Bir aslan genel müdürü yerse ne olur!
Karnı acıkan bir aslan yiyecek bir şeyler ararken bir genel müdürlüğe girmiş ve genel müdürü yemiş.
Aradan günler geçmesine rağmen kimsenin haberi olmamış.
Ardından sırasıyla genel müdür yardımcılarını, daire başkanlarını yemiş; haftalar geçmiş, yine kimsenin haberi olmamış.
Yukarıdan aşağıya yöneticileri yerken bir ara hiyerarşik sırayı bozmuş ve kurumun “çaycısını” yemiş.
Odalarına çay söylemek isteyenler, telefonlarına cevap alamayınca, çay ocağına gidip bakmışlar ve çaycıyı yiyen aslanın yalanmakta olduğunu görmüşler.
Genel müdürlük binasına bir aslanın girdiği, ancak “çaycı ortadan kaybolunca” anlaşılabilmiş.
Son söz: Uzun mesafe yarışı.. Londra 2012 Olimpiyatları'nda 10.000 m finalinde Kenyalı atlet Abel Mutai bitiş çizgisine bir kaç metre kala, parkuru tamamladığını sanarak koşmayı bırakır. Ardından gelen ve durumu fark eden İspanyol İvan Fernandez, Mutai’yi arkasından iterek yarışı 1’inci tamamlamasını sağlar. Kendisine neden rakibinin kazanmasına izin verdiği sorulduğunda, cevabı: “Çünkü haketmemiştim. Nereden nereye gelmiş insanlık adamlık!
Not 1: “İnsanların çoğu normal cinsel yollardan dünyaya gelir, bazıları ise düpedüz küfürden doğar” (K. Krauss)
Not 2: Sevgili belediye başkanlarımızın, yakışıklı, bakımlı ve karizmatik belediye başkanlarımızın bilboardlardan, rötuş zengini gülümsemelerle özel günlerimizi, bayramımızı tebrik etmelerine gerek var mı? Hayır.
Not 3: "Nasıl olmuşsa bilmiyorum,
vurmuşlar bize, biz vurmamışız."
Cahit Zarifoğlu
Not 4: İnsan yalnızlığa bir defa düşer, orada kalır.
Not 5: “Hiç olmazsa tek bir insanla, sanki kendi kendimleymişim gibi her şeyi konuşmak istiyorum."
Dostoyevski, Budala’da hayatın bizi terk ettiği o yalnızlığı tarif ediyor.
Not 6: “Hayatın en sonunda kötü bir romana bu kadar benzeyebileceğini kabul etmek gelmiyordu içimden.”
Kırmızı Pazartesi / G.G. Marquez
Not 7: “Ruhum hayatımdan yoruldu” demişti Pessoa. Dünyanın bir ruhu varsa o da hayattan yorulmuştur.
Not 8: Geceyi uzatan, karanlığın süresi değil yaranın sızısıdır.
Not 9: Bazı yalnızlıklar insanın üzerine yapışır.
Not 10: Cennet, insanların birbirlerini dinlemeleri demektir, birbirlerine aldırmaları, birbirlerinin farkında olmaları demektir.
Not 11: "Hüzün ile kayıtsızlık arasındaki tercihim hüzünden yana olacak." Aliya
Not 12: Arabanın camlarını kapatıp kapılarını kilitleyince bütün dünya dışarıda kalsın istedin. Kelimeler, vicdan azapları, utançlar, korkular dışarıda kalsın istedin. Dışarıda. Geride. İki kişilik bir yol, iki kişilik bir dünya, iki kişilik bir şarkı hayal ettin.
Elem-Tuhaf Temmuz 2019
Not 13: “Hiç kimsenin masum olduğunu kesinlikle söyleyemeyiz, oysa herkesin suçlu olduğunu kesinlikle onaylayabiliriz. Her insan başkalarının suçuna tanıklık eder..."
A. Camus / Düşüş
Not 14: Çünkü herkes hayatının bir yerinde kaybolur. Bazıları kendisini bulabilmek için önce çok eskiden kaybettiklerini bulmak zorundadır.
Not 15: "Usta ben buraya sığmıyorum" dedim. "Kendini küçült de gir o zaman" dedi. Kibir, tevazu, benlik ve bir sürü şey aktı gitti.
Not 16: İnsanı ağır yaralayan her ne varsa, yaşanıp bittiği andaki acısıyla kalabilseydi, tahammül gücümüz ayakta durmamıza yetebilirdi. Öyle kalmadığını öğreneli çok zaman oldu.
