzluğun
Bırakın nasıl kolay evlendilerse
Boşansınlar aynı kolaylıkla

Hapsetmeyin sevdayı bungalov evlere
Özgür bırakın yola çıkmışları 
Pişman etmeyin bir yola girdiklerine
Etmezseniz müsaade
Değişmek isteyene
Ya da makas kırmak isteyene
Öyle bağlıyorsunuz ki zincirlerle dişiyle erkeği 
Korkarım kalmayacak yakında
Aile kurmaya hevesli güzel adamlar 
Ve ayağı öpülesi nur yüzlü analar
Tazminatı ağır olmamalı bu kadar
Saadet aramanın..
Ölümden gayrı yolları olmalı ayrılığın.

Bir eski Acem şair “Ölüm adildir, aynı haşmetle vurur şahı fakiri” diyor,
Öyle mi gerçekten 
Sorarım o zaman
Ölümün adil olması için hayatın adil olması lazım değil midir!

Çağdaş Türk şairi Mustafa Akgül’ün son şiirlerinden bir demet sundum bugün bu köşede. Yüreğine ve kalbine sağlık. Umarım kalplerinizi yumuşatır ve sizi sevdiklerinize yaklaştırır. Hoşçabakın zatınıza.

Son söz : En önemli nimet beden sıhhati. Dünyadaki cennetiniz ise aileniz..  Bir de bir kaç gönül dostu. Gerisi yalan.

Tadımlık: Sulamadığınız çiçek solar..

Aforizma: Fakirlikte ahlak da, onur da, dürüstlük de olmaz.

Anımsatma: İslamcılarda gelenektir: Hırsızlık dahil her şey onlara ganimettir. Belki insanlığın genlerinde vardır ya da var talan, haksız el koyma. Ve fakat islamcılar kurumsallaştırdılar hırsızlığı. İktidarların “bizden” kayırmacılığı yapması, şeffaflığa uymayan ihaleler, siyasetin zenginlik kaynağı olması duygusunu körüklüyor. İş ahlakını bozuyor.
İktidar neden AB’nin istediği “Yolsuzlukla Mücadele Kanunları”nı çıkarmadığını kamuoyuna anlatmalıdır. Davutoğlu hükümetinin programındaki “yolsuzlukla mücadele” bölümünün neden Binali Yıldırım hükümeti programından çıkarıldığını da kamuoyuna anlatmalıdır.
İnsanoğlu muhteristir. İhtiraslarını kendi iradesiyle terbiye etmek çok yüksek düzeyli değerler ve kişilikle mümkün.

Asıl lazım olan, ihtirasları ahlak ve hukuk içinde tutarak doğruya yöneltecek toplumsal ahlakı iyi örneklerle ve etkili yaptırımlarla güçlendirmektir. ‘Yapanın yanında kalmamalıdır.’ Bunun için de siyaset sınıfının ahlak örneği olması şarttır. Sağlam hukuk kuralları ve güçlü kurumlar şarttır. Bu olmayınca siyaset de kirlenmektedir.

Hatırlatma: Öz su önemli. Öz sermaye. Yoksa ya halka arz edeceksin ya da düşük faizli yatırım avanslı taahhüt kredisi bulacaksınız. Neticede müslümanlar olarak bu davayı kaybettik. Hz. Ömer olacaktık, Ebu Cehil yolunda tıkandık.

Aforizma: Gönül almayanı bilmeyene ömür emanet edilmez.

Küpelik söz: Aşk ve nefret bir paranın iki yüzü gibidir. Birinden diğerine geçiş çok kolaydır.

