Hükümet konut sektörünü canlandırmak için düşük faizli konut kredisi üzerinde çalışmalarını sürdürüyormuş. Edinilen bilgilere göre;
5 milyona kadar konutlar için % 0.79,
5-10 milyon arası konutlar için % 0.89,
Hükümet konut sektörünü canlandırmak için düşük faizli konut kredisi üzerinde çalışmalarını sürdürüyormuş. Edinilen bilgilere göre;
5 milyona kadar konutlar için % 0.79,
5-10 milyon arası konutlar için % 0.89,
Çin’in sıfır vaka politikasına mantıklı bir açıklama bulabilen var mı?
Komplo teorileri de dahil onlarca yazı okudum. Batı basınının “otoriter yönetim, gözetim toplumu” propagandasının ciddiye alınır bir tarafı yok. Hayatı Captain Amerika, Temel Reis, Batman perspektifinden algılayabilen beyinlere hitap ediyor. Komplo teorileri de aşırı spekülatif. Çin gibi çok uzun vadeli planlar yapan, uygulayan, kendi tarihini didik didik edip dersler çıkartan, kılı kırk yararak karar veren bir ülkenin dünyada hiç bir ülkenin uygulamadığı bir politikayı ısrarla ve her türlü riski göze alarak uygularken çok rasyonal bir nedeni olmalı.
2020’de veya daha öldürücü delta baskın varyasyon iken 2021’de bir anlamı olabilirdi. Omicron veya öldürücü olmayan 2022 varyasyonlarında halen bu politikada ısrar neden?
Netflix'de geçen hafta gösterime giren Ancient Apocalypse 1970'lerde çok moda olan astronot tanrılar teorilerinin yeni bir versiyonu; bilinen tarihe "meydan okuyan", bilimsel hiç bir kanıt olmadığı halde spekülatif değerlendirmelerle "anaakım" arkeoloji ve tarihi "yargılıyor".
Graham Hancock, dizinin birinci bölümünde bir arkeolog veya bilim adamı değil, gazeteci olduğunu ve "anaakım" akademinin bilinen tarihin öncesinde hüküm sürmüş "çok ileri bir uygarlık" fikrini küstahça reddettiğini söylüyor. Ancak ileri sürdüğü tezler çok zayıf. Dahası, dizide konu edilen tezler yeni de değil. Mit ve efsanelerin hayali olayları değil, unutulmuş anıları anlattığı düşüncesi daha önce de savunulmuştu. Bu görüş elbette dikkate alınır, ancak tek bir koşulla: Bilimin muhtelif disiplinlerinin bulguları ile desteklenirse.
Herhangi bir fikrin çok mantıklı, ya da akla yakın olması bilimsel kabul edilmesi için yeterli değildir. Ayın bir gökcismi değil, bir kaç kilometre ötedeki bir "lamba" olması fikri de mantıklı ve akla yakındır, ancak gerçeklikle bir ilgisi yoktur. Geçmişte su seviyesinin ani ve dramatik bir şekilde yükselmesi sonucu yaşanan bir felaket sonucu "çok ileri" bir uygarlığın yok olduğu, az sayıda insanın da o dönemde çayırlarda, ormanlarda gezinen ilkellere astronomi, mimarlık, matematik öğrettiği tezi en azından bilimsel değil.
Şeref abi, “Gelenin gideni aratmadığı tek yer Victoria’da Secret defilesidir” demiş. İlk başta katılmamak mümkün değil. Az irdelerseniz bu söz insanı öğrenilmiş çaresizliğe götürür ki; değişimin her daim vuku bulduğu bu dünyada öğrenilmiş çaresizlik sadece ölülere ve ruhları çoktan ölmüşlere özgüdür.