Not 17: “Gün sessizce çekildi güvercin rengi kubbelerden
ezanlar doldurdu kuş yuvalarını”
İzzet Yasar
Not 18: Dünya, Dostoyevski’nin "En usta kan akıtıcıların, en uygar insanlar olduğuna dikkat ettiniz mi hiç?" dediği yere geldi sanırım.
Not 19: "Anlatsam
yarısında izin alıp gideceğiniz bir hikayedir burası
burası
dünya bizi nasıl kırdıysa öyle de gönlümüzü almamayı bildiği
yerdir"
Bülent Parlak
Not 20: Bir toplumun ahlakını negatif seleksiyon bozar. Negatif seleksiyon; iyiyi cezalandırmak, kötüyü ödüllendirmektir, yalaka, fırsatçı, paragöz olanın önünü açıp rol model göstermek; dürüst, çalışkan, bilgili olanı engellemektir.
Not 21: Batmaya en yakın yer, “Ben buranın direğiyim. Ben gidersem burası çöker. Ceketimi alır giderim, günlerini görürler.” diyenlerin sahip olduğu müesseselerdir
“Kendine güven” gerekli, ancak kendini “vazgeçilmez görmek ve bir işletme için vazgeçilmez hale getirmek” vahim bir hatadır.
Not 22: Türkiye’de 2014 yılında 1 milyon 351 bin bebek doğarken 391 bin ölüm vardı. Böylece net nüfus 960 bin kişiydi. 2023 yılında 962 bin doğuma karşılık 526 bin ölüm gerçekleşmiş ve net nüfus 436 bine düşmüştü.
Bir ekleme yapalım: 2024 yılında net nüfusun 400 binlere inmesini bekliyorum.
Her yıl ölüm artıyor, doğum azalıyor.
İkisi de kötü yönetimden…
İşte bunları söyleyince vatan haini oluyoruz.
CHP Genel Başkanı Özgür Özel dedi ki; “Bu iktidar çiçek yaptırıp bizi kapıda beklemeyecek. İktidar değişimi elbette zor olacak. Bu kadar vicdansızlığı beklemiyorduk ama gül bahçesinden yürüyerek iktidara gitmeyi de kimse beklemesin. İktidar yürüyüşü gerekirse ölerek, gerekirse hapiste bekleyerek ama teslim olmayarak yürünür.”Bu çok önemli bir tespit.
Türkiye bir yapısal yıkım içerisinde. Parlak beyinlerin göç ettiği bir ülkede gül bitmez, çiçek hiç açmaz.
Eğitimin vasıflaştırdığı değil, vazıfsızlaştırdığı toplumlarda kuşak kaybı yaşanıyor demektir. Bilinçli mi bilinçsiz mi bilemiyorum ama vasıfsız bir toplum yetiştiriyoruz.
Yaşlı ve fakir bir ülke olacağız.
Hani ileri yaşlarda ölsem daha iyi diyenler çıkıyor ya; tam da biz böyle olacağız. Ölsek daha iyi diyeceğimiz bir ülke yapısı.
O zaman ne diyelim: Şimdiden ölenler daha mı şanslı diyeceğiz ya da ölümü bile göze alıp ülkeyi düzlüğe çıkartmayı amaç edinenler mi?
Ben son şıkkı diyorum.
Bugün direndiler diye hapse atılan öğrencilere de bu gözle bakınız.
Not 23: İsrail'in demir kubbesi çöktü çünkü ellerindeki interceptor füzeler bitti. Şimdi gökten füze yağıyor. Tam hakettikleri gibi. İlk vuruşta İran'ın nakavt olacağını sandılar ama kendilerinden daha ağır siklet olduğunu yeni fark ediyorlar.
Not 24: Çocukluğumuzda bir ağustos böceği ve karınca hikayesi anlatılırdı. Kötü zamanlarda aç kalmamak için iyi zamanlarda tasarruf etmeyi öğütleyen bir hikayeydi. Ben de o hikayeden esinlendim ve başka bir hikaye yazayım dedim.
Ağustos böceği enflasyon %100'ün üzerindeyken %14 ile kredi kullanmış, büyük para kazanmış, sonra onu kâr payı dağıtımı diye dağıtıp yemiş veya şirketin esas faaliyetiyle ilgisi olmayan gayrimenkullere yatırmış. Karınca ise özsermayesine eklemiş ve zor günler için kısa vadeli ve düşük riskli yani basiretli yatırımlar yapmış.
Sonra faizler artınca ağustos böceği bir de bakmış ki faaliyetlerine devam etmek için borç almak zorunda kalmış. Ama borcun faizi de çok yüksek gelmiş, başlamış ağlamaya.
