Ünlü bir Erzurum fıkrası…

Ünlü bir Erzurum fıkrasıdır, avcı tilkinin ini başındadır ve bir köylü avcının tilkiyi yakalamak için kullandığı av malzemelerinin bolluğu karşısında şaşırır ve avcıya sorar, bu uzun demir, nedir?

Bu demiri inin diplerine kadar sokup dürtüp tilkiyi çıkartacağım, peki o ateş ne, avcı: inin içinde duman çıkartıp tilkiyi kaçıracağım, peki öbür alet ne, tilki birden kaçarsa üstüne ağ atıp kafesleyeceğim, öbürü, yine de kaçarsa diğer silahımla vuracağım, der ve köylü de şöyle karşılık, ‘Sizin de elinizden Allah kurtarsın, kurtuluş hiç yok!’

Son söz: Borçla yaratılan istikrar, yalnızca daha büyük bir istikrarsızlığın habercisidir.

Hakikat: Çok güzel bir kadın sana ayakkabı satıyor tamam mı çok güzel bir kadın o ayakkabıya dokunmasıyla güzel olmayan bakımsız bir kadın ayakkabıya dokunması arasında çok büyük fark var sen ister istemez güzel dokunduğunda daha kaliteli algılıyorsun bu bilgi aslında. Peki, ne işimize yarayacak! Yaramayacak. Gene güzel kadının dokunduğu ya da ağzına aldığı şey olmak isteyeceksin.

Dilemma: Çözüm enflasyonu düşürmek. Onun yolu da verimli üretim. İkisi ilintili ve bir türlü gerçekleşmiyor yeğen! Elde bir faiz kalıyor maalesef. Faizin ana nedeni de enflasyon. Enflasyon ise zengini daha zengin fakiri daha fakir ve geniş halk kitlelerini yoksulluğa sürüklüyor ve gelir dağılımını geri döndürülemeyecek şekilde bozuyor.

Bir sabır eşiği var yine de; dikkat etmek lazım. Enflasyon bir noktada felakete sürükler toplumu. Dünya bunun örnekleriyle dolu. Enflasyon tüm kötülüklerin hem anası hem babasıdır.

Aforizma: Dinlen ey Mustafa zamanın gölgesinde.

Aforizma iki: Herkes haklı hiçbir şey doğru değil…

Öneri: ÇÖP toplama işi, ÇÖP karşılığı, Türkiye çapında İHALE edilebilir.

BEDAVA bile toplarlar belki...

Selam: Ancak öldüğünde ruhlarındaki yangını söneceklere ve huzura ereceklere gelsin…

Ustalardan: Hamburger yiyip kola içenler nasıl Kur’an’ı anlayamazlarsa, tarhana çorbası içip dürüm yiyenler de felsefeden anlamazlar.

Dücane C.

Dizeler: Öyle tütüyorsun ki gözümde,

Hamdolsun hasret çekiyorum.

Cahit Z.

Kulağa küpe: bir sözü yanlış anlamanın iki temel nedeni vardır:

1. zekâ geriliği (mantık)

2. kötü niyet (ahlak)

Kaçınmanın çaresi ise, satranç taşlarıyla dama oynamak.

Öğüt: Fırsatını bulduğunda yakalanmayacağını biliyorsan ve yakalanmayacağından eminsen hiç affetmeyeceksin imkan ölçüsünde çalacaksın el verdiginde sınavlarda kopyanı çekeceksin ve yalan söylemen gerekiyorsa bir yerde hiç vicdan azabı çekmeden ve renk vermeden yalan söyleyeceksin. Başka türlü bu bozulmuş insan müsveddelerinin arasında ayakta kalma şansın yok kızım.

İzmir belediyesine: Ne güzel İzmir be! İşe devam primi nedir Allah aşkına! Keşke zamanında İzmir belediyesine işçi olarak girseymişiz. Belediye behemehâl, derhal greve giden işçilerin işine son vermeli ve yerlerine ivedi işçi alımına gitmelidir.

Sağlık raporu almayan işçiye niçin 46 yevmiye tutarında teşvik birimi verilmesi gerektiğini anlayamadım hiç. Sanki sağlık raporu İsteğe göre verilen bir şeymiş gibi.( suiistimal edildiği için biraz ona döndü ama)

Tadımlık: Bir sarhoş narası var öte yanımda,

Dünyaya haykırıyor belli ki anlatamamış kimseye kendine anlatıyor kendini...

Hüznü sokak lambalarını bile söndürüyor sanki

Kim duyuyor kim dinliyor,

Defne ağacı bile çevirmiş yüzünü..

Mustafa Akgül

Disk sendikasına: İçimde biriktirdiğim tüm küfürleri etmek istiyorum bu arsız utanmaz sendikaya!

İroni: En düşük emekli maaşı 100.000 TL olmalı. Tüm şirketlere sıfır faizli 10 yıl geri ödemesiz yarısı hibe olacak şekilde kredi verilmeli. Gerekirse merkez bankası yüksek emekli maaşları ve sıfır faizli kredi için sınırsız para basmalı.

Özlem: En büyük hayallerimden biri gökyüzünde bulutlara karşı sevişmektir. 46 yaşadım gerçekleşmedi, umarım gerçekleşir günün birinde ölmeden.

Uyarı: temmuzda asgari ücrete zam yapılırsa yılsonu enflasyon hedefi tutmaz demiyorum, patlar diyorum. Eminim ekonomi yönetimi bunun farkında. Ondan derin bir sessizlik var zaten.

Not 1: Başıma düşmüş sevda ağı

Bir başıma tenhalarda kahroldum.