Yeni genel anlamda şarttır. Her yenilik pozitif gelişme sağlamaz şüphesiz. O nedenle selektif yenilik, inovasyon olması şart. Ve fakat yaşlanan beden ve ruhların ve vakti gelmiş olgun çürümeye yüz tutmuş meyvelerin, arkalarından gelenin pozitif ya da negatif olmasından bağımsız olarak, terki diyar yapmaları, bir daha dönmemecesine gitmeleri evrenin değişmez yasasıdır. Gelecek olanın iyi ya da kötü olacağını tahmin etmek şüphesiz zor olsa da; şu nettir.i: İyi olanın gelmesi için olmazsa olmazsa şartı iyi olanlara yer açılmasıdır, bu da evrenin mevcut düzeninin aktörlerinin belli vakitlerde değişmesini zorunlu kılar. Nasıl 66 milyon yıl önce kuyruklu Yıldız çarpması ile dinazorlar yok oldu ise; ayrıca nasıl 12.800 yıl önce bir tufanla, selle insanların büyük kısmının köküne kibrit suyu dökülmüşse, değişim isteniyorsa ki değişmeyen tek şey değişimdir; vakti gelen gidecek. Tanrının buyruğu da evrenin ruhu da bunu emreder.
Hayat denilen kısır döngü öyle bir genişler ki başladığın yeri unutursun. Onun için yaşlıların gözleri bozulur; aynı yerden tekrar geçtiklerini anlamasınlar diye. Kısır döngüye karşı doğal bir savunmadır aslında; körleşme.” diye yazmış ‘Daha’ kitabında Hakan Günday.
Seçimler yaklaşıyor. Bundan tam bir sene önce Hükümetin seçmen nezdindeki yeri sallantıda gibiydi. Dolar kurunun hızla yükselmesi KKM hesabının ihdası ile durdurulmuş, buna mukabil pandemi sürecinden kalan firma borçları, yüksek işsizlik can yakmaktaydı. Üstüne üstlük enflasyon canavarı da 20 yıl sonra yeniden başını kaldırmıştı. Vatandaşlar genel anlamda Hükümetten ve ekonomik durumdan şikayetçiydi ve bundan da muhalefet gayet memnundu. Muhalif medyada öyle bir hava oluşmuştu ki, seçimlerin çantada keklik olduğuna emin olunmuştu, muhalefetin Cumhurbaşkanı adayları yarıştırılıyordu, 20 yıllık AK Parti iktidarının sanki sonuna gelinmişti. Bu atmosferde meşhur “altılı masa” toplanmaya başladı. Evet, siyasette ekonomik problemler muhalefet için bir imkân yaratır ancak imkânlar eğer kullanılırsa sonuç doğurur.
Bir yıl önce oluşmuş olan havada muhalefeti oluşturan partilerin vatandaşın en can yakan problemlerine ortak çözüm önerilerini sür’atle getirmeleri, bunu en anlaşılır ve basit bir dille anlatmaları, doğru seçilmiş sloganları sürekli tekrar etmeleri, belli bir program ve adayla önerilerini ete kemiğe büründürmeleri gerekiyordu. Siyaset tam da budur. Yani ekonomik durum ve Hükümetin politikaları muhalefete gollük pas şeklindeydi. Muhalefetin yapması gereken de bu pası değerlendirip doksandan gol atmaktı. Bunun için ortak bir program etrafında kampanya planlanıp gerçekleştirilmeli, yani siyaset yapılmalıydı. Ancak bırakın gol atmayı, top taca bile çıkmadı. Muhalefet topu kaptırdı ve İktidar hızla kontratağa çıktı.
Şu anda durumu özetleyeyim: Birçok kamuoyu araştırmasının ortalaması bize AK Parti’nin yüzde 30-35 bandında, CHP’nin yüzde 20-25 bandında, İYİ Parti’nin yüzde 10-15 bandında, HDP’nin yüzde 10-15 bandında ve MHP’nin yüzde 5-10 bandında seyrettiğini bildirmektedir. Yani Cumhur İttifakı yüzde 35-45 arası, Millet İttifakı yüzde 30-40 arası oy oranındadırlar. Görünen köy kılavuz istemez; Cumhur İttifakı Millet İttifakından en az 5 puan öndedir. Meclis aritmetiğinin (HDP dahil) muhalefetin çoğunlukta olacağı bir tablo üretmesi büyük ihtimaldir. Cumhurbaşkanlığı Seçiminde Birinci Tur’dan sonuç çıkmayacaktır ve İkinci Tur’da kilit parti HDP’dir.