Karıncanın ise borçlanmaya ihtiyacı yokmuş. Zaten kendi parası varmış. Olan parasını da kısa vadeli düşük riskli yatırımlarda değerlendirmeye devam etmiş.
Ağustos böceği artık isyan ederken karıncanın keyfi yerindeymiş. Bakmış bir şey değişmiyor Ağustos böceği başlamış gürültü yapmaya, etrafa rahatsızlık vermeye. Eğer çok bağırırsam, insanları çok rahatsız edersem faizler düşer ben de yine eski hayatıma devam ederim diye düşünüyormuş.
Hikayenin sonunu ben de merak ediyorum.
Not 25: Enflasyon lobisi rahatsızlığını var olmayan "faiz lobisi" propagandasıyla dile getirmeye çalışıyor.
Mevduat yapıp zengin olan var mı? Yok.
Enflasyon %100'ün üzerindeyken %14'le kredi kullanıp zengin olan var mı? Çok.
Yani
Enflasyon lobisi var, faiz lobisi yok.
Erken faiz indirimleri Temmuzda kaldığı yerden devam eder.
Enflasyon lobisi de sevinir.
Not 26: Yara sahibinden başkasına acı vermez..
Not 27: “Sizin işler daha çok gurbette gibi dayı,”diye yazdı uzaklardaki yeğeni. “Ömrüm gurbette geçti be yeğenim. Gerçi bizim gibi iyi adamlara dünyanın kendisi gurbet yeğenim.” sözleri dökülüverdi ağzından, ellisine doğru merdiven dayamış yorgun dayıdan. Ve hiç durmaksızın ekledi: Dünya Mustafa Sarıgül gibi adamlara güzel. Adam şarkıcı Hadiseyi getirmiş Erzincan’ın ortasında, meydanda şarkı söyletiyor. Olamadık böyle Aladağdan serin, olamadık.
Not 28: İngiliz George Orwell’in 1945’te yayınlanan “Hayvan Çiftliği” adlı romanı, bir çiftlikteki hayvanların çiftlik sahibine isyanını anlatır. Bu aslında Stalin’in Rusya’yı yönetme tarzının eleştirisidir. Hayvanları isyana teşvik eden domuzlar “hepimiz eşitiz” sloganıyla hareket eder. Ama başarıya ulaşınca doğal olarak kendileri başa geçer ve en lüks hayatı yaşamaya başlar. “Hani hepimiz eşittik” diyen diğer hayvanlara “hepimiz eşitiz, ama bazılarımız daha eşit” diye cevap verirler. Gerek siyasette gerek iş hayatında her kurumda birden çok “önemli kişi” vardır. Firmaların kuruluş dönemlerinde birden çok sermayedar ve işi bilen profesyonel bir araya gelir. Aralarında teklif tekellüf yoktur. Herkes eşittir. Tencerede pişirilip kapağında yemek yenir. İşler oturmaya başlayınca sermayedarlar arasında “kim daha eşit” çekişmesi başlar. Bu çekişme “en eşit” belirleninceye kadar devam eder. Çoğu kez birinin, diğerlerini yemesi ile sonuçlanır. Bu sürecin aynini siyasi partilerde de görüyoruz.
Not 29: ASİMETRİK İLİŞKİ:
Akıllı patronlar, kendilerinden yüksek nitelikli yöneticilerle çalışmaktan çekinmez. Özellikle zor zamanlarda “dereyi geçinceye kadar” sureta onlara teslim olsalar da asla ipleri bırakmazlar. Profesyonel tepe yöneticilerin yapacakları en büyük hata, patrona “onun, kendilerine yaklaştığı kadar ona yaklaşmayı” kendilerine hak görmeleridir. Mesela patron elini, tepe yöneticinin omuzuna koyabilir. Ama yönetici asla elini patronun omuzuna koyamaz. Patron yöneticiye “sen” diye hitap edebilir. Hatta bu sen zamiri bir iltifat anlamına gelebilir. Ama yönetici patrona kendisinden yaşça küçük olsa da sen diyemez. Demeye başlarsa, ne kadar başarılı olursa olsun, bilmelidir ki; ilk fırsatta defteri dürülecektir. Akıllı profesyonel bilir ki; firmayı yönetmede başarılı olması için onun da bir patrona ihtiyacı vardır.
Üstünü idare edemeyen, astını yönetemez.