Cahit Zarifoğlu

Not 2: Görüntünün, içerikten hızlı olduğu, dijital narsisizmin kurumsallaştığı bir çağdayız.

İnsanın değerini belirleyen şey, artık sizin ne kadar görünür olup olmadığınızla ilgili.

Gündelik hayatın içinden çekilmiş sıradan bir video, kimi zaman ömür adanmış bir kitabın, kapsamlı bir araştırmanın ya da bir düşünce insanının yıllara yayılan emeğinin önüne geçebiliyor.

Görünür olmayan düşünce ise, yavaş yavaş yok hükmüne indirgeniyor.

Not 3: Öyle ki; “Bu kişi görünüyorsa doğrudur. Bir fikir viral olduysa evrenseldir.”

Mesela Tik Tok’ta evinde kahve karıştıran bir kullanıcının videosu milyonlarca izlenme alırken, küresel adalet üzerine yapılmış bir konuşmanın birkaç yüz kişiye ulaşması, sadece popülerlik farkıyla açıklanabilir mi?

Ama maalesef artık hissetmek, düşünmekten daha değerli ya da tepki vermek, analiz etmekten daha kıymetli olduğu için evet popülerlik algısı da değişti.

Not 4: görünürlük de artık sınıfsal. Zira algoritmalar yalnızca parası, zamanı ve teknik donanımı olanları öne çıkarıyor.

Bu da dijital eşitsizlikleri artırıyor. Sosyal medyada “var olabilmek” için bir tür sermaye gerekir. Bu da görünürlüğün demokratik değil, elitist bir gösteriye dönüşmesine neden oluyor.

Not 5: Arthur Brooks’un deyimiyle sosyal medya, sahici ilişkileri ve derin anlam arayışlarını sabote ediyor.

Çünkü entelektüel üretim, yavaşlık, içe dönüş ve yoğunlaşma ister.

Oysa dijital çağ, hız, dışa vurum ve bölünmüş dikkatle besleniyor.

İşte bu yüzden entelektüel artık sadece dijitalde yalnız değil; sistematik olarak dijitalin dışına itiliyor.

Çünkü dünya dans eden, ağlayan ya da çığlık atan algoritmalara teslim olmuş içeriklerle meşgul.

Bu durum, entelektüeli sadece yalnızlaştırmakla kalmıyor; aynı zamanda onu dijital dünyanın çöp veri yığını içinde boğuyor.

Not 6: Brooks’un “sosyal medya, toplumsal hayatın çöpüdür” ifadesi sosyolojik açıdan da okunması gereken bir duruma işaret ediyor.

Sevgi, öfke, yardım, ilgi gibi kavramlar, içerik formatına dönüştüğü anda hem işlevini hem de özgünlüklerini yitirmiş oluyor.

Belki de bu yüzden, dijital çağda entelektüelin en büyük mücadelesi düşünmek değil, duyulmak haline geldi.

Not 7: görünürlük artık içsel bir deneyim değil; dışsal onaylara bağlı hale geldi.

Birey ise, ürettiği imaja değil, gerçeğe ve kendine giderek daha fazla yabancılaşıyor.

Peki, düşünceyi değil tepkiyi ödüllendiren bir dünyada gerçekten mutlu olabilir miyiz?

Not 8: Gitti deriz ölenler için

Yalnız yaşayanların işidir yola çıkmak

İsmet Özel

Not 9: Sanayide üretim ne zaman durdu? Endekse bakınca hemen anlıyorsunuz: Erdoğan’ın “Nass… Ekonomi Modeli” başladığında sanayi üretimi adeta stop etti.

Mevsim ve takvim etkilerinden arındırılmış sanayi üretim endeksi Ağustos 2021’de 103,0 seviyesindeydi. Ekim 2024’de ise 103,9 seviyesinde seyrediyordu. Toplam 3 yılda sanayi üretim artışı sadece ve sadece yüzde 0,8 olmuş…

Not 10; Nass başladı sanayinin çarkları durdu. Yeni Şafak bunu es geçmiş.

Peki, sanayi üretimi neyden etkilenerek zayıflıyor?

1-) Nass döneminde fiyatlandırma sorunu vardı. Yüksek enflasyon ve belirsizlik üretim süreçlerini olumsuz etkiledi.

2-) Şimdi de yüksek reel faiz olumsuz etkiliyor.

İyi ama yüksek faiz neden oluştu? Bakın buna cevap yok…

Not 11: Şimdi size İSO-500’den bir veri aktaracağım: İSO-500’ün mali ve diğer borçları 2024’te önceki yıla göre yüzde 45,1 arttı. “Yüksek Teknoloji” yoğunluklu sanayilerin payı 0,3 puan artışla yüzde 7,4’e çıkarken “Orta Yüksek Teknoloji” sanayilerin payı 3,6 puan azalışla yüzde 26,7 oldu. Özetle, İSO-500’de Orta-Yüksek teknoloji oranımız sadece ve sadece yüzde 34,1…

ISO-500’den bir başka veri: Net katma değer artış hızı yüzde 52,6’dan yüzde 11’e geriledi. Vergi öncesi dönem karı yüzde 58,5 azalarak aktif karlılık oranı yüzde 7,2’den yüzde 2,2’ye düştü. Satış karlılığı da yüzde 8,6’dan yüzde 2,6’ya indi.

Şimdi sorumuzu soralım: Bu kadar hantal, bu kadar verimsiz ve bu kadar alt teknolojili bir sanayi sıfır faiz olsa bile ayakta durabilir mi?

