Kurban ve yeni bir Nuh tufanı ihtiyacı..
Mübarek Kurban Bayramımız tüm milletimize kutlu olsun. Dinimizden dolayı bizi Yaratanın ikramı olan Kurban Bayramına kavuşmanın mutluluğunu buruk da olsa yaşıyoruz.
Kardeşliğimizi pekiştiren dini bayramlarımızı güven ve huzurla kutlayarak, yaşadığımız bir vatan ve bağımsız bir devletimizin olması çok büyük bir lütuf.
Şunu da başta belirteyim ki, bu vatanı kurtarıp Türkiye Cumhuriyeti devletimizi kuran Gazi Mustafa Kemal Atatürk, silah arkadaşları ve tüm şehitlerimize ne kadar dua etsek azdır. Onlara saygıyla minnettarız.
Günümüzde birçok örnekler içinde en yakın yaşanılan Gazze. Filistin halkına ABD ve batılı müttefiklerinin desteğiyle, İsrail tarafından yapılan soykırım katliamı gözlerimizin önünde sürüyor, oradaki insanların bayramı var mı bir düşünelim!?
Bir de yüz yıl önce işgal altındaki ülkemizi düşünün, o dönemde Türk milletinin bayramı var mıydı?
Milletimizin her bir ferdi dedelerimiz, ninelerimiz ne büyük zulüm, tecavüz, katliama maruz kaldı. O dönemde onların bayramları var mıydı?
Kuzey Kıbrıs Cumhurbaşkanı rahmetli Rauf Denktaş'tan Trabzon'daki bir konferansında bizzat dinlemiştim: Rumların Türklere uyguladığı zulümle ve katliam dolu günleri ve Kıbrıs Barış Harekâtını anlattıktan sonra "Gençler, Atatürk'ten dolayı bağımsız devletinizde yaşamanın değeri hiçbir şeyle ölçülmez."
"Devletsizliğin ne olduğunu siz bilmezsiniz…"
Bütün bunları geçmişte ve günümüzde yaşamamızın kaynağı batının emperyalist düşünce anlayışı ve hedefleridir.
Batılı emperyalist devletler dün de, bugün de aynı oyunlarla, içerde ve dışardaki işbirlikçileriyle zulüm ve sömürülerine devam ediyorlar.
Tufan ve bugünün Nuh'u:
Bugünün Nuh’u kim?
Tufan, ruhumuzu örten her şeydir. Kurtuluş ise hatırlamakta saklıdır.
Nuh’un hikâyesi yalnızca tek tanrılı dinlerin değil, bütün bir insanlık tahayyülünün ortak parçası.
Sümerlerin Utnapiştim’i, tufanı atlatıp ölümsüzlükle ödüllendirilir.
Hint mitolojisinde Manu, balığın sırtında geleceğe taşınır.
Tevrat’ta ve Kur’an’da Nuh, inananları gemiye alır; geri kalanlar tufanda yitip gider.
Bütün bu anlatılarda ortak olan bir şey vardır:
Tufan, sadece bir felaket değil; bir elemeyle gelir.
Ve ardından yeni bir düzen başlar.
Ama biz bu düzeni neye göre kuruyoruz?
Ve bu seçim hakkını kim, neye göre elinde tutuyor?
Bugünün tufanı su değil.
Bugünün tufanı: savaş, yoksulluk, göç, kimliksizleştirme, dijital hapsoluş.
Ve bugünün gemisi artık taştan değil — veriden, sermayeden, sistemlerden örülüyor.
“Gemiyi bu kez Tanrı değil, sistem inşa ediyor.”
Zygmunt Bauman'ın ruhuna selamla.
Geminin dışında kalmak, eskisi kadar görünür değil artık.
Bu kez boğulma, ekranda olamamakla başlıyor.
Kimi dilinden, kimi yerinden, kimi kimliğinden dolayı binemiyor gemiye.
Ama kimsenin geminin nereye gittiğini sorduğu yok.
Belki de tufan, yönünü kaybetmiş bir kurtuluşun adı artık.
Ve rotasız kalan her gemi, sonunda batmaya mahkûm.
Bir zamanlar inananlar binmişti gemiye.
Şimdi inanıp inanmamak değil, sistemin seni tanıyıp tanımaması belirliyor varlığını.
Nuh’un anlatısı bir "ikinci şans" vaadiydi.
Ama biz o şansla ne yaptık?
Yeni düzenler kurduk, ama eski hataları yeniden ürettik.
Yine seçtik, yine dışladık.
Yine kurtulduk — ama yalnızca kendimiz.
Eğer Nuh hepimizin atasıysa, bu ortak soy niçin ortak bir vicdan üretmedi?
"Tarihin her döneminde bir tufan yaşanmıştır; asıl mesele, kimlerin kurtulduğu değil, kimlerin unutulduğudur."
