Türkiye’yi idare edenlerin ısrarla uyguladığı politikalar (göç, tarım/gıda, enerji, vergi, servet transferi, işgücü, eğitim vb) döngüler halinde sürekli iki temel sonuç getiriyor:

1. Yüksek cari açık.
2. Bozulan gelir dağılımı. 

İlki sürekli dış kaynak bulunmazsa ödemeler krizi, ikincisi çatışma riskini arttırıyor, hatta dış kaynak bulunmazsa kaçınılmaz kılmaya başladı. 

Dış kreditörler bu rejimi finanse etmedikleri durumda ya iç ya da onların şantajı/yönlendirmesiyle dış savaş çok olası. Ülke her an patlatılabilir dev bir bomba haline geldi, pimi/zamanlaması dış dünyanın elinde. 

Kaynak problemi o kadar büyük ve akut hale getirildi ki, bu büyüklükte borç/kaynak da dünyada sadece bir güç tarafından düzenli sağlanabilir.

Bu durumda akıllı bir siyasi iradenin maalesef o güçle anlaşmaktan başka şansı kalmıyor, çünkü içeride durumu (zaten aşırı kutuplaşmış ve daha fazla zor gün yaşamak istemeyen) halka anlatıp güçlü desteğini kazanarak dış kaynaksız, medyasız mücadeleyle Türkiye’yi barış içinde demokratik tercihlerle refaha götürmek mümkün değil. 

Özlenen tablo:
Bu mudur yani özlenen?

Dilek İmamoğlu, İstanbul Belediye Başkanı’nın eşi sıfatıyla verdiği röportajda, “Emine Hanım’la birlikte projeler yapalım isterim. Çünkü kendisi de sonuçta ülkenin tanıdığı, çok değerli bir insan. Ve çok da güzel projeler de yapıyor. Kız çocukları için, kadınlar için projeler yapmak isterim kendisiyle" cümlesinin içindeki o ferahlığı, çiçeklerden yükselen mis kokuları, kokluyor, hissediyorsunuz değil mi!

“değerli bir insan”
“çok güzel projeler yapıyor”
“kız çocukları, kadınlar için yapıyor”
“birlikte proje yapmayı çok isterim”

Peki neden istersiniz?
“Çok tanınmış, değerli bir insan” olduğu için mi?

Bu mu yani bütün bu “uzlaşı” yolculuğunun toplu mesajı? Cumhurbaşkanı yolculuğunun “first lady” si olma talebinin, bu haliyle formüle edilmesi Dilek İmamoğlu’nun hiç mi içini ezmiyor? Cümlelerinden anladığımız kadarıyla cevabı hayır.

Sabah gazetesinin, Özgür Özel’in “makama saygıda taviz yok” sözlerini manşetten lütfederek verdiği sinyal ile birlikte düşününce, önümüzdeki günlerde çok daha fazla sinyalin siyaset evrenine gönderileceğini anlayabiliriz. Şimdiden hayırlı olsun!

Değişimi toplumda değil iktidarda aramaya, demokrasiyi ve onun mücadelesini kitlelerle birlikte değil, yukarıdan bir yerlerden “rica minnet” etmeye, yargıda, hukukta “aman şimdi tadımız bozulmasın” kıvamında vicdan tesellisi dilenmeye “uzlaşı” diyorlar biliyorsunuz değil mi?

“Aman tadımız bozulmasın”, “şimdi şey olmasın” siyasetinin, müesses nizamla olan göbek bağı o kadar güçlü ve o kadar derin ki, kimse o bağla sorunu olsun istemiyor ve karşımıza işte o vicdansız olana “çok değerli bir insan” cümlelerinden oluşan tablo çıkıyor.

Ne bu halktan çalınanlarla, ne bu ülkeyi yiyip bitirenlerle bir sorununuz olmuyor böylece.
Sorun olmaktan çıkarmaya teşne bir liberal gevşeklik ise konuya ilk atlayan oluyor her daim ve yazıları, cümleleri ilk dizen, hızını almayıp “ama yetmez” diyerek iktidarla daha çok “özlenen tablo” pozları vermeye teşvik sunan ve en önde yine ve yeniden koştur koştur onlar oluveriyor. (Hiç ders çıkarmamak nasıl bir ahmaklıktır diye sormak bile lüzumsuz elbette.)
“Gerçekten biz ne yaşadık” demenize, düşünmenize, nefes almanıza aman vermeden üzerinize salınan bu “uzlaşı” dalgası, eğer eleştirel zemini tutamazsak hepimizi fena çarpacak.

Bunca ödenen bedellerin sonucu bu olmamalı.

Son söz: Bir kişinin ömrünü vereceği bir davası yoksa istikametini kaybetmeye mahkûmdur.