Haram: Şimdi haberlerde melih gökçekin belediye lojmanını satın alması mevzuata aykırı diye mahkeme taşınmazın belediyeye iadesine karar vermiş. 
Hanım niye buna tenezzül eder ki, diyor. Sizin cevabı söyledim. "Haram kanına işlemiş"

Çözüm: Düzelme için çözüm yolu ile ilgili bana düşüncemi soranlara, tek ve acil önerim, rte nin sistem dışına çıkması, delege sisteminin her yerde kaldırılması, her görevin süresinin 4 yıl ile sınırlanması,  tekrar aynı kişinin aynı göreve atanmaması, bu uygulamanın genel olması, kamu ve özel her alanda uygulanması. Siyasi partiler kanunu değişmeli. Hiçbir kimse oda başkanları bile 2.kez seçilmemeli. Ali Fuat Başgil’in yetmiş yıl önce dikkat çektiği gibi “siyaset insan ihtiraslarının en çok kabardığı sahadır.” (Vatan, 20 Ocak 1949)
Çünkü siyaset insanlara hükmettiği gibi paraya da hükmeder. Emir kulları yarattığı gibi muazzam servetler de yaratabilir. Yüksek ahlak sahibi insanlar elbette vardır. Fakat doğrusu “şeffaflık, denetim, denge” gibi ilkeler ve bunları gerçekleştirecek güçlü kurumlara ve geleneklere sahip olmaktır.

Gözden kaçan: Bir kamu bankası Halkbank’ın bir çete reisine (Ayhan Bora Kaplan) Kredi Garanti Fonu desteği ile verdiği 700 milyon TL kredi de tam bir rezalet, başka bir dört dörtlük bir rezalet.
Bu Terim fonu rezaletinde (…) birileri birilerini hallediyor ama şimdilik ortaya saçılan büyük kamusal ahlaki çöküntü zararı dışında, bir kamu zararı yok.
Ancak, Halkbank rezaleti pek öyle değil, çete reislerinin götürdüğü paraları Türkiye vergi mükellefleri ödeyecek, vergi sisteminde dolaylı vergilerin payı çok yüksek olduğu için de mahalledeki bakkal amcadan harçlığı ile gofret alan parmak kadar çocuk da ödeyecek.

Bugünlerde konuşulan iki büyük rezalet arasındaki temel fark tam da bu.

Maalesef, Ziraat Bankası gazetelerin, televizyonların yine teminatsız el değiştirmesi, Halk Bankası da çete reislerine para aktarmak için kullanılabiliyor.

Not 1: Eskiden okuyup adam olmak, iyi bir yere gelmek ve hayatını şekillendirmek için hayaller kurabilen bir ülkeydik bugün ise hayaller ve gerçekler arasındaki makas açıldığı için bir taraftan kapağı yurt dışına atmayı planlayanlar ile öte tarafta kalıp kısa yoldan köşeyi dönmek isteyenler arasında sıkışıp kalmış durumdayız. Arada geniş bir kitlenin varlığı söz konusu ancak onlar da bu gidişi nasıl sonlandırabileceklerini çözebilmiş değiller ve onlara çıkışta yardımcı olabilecek kişiler de kurumlar da ne yazık ki işlevlerini yerine getirmenin çok ama çok uzağındalar.

Not 2: KÖYLÜNÜN plajlara bakışı, her zaman negatiftir.

Türkiye'de plajların ortadan kaldırılması, biraz da bilinçlidir.

Karılar soyunur denize girer, toplum değişir diye korkarlar.

Fakat, ABD'nin teknolojisinin herkesin cebine gireceğini hesap edemediler. Artık herkes çıplak.

Not 3: Kimse farkında değil ama, yeni nesil tamamiyle AMERİKALI.

1 nesil sonra Türkiye'de RÖNESANS olacak.

Bunun önünü almak için, CAHİL DİNCİ GÖÇMEN kartını oynuyor içeriden birileri.

Ancak onlar da asimile olacaklar ve AMERİKALI olacaklar.

 Not 4: Kimse farkında değil ama, yeni nesil tamamiyle AMERİKALI.

1 nesil sonra Türkiye'de RÖNESANS olacak.

Bunun önünü almak için, CAHİL DİNCİ GÖÇMEN kartını oynuyor içeriden birileri.

Ancak onlar da asimile olacaklar ve AMERİKALI olacaklar.