Ve şimdi, daha yakıcı bir soru: Bugünün Nuh’u kim?
Devletler mi?
Sermaye mi?
İnanç kurumları mı?
Teknoloji devleri mi?
Yoksa biz mi?
Eğer beklediğimiz gemi hâlâ gelmediyse, belki de biziz kaptanı beklenenin.
Ama bu kez, gemiyi sadece kendimiz için değil, başkası da binebilsin diye inşa etmemiz gerekiyor.
Çünkü: "Eğer yalnızca kendini kurtarıyorsan, sen Nuh değilsin.
Sadece iyi yüzebilen birisin."
Son söz: Onlar bollukta ve darlıkta Allah yolunda harcayanlar, öfkelerini yenenler, insanları affedenlerdir. Allah iyilik edenleri sever.
Al-i imran 134. Ayet
Kurban Bayramınız mübarek olsun.
Soru: Yolda yürüyen 10 kişinin 8 veya 9'u telefonla ya konuşuyor ya da oynuyor. Bu neden acaba? Yolda giderken telefonla konuşmayı gerektirecek kadar acil işi olan kaç kişi var bu ülkede?
Ustalara saygı: Erzurumlu aşık Mevlüt İhsani'nin bizzat kendi sesinden ve sazından dinlemenizi tavsiye ederiz:
"Oyununda yüz yenilmiş zar ararsan işte ben
Gül yanında kan ağlayan har ararsan işte ben
Yaktı yıktı viran etti feleğin fırtınası
Dolu dövmüş sel götürmüş yar ararsan işte ben
Mevlüt İhsan ağlayarak çaldım gamlı sazımı
Yüz bin dostum vardır amma toprak çeker nazımı
Adana'da ağustosta bulamadım yazımı
Ağrı gibi başı duman kar ararsan işte ben"
Not 1: M2 ve M3 para arzındaki yıllık artış 1 mayısa kadar sırasıyla %38,5 ve %43. Yani reel enflasyon muhtemelen %40-41 civarında geziniyor. Şu an mevduat faizleri %45-46 civarında. %15 stopaj düşün. Reel getiri %38-39. Reel faiz yok. Ne faizi inecek? Hayal ürünü. Olaki faiz indirimi gelirse ve elin ayarı da biraz kaçarsa tekrar ışıltılı günlere dönebiliriz. TL’den kaçış bir kez başlarsa bu sefer bu günleri mumla arar hale geliriz.
Not 2: Hiç bilmeden ne kadar bıkmışım, nasıl duruyormuşum, demek ki durulacak başka yer bulmak imkânsız olduğundan duruyormuşum... (ŞULE GÜRBÜZ / Kıyamet Emeklisi)
Not 3: Şimdi şu gerçeklerle de yüzleşelim...
Avrupa ( NATO) Ukrayna savaşının sürmesinden yana açık tavrını koyduysa, hatta bunun için özellikle silahlanmaya başladıysa...
Ki öyle...
Bu süreç Trump'ı Başkan olduğuna pişman etmek ve Putin'i bir tür "kıyamet"e zorlamak için açılmış demektir.
Soru şu...
Beklenen ve dizayn edilen kıyamet dünyanın kıyameti mi olacak, yoksa Putin'in kendi kıyameti mi?
Not 4: "senin adın Aylin. Yeryüzünde bir tane daha çarşaflı Aylin var mıdır?"
Netflix'te İstanbul ansiklopedisi adında bir dizi izliyorum. kimlik bunalımları, önyargılar, duvarlar, din, şehir gibi alanlarda dert sahibi bir dizi. derdi olanı severim. ağır ilerlese de tavsiye ederim.
Not 5; farkında mısınız, tüm CHP'li belediyelerde inanılmaz yolsuzluklar var, hepsine operasyon üstüne operasyon yapılıyor, bir tek AKP'li belediyede en küçük bir yolsuzluk yok. Hepsi pırıl pırıl, hepsi sütten çıkmış ak kaşık. İnsan çok duygulanıyor gerçekten.
Not 6: İzmir İnciraltında bir kafe...
İki genç kız sevinçle bir masa seçip oturuyorlar. Epey bir süredir görüşmemişler, belli; konuşacak çok şeyleri var.
Menüye bakıyorlar, yüzleri kararıyor.
Eh, 350 liradan aşağı tatlı, 150 liradan aşağı kahve yok...
Biri hafif utangaç biçimde arkadaşına, "Şunu seçip paylaşalım mı?" diyor.
Diğeri karşılık veriyor: "Ablamlar beş yıldır Almanya'da yaşıyorlar ya, bizdeki yeme içme fiyatlarına akıl erdiremiyorlar... Dert etmiş, geçen gün bana harçlık gönderdi. O yüzden diyorum ki, bu tatlı benden olsun."