Not 12: Bakınız, Türkiye sanayi teşviklerinde Dünya’da lider ülkelerden biridir. Buna rağmen dönüşüm gerçekleşmiyor.

Mesele o derece derindir ki, bu çözüm paketi finansal olması gerektiği kadar eğitimsel de bir sorundur. Lise, üniversite dâhil hem eğitim sistemi değişmeli hem de eğitim kalitesi.

Keşke bu kadar basit olsa ama kime anlatacaksın ki… Ülkemiz adeta cahiliye devrinde sıkışmış ve çırpınıp duruyor.

Not 13: Ak Parti, iktidara geldiğinde, ekonomiyi düzeltmeye odaklandı, kendisinden önce on yıllardır çok yüksek seyreden enflasyonu 2022’ye kadar dizginlemeyi başardı. Bu sırada attığı adımlar her alanda sıkı çalışmayı gerektiriyordu tabi. Zaten Ak Partililerin kendileri de millete hizmet yolunda ne kadar çalışkan olduklarını zaman zaman vurgularlar. Sıkı çalışanlar ve sıkı çalıştıranlar vardı her yerde bu dönemde. Her ikisine de bir iki cümleyle profil çizersem böyleleri çevrenizde var mıydı yok muydu düşünebilirsiniz siz de.

Mesela parti teşkilatlarında gece gündüz demeden koşturanlar, iş çıkışı o toplantıdan çıkıp o toplantıya gidenler, gece olunca evine ancak uyumak için ulaşabilenler, ertesi sabah kahvaltı etmeye bile vakit bulamadan evden çıkıp yine işe gidenler… Bunların çoluğu çocuğu evde sadece para getiren bir babanın varlığıyla büyüyordu. Bu burada dursun.

Mesela bir başkası: Şehrin yeni ve modern yüzü olan AVM’lerden birinde iş bulmuş, asgarî ücret alıyormuş ama olsun, sonuçta sigortası varmış, mesai saatleri biraz uzunmuş ama olsun, sonuçta dayanıyormuş, iş çok yoğunmuş, çok yoruluyormuş, eve gidince kimseyle iki çift laf edecek hali kalmıyormuş ama olsun çünkü takside girmiş, kredi ödüyormuş, bitirmesi gerekiyormuş, “E ne zaman evleneceksin?” diyenlere “Bu maaşla zor.” diyormuş ama olsun, emeklilik günleri doluyormuş… Bu da burada dursun.

Evet evet, çocuğu üniversiteyi bitirmiş, derece bile yapmış, okuturken çok zorlanmışlar ama değmiş, ah bir de atanabilseymiş, KPSS güzel geçmiş, puanı da yüksekmiş ama mülakat diye bir şey çıkarmışlar, kim bilir neden mülakattan düşük puan almış, elenmiş, tekrar hazırlanıyormuş, evet üçüncü seneymiş bu sene, başka iş mi, nasıl başka iş yapacakmış ki, öğretmenlik okumuş…

Daha böyle çok profil çizilir de üç tane yeterli. İşte bu insanlar kiminin babası, annesi, ablası, kardeşi, komşusu falandı ve pek çok genç de çevrelerinde böyle insanlar görerek büyüdü. Şimdi bu insanları görerek büyümüş gençlerden evlenmelerini ve çocuk yapmalarını bekliyoruz. Onlar da haklı olarak “Bu iş nasıl olacak?” modundalar. Zaten çoğu, uzun eğitim süreçlerinden dolayı yirmi beşli yaşlarda ancak stajını bitirmiş ve doğru düzgün maaş almaya başlamış oluyor. O maaşlar da çoğunlukla anne baba evinde geçime ancak yetiyor ve biz onlara umut vermeden onlardan evlenmelerini, ev kurmalarını ve çocuk yapmalarını bekliyoruz…

Not 14: anahtar kelime ‘umut’. Gençlere, geleceğe dair güzel günler umudu veremezsek onlar da haklı olarak önce kendisini düşünecek, kendisini bile desteksiz ayakta tutamayan genç, eş ve çocuk sorumluluğundan imtina edecektir. Umut da böyle konularda öyle boş laflarla verilmez, icraat ister. O icraat da bireysel hayatı, ailesi ve çalışma hayatını dengede götürebilen ailelerin sayısının artmasının sağlanmasıdır. Böyle aileler toplumda görünür oldukça, senin ailen, benim ailem böyle oldukça, böyle aileler senin benim komşum, arkadaşım oldukça gençlerimiz bunları görecek, yaşayışlarına imrenecek ve aile kurmak, çocuk sahibi olmak isteyecektir.

Not 15: Sürekli devam eden bir enflasyon süreciyle, hükümetler vatandaşlarının servetinin önemli bir kısmına gizlice ve fark edilmeden el koyabilirler.

Bu yöntemle sadece el koymakla kalmazlar, aynı zamanda keyfi bir şekilde el koyarlar; ve bu süreç birçok kişiyi yoksullaştırırken aslında bazılarını zenginleştirir.

Zenginliklerin bu keyfi yeniden düzenlenmesinin görüntüsü sadece güvenliğe değil, ayrıca mevcut servet dağılımının adaletine olan güvene de darbe vurur.

- John Maynard Keynes

Not 16: Durumumda paylaştıklarımı okuyup izleyip Allah razı olsun diyenlerden Allah razı olsun.

Not 17: Serbest kur rejimine geri dönülmeli. Bunun yaratacağı enflasyon tek seferlik olur. Zaten siz istesiniz de döviz kurunu sonsuza kadar baskılayamazsınız.

Kredi büyümesi durmalı. İstisnalar, seçicilik vb. yollarla bu delinmemeli ve ciddiyetle uygulanmalı.