Not 5: Piyasalarda bazı ÇUKURLAR vardır.

Bu çukurlara herkes düşer. Hepsine de muhakkak düşülür.

Kimisi bir kere düşer, kimisi sürekli düşer.

Tecrübe dediğimiz, bu çukurlardır. Düşmeden, yerini öğrenemezsiniz. Yani, muhakkak para kaybedilecek bazen. Kaçınılmaz.

Not 6: Enflasyonun TÜİK verilerinde bile yüzde 60’larda gezdiği bir yerde siz Hükümet olarak kira artışını yüzde 25’le sınırlamışsınız, bu, ülke çapında ev sahipleri ile kiracıları zaman zaman kanlı bıçaklı ilişkilere sürüklemiş, bu arada reel durumda kiracı – ev sahibi uzlaşmaları ile yine de kiralar uçmuş ve siz, bir belediye başkanına telefon ederek bir kiracının sorununu çözdüğünüzü düşünüyor, bu arada ev sahibini de insafa davet ediyorsunuz…
Memlekette sorun yaşayan yüzbinlerce kiracı ve ev sahibi var. Diyelim tanıdığım bir kiracı var. Halen 6 bin liraya oturuyor ve zam zamanı geldi. Ev sahibi 25 bin lira istiyor yeni dönem için. Niye, çünkü aynı sitede benzeri bir ev 21 bin liraya kiraya verilmiş… Ne yapsın bu kiracı, böyle kiracıların tamamı sayın Cumhurbaşkanı’nı ararlarsa yönlendirilecek bir belediye başkanı var mı?
Yine tanıdığım bir ev sahibi var. Kiracısı 3 bin liraya oturuyor. Eski kiracı. Aynı sitede yeni kiracılar 15 bin liraya ev bulabilmiş. Eski kiracı ise “Yüzde 25 zam ile kirayı 3 bin 750 liraya çıkarırım, Hükümet bana bu hakkı vermiş”, diyor. Ev sahibi de “Ben bütçemi bu ev kirası ile döndürebiliyorum” diye sızlanıyor. Soru: Ne yapsın bu ev sahibi, sayın Cumhurbaşkanı’na ulaşabilir mi, ulaştığında ona ne söylenir?
O tanınmış futbolcular, saadet zincirleri, kaybolan paralar, milyon dolarlara milyon dolarlar katan çarpık zincirler ve buna imkân veren ekonomik vasat…
Ne dersiniz, bunlar, sayın Cumhurbaşkanına tek tek ulaşılınca çözülecek sorunlar mı?
Ya da asıl soruyu soralım: Kurumları oturmuş bir ülkede, böyle sorunlar taa devletin başına ulaşılarak mı çözülür?
Ya da çözülür mü?
Yani sayın Cumhurbaşkanı kendisine ulaşan bir kiracıyı bir belediye başkanına yönlendirince özellikle büyük şehirlerdeki insanların, artık alınan maşların nerede ise tamamını götüren kira sorunu çözülür mü, kiracı – ev sahibi sorunu çözülür mü, insanların ev sahibi olabilme umudu yeşerir mi?
Öte yandan memlekette bireysel ekonomik sorunlar, şöhretli insanların karıştığı yolsuzluk olayları, hep Cumhurbaşkanına ulaşılarak mı çözülüyor? Cumhurbaşkanına ulaşamayan tarafların hukuku nasıl gözetiliyor?
Bir de sayın Cumhurbaşkanı’nın bu olayı kamuoyu ile paylaşmasının sebebi ne olabilir? “Derdi olan bana ulaşsın” mesajı mı, ev sahiplerine gözdağı mı?
İşte bir yığın soru… Böyle her meselenin tek belirleyicide çözüldüğü toplumlarda, insanlar ara kurumları aşarak en yukarıda çözüm bulmak için bypass yolları arar ve bir biçimde bulur. Eğer tepelerde de böyle ilişki zeminleri oluşmuşsa, kısa devre ile iş bitirilir. Bunun iş bitirenlere de haz vermesi mümkündür. Ama bunun yol haline geldiği yapılar, her türlü haksızlığa kapı aralayabilecek yapılardır. Bir kişinin sorununu çözdüğünüzü düşünürsünüz, binlerce kişinin hukukunu çiğnersiniz.
Devleti yönetenler devletin kurumlarına güveniyorlarsa, sorunların oralarda çözülmesini sağlarlar…
Bypassla paralel hukuk süreçleri oluşmasına kapı aralamazlar…