Tadımlık: Hiçbir şey bir Temmuz sıcağında bir dere kenarında meşe ağacının gölgesinde tarlada tırpan sallayıp yorgun argın oturup sofranın başında yediğiniz bulgur pilavı, domates salatasının manca) yerini tutmuyor, o tadı vermiyor.

Aforizma: En acımasız iktidar eziklerin iktidarıdır.

Uyarı: Seçimler çok şeyi öğretti ve hakikati güneş gibi gösterdi. Siyaset bir zamanlar “dava” olarak görülürdü.
Gelinen noktada siyaset çok ortaklı şirket gibi işletilen bir organizasyona dönüştürüldü. İkiyüzlü aktörlerin elinde evrilip çevrilince siyasetin tüm argümanları gelir getirici araçlara tahvil edilmeye başlandı. Bilhassa yönetim kademelerinde bulunanların siyasetin inişli çıkışlı yollarındaki aldıkları pozisyonlar ve bu pozisyonlara göre takıntıları tavırlar siyasetin dava değil çıkar elde etme aracı olduğunu gösterdi.
Sofranın başında bulunanların bitmek tükenmek bilmeyen iştihaları ve ihtirasları sebebiyle oluşan ortamda halkın tercihi değişebiliyor. Halk kimin umurunda! Varsa yoksa bazı beyefendilerin (!) ve hanımefendilerin (!) ikbali. Deniz bitti! Kara göründü!

Not 1: “Birilerinin kalbine iyi gelmeyi öğrenin.
Yük olma işini herkes yapıyor zaten…”                                     Cahit Zarifoğlu

Not 2: Şimdi bayramlara bakın.
Herkes tatil derdinde, evdeki büyüklerinden kaçma bahanesinde.
El öpmek mi! ne münasebet.
Bütün doğrular gibi bayramlarda anlamlarından saptılar.
Eh insanlar sapıtıyorsa.
Bayramlarda savrulur ve sapar.
Biz.
Bayramların, arsız paraların kazanılmadığı, o paraların hiç olmadığı mahallelerde büyüdük.
Mahallede büyümeyen çocuklardan adam olmuyor, şimdi çok iyi anladım.
Para her şeyi yendi.
Bayramları da yendi.
Acımasız hayat, insanlarda bayram sevinci bırakmadı.
Ne kadar çok şey kaybettik.
Anladım ki.
İnsanlık adına.
Yalanlar kocaman adamların doğrusu olmuşken, asla onarılmayacak yaralar açıldı.
Yüreğine paha biçilmez insanlar vardı, şimdi herkesin yüreğinin ederi var.
Aslında.
Düşlerimiz kalmadı belki ama.
İçimizdekileri, artık dökemez olduk ama.
Bizi ayakta tutan, tüm değerler çöpe atıldı ama.
Gözlerimiz, hep arkada kaldı ama.
İyilik ve güzellik hepimizin elinin altındadır.

Not 3: Ülke insanı değişmiş.
İnsanı geçmişe güzelliklere bağlayan tek satır şiir kalmamış.
Etraf çakal dolmuş.
Anladım ki para dışında herkes ve her şey yalan.
Bir gün, kalben bağlı olduğunuz eskiye dair anılarımızı mumla arayacağımız hiç aklıma gelmezdi.
Yolların kenarında duran bütün köylü bozulmuş.
Bundan böyle.
Ne esnafa, ne köylüye zerre kadar duygum kalmamıştır.
Esnafta zor durumda yalanını dinlemeyeceğim.
Hayat işte.
İnsanlık iste.
Bir karış suda debelenip hep beraber boğulacağımız günlere selam olsun.

Not 4: Seçim sürecinin bittiğine çok seviniyorum.
Bayraklardan, afişlerinden, yollarda gezen arabaların müziklerinden, avaz avaz anonslarından bıktım.
Yıldım.
Ve çok yoruldum.
Ve istemediğin bir şeye maruz kalmak nedir bir kere daha anladım.
Çevre kirliliğinin alasını yaptılar.
Ses ve gürültü kirliliğinin alasını yaptılar.
Harcanan paranın haddi ve hesabı yok.
Onlara bu paralar ile şu yapılırdı, bu yapılırdı demeyeceğim.
Zaten yapılanlar ortada.  
Yapılmayanlar ortada.
Yapılmayacaklar ortada. 
Kim kazanırsa kazansın, umarım halk için çalışır.
Umarım seçildiği yerin halkını düşünen olur.
Şimdi yalvardığınız insanlar, randevu almak için size yalvarmazlar.
Hadi plastiklerinizi toplayın, yerlere düşen afişlerinize basmasınlar.

