Uyuduk bir daha uyanamadık.
Deli dolu akan nehirlerden tas tas sular içtik
Öyle ateşlerle doluydu yüreklerimiz öyle tutkundu
Karlı dağların serinliğinde uyurduk geceleri
Deniz fenerinin ışığında yıkanırdık
Köpükten bir çalkantıydı içimizde zaman
Ne yana baksak denizdi, maviydi, ışıktı
Sonra bir çaresizlikti zifir
Akıntıya kapılmış gemiler gibiydik
Bir org çalınır gibi yanıbaşımızda
Öyle kendinden geçmiş, öyle başıboş
Öyle derin duygular içerisindeydik, anlatılmaz
Sarhoş rüzgarlara bıraktık kendimizi
Aldığını geri vermez dalgalara
Görmediğimiz ülkeler gördük gün doğusunda
Tatmadığımız yemişlerden tattık; günahkar olduk
Alevden bir tasta eridi günler
Bir cehennem ateşiydi aşk içimizde
Hiç sönmeyecekmiş gibi yanıyorduk
Tutsaklığımız nasıl başladı bilinmez
Paslı demir kapılar kapandı üstümüze
Taş duvarlarda kayboldu boğuk seslerimiz
Çaresizliğimizi bize aynalar söyledi, inanmadık
Kuşatıldık ansızın kederle, ayrılıkla
Aman vermez karanlıklar sardı dört yanımızı
Yalnızlık bir ağrı gibi çöktü başımıza
Uyuduk bir daha uyanamadık
Şimdi bir kutup var sana çeker beni
Bir kutup var senden öteye
Ben onun için böyle ortalıklarda kaldım
Dağ yollarında, caddelerde, sokaklarda
Onun için bulup bulup yitirdim seni
Hangi kapıyı çaldıysam sen açtın bana
Hangi gözümü yumduysam seni gördüm
Zamandın, zamandan öte bir şeydin
Yıllarca bir meşale gibi yandın uzaklarda
Bu manyetik alanda boğulmam senin yüzünden
Bu zincirleri sen vurdun ellerime
Sen getirdin bunca karanlıkları
Al şunu mum yak
Korkuyorum
Bir taş aldım attım denize
Günahlarımdan kurtuldum
Alfabenin yirmi sekizinci harfindeyim
Öteye gidemem
İtme beni
Benim de bir insan tarafım vardı
Bakma böyle kötü olduğuma
Benim de dileklerim vardı
Benim de bir beklediğim vardı yaşamaktan
Yeter artık vurma yüzüme çirkinliğimi
Her gün bir kadın ağlar benim yüzümde
Büyük dertler için benim ellerim
Anlamıyor musun
Sen sevildiğin için güzelsin bu kadar
Ben sevilmediğimden böyle çirkinim
Bütün kötü yerlerde ben korkarım
Biliyorum
Bir hayvan leşiyim öleli kırk gün olmuş
Fabrika bacalarında bir kara dumanım
Zehirim akrep kuyruklarında
Kötüyüm sevemediğin kadar
Öyle fenayım
Kapanmış bıçak yaralarında
Bu pis çöp tenekelerinde unut beni
Unut artık
Bayat bir ekmek gibi
Çürümüş bir elma gibi
Sarı badanalı evlerde kazanlar kaynar
Sarı badanalı evlerde günahlar işlenir her gece
Sarı badanalı evlerde ölüler yıkanır
Sarı badanalı evleri sev biraz
Bu evlerde zaman benim akşamlarımdır yitirilmiş
Bu kazanlarda benim gözbebeklerimdir kaynayan
Bu sarılarda benim yüreğim bir ölür, bir dirilir
Anladım
Bu dünyada benden başka kimse yok beni anlayan
Tosca'dan bir arya hatırlıyorum şimdi
Sus biraz
Ensemde bir akrep yürüyor
Bırak yürüsün
Sabaha asacaklar beni
Dokunma
Yedi canım vardı, ikisi gitsin
Bunca ölümler az gelir bana
...
Deniz analarının gözlerini çaldım
Sana bakmak için
Güneşi üçe böldüm
Al biri senin olsun
Yüzümde beş bıçak yarası var
Bir de sen vur
Barut kokusunu severim
Bir portakalı dilim dilim soy
Acıktım
Tut ki ben yoğum artık yeryüzünde
Tut ki bir marul yaprağıydım
Öldüm.