Not 7: Gerçek olamayacak kadar yüksek faiz vaadine kanıp kayıt dışı bir fona, bir saadet zincirine varlarını, yoklarını yatırmışlar.
İbret dolu bir üçkâğıt...
Sahtekârla tamahkâr birbirini tez bulur, deyimini doğrulamakla kalmıyor.
Bir şeyi daha doğruluyor, hukukun üstünlüğüne dayalı bir düzene geçemediğimizi...
Malum, bu da AK Parti'nin ve Erdoğan'ın en büyük vaadiydi. Üstünlerin hukukundan hukukun üstünlüğüne geçecektik.
Hukuk, üstünlerin üstünde olsa fonzede futbolcular, üstünlerin kapısına değil daha üstteki mahkemeye koşmaz mıydı?

Kazara üstünlerden birine dert anlatmaya kalkarlarsa da alacakları cevap; duymamış olayım, gibilerinden öteye gitmezdi. Ve mahkeme yolu gösterilirdi.
Elden, kayıt dışı bir para ve kazanç dönmüş. Vergiden, stopajdan kaçırılmış yani. Mali suç değil mi?
İçişleri Bakanı'nın, duyar duymaz, mali polisle vergi dairesini değil de bankayı mı aramasını gerektirir?
Dolandırılan futbolcular bile bu sebeple hemen mahkemeye koşamıyor. Araya, sözü geçecek üstünlerden birini koymayı deniyorlar.
Fon, legal değil. Dekont, diye el yazması not pusulularını mı mahkemeye sunacaklardı? Vergisi, stopajı sorulmayacak mıydı?
Attila İlhan, bir kitabında müstehcenlikten yargılandığı dava için kemâl-i rezalet, demişti. Dört dörtlük rezalet.
Ona benziyor. Yukarı tükürsen bıyık, aşağısı sakal...

Not 8: Varsayalım ki bir yabancı yatırımcı geldi ve “size 10 milyar dolar hemen, 90 milyar dolar haftaya kredi vereyim” dedi. Kredinin vadesi 20 yıl ve faizi de yıllık %10 olsun.
Türkiye Cumhuriyeti Hazinesi, bu teklifi kabul eder mi?
Bence sevinçle ve “Kurtalan ovasında yeni petrol rezervleri bulmuş kadar sevinerek” kabul eder.
Elbette bu rakamı test etme imkânımız yok fakat soruyu on milyar dolar olarak revize edip sorsak, cevap kesinlikle evet olur.
Londra’da mukim bir bankacı arkadaşa “Türkiye, on milyar dolar borçlanmak için piyasaya çıksa faize ne olur?” diye sordum.

Cevap: “Türkiye’ye, bir defada on milyar dolar borçlanmaya çıkmamasını öneririm” oldu. Ve ekledi “şartlar henüz bu kadar olgunlaşmadı.”
Fakat biz varsayımımızı sürdürelim ve Türkiye’nin TCMB brüt rezervlerini güçlendirmek için 20 yıl vadeli ve yıllık %10 faizli krediyi kabul ettiğini ve aldığını varsayalım.
Bu durumda Türkiye, her yıl 10 milyar olmak üzere toplamda 200 milyar dolar faiz ödeyecek ve 20. yılın sonunda 100 milyar dolar anaparayı da iade edecek.