Not 30: Milli Eğitim Bakanı olsaydım, yüzlerce klasik eseri zorunlu hale getirirdim okullarda. Ancak bu şekilde anlama kapasitemiz yükselir; ancak bu şekilde empati refleksimiz devreye girer; ancak bu şekilde Kürt bir arkadaş edinmeden de Kürtlerin iyi insanlar olabileceğini anlar; ancak bu şekilde bir Rus'un da, Alman'ın da, Arap'ın da, İranlının da, Ermeni'nin, Rum'un da bir kalp sahibi olduğunu, insani kaygılar taşıyabildiğini kavrar; daha insan merkezli bakabilirdik dünyaya.
Not 31: TCMB’nin; mayıs enflasyonu beklentilerin altında gelmesine, haziran için de görece düşük bir enflasyon beklentisine, pozitif reel faize, konkordato ilan eden şirket sayısının artmaya devam etmesine, kredi faizlerinin yüksekliği nedeniyle finansmana erişimin zorlaşmasına rağmen faiz indirimini büyük ölçüde gündemden çıkararak sıkı para politikasına sıkı sıkı sarılmasına neden olan ana faktör; dolar talebinin önüne geçmek ve yeniden rezerv biriktirmek. Yani daha kritik olan finansal istikrar.
Not 32: Sende yağmur, bende kar.
Bu kış hiç bitmeyecek gibi
Hepsi bu kadar.
Cahit Zarifoğlu
Not 33: Sen olmasaydın Anadolu Sivas dahil Ermeni yurdu olmuştu.
Allah senin elinle buna müsaade etmedi.
Bugün dahi ardından kuyruk acısı olan köpekleri havlatıyorsun
Acıları büyük.
Allah kabrini nur, mekanını cennet eylesin Talat Paşam.
Not 34: Ortaçağda kilise, ölümden sonraki mutluluğun yani cennetin anahtarını satardı bu çağda kapitalizm ölmeden önceki mutluluğun anahtarı olarak kabul ettirdiği tüketimi satıyor.
Not 35: “Seslendirmeli konuşmalar anlatının yerini, sığlık derinliğin yerini ve geçmişin enkazları arasında sörf yapmak düşüncenin yerini alıyor. Hatırlama değil, unutma kültüründe yaşıyoruz. Günümüzde, tarihsel hafızanın simsarları (aynı zamanda paydaşları), çabalarını hafızanın belleme güçlerini aşındırmaya ve tarihsel amneziyi teşvik etmeye odaklamaktadır” diyor ‘Akışkan Kötülük’ isimli kitabında Zygmunt Bauman.
Not 36: İsrâil-İran savaşı dönüşü olmayan trajik bir nokta. Evet bu son hesaplaşma. Eğer ABD devreye girmez, savaş uzar ve İran daha da toparlanıp ayakta kalmayı başarırsa İsrâil ve onun arkasındaki küreselci ağ yenilmiş olacak. Eğer ABD, Evanjelist-Siyonist ağa takılır, devreye girerse Çin ve arkasından Rusya muhakkak sûrette bu savaşa dâhil olacaktır. Çünkü İran’ı kaybetmek onlar için de sonun başlangıcıdır. Bu arada unutmayalım; İran düşerse Pakistan ve Türkiye’yi hiç de güzel günler beklemiyor.
Not 37: Dervişe “dert nedir?” diye sormuşlar.
Derviş bu kez cevap vermeye hazırlıklı da değilmiş, hevesli de. “Boğulmaktır” diye kestirip atmış. Soran konuşmaya pek hevesliymiş. “Zorda kalmaktır diyenler de var” deyip ilerletmek istemiş sohbeti. Derviş bu kez de “zorda kalmanın esası tıkanmak, tıkanmanın esası boğulmaktır. İnsan dediğin pek meraklıdır kendini dert sahibi etmeye. Dertle tıkanıp da boğulmaya. Hâlbuki derdinin dert etmeye değmeyeceğini bir anlasa rahata eriverecek de nefes alacak” diye çözülmüş bu kez.
“Derdi veren dermanı da verir” derdi eskiler. Canını uyandır ki onların dert bildiği senin dert bildiğinle aynı değildi. Onlar dert diye imtihana derlerdi. Hastalığı, afeti, darlığı dert bilirlerdi sadece. Şimdi parmağı azıcık kanasa âdemoğlunun, dert bilir oldu bunu.
Eskiler hasta olduklarında “Allah beni seviyor ki beni hastalıkla imtihan ediyor. Ya Nemrut gibi başım bile hiç ağrımayaydı…” derlermiş. Bu inceliği bir anlayabilse insan derdiyle uzlaşır da bahtı varsa hakikatin kapısına kadar ulaşır.