Sanayide ilkokul mezunu ustalar paranın dibine koyuyor.
Eleman MAKİNE okumuş, asgariye talim ediyor.
MAKİNE okuduysan, git makine tamir et, para kazan. İhtiyaç bu yönde.
Cumhurbaşkanı Erdoğan: "Devlet üniversitelerinde tıp ve diş hekimliği fakültelerinin son sınıf öğrencilerine asgari ücret tutarı kadar ödeme yapılacak." şeklinde açıklama yaptı ayağının tozuyla Kasımı ikinci yarısını duyumsarken.
DOKTOR KRİZİ sürüyor demektir bu.
Bir kere yurtdışı kapısı açıldı... Gidenin döndüğü nerede görülmüş, dönmüşse ölümü gelmiştir, toprak çekiyordur. Sadece hekimler değil nitelikli fırsatını bulan hiçbir insan durmaz bu ülkede bu saatten sonra.
ÖĞRETMEN MAAŞININ yüksek olabilmesi için, öncelikle okullarda günde 3 saatten fazla ders olmaması gerekir.
Bu da, öğretmen sayısının bir hayli düşmesi demektir.
O zaman daha yüksek maaş ve kalite olabilir.
Benim uzmanlık alanım işletme, ekonomi, kamu yönetimi.
Taksim saldırısına bakınca bir tek mesaj okudum.
İster kuklacı, ister bilardocu, isterse kafası kumda, gerisi açıkta devekuşu deyin, bombayı orada patlattıran odak şunu diyor: “Canımı sıkmaya devam edersen, ülkende huzur bırakmam.”
Bütün düzen partileri, halkı belli dengelerde tutmaya çalışan her biri bir alana hükmeden iktidar bileşenleri. Denge biraz bozulduğunda hemen eski konumuna getirmek için ellerinden geleni yapıyorlar, çünkü denge bozulursa düzen bozulacak, düzen bozulursa işler bozulacak.
CHP'yi düşünün... 128 milyar dolar nerede'den başlayıp, beşli çeteden hesap soracağız'a, garantili anlaşmaları iptal edeceğiz'den, kamulaştıracağız'a yükselen çizgisi varken türbana yasa nereden çıktı? Bir mutfakta oturup video çekerek bir çuval inciri berbat etmek "hata" mı? İyi Parti'yi düşünün. Tam oyları tırmanışa geçti derken bir parti yöneticisinin çıkıp ülkü ocakları kasaba teşkilat reisi kıvamında laflar etmesinin, "allahsız komünistlere" saydırmasının, kamulaştıracağız'a karşı mülkiyet hakkı savunmasının şu konjonktürde ne işi var? Hata mı? HDP'yi düşünün. Halk coşkuyla Cumhuriyet kutlamış, iki gün sonra 100 yıllık yıkımdan bahsetmenin, olur olmaz Şeyh Sait, Seyyid Rıza savunmanın, tam da Selo'nun ezber bozan fikirlerini duyurmaya çalıştığı zaman, seküler/cumhuriyetçi kitlelerin damarına basmanın izahı ne? Hata mı?
Saadet'i, Deva'yı, Gelecek Partisi'ni filan hiç saymıyorum. İstanbul sözleşmesi'ne, festival kutlamalarına, konserlere, LGBT haklarına karşı saçma sapan ve zamansız çıkışlar, hala türban kavgaları, tabanı yok, oyu yok, şahıs partileri 6'lı masalarda ne işleri var? Muhalif seçmenler arasında bir anket yapılsa mesela, sorulsa orada BTP mi olsun, yoksa GP, Deva mı olsun? Ne çıkar? Ne çıkacağını hepimiz biliyoruz. O zaman "halka rağmen, halk için" mi muhalefet? Yoksa halkı belli bir dengede tutmak, islamcı dozu sürekli şırınga etmek için mi?