Not 1: Al beni, götür kanatlarında bu gece
Uçurup diyar diyar sev beni sevilmediğim kadar
Unuttur yalnız yaşadığım her geceyi.
Not 2: ey sürgün yaram sızlayabildiğin kadar sızla
dört duvarı bulanlar çatısız da sevişiyor
enfes bir nefestir terin, raptoluşum bahane
ama tenhan yine uzak
yine yalnız kendine çalışıyor..
Not 3: Hiçbir şeyin önemi yok
Yok şu hayatta,
Sağlık olsun..
Not 4: Gam, kimde bulunmaz, kime misafir olmaz gam? Ham insanda olmaz, dediler. Ham ha! Nedir ki ham insan? İncelikten anlamayan, olgunlaşmamış, yetmemiş, zamanı gelmeyen veya kendini bilmeyen insandır ham. Öyledir de. Kendini bilmek! Gün olur, hasat mevsimi gelir. Ömrün hasadından mahsül kaldırmak öyle kolay değildir. Ömrünü öğütürsün de yele verirsin mahsülü. Kalbi haset ile geçenlerin hasadı olur mu? Gerçi şaşırtır bu dünya. Bazen elde bir gam kalır. Yok yok, gam bir lütfun en ağır reçetesi olur. Hastalık ağırsa reçete de ağır değil midir? Gamlı gönülde tahammül nöbetini çeke çeke iyileşir yaralar ve gamlı gönülde büyür aşkın çiçeği.
Her cana gamdan bir kısmet düşmüştür elbet. Ancak kimisine hep fazladır gam yükü.“Herkes cihanda kudreti mikdârı gam çeker/ Ey derd-mend-i gam-zede şükr eyle hâline” diyordu Belîğ. Ya kudretinin üstünde gam çekiyorsa insan, ne yapar, nasıl dayanır buna? Gamzedenin emaresidir bu. Gamzede, teşhisi olup da tedavisi olmayan dert. Daha doğrusu gam ile gamlanmak, dağlanmakla geçer en uzun geceler. Sonra şöyle der âşık: “Şeb-i yeldâyı müneccimle muvakkit ne bilir/ Mübtelâ-yı gama sor kim geceler kaç sâat” Gecelerin uzunluğunu da gam çekenler bilir, bilir de yine de “Gittin, taş atarak denizlerime” diyebilir, susar, sunar canını gam kılıcına.
Plaktan çıkan bir ses neşter olup ciğere değer. “Gamzedeyim devâ bulmam/ Garîbim bir yuva bulmam” Gamzedeyi âhirde ne bekler? Gam, gamı çeker; insan hasret çeker. Ömür böyle böyle biter. Ve gamzede defteri açık gider çünkü vuslatının hükmünü bekler.
Not 5: Teşvikler, enerji, inşaat ve genel sanayi alanlarında verilmemeli, Türkiye’nin rekabete en fazla yatkın olduğu savunma sanayi alanıyla, mutlaka ileri gitmesi gereken yapay zekâ, yazılım geliştirme, biyoteknoloji, yeşil enerji gibi, katma değeri ve teknolojik içeriği yüksek ihraç ürünlerini üreten alanlara yoğunlaştırılmalı. Nitelikli personelin yurt dışına gidişini önleyecek ücret ve prim destekleri sağlanmalıdır.
Güney Kore’nin gelişmesine büyük katkı sağlayan teşvik modeli bu şekilde seçilmiş sınırlı sayıda firma üzerinden uygulanmış ve seçilen firmalar belirli bir sürede dünyadaki benzerleriyle rekabet edecek düzeye gelerek birer uluslararası marka olmuşlardır (Samsung, LG, Hyundai, Kia.)
Teşvik verildikten sonra ilgili firma sürekli denetlenerek gelişme sağlayıp sağlamadığı izlenmeli takıldığı konularda destek sağlanmalıdır. Teşvik verildikten sonra firmanın o alandaki gidişi ve ulaştığı sonuç mutlaka denetlenmelidir.
Güney Kore’nin başarısında, teşviklerin finansal destek sağlamaktan öte ekonomik yapıyı dönüştürmeyi, dolaylı ithal ikamesine başvurarak ithalatı düşürmeyi ve çeşitli destek ve önlemlerle ihracatı teşvik etmeyi hedeflemesi etkili olmuştur.