Not 5: Tepetaklak olduk.
Bu yaşıma kadar görmediğim kötü insanları, şimdi ki zamanda gördüm.
Hayat artık sadece paradan ve menfaatten ibaret onu anladım.
Vefa, duygusal bağ hiç kalmamış anladım.
Öylesine menfaat kokusu var ki duyduklarını gördüklerini, bugüne kadar ne biliyorsan unut diyor.
Evli kadın sosyal medyadan yamuk adamın biri ile tanışıyor, engelli çocuğunu terk ederek adama kaçıyor.
Çocuk doğurmakla anne olunmuyor duygusunu kökten söküp atıyorlar.
Küçücük kızlar koca kadınlar gibi video çekiyorlar.
Küçücük erkek çocukları sokakta dayı gibi dolaşıyorlar.
Ne analar ana gibi, ne babalar baba gibi, ne çocuklar çocuk gibi.
Herkes sosyal medyanın ruh hastası olmuş.
Sokaklarda çocuk sesleri ile büyüğümüz çocukluk zamanlarımızdan ne günlere geldik.
Ne hıncımız, ne kadere sitemimiz vardı.
Şimdiki çocuklar ana babanın ağzından para düşmeyen uğultuyla büyüyorlar.
Çocuklar antidepresan kullanıyor, klinik psikologlarda dolaşıyor.
Herkesin gözü komşunun tavuklarında.
Zenginin malı, fakirin canından kıymetli olduğu günlere gelmişiz.
Bizler hayatın nesiyiz kimse bilmiyor.
Bahçelerde eline dikeni batacak gül kalmadı ki, biz ne kadar şanslıydık.
Güllerin dikeni elimize batardı, iki arkadaş kanları birbirine sürüp kankardeş olurduk.
Karşılıksız ve hesapsız günlerden ne günlere geldik.
Dostluklar bitti.
Sevgiler ve saygılar bitti.
Gönül penceresinden ansızın geçen para, mal ve mülk telaşı utanma duygusunu da aldı götürdü.
Ülke yoldan çıktı.

Not 6: Uzun yoldayım ya.
Arada durmak gerekiyor, benzincilerin marketleri var, doğal ürünler satan yerler var.
Vah vah.
Canım ülkem, ne hale gelmiş.
Küçük su 15 TL.
Kahve 100 TL.
En çok, yıllardır sırt sırta kardeşlik eden, yüzsüzce birbirine sarılan yiyecekler ayrılmış.
Onlar beraber sarıla sarıla satılmaz mı?
Biz onları paketi açtıktan sonra, onları ayırarak yemez miyiz?
Acıbadem, ikili kucak kucağa satılmaz mı?
Fıstık, krokan kardeş değil mi, sırt sırta satılmaz mı?
Hepsi ayrılmış.
Garibim tek tek kalmışlar.
Ve tek tek 20 TL olmuşlar.
Ey fırsatçılar.
Ey kimseniz.
Öbür dünyayı bilmem ama, bu dünya cehennemin olsun.

Not 7: Osmangazi köprüsü 290 TL, İzmir otobanı 330 TL+ 90 TL.
Her gişede para ödemeye devam ediyorsun.
Ve Bodrum'a kadar ödeye ödeye geliyorsun.
Öyle bir çıkmaz ki.
Eski yol uzun ve bu defa kaç liralık benzin harcayacağız.
Vapur desen o da çok pahalı. 
Bedel ödemek bu ise, ne münasebet, çok rahatsız edici.
Bir ülkede otoban ve köprüleri ödeme bedeli bu kadar olmamalı.
Bu kadar çıkmazda olmamalıyız.
Yol bu ya.
Çıkmaz da.

Not 8: İstediğiniz kadar bakım yapın, VİDALI sistemler, er geç kopar.

Teleferik işinin çok güvensiz olduğu ortada.

Ayrıca, kabinlerde, gerekirse yere indirecek bir makara sistemi niye yok?

Bu da enteresan.

Not 9: Tatlı seven biri olarak sanırım denemediğim tatlı kalmadı; her ülkenin, her milletin, her yörenin tatlısını denedim desem yalan olmaz, o derece yani.

Kesin olarak şuna karar verdim, en güzel tatlı, halka tatlısıdır.
Daha iyisine hala denk gelmedim..

Not 10: Dünya Bankasından borç alındı.

Mehmet Şimşek’in bakan yapılmasının tek nedeni dışarıdan kredi alabilsin diyeydi.
Bunu almayı başarması koltuktaki ömrünü uzatacağa benzer.
Bu arada ne diyordu Reis?
“Bugün borç alan yarın emir de alır.”

Not 11: Samimiyet ile laubalilik arasında derece farkı var.
Biri olabildiğince sıcak, diğeri olabildiğince soğuk gelir insana.