Not 38: Kapitalizmi ömrün zehir edilmesi olarak görenler toprak oluyor. Mezarlardan bir muhalefet beklemeyeceğimize göre canlıların Darwin’e ve kapitalizme borçlu kaldıkları için ömür sürdükleri inancına şapka çıkarmamız bekleniyor bizden.
İsmet Özel
Not 39: “Beni siz delirttiniz, evet, evet evet siz.. siz delirttiniz beni!
uçaklar, rüşvetler ve mobilyalar, ve ahlak üstüne nutuklar!
siz delirttiniz beni, hiç kuşkum yok bundan eminim.
darılmaca yok ben bir deliyim, ama beni siz delirttiniz.” (Cem Karaca)
Not 40: Bir hüznü en iyi
anlatan şey sessizliktir.
Not 41: İnsan
sevdiğine son kez bakamaz..
Not 42: Beni de çarmıha gerdiler ama kimse isa demiyor bana
gelmiyor elimden yaşamaktan başka bir şey.
Not 43: Benim hayatım güneşin uğramadığı kiraz bahçelerine benziyor.
Not 44: Anne abartma ölümü, arada çık gel..
Not 45: Benim hayatım güneşin uğramadığı kiraz bahçelerine benziyor.
Not 46: Benim yalnızlığıma maya çalan bu tenha geceler oldu..
Not 47: Gidecek yeri olmayanların kaldıkları yerde mutlu olduğu görülmemiştir..
Not 48: Sevdiklerinden kendilerine miras olarak boşluk kalanlara hayat haciz getirmiştir.
Not 49: "Biz bir çiçeğin açılmasına, bahar rüzgârıyla buluşmasına bakarken ölüm kapının arkasından sessizce dinliyordu." (Mevlana İdris Zengin)
Not 50: “Şişedeki iki akrep” Soğuk Savaş döneminin nükleer güç dengesini tanımlıyordu. Genetik olarak bir akrep ötekini soktuğunda öteki de onu sokar ve ikisi de ölür. Günümüzde şişedeki akrep bir düzine ve şişe giderek ısıtılıyor. Geri dönüş yok gibi. Türkiye her opsiyona hazırlıklı olmalıdır.
Not 51: Hafıza, açtığımız bir kasa değil, durmaksızın yeniden inşa ettiğimiz bir yerdir; hiçbir zaman tam aynı olmayan, hiçbir zaman bütünüyle doğru olmayan bir şey. (SAMANTHA HARVEY / Yörüngede)
Not 52: Bir Çin atasözü varmış. Ürpertici:
"Bir ağacı dikmek için en uygun zaman yirmi yıl öncesidir."
Not 53: İnsan biyolojik olarak birden fazla kişiye çekim duyabilir. Beyin buna olanak sağlar, kültür bunu romantikleştirir, sanat bunu dramatize eder. Ancak gerçek bir ilişki yalnızca hissedilen değil, iradeyle inşa edilen bir süreçtir. Psikolojik bütünlük aynı anda iki kişiye paylaşılamaz.
Erich Fromm’ın söylediği gibi; “Aşk sadece bir duygu değil, bir irade eylemidir.” Ve dolayısıyla bu irade, çoğunluğu değil, bütünleşmeyi gerektirir.
Yani aşk belki çoğul olabilir, ama gerçek bir ilişki daima tekildir.
Not 54: Her şey %19 çok fazla denmesiyle başladı.
%19'u beğenmeyen hazretler, %46 nasıl, güzel mi?
Not 55: Çıkar çevreleri düşük faizle kredi kullanmak istiyor. Varsın vatandaşın alım gücü de yüksek enflasyon girdabında telef olursa olsun. Bunlar her istediklerini er ya da geç alırlar. Enflasyon lobisi kazanır.
Not 56: Arjantin geçmiş elli yıldaki hataların, yanlış politikaların bedelini ödüyor. O bedel ödendikten sonra işler düzelebilir. Yaşamda mucize yoktur. Çalışmadan sürekli iyi yaşayamazsınız.
Not 57: Şu anda İsrail'in İran'a yönelik saldırısı, bir Amerikan saldırısıdır.
Bu saldırıdan İranlı Azerilere, Kürtlere, Acemlere özgürlük getireceklerini düşünen aklı evveller, 1919'u göz önüne getirmelidirler.
Not 58: Toplumsal yaşam bir sığınak yaşamına dönüşüyor.
Teknolojinin egemenliği - insanın önemsizleşmesi.
Teknoloji karşısında dinler geçersiz, ahlak çaresiz, insan yetersiz.
Belirsizlik ve güvensizlik sıradan yaşamın en başat vasfı.
Sonuç?
Bitimsiz kaygı.