Verimsiz sektörlere teşvik verilmemeli. Teşvikler sadece verimli, katma değer yaratanlara verilmeli.

Not 18: Veri arttıkça düşünce neden zayıflıyor?

Çünkü veri kutsanıyor. Her rakam “değiştirilemez bir gerçek” gibi sunuluyor. Veriye itiraz etmek düşüncesizlik değil; düşünmenin kendisidir. Eğer herhangi bir şeyi kutsala bağlarsanız onu kapalı hale getirirsiniz, tartışmadan beri tutar, kokuşmasına yol açarsınız. Kutsallık şalı, gerçeği daima örtmüştür.

Not 19: YZ örüntü kurar ama öncelik tayin etmez, değer oluşturmaz. O nedenle veriyle çalışan bir sistemde düşünce yoksa tarih tekerrür eder, gelişim değil döngü olur. Okuyan, araştıran; yeni şeyler öğrenebilir. Eğer YZ senin öğrettiklerini yineliyorsa bu bir entelektüel kısır döngü oluşturacaktır.

Not 20: Veri sistemi akıllandırır düşünce yön verir ama veriye boğulmak anlamı köreltir.

Not 21: Veri motor gibidir ama direksiyon düşüncedir. YZ çalışır ama önceliği insan belirlemezse, algoritma sadece hız üretir. Veriye teslim olmuş bir zihin, sorgulamayı terk etmiş bir toplumun yansımasıdır. Ben buna “dijital biat” diyorum. Biat beyni vestiyere asmak ise YZ ile aklını biat indirgeyebilirsin.

Raporlar her gün yenileniyor ama kararlar değişmiyor. Dashboard’lar büyüyor ama kavramlar daralıyor. Veriyle dolmak, düşünceyle konuşmayı dışlamak olmamalı. Neticede zekâ, onu geliştirene hizmet edecektir. Yapay zekâ algoritmalarının yularını eline almazsan âhir’e değil, ahıra gidersin.

Not 22: Yapay zekâ artık sadece veri işlemiyor, karar veriyor. Raporlar yazıyor, strateji öneriyor, hatta kimi zaman risk alıyor. Peki, biz ne yapıyoruz? Düşünmek mi, yoksa sadece “onayla” butonuna basmak mı? Günün sonunda nihai kararı kim verecek? Eğer bunu YZ yapacaksa, karar verici ne yapacak?

Farkında mısınız; yatırım stratejisini dahi yapay zekâ belirler hale geldi. Ekrandaki öneriler teknik olarak doğru, modellemeler ikna edici… Ama oylama geldiğinde herkes başını sallayıp susuyor: “Madem YZ böyle dedi, doğrudur.” Aslında YZ, kendi fikrini söylüyor ve kararı da sorgulanmalı.

Not 23: Farkında olmadan YZ’nin önerilerine değil, kararlarına boyun eğiyoruz. Düşünce süreci önce sadeleşti, sonra sustu, şimdi delege edildi. Zekâmız çalışıyor gibi yapıyor ama sadece dijital iradeyi onaylıyor. Dijital iradeye boyun eğmek nereden çıktı? Organik zekânın özgüveni nereye kayboldu?

Not 24: YZ ekranı ne derse onu uygulayan yöneticiler çoğaldı. Ama bu, bir güven değil; sorumluluktan kaçış biçimi. Çünkü hata olursa “ben demedim, sistem dedi” diyebilmek büyük kolaylık. Bu bir tür dijital biat aslında… Biat, aklı devre dışı bırakma davranışıdır ve zaten tiranlar bizden bunu isteyegelmiştir.

Not 25: YZ düşünüyorsa yetmez mi?

Asla yetmez. YZ düşünüyorsa, biz de düşünmeliyiz. Hatta rutin kararları ona bıraksak dahi kritik kararlarda, iki kere düşünmeliyiz. Kolaycılık, zihin konforu; daima felaketle sonuçlanmıştır. YZ’nin kararları net olsa da bağlamı anlayamaz. İnsan sezgisi devreden çıkarsa, karar sadece mekanikleşir.

Hem de çok riskli. Hatta tehlikeli. Çünkü karar sadece bilgiye değil, sorumluluğa da dayanır. YZ düşünür ama hesap vermez. Karar insana aittir, çünkü bedelini insan öder. YZ’nin yanlış kararı ile hareket etmiş ve zarar etmiş biri, en fazla öfkelendiği YZ’nin fişini çeker. Ama kendisi zararla kalır.

Not 26: Düşünmeyi YZ’ye delege ettiğinde özgürlüğünü de delege edersin

Not 27: YZ ekranı çalışıyor ama yönetici susuyor. Yorum yok, şüphe yok, sorgu yok. Sistem karar verirken, insanlar sadece göz ucuyla bakıp “uygundur” diyor. Oysa karar alma hakkı, insan olmanın en temel ayrıcalığıdır. Kararı birine bıraktığında zihin özgürlüğü gider ve yerini anında dijital biat süreci alır.

YZ her şeyi daha hızlı, daha isabetli hesaplayabilir. Ama bir kararın “doğru” olması, onun “iyi” olduğu anlamı taşımaz. İyiliği bilen sistem değil, insandır. Eğer sadece “onaylıyorsak” artık karar almıyoruz, sadece kararların uzantısı hâline geliyoruz. Bu bir bakıma kendimize diktatör atamaya dönüşmüştür.