Not 6: Güney Kore örneğinden yola çıkarak teşvik sisteminin başarıya ulaşabilmesinin birkaç dayanağı olduğunu söyleyebiliriz: (1) Teşvikler genel değil özel ve yoğun olmalı. Dünya ile rekabet edilebilecek alanlar belirlenmeli ve o alanlardaki en başarılı firmalar seçilerek onların birer dünya markası haline getirilmesine odaklanılmalı. (2) Teşvik verilen firmalar sürekli izlenerek performansının nasıl gittiği, nerede tıkandıkları ve o tıkanıklıkların giderilmesi için neler yapılması gerektiği belirlenmeli ve gereken önlemlerin zaman geçirmeden alınması sağlanmalı. Amaca ulaşamayacağı anlaşılan şirketin teşvikleri kesilmeli. (3) İhracata yönelik teşvikler ve Ar-Ge destekleri öncelikli olmalı. (4) Teşvik uygulamaları şeffaf hale getirilmeli, sonuçları kamuoyuyla paylaşılmalıdır.
Not 7: Herkesin maskesini çıkarıp atmak zorunda kalacağı bir gece yarısı vaktinin geleceğini bilmiyor musun? Bundan kaçmak için o vakitten az önce sıvışabileceğini mi sanıyorsun? (S. KIERKEGAARD / Kahkaha Benden Yana)
Not 8: Kürtler, nüfusları ile mukayese edildiğinde bugün için ulus bilincine sahip olmakla birlikte bir ulus devlete sahip olmayan nadir halklardan biri. Bunun sebebi ne Türkler ne Araplar ne de Farslar. Bunun en önemli sebebi, jeopolitik açıdan fare kapanına benzeyen coğrafyaları. Kürtler asırlar boyu, coğrafyanın kendilerine biçtiği kaderi yaşadılar. Şimdi bu kader onları Türklerle aynı yolu birlikte yürümeye zorluyor. Yaşanan onca tatsızlığa rağmen kararlarını verdiler ve yola koyuldular.
Türkler, ulus devletler çağında bile genlerine yerleşmiş çok uluslu imparatorluk terbiyesini kısmen de olsa sürdürüyor; farklı ırklarla ve inançlarla birlikte yaşama kültürü bu. Bir tanıdığımdan dinledim. Polis emeklisi, milliyetçi damarı kuvvetli olan biri “En iyi Kürt ölü Kürttür” lafını söyledikten sonra telefonu çalıyor, arayan canciğer dostu, yedikleri-içtikleri ayrı gitmeyen Vanlı bir Kürt arkadaşı. Hemen koştura koştura onunla kahvede Okey oynamaya gidiyor. Politikanın aramıza soktuğu zıtlıklarla, hayatımızın gerçekleri farklı. Aralarında ana dillerinden başka en küçük bir fark olmayan Türklerle Kürtler devlet katındaki ihtilafları giderip yeniden kader birliği yapmaya karar veriyor.
Not 9; Din kardeşliği üzerinden tarih boyunca Müslümanlar arasında tek bir sorun bile çözülmedi. Tersine dinî değerler ve semboller seferber edilip, hayatın önümüze koyduğu gerçek sorunların üstü örtüldüğü zaman din kardeşliği zarar gördü, Müslümanlar arasına dinî aracı etmekten dolayı inanca dair tefrikalar girdi. İslâm mezheplerinin tamamının siyasî ihtilafların, iktidar çatışmalarının eseri olduğunu unutmayın.
Not 10: Din kardeşliği edebiyatının da etnik kökenleri kendiliğinden baskın hale getiren ve sorunu sulandıran Türk, Kürt, Arap vurgularının da çözüme katkısı yok. Biz Kürtlerle Türkler arasında bir sorunu çözmüyoruz, Devletin Kürt politikasının Kürtlerde gördüğü karşılığın yol açtığı ağır hasarı giderip yeni bir başlangıç yapıyoruz. Meselemiz ne etnik çatışma ne de dinî konularda görüş ayrılığı. Sorun devletin yarattığı bir sorun, bu yüzden çözümü devlet katında arıyoruz.
Laik ve demokratik bir perspektifle. Elbette hukukla beraber.
Not 11: Basit bir gözlem: Bir mevki veya makama hak etmeden, kayırılarak gelen kişinin kibrinden yanına varılmaz, sanki ufak dağları o yaratmıştır. Gayret ve emeğiyle bir mevki veya makama gelen kişi ise çoğu zaman mütevazıdır.