Not 59: Ben açık kaynaklardan yaptığım okumalardan yola çıkarak ABD’nin çatışmaya hafta sonu katılabileceğini öngörüyorum. İnşallah böyle olmaz. Çünkü bu gelişme… Bir. İran’la müzakere zeminini ortadan kaldırır. Nükleer tesis yoksa konuşacak bir şey kalmaz. İki. İsrail’in İran’ı bölme arayışını, yeni saldırıları cesaretlendirir. Üç. İran “rejim değişikliği” safhasına geçildiğini görür, bölgede henüz çatışmaya katılmayan müzahir aktörleri devreye sokabilir. Çatışmanın yayılma riski artar. Dört. ABD o çok önemsediği “Çin’e odaklanma” planını erteler. Başka neler olabileceğini ise yaşayarak öğreniriz.
Not 60; PARA KAZANIYOR zannettiğiniz pek çok işletme BATIK.
PATRONUN altına LÜKS OTO çekmesi, o işletmenin para bastığı manasına gelmez.
Çoğu, VADELİ paralarını yiyor.
İŞÇİ/MEMUR tayfa da, bunlar para basıyor zannediyor.
Not 61: Ukrayna ile Rusya savaşıyor, bizde enflasyon tırmanıyor. İran ile İsrail çatışıyor, bizde benzin fiyatları uçuyor. Kongo'da iki yerli kabile didişiyor, bizde hayat pahalılığı artıyor. çok duyarlı, hassas kalpli, minnoş, alıngan ve nazik bir ekonomimiz var. balık burcu galiba.
Not 62: Kaya Bey güldü: “Liyakat önemlidir” dedi ve devam etti: “Siyasetçi, bu gelenekleri bozarsa gün gelir altında kalır, memlekete de kötülük etmiş olur.” M. Eğilmez
Not 63: Türkiye’deki üniversitelerin en az yarısının bugün itibariyle kapatılması gerektiğini düşünüyorum.
Bu, istihdam ve nitelikli ara/teknik eleman yetiştirme bağlamında hayati bir önem arz etmektedir. Türkiye’deki üniversitelerin en az yarısı gençler için “dört-beş yıllık bir takılmaca mekanı” durumundadır. Ve hayır. Bu üniversitelerin eğitim kalitelerinin artırılması falan gerekmez, kapatılmaları gerekir. Çünkü hiçbir ülkenin bu kadar çok üniversite mezununa ihtiyacı yoktur.
Not 64: Devletin, bakanlık ya da resmi kurumlarının hizmet verdikleri binaların herhangi bir katına çıkın; koridorlarda sağlı sollu yüksek ve orta kademe yöneticilerin odalarının sıralandığını görürsünüz.
Üzerlerinde, genel müdür, genel müdür yardımcısı, daire başkanı, danışman, şube müdürü ünvanları bulunan odaların sonu gelmez. Karşınıza çıkan makam odaları, özel kalem ve sekreterya bolluğu nedeniyle neredeyse sadece üst ve orta kademe yöneticilerden oluşan bir kurumda bulunduğunuzu sanırsınız. Kurumun normal iş gören alt kademe personelinin nerede oturduğuna akıl erdiremezsiniz.
Bakan yardımcılarının, başkanların ve bazı genel müdürlerin çevresindeki odalarda konuşlanan bir yığın danışman, koordinatör, özel kalem büro görevlisi, sekreter, teşrifatçı, hizmetçi ve ne iş yaptığı belli olmayan destek personeli, bu yerlerin sıra dışı ve yüksek makamlar olduğu görüntüsünü verir.
Bu durumda kendinize sormadan edemezsiniz: Bu kadar çok makam sahibi ve çevrelerinde dolaşan yancı eleman ne iş yapar? Tepede bu kadar kalabalık biriktiğine göre, gerçekten işleri yapan kaç kişidir?
Tam anlamıyla, “Herkes ‘şef,’ ‘kızıl derililer’ nerede?” hikâyesi…
Not 65: Türkiye’de 5.5 milyona yakın kamu çalışanı kitlesinin devlet bütçesi üzerinde kaldırılamayacak bir yük oluşturmasının yanında, bu kitlenin kendi içindeki akıl dışı görev ve iş bölümü düzeni de ciddi bir sorun ve kriz kaynağıdır. Açıkça kamu kuruluşlarımızda çalışan personelin üst, orta ve alt kademe görev pozisyonlarındaki dağılımında ve aralarındaki hiyerarşik ilişki yapısında büyük bir uyumsuzluk, sayısal ve işlevsel dengesizlik söz konusudur.