Not 28: İnsan ferasetini, aklını, zekâsını ve hissiyatını devre dışı bırakan hiçbir sistem, sürdürülebilir olamaz. İnsanın karmaşık karar süreçlerinde sadece salt akıl yoktur. Sezgi vardır, içgörür vardır, ilham vardır, hata vardır. Bugün kuantum bilgisayarlar dahi, hatalarla bütünleşik çalışmak zorundadır.

Not 29: Teknoloji dörtnala gidiyor, ama insan hâlâ yapay zekâya methiyeler düzmekle meşgul. Yapay zekâ saniyede 300 sayfa metin tarıyor. Video üretiyor, müşteriyle konuşuyor, karar öneriyor. Ama insan hâlâ aynı sorunun etrafında dönüp dönüyor; “işim elimden gidecek mi?” Bu kafayla gidecek gibi…

İşin tanımı değişiyor, süreçler yeniden yazılıyor ama kurumun içinde Zihin Güncelleme henüz başlamadı. Bir e-ticaret şirketinin operasyon merkezindeydim. YZ entegre edilmiş. Sipariş tahmin algoritmaları kurulmuş. Depo robotları raflara yerleştirilmiş. Canlı öneri motorları çalışıyor.

Makine insan sürüm çatışması var.

Ama ekip suskun... Hiç kimse sistemin neden devreye alındığını bilmiyor. Sorular yok, öneriler yok.
Herkes izliyor ama kimse anlamıyor. Çünkü sadece sistem güncellenmiş, insanlar değil. Teknoloji dışarıdan yükleniyor ama insan içeriden güncellenmiyor. Kurumda sessiz bir Sürüm Çatışması var.

Sistem 2024, zihin hâlâ 2014 sürümünde. YZ'ye geçiyoruz ama bu sürece insanı dâhil etmiyoruz. Yatırım planı var, yazılım var, veri var. Ama hâlâ Zihin Entegrasyonu eksik. Sanki arabayı yenilemekle, sürücüyü eğitmiş sayıyoruz. Oysa sistem ne kadar akıllı olursa olsun insan eski sürümdeyse; olmaz.

Not 30: Bitlere baytlara harcadığımız paranın onda birini eğer bu bitleri baytları kullanacak insanların eğitimine harcasaydık, teknolojiden alacağımız verim katlanırdı. Ancak biz öyle yapmadık, teknolojik olmayan sorunları da teknolojinin çözebileceğini sandık ve bu yüzden insanların sürümü geride kaldı.

Not 31: YZ bir motor olabilir. ama yön hâlâ insanda

Yönsüz hız = Hız Yanılsaması. Veri sahibi olmak yetmez, onu anlamlandırmak gerekir. Eğer veri var fakat akıl yoksa değersiz kararlar alınacaktır. YZ’ye güven büyüyor ama bu bazen Kod Güveni tuzağına dönüşüyor: Algoritmanın önerisini sorgulamadan uygulamak, insan sezgisini dışlamak... Büyük hata…

Bu sadece teknoloji meselesi değil. Bu bir kültür, bir iletişim, bir eğitim, bir güven meselesidir. Rakamların izdivacı, matematik dilinin cilvelerindendir. Eğer insanı dışarda bırakırsak, içerideki sistem ne kadar parlak ve cilveli olursa olsun, organik zekâlarda kurumsal yalnızlık kaçınılmazdır.

Yapay zekâ çalışıyor ama insan anlamıyor. Araçlar güncelleniyor, insanlar değil. Sistem kuruldu ama süreç anlatılmadı. Zihin açılmadan teknoloji yüklenemez. Teknolojiyle büyürsün ama ancak insanla sürdürülebilirsin. YZ uçuyor olabilir ama insan yere sağlam basmıyorsa, düşmek çok hızlı olacaktır.

Not 32: Sokak köpeklerinden daha tehlikeli hale geldi otomatik vites kullanan kadın sürücüler.

Not 33: Ankara'da bir ilkokulda yedi yaşında bir kız öğrenciyi, beş erkek çocuk kollarından tutup makasla yaralamışlar...

Hemen "akran zorbalığı" üzerine fikirler sosyal medyaya dökülmeye başladı.

Ben yine sizlere yetişkinleri anlatayım...

Hem de bu olayda...

Kız çocuğu aslında uzun bir süredir eziyet görüyormuş ve öğretmene şikâyet etmiş fakat ilgi görmemiş...

Okul ne yapmış?

Saldırgan öğrencilerin değil, mağdur kız öğrencinin okuldan uzaklaştırılmasını istemiş...

Anlayacağınız, akran makran hikâye!

Yetişkinler çete, yetişkinler zalim, yetişkinler zorba...

Çocuklara da yansıyor elbet.

Not 34: Masumiyet kaybedilen değil, (son zamanlarda pek sık tekrarlandığı gibi) kazanılan bir şeyse eğer, bu ancak mahcubiyetle mümkündür.

Yetişkin insanın masumiyeti mahcubiyetidir...

Gösterişli bir tavırla "Kendimi seviyorum" diyenlere bakıyorum da...

Ya bir de başkasını sevseler, ne fena olurdu!

Not 35: Hurdaya çıkmış iki gemi gibi, paslı gövdelerimizden utanarak birbirimizin yanından geçip gitmiştik. (ÖMER F. OYAL / Önceki Çağın Akşamüstü)

Not 36: Sen güçsüzlüğünü gösterdiğinde, diğeri gücünü göstermek için bundan faydalanmıyorsa, bil ki seviliyorsun. (T.W. ADORNO / Minima Moralia)

Not 37:Cumhuriyet tarihinin en büyük kaosuna doğru sürüklendiğimiz çok açıktır!