Malum Kasım ayındayız. Kasımda aşk başkadır, diye hepimizin diline pelesenk olmuş bir cümle var. Kasım hem aşkların hem ayrılıkların ayıdır. O halde gelin güncel sorunlardan ve düğümsüz, dipsiz ve sonuç vermeyen kısır tartışmalardan uzak biraz şiir okuyalım. Şiir çaresiz ruhların ilacıdır. İyilik iyidir diyen herkese selam olsun ve gelsin şiir:
Bu şehirde kaçıncı güz bilmem, Bağlar bozulmuş, kurutulmuş üzümler Salçalar kurulmuş dama. Gurbet yolcuları bavullarını hazırlıyor Mevsimsel ayrılıklar başlıyor ve özlemler kapıda,boynu bükük dönmesini bekliyor seven sevdiğinin...
Sevmek sevilmek ikisi de güzelde Zor olan ilkine talip olmak Ayrılık sevdaya dahil diyenler Hiç ayrı kalmış mıdır sevdiklerinden Bir umut beklemişler midir çaresizce Belki bir gün döner ümidiyle Yoksa kahrolup boğulmuşlar mıdır Yakıcı girdabında sevgilinin yokluluğunun
Kurtlukta kanundur: Baskın dişinin yemeği her zaman ayağına gelir. Eninde sonunda her ülke gerçeklerin pıtıraklı, can yakan yüzüne çarptıkça; Mısır gibi yemeği masaya serbest kur olarak sürmek zorunda kalır. Parası olanlarla ve hayatın gerçekleriyle kavga olmaz.
Piyasa likiditesini artırmak ve tıkanıkları açmak için, daha serbest bir kur rejimine geçeceğini" belirten Mısır MB sonrası Mısır poundu 20 dk içinde %15 yukarı fırlayarak ilk kez 20 seviyesini geçti... Çünkü yabancı yatırımcı sabit kura gelmez ihracat düşer ve yastık altı çoğalır, bizimkiler de yaşayarak öğrenecek.
USD/EGP kuru yukarı fırladı demek istedim üstadlar, Mısır Poundu çakıldı yani, yanlış anlaşılmasın. Mısır da KKM fırsatları sunar mı acaba halkına? Biz de serbest kura geçsek dolar TL 40 da durur mu, gerçekten merak ediyorum.
Bugün seçim yapılsa ittifakların oyu % 40’lar civarında ve birbirlerine yakın oy alacaklar. Ne Cumhur İttifakının ekonomiyle ilgili yaptıkları ve söylemleri seçim kazanmaya yetiyor ne de Altılı Masa’nın eleştirileri.
Soru: Peki, bu “pata” yani “yenişememezlik” durumunu kim kendi lehine çevirebilir? Cevap: Daha iyi siyaset yapanlar. “Daha İyi siyaset” ne demektir? Cevap: Ya bir ittifak diğer ittifakın bazı bileşenlerini yanına çekecek ve/veya oyunu azaltmaksızın ittifaklar dışında kalan HDP kitlesinin oylarını alacak. Muhafazakâr kesimleri rencide etmeyeceği hatta ikna etmesi mümkün görünen Sayın Ekrem İmamoğlu’nun aday gösterilmesi iyi bir siyaset örneğidir. Keza Mansur Yavaş’ın milliyetçi kesimleri CHP’ye oy vermeye ikna edeceğinin görülmesiyle aday gösterilmesi de aynı iyi siyasetin bir diğer göstergesidir.
Keza önceki Cumhurbaşkanlığı seçiminde Sayın Abdullah Gül’ün aday gösterilme çabası “iyi siyaset”e ve aday olmamasına yol açan gelişmeler de “kötü siyaset”e örnek olarak gösterilebilir. Bugün ve her dönem için “iyi siyaset”in parametreleri değişmemiştir ve aynıdır. Cumhur İttifakının adayı bellidir ve ittifakın iyi siyaset ve kesin sonuç için yapabileceklerinin sınırı yoktur, çaba göstermek haklarıdır.
Türkiye'de verginin EMLAK, OTOMOBİL, PAHALI ELEKTRONİK CİHAZ gibi lüks ürünlere yığılması gerekir.
Mesela, İPhone alana geçir. Para BOK demek ki...
Sıfır otomobile geçir.