Not 7: Okullardan velilere bayram öncesi gelen mesajlar arttı...
Bayramlaşma mesajları mı?
Hayır!
Şöyle diyorlar: "Değerli veliler, çocuklarımızın son zamanlardaki hâlleriyle ilgili sizleri bilgilendirmek ve çözüm yolları aramak istiyoruz.
Saygı sınırlarını aşan konuşma ve davranışlar arttı, küfürleşmeler inanılmaz boyutta, akran zorbalığına varan davranışlar gözlemledik, lütfen bayram boyunca siz de bu konuları düşünün ve üzerinde durun..."
Not 8: Bir şehir kadar kalabalıktır bazılarının yalnızlığı..
Not 9: Günümüzde sessiz kalmak zor, sessiz kalamamak da insana huzur ve sakinlik veren o iç sözü duymamızı engelliyor. Toplum bize durup kendimizi dinlememizden ziyade bütünün parçası olabilmemiz için gürültüyü kabullenmemizi telkin ediyor. Bundan ötürü bizzat bireyin yapısı dönüşüme uğruyor.
Not 10: İş çıkışı dalgın dalgın yürüyordum. Yanımdan ters istikamette tekerlekli iskemlesiyle engelli bir vatandaşımız geçiyordu ve yolu hafif yokuş yukarıydı. Arkamdan bir ses kibarca ona seslendi : ‘İstiyorsanız yardım edebilirim’. Olumlu cevabın ardından iskemleyi iterek yokuş yukarı çıkardı. Fark edemediğim için çok utandım. O duyarlı gence minnet duydum.
İnsan olabilmek bir başkasının yükünü omuzlamaktır. Eylem halindeki nezaket, bizi insan kılar. Bu da bu konuda onca yazı yazmış ama gözünün önündekini göremeyen bana ders olsun.
Not 11: İster gökyüzünde seyret, ister gözlerimde: Körler onları görmese de yıldızlar vardır
Nazım Hikmet
Not 12: İktidarda her yer güç adacıklarıyla dolu.
Her kritik yetkilinin arkasında bir büyük siyasetçi var.
Çıkarılan yasaların halk nezdinde nasıl bir etki meydana getirdiğini ölçen bir dinamik yok.
Mesela son trafik cezaları.
Resmen sürücüye "arabanı bırak git" diyecek kadar ağır...
Bir devlet; "534 bin kişiye ceza yazdık" diye övünür mü?
"534 bin kişiyi rehabilite ettik. Kurs verdik" diyebilirsin. Bununla övünebilirsin ama... "534 bin kişinin hakkından geldik" yanlış bir siyaset pratiği...
O ceza yazılan 534 bin kişiye ehliyet verenlerin hakkından geldik desen...
Belki bu anlaşılabilirdi...
Taksiler çatır çatır zam yapıyor.
Marketler hafta bir kafasına göre zam yapıyor.
Peki, nerede bu devlet otoritesi?
Not 13: Ya il, ilçe teşkilatları?
Büyük bölümü erkenden binaları kapatıp gidiyorlar. Bakkal, manav dükkanları bile daha geç kapanıyorlar. Çoğu yetkili yaşam standartlarını daha nasıl yükseltebilirim diye kafa yoruyor.
Nasılsa "Erdoğan şapkadan tavşan çıkarır" diye, tüm yükü Cumhurbaşkanı'na yükleyip EYT'den erken emekliye ayrılan memur gibiler.
İktidar dua etsin de bir erken seçim olmasın.
Muhalefet de iktidar da vatandaşa ateş ediyor, etmeyin!
Vatandaşın yarası içinde saramıyor!
Not 14: "Hüzün taze tutar aşk yarasını. Yaramdan da hoşum, yarimden de"…Şems-i Tebrizi
Not 15: “Demokrasi, gemicilerin kaptanı görevden alıp dümeni sarhoşlara teslim ettiği rejimdir.”
— Platon
Platon’un bu keskin sözü, demokrasinin halkın iradesiyle şekillendiği ama ehil olmayan ellerde yozlaşabileceğine dair binlerce yıllık bir uyarıdır. Onun idealleştirdiği “filozof kral” modeli bir ütopya olsa da, günümüz yönetim biçimlerinin bu uyarıyı ciddiye almadığı, hatta bilinçli biçimde tersine çevirdiği açıktır.
Not 16: Size verebileceğim ilk haber Türkiye’nin önünde geçirebileceği herhangi bir istihâlenin kalmadığıdır. Bundan on, on beş yıl öncesine kadar Türkiye’nin geçireceğinden korkulan
ve/veya geçirmesine ümit bağlanılan istihâleler vardı. Artık yok.