Ve gittikçe sertleşen yoğunlaşan ve ülkenin bütün hayati kurumlarını içine alan bu puslu kaotik ortam derinleşiyor, Allah rızası için nefes alacak hiçbir alan kalmıyor!

Cemaatler, tarikatlar, inançlar, satın alınan maaşlanan yazar ve akademisyenler ve peşkeş çekilen kamu teşebbüsleri, çalınan sorular, tarikatçı hâkimler yargıçlar vb. derken, işte sıkışan ve nefes alamayan Türkiye’ye hoş geldiniz!

Daha vahimi iddialar ne kadar gerçek olursa olsun kendi hukuksuzluklarını mahkemeye taşımayan iktidara iddialar yüzde yüz doğru olsa bile inanan yok, ki, asıl üstünde düşünülmesi gereken yer burası, görüntüler kayıtlar ifadeler ifşalar ve onlarca yandaş kanalı olduğu halde iktidar, neden kitleyi inandıramıyor! Çünkü artık siyaset adalet ve hukuktan çıktı en korkunç yere sürüklendi husumet ve inada ve benim adamım hırsızlık yapsa bile asla yapmamıştır!

Umut ve güven verici bir kurum bir parti kalmayışı ya da siyasetin son nefesini vermesi hepimizin iştahını kesiyor!

Oysa az da olsa neşelenmeye az da olsa bir umut kapısına, yaşadığımız topraklar üstünde imkânımız ve hakkımız olmalı!

Not 38: Toplumsal Sözleşme gibi modern siyasi kurumlarımız için öncü kitapların yazarı Russo burjuva ve aristokrat sınıfının köklü bir alışkanlığını değiştirmek için bir kaç romanvari kitaplar yazmıştır ki, en başta köklü bir gelenek, ‘sütanneliği kurumu’!

Russo, çok yaygın olan sütanneliği kurumuna karşı gelir ve her annenin kendi çocuğunu kendisinin emzirmesi gerektiğini söyler ve şöhretinin bir parçası da bu köklü alışkanlıkları değiştirmeye başlamasıdır!

Türkiye’yi yaşanmaz kılan nefessiz bırakan parti ve kurumların ve siyasetlerin ‘sütannesi’ kimdir?

Not 39: Fazıl Say’ın babası Ahmet Say müzisyen ve edebiyatçıdır, askerliğini Bingöl dağlarında yaptı ve bir hikâyesinde havanın kapalı ve hiç ışık olmayan o dağlarda sessizlik ve ışıksızlığı tarif eder, şöyle, bir kibrit çaksanız bomba atılmış gibi gürültüsü ve bir kibrit çakınca ancak görebiliyor insan yarım metre kadar önünü!

Bir kibrit çakmaya kim kaldı içimizde?

Kaldı mı içimizde önümüzü az buçuk görebilecek kadar bir ışık yakabilecek?

Zifiri karanlık nedir, ortaçağ iki bin sene, Roma iki bin beş yüz sene, aynı Bizans oyunları, aynı taht oyunları, aynı güç, aynı kılıç, aynı savaş, aynı rakiplerini yok etme, aynı kendinden başkasına hayat şans vermeme, aynı kilise aynı saraylar, aynı satın alınan lejyoner askerler, aynı zindanlar, siyasetini oynadı, ve devam ediyor!

Tarihlerde Roma kadar yasa çıkartan imparatorluk yoktur, tarihlerde Roma kadar kahraman komutanlar çıkartmış imparatorluk yoktur, tarihlerde Roma kadar hamama yollara alt yapıya önem veren imparatorluk yoktur!

Ve dünyamız yıkılmaz ve aşılmaz denilen Roma’nın da sonunu gördü; gücüyle zehirlenmiş ve zehriyle dini gelenekleri ülkeyi insanlarımızı biraradalığımızı zehirlemeye doymayan, sayın islamcı ve taklidinden siyaset yapmış, muhalif kardeşlerimiz!

Not 40: Sınavlar yaklaşırken bir kaç not:

Ebeveyn kaygısından kaynaklanan amansız başarı arayışı, çocuklar ve gençler arasında kaygı, depresyon ve diğer ruhsal sağlık sorunlarının hızla artmasına yol açıyor.

Bu yoğun baskı, çocukların değerlerinin, birey olarak içsel değerlerinden ziyade, performanslarına bağlı olduğuna inanmalarına yol açıyor.

Çocuklarımızın önemsenmeye ihtiyacı var. Bu, özümüzde kim olduğumuz için değerli, görülmüş ve anlaşılmış hissetmeye yönelik derin insani bir ihtiyaç. Çocuklar aileleri için gerçekten önemli olduklarını hissettiklerinde, strese ve kaygıya karşı koruyucu bir kalkan geliştirerek direnç ve daha güçlü bir benlik saygısı oluştururlar.

Koşulsuz sevgiyi önceliklendirmeli, aidiyet duygusunu ve başka insanlara katkıyı teşvik etmeliyiz. Çocukların değerlerinin başarılarına bağlı olmadığını anlamalarına yardımcı olmalıyız.

Başarı öncelikle huzurlu, karakter sahibi, sağlıklı çocuklar yetiştirmektir. Paylaşmayı, vermeyi, yardımlaşma ve dayanışmayı bilen sorumluluk sahibi çocuklar yetiştirmek, her anne babanın öncelikli meselesi olmalıdır.

Not 41: ITO enflasyonu %46,5. Faiz insin diyenler bence buna iyi bakmalı. Reel faiz şu an neredeyse negatif. Negatif faizle dünyada enflasyonu düşürebilen bir ülke yok. Kendi kendimizi kandırıyoruz.