Boş adam, çabuk şişer.
Not 12: İnsanın evi, anlaşıldığı yerdir.
Not 13: Tükenmişlikten korunmak için basit birkaç öneri : 1. Ruhunuza bakım yapın. İyi insanlar, iyi ortamlar, iyi kitaplar. Sanat, maneviyat. 2. Bedeninize dikkat, yürüyün, hava alın. 3. Bakış açınızı değiştirin, neyi değiştirebileceğinizi anlayın. 4. Taşıyabileceğiniz yükü üstlenin.
Not 14: Yürümediğimiz yolların pişmanlığı hep daha fazladır.
Not 15: 'Sevilmeme korkusu' öylesine içimize işlemiş ki, sürekli dışarıda bizi beğenecek bir bakış arıyoruz. Halbuki eskiler, 'kem göz'den korkardı.
Başkasının göz ve tecessüsünden korumamız gereken iç sınırlarımız, hayat alanlarımız var. Hayâ büyük bir muhafızdır.
Not 16; Dünya birbirini arayan ruhlarla dolu. İki satır konuşabileceğimiz, gülüşün ve hüznün kıvrımlarında birlikte kaybolacağımız sahici insana susamış durumdayız. Göğe aynı aşkla bakabileceğimiz, etten ve kemikten olduğu kadar acıdan ve gerçekten yapılma soylu ruh arkadaşları. Onunla yürürken ve ona yürürken kaybolmaktan korkmadığımız, kalplerini kendimize pusula bellediğimiz, maceramızı yüzlerinde seyrettiğimiz, hayatlarını birbirimize tanık kıldığımız dostlar. Şu kalabalık dünyada ancak birbirimize iltica etmekle serinlediğimiz yol ehli.
Kalbini dosta açan, mucizelere de açar.
Not 17: Önceki gün gazeteci Timur Soykan’ın bir yazısı düştü önüme. Soykan’ın iddialarına göre Kocaeli Adliyesi’nde bir rüşvet iddiası patlak verdi. Habere göre, Rap şarkılarında uyuşturucuyu özendirmek suçundan tutuklanan ünlü rapçi Lvbel C5 lakaplı Süleyman Burak Bodur’un serbest bırakılması için o dönem Gebze Adliyesi’nde görevli Hakim O.Y.’nin de içinde bulunduğu bir grubun 500 bin dolar rüşvet istedi.
Bodur’un yakınları, Gebze Adliyesi’nde görevli Hakim O.Y. ile görüştüklerinde, hakim kendilerine üzerinde telefon numarası yazılı bir kâğıt vererek, “E.A. isimli kişiyle konuşun” dedi.
Devamı filmleri aratmayacak seviyede.
Bodur’un yakınları önce avukatla irtibat kurdu. Ardından 500 bin dolar isteyince, polisin kapısını çaldı. Emniyet birimleri de, İstanbul’da bir mekanda suçüstü yaparak, şüpheli avukatı yakaladı. Burada en önemli ayrıntı şimdi geliyor.
Polisin de masada olduğu ve kayıt altına alınan bu konuşmada avukat E.A. şu çarpıcı açıklamalarda bulunuyor: “İstanbul, İzmit bu bölgeye bakan,10 kişilik bir ekip var. Bunlar cezaevine düşen zengin kişileri tespit ediyor. Bazen de alengirli işleri olan varlıklı kişileri tespit ediyorlar. Bunlara operasyon yaptırıp içeri alıyoruz. İstanbul’daki adliyelerin çoğunda bağlantıda olduğumuz hakim ve savcılar var. Her adliyede 10-15 kişi var. Sadece Büyükçekmece ve Küçükçekmece’de yok. Hatta Gebze’de işler ucuza çözülüyor. Çağlayan’da 750 bin, 800 bin dolara bu işler yapılıyor.”
Bakınız tekrar ediyorum, bunlar iddiadan ibaret. Bir avukat, İstanbul ve İzmit gibi bir alana bakan 10 kişilik bir ekibi olduğunu kaydediyor. Bu bölgedeki adliyelerde görevli hakim ve savcıların da kendilerine çalıştığını öne sürüyor.