Türkiye'nin "kader seçimleri" denen seçimlere 8 ay kaldı. Seçimlere bu kadar az zaman kaldığında haliyle, kamuoyu araştırma borsası da hareketlenir. Bakalım anket şirketleri "kader seçimlerine" giden Türkiye'de partilerin oy dağılımını nasıl bulmuşlar? Bugün haber akışıma düşen iki anket sonucu: İlkinde AKP-CHP %28 civarında başa baş. İkincisinde AKP 15 puan önde. İlkinde Millet ittifakı 3,5 ikincisinde Cumhur ittifakı 12 puan önde.
Bir başka ikiliye bakalım: İlkinde İyi Parti %18.7, diğerinde %12.2. İlkinde HDP %7.3 ikincisinde %13.9. İlkinde Gelecek Partisi %3.5, ikincisinde böyle bir parti yok. Yani kararsızlar dağıtıldı, binde 8 bulunan Saadet bile belirtildi, ama GP yok, demek ki binde 8 bile alamıyor. Bu muazzam bilimsel çalışmalara bakarak durumun ne olduğunu anlamak güç. Ama biz aklımıza mukayyet olarak bu dört araştırmanın ortalamasını alırsak, AKP'nin %30-32, CHP'nin %24-26, İyi Partinin %12-14, HDP'nin %10-11, MHP'nin %7-8 gibi bir yerlerde olduğunu, Altılı masanın islamcı/muhafazakar partilerinin %1-2'ler civarında seyrettiğini (DP'nin anketlerde tabelaya bile giremediğini), Zafer, Yeniden Refah, Memleket gibi şahıs partilerinin keza %1'lerde dolaştığını, solcu partilerin esamesinin bile okunmadığını söyleyebiliriz.
8 ay sonraki manzara-i umumiye'ye bakarsak, Türkiye'nin kader seçimi denen seçimlere bu şekilde giriyoruz. Enflasyon %100 civarında seyreder, Türk Lirası bir sene öncesinin yarısının altında satın alma gücü taşır, memleket lime lime dökülürken bu sandıktan civciv mi çıkar kuş mu? Zaman içinde fikrim değişir mi bilmiyorum; bu seçimde sandık başına gitmek yerine Haziran ılığında şezlong başına gitmek daha mantıklı görünüyor. Bu seçimde sandık başına gidersem tek bir amaçla giderim: Katılım yüzdesini arttırıp baraj sınırında dolaşan MHP'yi baraj altına itmek. Bunun dışında oy vermek için bir neden göremiyorum; bu sandıktan kuş da çıkmaz, civciv de. Maç bittiğinde bir kez daha "bir sonraki maça bakacaz" denecek gibi görünüyor. Sonsuz kısır döngü!
Akciğer kanseri olan kişilerin yaklaşık %90'ı uzun yıllar sigara içmiş kişilerdir. Fakat geriye %10'luk bir grup kalıyor. Bunlar da genelde ya pasif içici, ya asbestos gibi kimyasal madde soluyan, ya da radyasyona maruz kalmış kişiler. Bunların hiçbirine girmeyip de akciğer kanseri olan %3-4'lük bir kesim de var. TR'deki kanser ölümlerinin 3'te 1'i akciğer şu anda maalesef ve dediğim gibi altta yatan temel problem sigara. Teşhis konulduğu sırada 4 aşamaya ayrılıyor.
1. aşamada teşhis konulamadığı takdirde ölüm oranı çok yüksek çünkü çok hızlı metastaz yapma eğiliminde. Metastaz yaptıktan sonra kanserde geri dönüş yok. Hiçbir türünde.. 1. aşamada teşhis konulmasıysa mucize gerektirir çünkü hiçbir semptom yok.. Teşhis konulduğunda çoğu kişi 2. veya 3. aşamada oluyor ki o noktadan sonra standart kemoterapi yayılımı durdurmakta yetersiz.. Hemen imünoterapiye geçmek lazım. Onu da SGK ödemiyor. Cepten karşılamak içinse servet lazım.
Uzun lafın kısası bir yerde sigarayı gördünüz mü hemen uzaklaşın oradan. Tedbir bizden takdir Allah'tan. Bana bir şey olmaz havasına girmeyin.