Peki, 100 milyar dolar kredinin maliyetini ve zararlarını anladık acaba ekonomiye katkısı ne olur?
Yaklaşık 500 milyar dolar olan dış borçlar 600 milyar dolara çıkar; buna rağmen TCMB rezervlerimiz, akranlarımız olan Meksika, Brezilya, Hindistan, Endonezya, Malezya, Güney Afrika Merkez Bankalarının %40 olan rezerv/dış borç oranı seviyelerine ulaşamaz fakat yaklaşır.
Bu da uluslararası sıcak paranın Türkiye’ye doğru akmasını sağlar.
2013 yılında, bütün dünyada dolaşan bir trilyon dolarlık sıcak paranın 250 milyar doları Türkiye’ye gelmişti, böyle bir durumda sıcak paranın bir kısmı tekrar yönünü Türkiye’ye doğru çevirebilir.
2003-2013 döneminde sıcak paranın Türkiye’ye pek çok olumlu ve olumsuz etkileri olmuştu fakat kanaatime göre zararları faydalarından daha kalıcı izler bırakmıştır.
Çünkü TL’nin aşırı değerli olması hem dış borçları üç katına çıkardı hem de sanayinin pek çok segmentinde rekabet gücünü mahvetti; sonuçta pek çok sanayi kolu yeşerme aşamasından iflas noktasına sürüklendi.
Fakat en az on yıl sürmüş olan, değerli TL döneminin, o yalancı baharın tadı hala damaklarımızdadır.
Fakat bu tatlı yılların faturalarını ödemeye devam ediyoruz.

Not 9: Haksızlığa uğrayanlar, kendilerine zulmedenlerin yaptıklarını burunlarından fitil fitil getirecekleri “güzel günlerin"(!) hayaliyle yaşayıp hınç biriktiriyorlar.
Onlarla aynı zihniyeti paylaşan bugünün zalimleri ise o günler gelmesin diye ellerindeki gücü gittikçe daha çok istismar ediyor, zulümlerini artırıyorlar.
Böyle bir tablodan barış, emniyet, huzur, gelişme ve medeniyet çıkmaz!
Çıksa çıksa ilkellik çıkar, savaş çıkar, vahşet çıkar, dehşet çıkar.

Not 10: Ahmet Haşim unutulmaz yazılarının birinde doğulu ve batılı dilencinin görsellik üzerinden amaçladığı etkiyi çarpıcı biçimde dile getirir. Bizdeki dilenci der Gurebâhâne-i Laklakan yazarı özetle, çarpık duruşu, çürük dişleri, abuk çehresi, lime lime olmuş elbisesiyle insanın karşısına adeta bir olumsuzluk abidesi olarak dikilir. Kimse onun yerinde olmadığı için de çoğunlukla amacına ulaşamaz, kimse durup ona yardım etmek istemez. Batıdaki dilenciye gelince son derece temiz çehresi, şık ve temiz giyimi ve adeta aristokratçehresiyle muhatabının aklını karıştırır ve yardım etme duygusu uyandırır. Çünkü, hali vakti yerinde olan kimse kolaylıkla kendisini onun yerine koyar, onun görüntüsünde kendi muhtemel geleceğini görür. Her yorum kendi içinde özgün olduğu kadar bitmez tartışmaları ve çelişkileri de içerir muhakkak.

