Sivri Dil

Sivri Dil

Dört nala gidiyoruz bizi bekleyen yere..

31 Mart 2019 günü yapılan İBB seçiminde: İmamoğlu 4,169,765, Yıldırım 4,156,036 oy aldı.

23 Haziran 2019'da tekrarlanan seçimde: İmamoğlu 4,742,082, Yıldırım 3,936,068 oy aldı.

Buna göre İmamoğlu oyları 572,317 arttı, Yıldırım oyları 219,968 azaldı.

Yazının Devamı

ELİMİZE VERDİLER!

ÜSTAD BOZUNTULARI, piyasalarda yaşananlara ağlıyorlar.

Ama açıkça demiyorlar ki;

"Bankalara zıpladık, üfelendik!”

Yazının Devamı

Yalnızlığın çölünde..

Anadolu’da, taşrada yalnızlık nedir bilinmez. Ya da hissedilmez bir şekilde. Şehirde, hele metropolde yalnızlık kapanmaya yüz tutmuş bir yaradan sızan koyu kahverengi kan gibi hissediliyor nedense. Hele de gurbette. Hele bir de oturacak kafa dengi üç beş dostun yoksa. Birbiriyle karşılıklı çıkarı olmayanların hep meşgul ve yoğun oldukları büyükşehirlerde, hele İstanbul’da. Verilen sözün, sözleşilen randevunun bir paçavra kadar hükmünün olmadığı, sözün namusunun olmadığı İstanbul tarzı metropollerde. Bir zamanlar bir arkadaşıma şöyle demiştim söz verdiği randevuya gelmeyince: Sen üzerine alınma bana ama İstanbul’da doğup buranın ahlakıyla iki yüzlülüğüyle büyüyen kahir ekseriyet İstanbul çocukları o. çocuğu oluyor nedense. Ya da bana hep onlar denk geliyor demiştim. Nedense arkadaş üzerine bile alınmamıştı. Arkadaşım da İstanbul çocuğuydu.

Şehirlerdeki yalnızlık simgeleri sokak lambalarıdır öncelikle. Gecenin başlangıcından en karanlık saatlerine kadar tüm haşmetiyle insanda korku duygusunu depreştiren o devasa direkler, gündüz inanılmaz bir yalnızlık ile küçülüyorlar adeta. Halbuki sokaklar gündüz çok kalabalık şehirlerde. Gecenin o gölge uzatıp, izbelik kısaltan hakimleri gündüz, terk edilmiş bir yetim çocuk gibi fark edilmiyorlar sanki. Kırkımdan sonra anlıyorum şehrin en yalnız sabitleri sokak lambaları. Hele ki mevsim yağmurlu ise! Ya da zemheri, kara kış şehri teslim almışsa.

Kalabalıklaştıkça utanmaz hale gelen insanoğlu, benzersiz bir cesaretle yalnızlaştırdı her şeyi. Yollar yalnız, parklar yalnız, bahçeler yalnız, lambalar yalnız, sokaklar yalnız, evler yalnız büyük şehirlerde. Saçma sapan bir aldanmışlıkla ne kadar tıkış mıkış alışveriş merkezleri çok olursa, o kadar yalnızlığı kayboluyor sanıyor insanoğlu. Ne büyük yanılgı. Kalabalıklar kadar acınası bir yalnızlık olabilir mi? Büyüyen binalar değil yalnızlıklarımızdır. Eskinin daracık arnavut kaldırımlı sokakları bugünün otobanlarından çok daha genişti emin olun.

Yazının Devamı

Tunç Soyerin cesareti ve Ganj nehrinde yıkananlar

Türkiye'de fikir hayatının en zengin olduğu dönem 1960 ve 1970'li yıllar olsa gerek. Müthiş bir entelektüel ve sanatsal patlama yıllarıdır. O yıllarda tartışılmamış konu kalmamıştır: Anayurdumuz Orta Asya mı, Anadolu mu? Osmanlı toprak düzeni, Türkiye ekonomisi, savaş ve barış, Türkiye'de sermayenin ve sınıfların gelişimi, "Türk rönesansı", Türkiye'de sosyalizm mümkün müdür? Milli demokratik devrim. Neden geri kaldık? Din, tek tanrıcılık, Orta Asya toplumlarının inanışları, şehircilik, eğitim, planlama, kalkınma, Anadolu pop, halk kültürü araştırmaları "2000'de İtalya" (gibi olma) hedefi, eğitim mi üretimi belirler, üretim mi eğitimi? Ağalık düzeni ve toprak reformu, sendikal haklar, refah devleti, altyapı yatırımları, evrensel değerler, sanat sanat için mi, toplum için mi? (toplumsal sanat), kadın sorunları, çalışma hayatı,...