Bartın'da meydana gelen grizu faciasinda Hayatlarını kaybeden kardeşlerimize Cenabı Hak'tan rahmet, Üzüntülü ve kederli ailelerine, Sevdiklerine Bu derin acıya dayanma gücü Ve sabır vermesini Rabbimizden niyaz ederim.
Kömür karasının alın teline karıştığı,madencilik mesleğinin maalesef böyle büyük bir tehlikesi var. Hemen suçlu aramaktan ziyade olay detaylıca incelemeli, olası sorumlular varsa takibat yapılmalıdır. Ülkece hepimizin başı sağ olsun, Yaralılara acil şifalar dilerim.
Tabii genel anlamda kömür madenciliği ile bir kaç kelam etmek ölen güzel insanlarımıza borcumuzdur. En azında bundan sonra yaşanmasın diye yaşananlar. Aslında bu işin en köklü çözümü kömüre daha az ihtiyacın olduğu ülke yaratmak.
FED toplantı tutanaklarından ne çıktı? Faiz artışına devam edileceği, önceliğin enflasyonla mücadele olduğu ve bunun için ödenecek bedellerin, enflasyonun kalıcı olması halinde ödeneceklerin yanında çok az kalacağı ifade edildi. Faiz artırımlarına devam anlamına geliyor. Diline dibine..
ABD enflasyonu kontrol altına aldı gibi. Ama 2 kere daha 0.75 çakarlar. Ve ardından uzun süre sabit kalır faiz.
Tabii, bu uğurda, tüm para birimlerini çökerttiler.
Yüzde 100 enflasyona yüzde 15 TL faizi verirseniz tasarrufçu sadece 1 yılda parasının yüzde 42,5’ini kaybetmiş oluyor.
Hangi akıl, hangi mantık, hangi teori tasarrufçunun 1 yılda parasının yarısını kaybetmeyi önerebilir? Ya da şunu soralım: Kim neden tasarruf etsin ki?
Tasarruf olmazsa ne olur? Bankalar bir süre sonra nereden ve nasıl kaynak bularak kredi verecek? Bir kaç yıla kalmaz ortada TL tasarrufu bulamazsınız... (Bu 1)
“Yolsuzluğun olmadığı, yoksulluğun olamayacağı Türkiye’yi biz yaparız; şu an itibarıyla da onun hazırlığı içindeyiz”
AK Parti genel başkanı da olan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın bir açıklaması.. İnsan hayret bile edemiyor değil mi? O kadar trajikomik.
Okuduğumda, “Acaba dinleyiciler bu cümleyi işittiklerinde ne düşünmüşlerdir?” sorusu zihnime takılıverdi. Cümleyi size de aktardım, sizler ne düşünürsünüz? AK Parti 20 yıldır iktidarda. İlk bunu düşündüm. Hemen ardından da, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, cumhurbaşkanı olarak başında bulunduğu ülkede yolsuzluk ve yoksulluğun varlığını kabullendiğini…
Adam durup durup bir şey saçmalıyor. Enflasyon olmuş hiperenflasyon; enflasyon %187, açlık sınırı 7500tl, dolar 18.61 TL olmuş, sığınmacılar 10 milyonu geçmiş, gençler işsiz,liyakatsizlik tavan, eğitim ve adalet bitik,insan haklari zorda, yolsuzluk gani, başörtüsü diyor Herifin teki. Diyen de Cumhuriyeti kuran partinin başındaki zat. Kemal beyden bahsediyorum.
Yazın Meclis kapalıyken üç ay gezmiş; ülkenin en önemli sorununun baş örtüsü sorunu olduğuna karar kılmış. Belki masadaki beşli de hatırlatmıştır. İktidar derin yolsuzluk, bataklık çukurunda debelenirken, ülkedeki tüm kurumlar tel tel dökülürken, yapısal çöküş devletin tüm bacalarını sarmışken, kahti rical (devlet adamı yokluğu) her yerde hissedilirken; millet dönüp muhalefetten bir ümit beklerken hale bakar mısın? Yazıklar yazıklar yazıklar olsun. Artık bu ülkede sadece iktidar değil muhalefet de milli güvenlik meselesi haline gelmiştir. Mevcut iktidar ve yardakçısı muhalefetle Türk milleti tarihin çöplüğüne, batık devletler müzesine gönderilecektir er ya da geç; yakın ya da uzak gelecekte.