Not 11: Hükûmetin eksi reel faiz politikası ile devlete borç verenler, eksi reel faiz kadar da gizli vergi ödemiş oluyorlar. Bankaya mevduat açanlar da banka kârlarını artırmış oluyor. Hükûmetin eksi reel faiz politikasının altında bu gerçekler yatıyor.
Özetle; eksi reel faiz ile hükûmetin ve bankaların eli halkın cebinden çıkmıyor.
Enflasyon fırsatçılar da yaratır. İstanbul’da bizzat yaşıyoruz. Yüzde 60, yüzde 70 enflasyon varken birçok lokanta fiyatını yüzde 200 artırdı.
Perakendeciler de malımı sattığım fiyattan yerine koyamam diye, satış fiyatını enflasyonun üstünde artırdı. Bu yolla enflasyon kısır döngüsü yaratıldı. Hükûmet istikrar önlemleri yerine bu artışları polisiye önlemlerle kontrol etmek istiyor ve panik daha çok artıyor.
Enflasyon kurumsal şirketleri zarara da sokar. Zira hesaplanan kâr rakamını enflasyon şişirir. Gerçek kârın çok üstünde fiktif kârlar ortaya çıkar. Bu nedenle enflasyon muhasebesi yoksa veya yetersiz ise işletmeler şişen kâr üstünden daha yüksek vergi ödemek zorunda kalırlar.
Nerden bakarsak bakalım, enflasyon toplumu eziyor ve fakat hükûmeti ve bankaları besliyor.

Not 12: Şu son futbolcuların dolandırılması hadisesinde Türkiye’deki kayıtdışılığın boyutları gözler önüne serildi. Elden verilen milyonlarca $ paralar... Hala ekonomi yönetimi kayıt altında yani bankacılık sistemi içindeki para üzerindeki vergi yükünü artırma planları yapıyor haberleri var.

Not 13: borsada zamanında sasa ve hektaş balonu vardı, fiyatlar uzaya gitmişti ve tarikat gibi kimse hisse fiyatlarının düşeceğine inanmıyor ya da ihtimal vermiyordu. olumsuz yorum yapan herkesi de küfürlerle savuşturuyorlardı. bu hisselerin son yıl performanslarına bakın yerlerde sürünüyor, artmayı bırakın tependen alana da yüklü zarar ettirdi. 

aynı şeyi burada da görüyorum. zamanında araçlardan al sat yapanlar evet güzel kar etti ama oyun bitti. gerçekle yüzleşince de kafayı yemeye başladılar. zincire son dahil olanlar hala ısrarla kar yapmayı bekliyorsa yakın zamanda çok üzüleceklerdir. kredi muslukları kapandı, talep yok, arz çok. tvyi açın araç reklamından geçilmiyor. araba yatırım aracı olmaktan çıktı uyanın artık. adam elindeki tenekesini sıfırından daha pahalıya satmaya çalışıyor da bunları alacak enayi kalmadı artık. ha bir de satmam beklerim diyen uzun vadeci warren buffetlar var. bekleyin kardeşim de iyice dibe gitsin fiyatlarınız.

binicilere hayırlı olsun, al satçılara geçmiş olsun.

Not 14: Elon Musk ve kediler arasındaki ortak nokta nedir biliyor musunuz? Ikisi de rızkı veren Allah'tır, başkasına minnet etmem diyor.

Not 15: Türkiye’de şu an uyuşturucu ile mücadele bence arzı kurutmaya yönelik. Talep olduğu müddetçe polisiye tedbirlerle arzı kurutmanın hayal olduğunu düşünüyorum. Bunu hiçbir ülke başaramadı. Gençler neden uyuşturucuya başlıyor onun analiz edilmesi lazım. Kalıcı çözüm orada.