Türkiye’de devletin idari ve bürokratik yapısının temel karakteristiği olan “hiyerarşik örgütlenme” modelinin esası gayet basittir: Yukarıya doğru çıkıldıkça üst kademe yöneticilerin sayısının azalması; aşağıya doğru inildikçe, çalışanların sayısının kademe kademe artarak çoğalması gerekir. Personelin, örgütte yetki ve sorumluluk düzeylerini ifade eden bu hiyerarşik kademelenmeye göre dağılımı, geniş tabanlı ve dik bir “piramit” yapısını oluşturur.
Bir holdingi düşünün; CEO’nun altında birkaç genel müdür, onların altında daha fazla sayıda departman yöneticisi, onların altında da yüzlerce belki binlerce çalışan bulunur. Hiyerarşik yapı, iş yükü analizine göre şekillendirilir. Her kademedeki yönetici sayısı, ancak bulunması gerektiği kadardır. Ne bir eksik, ne bir fazla…
Özel sektörde bu yapı gereklidir. Çünkü şirketin mali yapısı “kıt kaynaklar” üzerinde kuruludur. Gereken performans ve verimliliği sağlayarak rekabette yer alabilmesi ve varlığını sürdürebilmesi için, tek kuruşun bile boşa harcanmaması ve gereksiz hiç bir ünvana yer verilmemesi temel bir zorunluluktur.
Not 66: Bir kamu kuruluşu “asla iflas etmeyeceği” için, kamu sektöründe, özel sektördeki gibi verimli ve sürdürülebilir olma zorunluluğu yoktur. Bu nedenle orta ve üst kademede o kadar çok sayıda ve gereksiz kadro pozisyonu yığılır ki, ortaya çıkan yapı neredeyse “ters dönmüş bir piramit” şeklindedir.
Oluşturulan üst yönetici kadrolarının çoğu işlevsizdir. Görünürde belli işlevleri varmış gibi olsa da iş yükleri çok azdır, dolayısıyla “meşguliyetsiz” pozisyonlardır. Aslında bir kaç tanesine dağıtılan görev yükü, tek kişi tarafından üstlenilebilir.
İşlevsiz ve meşguliyetsiz bir yönetim pozisyonu, gerek ona sahip kişi açısından, gerek toplum ve devlet açısından bir “trajedidir.”
Not 67: Gerçekte pek bir iş yükü olmayan bir üst yönetim pozisyonunun, orayı işgal eden kişiye sağladığı sahte statü, prestij araçları ve maddi kazanım; işlevsizliğin getirdiği öz saygı kaybını, amaçsızlığı, yüzleşmesi gereken kişilik açmazlarını ve iç çelişkileri nasıl telafi edebilir?
Üst yöneticilerin çevresinde biriken avare personel, genellikle buralarda olmanın sağlayacağı yükselme fırsatı ve cazip statü ve prestij araçlarından yararlanabilmek için kendilerine yüklenen göstermelik fonksiyonlar ve destek amaçlarıyla “makam emrinde” görevlendirilen kişilerdir.
Not 68: Gerçekte pek bir iş yükü olmayan bir üst yönetim pozisyonunun, orayı işgal eden kişiye sağladığı sahte statü, prestij araçları ve maddi kazanım; işlevsizliğin getirdiği öz saygı kaybını, amaçsızlığı, yüzleşmesi gereken kişilik açmazlarını ve iç çelişkileri nasıl telafi edebilir?
Üst yöneticilerin çevresinde biriken avare personel, genellikle buralarda olmanın sağlayacağı yükselme fırsatı ve cazip statü ve prestij araçlarından yararlanabilmek için kendilerine yüklenen göstermelik fonksiyonlar ve destek amaçlarıyla “makam emrinde” görevlendirilen kişilerdir.
Bu rasyonel olmayan dağılıma rağmen, işlerin nasıl yürüdüğü sorulacak olursa cevabı gayet basittir:
Örgütteki toplam personel sayısı, ihtiyaçtan o kadar fazladır ki, üst pozisyonlardaki yığılmaya rağmen, alt kademede bulunanların sayısı mutlak anlamda yine gerekenden fazla olduğundan, işlerin görülmesi için yeterli gelir.
Not 69: Gereksiz Üst Yönetim Kademelerinin Yol Açtığı Sonuçlar:
-Kurumların sınırsız olmayan kaynakları, hizmet üretmek yerine, şişkin yönetim kadrolarını finanse etmek için harcanır. Bu nedenle gereksiz kadrolar ve aşırı istihdam, kamu bütçesine ağır yük bindirir ve “bütçe açığı krizi” ortaya çıkar.