Not 42: Tozpembe bir dünya için bir mutluluk tarifi yaptılar ve buna herkesi az ya da çok inandırdılar. Her şeyin mükemmel gittiği bir hayatı yaşamanın elimizde olduğu şeklinde ağır bir propagandaya maruz kalıyoruz sürekli. Oysa basit bir reklamcı üfürmesi bu, gerçekliği yok. Böyle dertsiz tasasız bir hayat hiç kimse için mümkün değil! Ama gariptir, mümkün olmadığını kendi tecrübelerinden gayet iyi bildikleri halde bu illüzyona kapılmaya hevesli hep insanlar. Önlerine bir mani çıktığında da psikolojileri bu aleni kötü sürprize dayanamıyor ve parçalanıyorlar.

Kaygı bozukluğu çağımızın hastalığı diyenler, bunu boşuna söylemiyor. Günümüzde birçok insan az ya da çok kaygı bozukluğu ve buna bağlı sıkıntılardan mustarip… Bu hal muhtemel ki, dünyanın hakikatini hatırımızda tutacak esaslı muhasebeleri neredeyse tamamen terk etmiş, dolayısıyla iç dünyamızda vehimlerin ve kaygıların oluşmasını engelleyecek maneviyat birliği ve bütünlüğünü kuramaz hale gelmiş olmamızdan kaynaklanıyor.

Not 43: “Sana kendimi fark ettirmek için neler yaptım yıllar boyunca, dönüp bakmadın bile!” dedi adam. “Ben bakmayı daha yeni yeni öğreniyorum!” diye geçirdi içinden kadın.

Not 44: “Yakın gözlüğümü evde unutmuşum!” diye söylendi oturanlardan biri. “Bu uzağı da iyi göremediğini anlaman için iyi bir fırsat!” dedi muzipçe diğeri.

Not 45: “İnsan yaşamının ne olduğunu zerre kadar idrak eden herkes bir zaman her ayrık ruhun tuhaf yalnızlığını hissetse gerektir ve sonra başkalarında da aynı yalnızlığın keşfedilmesi yeni, tuhaf bir bağ yaratır ve öyle sıcak bir merhamet büyütür ki bu, yitmiş olan için neredeyse bir telafidir adeta” diyor ‘Yalnızlığın Felsefesi’ kitabında Lars Svendsen. Selam olsun.

Not 46: Söyleyende izan kalmamışsa, er geç sözün mizanı da şaşar!

Not 47: Sana kitap hediye edeni unutma,

Sana kitap okuyanı hiç unutma..

Cahit Zarifoğlu

Not 48: Zirvesine göz koyduğum dağlara bak,

Koşup takıldığım çitlere bak.

C. Z.

Not 49: Mesele arada kalmışlık. Ne kimseden gidebildik ne de kimseye varabildik ne İsa'ya ne de Musa'ya yaranamadık.

Ne kalan kadar güçlü ne giden kadar mağrur olabildik. Hep yarıda kalmışlıklar yarım kalmışlıklar hayatımızın özeti. Gördün mü bak yıllar geçmiş..

Not 50: Bir şafaktan bir şafağa

Bir akşamdan bir akşama

Merhaba demeden daha

Bu gitmeler gitmek değil..

Zülfü L.

Not 51: Gördün mü bak yıllar geçmiş…

Bak sen de yorulmuşsun…

Herkes haklı, hiçbir şey doğru değil.

Not 52: Ve sonra üzüldüm çünkü fark ettim ki insanlar bir kez belirli şekillerde kırıldılar mı, asla düzeltilemezler ve bu, gençken kimsenin size söylemediği bir şeydir ( DOUGLASCOUPLAND / Life After God )

Not 53: Dürüst olalım...

İnsanın binlerce yıllık davranış kalıplarını, mevsimleri algılama çevrimini bozduk.

Modern insana basit bir gölgede dinlenmenin, akşamları bahçede oturup çay-kahve içmenin nasıl bir nimet olduğunu anlatmakta zorlanırsın...

Bunlar hep eksik, hep güdük gelir ona...

Takvime bakar; 1 Haziran...

Huzursuzlanmaya başlar.

Fazlasını ister.

Tatil diye bir şey kanına girdi çünkü...

Yaz mevsimi bitti; artık TATİL MEVSİMİ var.

Tatil yapanı için de, yapmayanı için de böyle...

İçimizde bir ses söylenip durur: "Tatil mevsimi nasıl geçecek?" Sürekli hesap kitap yapılır: "Bu yıl nasıl tatil yapsak?"

Ve nasıl insanı tüketen bir anksiyetedir ki, yaz gelmeden başlar bu, yaz geçer, fakat bitmez.

Not 54: Karpuzu, suları yanaklarımızdan aka aka çocuklar gibi yemek ve şükretmek ne güzeldir!

Fakat bir deniz kenarında; astronomik bir parayla kiraladığın ayakları kırık bir şezlongda ve saçma sapan bir bez şemsiyenin altında yemiyorsan o karpuzu, tatmin etmiyor...

Anlayacağınız, çok zamandır derme çatma bir "orta sınıf deliliği"nden mustaribiz.

Not 55: Tartışmalı Kurultayın üzerinden neredeyse 2 yıl geçti. Bu sürede Kılıçdaroğlu’na yakın kesim ve isimleri onore etmek ve partide aktif görevlere getirmenin pek çok yolu hayata geçirilebilirdi. Ama bu yolu tercih etmedi parti liderliği. Kendimize hakkaniyetle şu soruyu soralım: Bu koşullar altında ve yaşanan onca şeyle birlikte Kılıçdaroğlu’nun siyasete devam etmek istemesi gerçekten de ahlaksızca mı? Nedir peki ahlak? Herkesin İmamoğlu’nu desteklemesi ve hiç kimsenin İmamoğlu-Özel yönetimine karşı çıkmaması mı?