12 Eylül faşizmi bu canlı entelektüel hayata son verdikten sonra fikir/sanat dünyası bir süre can çekişti. 80'lerin korku dolu sıkıyönetim günlerinde pek çok eser "yeraltına" indi. 90'larda peş peşe gelen aydın suikastları can çekişen fikir hayatının tabutuna son çivileri çaktı. 2000'lerin sığ, seviyesiz, kalitesiz dünyası böyle oluşturuldu. Akademi bitti, Türk rönesansı unutuldu gitti, islamcılığın, milliyetçiliğin, bölgeciliğin, hemşericiliğin, kabileciliğin sığ ve gelişmeye, ilerlemeye düşman dünyası oluşturuldu.

Diyanet fetvaları, milliyetçi şeflerin kin ve nefret dolu söylemleri, "Yunan tohumu" gibi seviyesizlikler, engizisyon mahkemeleri, "ecdada sövüyorlar", "halkın din duygularını incitiyorlar" derken, Türkiye fikri bir çöle döndü, Ortadoğu/Afrika seviyelerine düştü.

Yazının Devamı

Çocuk tanımı, kapitalizm, ev vaatleri ve yaklaşan seçim..

ÇOCUK tanımı, zannedildiği gibi BİLİMSEL çalışmalara göre değil, kapitalizmin ihtiyaçlarına göre yapılır.

Geçen yüzyıl, 12 yaşında çocuk olmak bitiyordu. 12'den itibaren yetişkindiniz ve fabrikalar işe alabiliyordu.

Şimdi 18 olması da, 18'den sonra çalışmanızın istenmesinden.

Yazının Devamı

İzmir’in kurtuluşunun 100.yılı kutlamaları çok görkemliydi. İşte gözlemlerim:

İzmir’in kurtuluşunun 100.yılı kutlamaları çok görkemliydi. İşte gözlemlerim:

1) Tunç Soyer: Çok güzel bir konuşma yaptı. Geceye değer kattı.

2) Kemal Kılıçdaroğlu: Kutlamayı siyasi şova çevirmedi, ev sahibini ezmedi. Konuşma yapmaması onu yüceltti.

Yazının Devamı

Doktor maaşı 50-55 bin olacaksa asgari ücret 18.000, öğretmen ve polis maaşı 30.000 TL olmalı.

"Profesör ve doçent olup da uzman doktor olanların maaşları 80 ve 85 bin tl'ye ulaştı.

Uzman hekimlerin maaşları ise çalıştığı yere ve hastaneye göre farklı olmakla birlikte 55 bin tl'ye varacak." Basına yansıyan haberler öyle.

Cerrahlar 100 bin alsin, 500 bin alsin. ama yeni mezun doktora 40 bin vermek… Yeni mezun tusla gelmis asistana 50 bin vermek, calisma barisini bozacak bir adaletsizliktir. Doktorların aldıklarında gözümüz yok, değerli insanlar ve iyi bir alım gücüne sahip olmalıdırlar. Aldıkları analarının ak sütü haklarıdır çoğu için, sadece tek bir olay var: Uzman doktor maaşı minimum 50-55 bin olacaksa asgari ücret 18.000, öğretmen maaşı 30.000, mühendis maaşları da 45.000 olmalı. Talepler bile 25-30 bin maaş seviyesindeyken pat diye 50 bin maaş verildi.

Yazının Devamı

İzmir neden önemlidir?

Bugün İzmir'in düşman işgalinden kurtuluşunun 100. yılı. Ağırlıklı olarak Cumhuriyetin üçüncü ve dördüncü nesilleri olarak yarın bu önemli tarihsel olayın yüzüncü yılını kutlayacağız. (Bugün de İzmir'in en güzel ilçesi Selçuk-Efes'in kurtuluşunun 100. yılı - kutlu olsun.) İstiklal Savaşının başlangıcını 19 Mayıs 1919 olarak kabul ediyoruz; Mustafa Kemal'in Samsun'a çıkışı, direnişi örgütleyişi, milli ordunun kurulması, önce müdafaa, daha sonra taarruz ve 9 Eylül 1922 günü Ankara ordusunun İzmir'e girişi ile kenti düşman işgalinden kurtarması.