Bu yenilir yutulur bir iddia değil. Bu sözün üzerine HSK ve Adalet Bakanlığı, şüpheli avukatın özel olarak ifadesini almalı. Ardından iddia edilen hakim ve savcılarla ilgili somut bir delil bulunursa, anında meslekten ihraç edilmeli. Bunu yaparlarsa, o zaman yargının üzerindeki sis bulutlarını da dağıtmış olurlar.
Ya yapmazlarsa..? İşte o zaman tuz kokmaya devam eder. Yargıya da kimsenin güveni olmaz…
Not 18: Ünlü rapçi Lvbel C5’in tutuklanması ve ardından tahliye süreciyle başlayan Kocaeli Adliyesi’nde ortaya çıkan rüşvet skandalı, adaletin parayla satın alınabildiği bir düzenin varlığını gözler önüne seriyor. Bir savcının veya hakimin, görevini kötüye kullanarak suç dosyalarını “makul ücretler” karşılığında temizleyebileceği fikri, halkın adalete olan inancını yerle eder.
Bu olayın açığa çıkması bir tesadüf mü, yoksa buz dağının sadece görünen kısmı mı, bunu da HSK müfettişlerinin soruşturması sonrasında göreceğiz. Ne yazık ki, Ankara’da görev yapan bazı hukukçu dostlarıma göre; bu tür iddialar, sistematik hale gelmiş durumda. Ancak kamuoyuna yansımıyor. Çünkü denetim mekanizmalarının zayıf, basının büyük ölçüde suskun, siyasi erk ise ya bunlara ilgisiz kalıyor ya da bu çürümüşlükten faydalanıyor.
Sayın Adalet Bakanı’nın önceki gün bir televizyon kanalındaki mülakatına şahit oldum. Bakan Yılmaz Tunç’a göre; Türk yargısı bağımsız ve tarafsız. Hatta yargıyla ilgili gündeme getirilen bu tarz rüşvet ve iltimas iddiaları da yargıyı yıpratmaya yönelik tezviratlar. Bir ara gözümüzü kapatıp Bakan Tunç’un söylemlerini doğru kabul edelim. Ancak gözümüzü açtığımızda, her bir noktadan yeni bir iddia ortaya çıkıyor. Bunu geçtik…
AK Parti eski milletvekili Şamil Tayyar’ın “Fetö Borsası” iddialarını nereye koyacağız. Kaldı ki Tayyar, vicdanlı bir gazeteci ve siyasetçi. Bakan Tunç’un partisinin bir üyesi. Tayyar da bu paylaşımlarını yargıyı şaibe altına almak için yapmıyordur her halde!
Üzülerek belirtmem gerekir ki, ünlü rapçi Lvbel C5 lakaplı Süleyman Burak Bodur davasında, yaşanan tahliyeler, yargının bağımsızlığına dair şüpheleri yeniden gündeme getiriyor. Kamuoyunun geniş kesimlerince organize suçla ilişkilendirilen ve önemli suçlamalarla yargılanan bu kişilerin tahliye edilmesi, yargının sadece hukukla değil, siyasi ve ekonomik güç odaklarıyla da şekillendiği iddiasını güçlendiriyor.
Bir başka ifadeyle, mahkeme salonlarında alınan kararlar artık yalnızca delillerin değil, ilişkilerin de eseri maalesef. Bu tahliyelerin zamanlaması, kararı veren mahkemenin yapısı ve dosyanın içeriğiyle ilgili çelişkiler, kamuoyunda büyük bir güvensizlik doğuruyor.
Not 19: Ümmetin Birliği, tarihin her çağında güç sahiplerinin din siyaseti olarak sahneye çıkmış ve daha fazla bölünme ile sonuçlanmıştır. Sebep siyasetin bölerek ve düşmanlaştırarak sonuç alma çabasıdır.
Tarihte aksine tek örneğini bulamazsınız: Siyaset birleştirmez, din kardeşleri arasında fitne çıkartır.
Not 20: Uzak.
İlle gerek mi özlediğimi söylemek ya da sevdiğimi seni
Hem gelecek günlere bıraktım seninle olmayı
seninle ölmeyi bir güzel seninle.
C.Z.
Not 21: Keşke vaktiyle,
Saçma da olsa iki laf etseymişim.
Susunca yok oluyormuş insan,
çok sonra öğrendim..