Not 56: Muhalif kesimler konjonktüre göre içlerinden birini belli aralıklarla hain ilan ediyor. Daha önce Devlet Bahçeli, Meral Akşener, Muharrem İnce, genel başkanlığı döneminde Kemal Kılıçdaroğlu, hatta yürüttüğü normalleşme siyaseti nedeniyle Özgür Özel işbirlikçi olmakla itham edilmişti. “Kılıçdaroğlu aday olmasın” diyen Meral Akşener’e sosyal medyada ve muhalif medyaya yapılan linçi hepimiz hatırlıyoruz. Aday olmak isteyen Muharrem İnce’nin nasıl itibarsızlaştırıldığı ise daha dün olmuş gibi aklımızda. Bu eğilim patolojik bir şey. Kılıçdaroğlu’na başarısız demekle ona hain demek arasında fark var çünkü. İlkinde bir olguyu tespit ediyor, ikincisinde ise bir aktörü ahlaken gayrimeşru ilan edip ona yönelik her türlü politik infaz, karalama kampanyası ve linçi meşrulaştırıyorsunuz.

Not 57: Kılıçdaroğlu şüphesiz ki hain değil. Zamanında sarayın işbirlikçisi ilan edilen Meral Akşener ve Muharrem İnce de hain değildi. Muhalefetin bu kötücül dili aşması lazım. Peki, Kılıçdaroğlu’nun yürüttüğü siyasetin politik başarı ve politik ahlak gibi kıstaslar bakımından tartışılması mümkün mü? Şüphesiz ki evet. Ama bu yola girdiğimizde karşılaştırmalı bir analizde ısrar etmek, Kılıçdaroğlu için koyduğumuz yüksek ahlak standartlarını Özel ve İmamoğlu’nu değerlendirmek için de kullanmak gerekir.

Not 58: Kılıçdaroğlu 13 yıllık genel başkanlığı döneminde sayısız seçim yenilgisi aldı. Parti içi muhalefeti etkisiz hale getirdi. Önder Sav’dan Muharrem İnce’ye kadar ona karşı çıkan herkes tasfiye edildi. Ayrıca milletvekili ve belediye başkan adaylarını genelde merkezden belirledi. Ön seçime izin veremeyerek partiyi aşağıdan yukarıya demokratik hareketliliğe ve eleştiriye kapattı. Tüm bunlar olurken şimdi değişimciler ekibinin saflarında olan tüm siyasetçilerden, İmamoğlu’na yakın bir yerde duran kanaat önderleri, organik aydınlar ve köşe yazarlarından ciddi bir şekilde destek aldı.

Partiyi ve ülkeyi felakete sürüklediği 2023 seçimlerinde bu kesimler Kılıçdaroğlu aday olsun diye her şeyi yaptılar, itiraz edeni susturdular, karşı çıkanı Alevi ve sol düşmanlığıyla suçladılar. Şimdiki genel başkan olan Özgür Özel siyasi hayatı boyunca Kemal Kılıçdaroğlu’na bir kez bile itiraz etmedi. Onun politik tercih ve görüşlerini kamuoyu önünde eleştirmedi. Kılıçdaroğlu aday olduğunda gözyaşları içinde çılgınlar gibi alkışlıyordu ona her şeyi veren genel başkanını. Sonuç olarak gelmek istediğimiz yer belli. Kılıçdaroğlu politik bir hataysa bile karşımızda kolektif bir hata var. Politik başarısızlık ve antidemokratik uygulamalarla geçen 13 yıla aslında ortak olan kesimler Kılıçdaroğlu’nu tarihin çöplüğüne gönderip yola devam etmek istediler. Bu istek kelimenin en hafif tabiriyle haksız, yakışıksız ve incitici bir davranış tarzı.

Not 59: Kılıçdaroğlu tartışmasının büyüyüp gitmesinin bir diğer nedeni parti içi iktidar kullanımı ve kaynak dağıtımındaki tek yanlı tutumdur. Kurultayı kazanan değişimci ekip partiyi İmamoğlu’nun partisi haline getirdi. Açıkça vaat etmesine rağmen belediye başkan adaylarını belirlemede ön seçim kuralını uygulamadı. Kurultayda Kılıçdaroğlu’nu desteklemiş pek çok iyi CHP’i siyasetten dışlandı. Ötekileştirme siyaseti cumhurbaşkanlığı adaylığı için de söz konusuydu. İmamoğlu tutuklandığı için hikâyenin nasıl başladığını unutuyor insanlar. Ama aslında ön seçim yoluyla cumhurbaşkanı adayını belirleme İmamoğlu’nun kendisinden daha popüler bir adayı, yani Mansur Yavaş’ı siyaseten tasfiye etme girişimiydi.

Yerel seçim ve cumhurbaşkanlığı seçimi aday belirleme yöntemleri, PM listeleri, genel başkan yardımcılığı tercihleri vb. pek çok adım açık bir şekilde şu gerçeği önümüze koyuyor. İmamoğlu-Özel ikilisi kendilerini desteklemeyen herkesi tasfiye etmeye kalktı. Ne Kılıçdaroğlu’yla ne de Mansur Yavaş’la anlaşma yolunu denediler. Siyasetin kuralı açıktır: Uzlaşmanın olmadığı yerde çatışma kaçınılmaz hale gelir.