İsmet Özel, Cuma Mektupları (2002)
Not 17: Adam olanın sermayesi hüzündür.
Not 18: Hayatın sermayesi güvendir.
Not 19: İktidarın en büyük açmazı, büyük masraflar ederek elinde tuttuğu medya gücünün algı oluşturma yeteneğinin sıfırın altına inmesi. Şöyle bir iddia boş sayılmamalı: İktidar, emrindeki medyayı toptan tasfiye etse, hiç olmazsa iktidar gücü ile bir miktar kamuoyu oluşturma yeteneği kazanabilir. Mesela en kestirme yollardan biri, İletişim Daire Başkanlığını kapatmak olabilir. Fahrettin Altun’un bütün yeteneğine rağmen elinin altındaki bütün araçların elinde patlaması kendi suçu değil. Malzeme tefessüh etmiş vaziyette.
Ak parti medyasının toplamının okunma ve izlenme oranı, muhalefetin derme-çatma kanallarından biri kadar etmiyor. Yazarları okunmuyor, yorumları ciddiye alınmıyor, haberlerine güvenilmiyor. Bu yüzden algıların çatıştığı piyasada esamesi okunmuyor. Tek bir okuyucuya veya izleyiciye hitap eden medyanın sonunda varacağı yer işte burası.
Asıl algı oluşturan mecra Sosyal Medya. Orada tam anlamıyla çoğulcu bir yapı var. Fikir özgürlüğü tam. Haberleşme özgürlüğü açık. Üstelik, mülakatta geçemeyen yetenekli memur adayları gibi en iyi, en yetenekli gazeteciler-analizciler bu mecraları mekân tutuyorlar.
Not 20: Concordia, Roma mitolojisinde barış, esenlik, anlaşma ve uyum tanrıçasıdır. Zıttı Discordia’dır. Ona tapılan birçok tapınak mevcuttur, bunlardan en eskisi MÖ 376 tarihinde Marcus Furius Camillus tarafından yaptırılan ve Forum Romanum’da bulunan tapınaktır. Bu tapınak aynı zamanda Roma senatosu için bir toplantı yeri haline gelmiştir, Roma senatosu sık sık burada toplanmıştır. Çoğu zaman bir kâse ve barışın, zenginliğin sembolü olan içinden meyveler fışkıran bir boynuz (cornucopia) ile resmedilmiştir.
Not 21: İnsan garip bir varlık. Hep huzur ister gibi yaşar ama çoğu zaman huzur veren değil, huzuru altüst eden kişiye tutulur. Sessiz biri çığırtkana, planlı biri dağınığa, aşırı düşünen biri boşvermişe… Sanki kalbimiz, düzenimizi değil, onun yıkımını çağırır. Çünkü biz, kendimize benzeyene değil, bambaşka bir ihtimale aşık oluruz.
Psikolojide bu durum, “eksik olanın tamamlanma arzusu” diye açıklanır. Ama aslında insan tamamlanmak değil, taşmak ister. Biz kendimize benzemeyene aşık oluruz çünkü o kişi bize bilmediğimiz bir tarafımızı gösterir. Jung’un dediği gibi: “Karşımıza çıkan herkes, içimizde bastırdığımız bir yönün yansımasıdır.” Belki de âşık olduğumuz kişi, kendi içimizde bastırdığımız ihtimallerin ete kemiğe bürünmüş halidir.
Ve işin en çarpıcı yanı şu: Bizi etkileyen sadece zıtlık değil, kusurdur da. Çünkü kusur, maskesizdir. Gerçektir. Kırılgan bir yanını gösterebilen biri, bize de kırılma hakkı verir. Kusurda, samimiyetin dili vardır. Ve biz o dili tanırız. Çünkü kendi içimizde taşıdığımız ama susturduğumuz tüm o yamuk yerler, karşıdakinin kusurlarıyla rezonansa girer.
Bakın, Leonard Cohen ne der: “Her şeyde bir çatlak vardır. Işık içeri böyle girer.”
Belki de biz, o çatlaklardan giren ışığa tutuluruz. Tertemiz, pürüzsüz bir yüzey değil, içinden ışık sızan bir yaradır bizi kendine çeken.
Zıddımıza aşık olmak; konfor değil, dönüşümdür. Ve kusura aşık olmak; estetik değil, gerçektir. O yüzden aşk dediğimiz şey çoğu zaman sükûnet değil, bir iç savaş gibi başlar. Ama o savaşta kendimizi tanır, o çatışmada büyür, o kusurda güzelliği görürüz.
Çünkü bazı insanlar hayatımıza gelir ve biz ilk kez kendimizi “eksik değil, böyle de güzel” hissederiz. Ve o an anlarız ki aşk, bizi düzeltmeye değil, bize dokunmaya gelmiştir.