Not 22: Şunda anlaşalım. Türkiye’de üretim yetersizliğinin sebebi faiz değil. 2020-2023 arası faiz %8-10 arasındaydı. Uzay mekiği mi üretiyorduk? Yoksa mikroçip mi? Yüksek teknoloji ürünlerin ihracattaki payı uzun yıllardır %3 civarında geziyor. Türkiye’nin sorunu cari açık. Yani teknoloji açığı.
Not 23: Tamamlanmamış hikâyeler zihinde dönüp durur, çünkü insan kalbi “neden olmadı” sorusuna cevap bulmadan kapanamaz. Oysa bazı şeylerin cevabı yoktur. Sessizliktir cevap. Gidiştir. Ve insan, anlam aramaya çalışırken kendine döner, derinleşir, bazen de çöker.
Ama gerçek budur:
“Hiçbir hikâye yarım kalmaz. O hikâye o kadardır.”
(Murathan Mungan)
Not 24: İnsanlar bazen sadece seni değil, seni sen yapan hayalleri de alıp giderler.
Not 25: Bitmiş bir şeyi sürdürmek, içi boşalmış bir anlamı omuzlamak gibidir. Yorucudur. Ama asıl yoran, umudun seni nasıl tuttuğudur. O umut, senin en büyük sadakatin olur. Ve bazen birine değil, o umuda bağlı kalırsın.
Ama bazı sevdalar sadece yaşanır. Doymaz. Kavuşmaz. Sürmez.
Ve sen bir gün, en büyülü vedanın sessizce vazgeçmek olduğunu öğrenirsin.
Çünkü bazı hikâyeler, eksik kaldığı yerden değil, tam da orada tamamlanır.
Not 26: "Bana boş boş oturup duvar izlettiren herkese kırgınım..."
Tutunamayanlar, Oğuz Atay
Not 27: Gel şimdi bu geri zekalıya 3 ay tatil diye olmadığını,1 Temmuz ile 1 Eylül arasında iki ay tatil olduğunu, her devlet memurunun zaten 1 ay yıllık izin hakkı olduğunu, dönem içindeki hafta sonu sınavlarını, veli toplantılarını, hizmet içi kurslarını, resmi bayramları vb. anlat bakalım!
Not 28: - Sen hiç depresyona girdin mi?
+ Depresyon burjuvalar içindir. Biz sadece sabah uyanır ve yollara düşeriz hepsi bu!
Riff-Raff (1991)
Not 29: Kafasını yastığa koyar koymaz uyuyabilenler için yazabileceğim hiçbir şey yok. Allah rahatlık versin. Kafasını yastığa koyup birkaç saat sonra bir ara sızabilenlerle kuzen sayılırız, bir ara anlaşırız. Kafası yastıkla sabaha kadar dövüşenler, kardeşlerim. Bizi ancak biz anlarız!
Not 30: Bir insanın zeka seviyesi düşükse onunla tartışmak yorucudur. Bir insanın vicdan seviyesi düşükse onunla tartışmak üzücüdür. Bir insan hem geri zekâlı hem de vicdansızsa onunla tartışmak eziyetlerin en büyüğüdür!
Not 31. "Bindiğim bütün taksiler
Beni anneme götürsün"
Didem Madak
Not 32: Ve sen yine denendiğinde ve yine kalbin daraldığında ve yine bütün kapılar yüzüne kapandığında ve yine ne yapman gerektiğini bilemediğinde uzun uzun düşün ve hatırla yaratanını...
''Allah kuluna kâfi değil mi?''
(Zümer/36)
Not 33: Yorgunum
çünkü
yorgunluğumun
yaşamak gibi
bir anlamı
var
Not 34: "Ne tuhaf bir dünya
kimsenin işine karışmıyorum
kimseyi incitmiyorum
ve her an kendimleyim
böyle olunca
herkes beni kurcalıyor"
Füruğ
Not 35: Sensiz yaşamak mümkün fakat anlamsız!
Not 36: Ölmüş bir süvariyim
Atım hala koşuyor..
Not 37: “Seyyah oldum pazar pazar dolaştım
Bir tüccara satamadım ben beni
Koyun oldum kuzu ile meleştim
Bir sürüye katamadım ben beni
Ben beni kendimi
Canımı özümü dost
Dostlar beni bir kazana kodular
Kırk yıl yandım daha çiğdir dediler
Ölçeğimi gram gram yediler
Bir kantarda tartamadım ben beni” (Mahzuni Şerif)