Not 16: Bir tarafta tefeci faizinin bile üstünde para kazanmak amacıyla milyon dolarlarını kaptıran futbolcular, diğer yanda şan şöhret ve onlardan alacağı yüzde 30 paranın peşinde olan bazı avukatlar olayı büyüttükçe büyütüyor.
Tık peşinde olan bazı internet ve medya kuruluşlarının ana gündemi bu olay oldu.
Ancak olay öyle bir yere geldi ki artık bankacılık sistemi tartışılmaya başlandı.
Bankacılık hassas bir sektör.
Bu nedenle şan ve şöhretine zarar gelmemesi için özel kanunlarla korunuyor. Normal şartlarda bir banka ile ilgili her kafana eseni yazıp çizemezsin. Bankalar kanunla korunur.
Gelin görün ki, bu olayda ne korunan bir banka ne de sektör var.
Pingpong topuna çevrilen sektör ve adeta yerden yere vurulan bir banka var.
Bir avukat akıl almaz oyunlarla bu bankayı sıkıştırmaya çalışıyor.
İtibar suikastı dâhil her şeyi yapıyor.
Ortada bir BDDK raporu var. Ortada bu rapora göre banka yöneticileriyle ilgili takipsizlik kararı veren bir mahkemenin kararı var.
Ancak bir avukat ve bazı mafya tarzı ile hareket eden futbolcular Türkiye’deki bankacılık sistemiyle adeta oyun oynuyor.
25 yıl namusu ile bu ülkeye katma değer yaratan ve 15 bin kişiye iş imkânı sağlayan banka yöneticisini çok rahat suçlayabiliyor.
Medya olayı tamamen magazinleştirip reyting peşinde.
Peki denetleme ve düzenleme kurumu nerede?
15 milyon insana hizmet veren, Türkiye’nin 5 büyük bankasından biri olan bu bankaya yapılan itibar suikastına neden sessiz kalıyor?
Neden adeta bir titan zinciri kurulan, dolar bazında yüzde 220 ile faize para veren bu insanlara tefeci suçlaması ile suç duyurusunda bulunmuyor. Bir kredi kartı aidatı için bile bankanın genel müdürüne cep telefonundan ulaşan ve iadesini isteyen bu tefeci futbolcular aylarca bu konuyu gizli tuttular.
Bir bankanın marka değeriyle, onurlu banka yöneticilerinin şerefiyle oynamak bu kadar kolay mı?
Burada mesele Denizbank değil.
Burada mesele Türk bankacılık sektörü. Finansal okuryazarlığın önemi bir kez daha ortaya çıktı. Kâğıt parçasının resmî dekont olduğunu sanan bir medya ve avukatlar.
Olup biteni heyecanla ve biraz da panikle izleyen 85 milyon halk.
Bankacılık sektörünün yıpratılmasına izin veriliyor.
Bu kafadaki bir ülkeye mi yabancı sermaye gelecek?
Bundan sonra önüne gelen bir kâğıda rakam yazacak ve dava açacak.
“Ben bankaya bu kadar para yatırdım” diyecek.
Bir avukata da yüzde 30’unu verecek, medyaya servis edilecek. Sonra banka yöneticileri mahkemeye gidip derdini anlatacak.
Akıl izan tutulması ve bir o kadar da tehlikeli işler haberiniz olsun.

Not 17: Arka Sokaklar’ın (Kanal D) ekrana gelen son bölümünde bir sahne, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’nü kızdırdı. Kurum, konuyla ilgili bir açıklama yayınlayarak olayı kınadı.
Peki, ne oldu? Dizinin 652. bölümünde Cezaevi Müdürü Selim, İlker İnanoğlu’nun canlandırdığı Engin Komiser’i, “Burada kural benim, bana zorluk çıkarırsan ben de seni yorarım. Artık polis değilsin.” diye tehdit ediyor. Engin Komiser de “Gözdağım bittiyse hücreme gidebilir miyim?” diyor. Cezaevi Müdürü, “Demek ilk günden ukalalık ha, beyler tutukluyu önce çıplak aramaya tabi tutun, ondan sonra hücresine götürürsünüz.” ifadelerini kullanıyor.
Kurum, cezaevine düşen Engin Komiser’in yaşadığı kötü muamele sonrası yaptığı açıklamayla tepkisini ortaya koydu. Haklılar mı? Bence, sonuna kadar haklılar. Bu tür hassas konular biraz daha dikkat gerektiriyor.

Not 18: Ekonomik büyümeyi yanlış hesaplanan enflasyonla yapay olarak artırıp, bununla da gururlanıyorlar.

Büyüme demek zenginleşme demektir.

Sizin alım gücünüz arttı mı, örneğin?

Not 19: Yakında yine uçak ve gemi reklamlarını gözümüze sokarlar. Gabar petrolü de bonusu olur.

Enflasyon mu?

Boşverin onu.