-Gereksiz kademeler ve dolayısıyla çok fazla yönetici, her bir kademede zorunlu paraf ve imza aşamaları nedeniyle karar alma süreçlerini uzatır ve işlerin yavaş ilerlemesine neden olur. Sonuçta yerine getirilmesi zorunlu olan kamu hizmetleri aksar ve kurumsal verimsizlik kaçınılmaz olur.
-Üst düzey yöneticilerin fazlalığı ve neredeyse hizmet binasının tüm katlarını işgal etmesi, kurumun sanki kuruluş amaçlarında yer alan temel hizmetleri yerine getirmek için değil de tepedeki makam sahiplerine hizmet etmek için var olduğu izlenimini uyandırır.
Bu dejenere yapının doğmasında, verdikleri oy desteğine karşılık maddi çıkar ve avantadan kadro için iktidara baskı yapan ve sonuçta kamu kaynaklarının israf edilmesine göz yuman toplum, en az siyasi iktidarlar kadar sorumludur.
Bu, karşılıklı bir çıkar alışverişidir ve “tencerenin yuvarlanıp kapağını bulmasından” başka bir şey değildir.
Not 70: DEVLET yanlış yapıyorsa, yaz geç.
SOKAK diyene, devlet de sana bir SOKAK der.
Sonra uğraş dur...
Bu devirde EYLEM sebepli SİLİVRİ'ye düşenler MALDIR.
Elalem parayı götürecek, sen ona meydanlarsa bedava EŞEKLİK yapacaksın?
ZAMAN çok değerli. Boşa harcamayın.
Not 71: Dikkat edin insan bedeninden koparılıyor, beyni ve algısı işgal ediliyor. Binlerce yılda oluşmuş kültür ve yaşama hukuku kolayca ortadan kaldırılıyor. Gece karanlıkta yol alıp büyük denizlerde balık çalmaktan tutun akıp giden bulutları kendi gökyüzünde yağmur için sağmaya yarayacak teknoloji hileleri almış başını gidiyor. On binlerce insanın kanının dökülüp yurdundan koparıldığı yerde bir tatil cenneti kurmanın planından söz edilebiliyor bu dünyada. Kimse o insanların kanını kim döktü hangi kötülük bir kara bulut olup ocaklarına çöktü diye sormuyor. Plajlar, eğlence mekanları, çılgın müzikler, para ışıltıları havada uçuşuyor. İyilik anlayacağınız plan üstüne plan yapıyor.
Ve nerededir bir türlü bulunamayan, yüz çizgileri kayıp, sesleri yitik kötüler? Hangi mağarada nice çölde neredeki dağ başında onlar? Baldırları çıplak rüyaları insanlığa dehşet saçmanın şehvetiyle kabaranlar kimler? Ve her gün bir vesileyle güzel elbiseler etkili konuşmalar, büyük konvoylar ve asıl önemlisi birer umut bayrağı gibi insanlığın burcuna dikilen iyiler…Onlar olmasa, hele onlar olmasa, onlar aramızdan çekilip gitseler, buralar, bu su kenarları, dağ başları, buğday tarlaları, deniz dipleri, badem bahçeleri, patates soğan tarlaları…Aman Tanrım kavrulup geçecekler susuzluktan. Ve kötülüğe sahip arıyorum fakat hep ben iyiyim diyenlerin çalılığı çıkıyor karşıma .
Not 72: İnandığımız din, ırkımız ya da milletimiz otomatik olarak bizi başkalarından üstün yapmıyor.
Zerre miskali iyilik yapan da kötülük yapan da ahirette karşılığını alacaksa, ne olduğumuz değil ne yaptığımız mühim demektir.
İyilikleriyle, dürüstlükleriyle, vicdanlarıyla, cesaretleriyle, başkalarına faydalarıyla, zalimin karşısına dikilişleriyle, mazluma kol kanat gerişleriyle öne çıkan kahramanlardan olamıyorsak bile en azından onları takdir edebilmemiz lazım.
İnanç ya da ırk üzerinden üstünlük taslamak ilkellik ve cahilliktir.
Mesele, büyük kahraman Rachel Corie gibi "Eğer zulüm bizdense ben bizden değilim" diyebilmektir.
Not 73: İskender Öksüz, Arif Nihat Asya'ya "Ağır bir dille yazıyorsunuz üstadım" diye sorar. Arif Nihat'ın cevabı: "Beni sadece yaşayanlar okumuyor ki!"
Not 74: “Baktım sana ay çıktı
Güzellere tay (rakip) çıktı
Hoşluğu paylayanda
Hasret bana pay çıktı.”
Şimdi şiire sığınma zamanı.