Güzel ve yalnız ülkemde başörtüsü sorunu yok ki, olmayan bir sorunu açmak yerine var olan açlık,yoksulluk,enflasyon,işsizlik,yüksek enerji maliyetleri gibi,halkın somut sorunlarına yoğunlaşmak gerekirken türban meselesini açmak nasıl bir aymazlıktır? Allah aşkına etrafınıza bakın, en basiti bir kız çocuğunuz varsa zaten biliyorsunuzdur: Başörtüsü takan kadın mı kaldı; en azından hangi genç kız baş örtüsü takıyor? Kadınlar özgürlüğün sıcak ve canlı tadına varmış bir kere alırlar mı o örtüyü başlarına artık! İran’ı görmüyor musunuz? Başörtüsü takmayacağız diye sokakları yakıyorlar. Özgürlük ateşini yakan İranlı kadınlara ve onlara destek veren erkeklere selam olsun.
Fakirler lütfen fakirliklerini bilsin, zenginler daha da zenginleşmek zorunda çünkü ülkemizde. Fakirin sırtından kamçıyı, zenginin cebinden vergi affını ve geçiş garantisini esirgemeyen bir idareyle karşı karşıyız. Ellerindeki her imkânı “Bundan nasıl sakal çözeriz?” diyerek kendilerince değerlendiren, ballı ihalelerle, çakarlı araçlarla, çöken ve çöküntü olmayı kendine tek ilke olarak seçmiş bir idare bu. İdare, yönetim bile değil. Günü geçirmesi onun için yeterli. Bir sonraki gün nasıl olsa daha da fazla yalanla dolanla o gün de geçer. Günler bitince ne olur, onu da bilemiyoruz. Büyük ihtimalle bizi idare edenler yine yolunu bulup ortalıktan sıvışır, biz kıçımız açıkta dımdızlak ortada kalırız.
Malum dış borç şahlandı. Paramız pul oldu, gözünden lazer atan bakanların “Daha düşmez zaten dipte” demesine rağmen dünyanın en feci enflasyonuna (Neyse ki bizden beter Venezuela var) maruz kalıyoruz. O sırada vatandaşa ölümden sonra hayat güzelleniyor. Bu dünyada yaşanan fakirlik din soslu bir şekilde övülüyor. Öven kurumun bütçesine de dikkat. Bir sürü bakanlıktan daha fazla bütçesi var ve görevi topluma fakirliğin güzelliğini anlatmak. Zaten böyle bir görev ucuza da yapılmaz.
- [ ] En orijinal hülyalı olanı en bitkisel olanı. Sayın Bakan Nebati. Eline tutuşturulan kağıtı ilk defa okuduğu belli. İngilizcesi de olmayınca böyle komiklikler ortaya çıkarıyor. Gerçi doktorası var ya. Nasıl doktoraysa. Akademinin çöktüğünün delilidir resmen Nebati. İngilizce yok, sıfır bilgi, sıfır öngörü. Ve bu insan üniversite bitirip doktora yapmış. Tüm akademik ünvanlar tekrar değerlendirilmeli bir sonraki farklı iktidarda. Gelelim Nebatinin ekonomi teorilerine.
İskender LÜKS bir yiyecek değildir.
İlk defa, FAKİRLER de et yiyebilsin diye, 150 gram etin altına ekmek, üstüne sos, tereyağı ve yanında yoğurt ile fazla et yemeden et yemek ve şişmek imkanı tanımak amacıyla icat edildi.
Bu yiyecek, zamanla LÜKS oldu.
TL'nin ne kadar değer kaybettiğinin kimse farkında değil.
KİRALAR ya da EMLAK fiyatları, aslında size bir mesaj vermeli.
Otomobil fiyatları, özellikle 2. elde, yine ucuz kaldı.