İstiklal Savaşının bitiş tarihi olarak Lozan Antlaşmasına imza konulmasını, modern Türkiye'nin sınırlarının belirlenmesini kabul etsek de Kurtuluş Savaşı fiilen İzmir'in kurtuluşu ile sona ermiştir. Sonrası orduların değil, diplomasinin başarısı, galibiyetin tescilinden ibarettir.

İzmir neden önemlidir? Bu sorunun en önemli cevabı şu olsa gerek: İzmir, modern ve laik bir cumhuriyetin kurulması ve yaşaması için olmazsa olmaz kentlerin başında gelir. İzmirsiz modern bir toplum ve laik bir cumhuriyet imkansızdır. Bu anlamda İzmir İstanbul'dan da önemlidir. İstanbul 1500 yıldır imparatorluk payitahtıdır; önce Bizans, sonra Osmanlı. Son dönemlerinde sanayi devrimini ıskalamış, çürümüş, iktisadi olarak sömürge durumuna düşmüş, mali bağımsızlığını bile kaybetmiş, modern dünyada yeri olmayan despot bir sultanlığın simgesi halindedir.

Yazının Devamı

Politik hayvan..

Siyasetçi profilleri içinde en olumsuz olanları, en kaba haliyle siyaseti zenginleşme aracı olarak görenlerdir. Bu grup, genelde etik sınırları olmayan, amaca ulaşmak için her şeyi detay olarak kabul eden profillerden oluşmaktadır. Bu tür siyasetçileri oturup inceleyecek olsanız, önemli bir kısmı eğitimi, zekası, mesleki becerisi vb. rasyonel kriterler ile bir iş mülakatına alınsa, bugün ortalama ücretin altında bir rakama işe alınabilecekken, siyasetin verdiği kamusal görevi sayesinde 500-600 milyonluk bütçeleri yönetebilmektedir. Bu aradaki devasa rakamsal fark, genelde bu profilleri “politik hayvan”a dönüştürmektedir. Zekası ve yeteneklerinin ona çizdiği tarihsel sınırın çok ötesine geçme imkanını siyaset sağladığı için, siyasal başarı adına yapılacak her şey mubahtır;

Gerekirse yolsuzluk… Gerekirse adam kayırma… Gerekirse yalan… Gerekirse üstlere insan onuruna yakışmayacak bir yalakalık hali… Özetle ne gerekirse…

Belki bu durumdan daha olumsuz olanın, verili halin toplumun önemli bir grubu tarafından kanıksanmış olduğunu ifade etmek isterim. Toplumda söylem düzeyinde itiraz yüksek olmakla birlikte, siyasetçilerin yolsuzlukları ne oy tercihini etkilemektedir ne de siyasetçilere olan gönül bağında bir zayıflama, bakışında bir olumsuzluk yaratmaktadır. Buna dair en çarpıcı örneklerden biri, geçmiş yıllarda yapılan milletvekillerine bakışı anlamaya çalışan bir araştırmadır. Araştırmada “milletvekili deyince aklınıza ne geliyor?” sorusu açık uçlu olarak sorulmuştur. Yanıtlar arasında rüşvet, yolsuzluk, adam kayırma, yalan vb. birçok olumsuz ifade ilk sıralarda çıkmakta. Fakat araştırmanın devamında, “kızınızın bir milletvekili ile evlenmesini ister misiniz?” sorusuna önemli bir kısmı evet yanıtını vermekte.

Yazının Devamı

Ölme eşeğim ölme..

Kış soğuk ve uzun geçip erzak azalınca Hoca, eşeğin yemini yarıya indirmiş. Bakmış öyle gidiyor, bir yarıya daha çekmiş. Bakmış yine eşekten itiraz yok bu kez bir avuca düşürmüş ama bakmış yem bitti bitecek. Bahara da az kalınca Hoca kasabaya inip yem parası ödememek için bazı günler yem vermemeye başlamış. Tam karlar erimeye başlayınca “şu eşeğe bakayım” demiş ki eşek can çekişiyor. Hoca da kulağına eğilmiş: “Ölme eşeğim ölme. Otlar büyüyecek, sen de yersin ben de!” demiş.

Türkiye'nin Kovid-19 salgını öncesine denk gelen 2020'nin ilk çeyreği itibarıyla işgücü ödemelerinin milli gelir içerisindeki payı yüzde 39.1 düzeyindeydi. Son iki yıllık dönemde 13.7 puanlık bir azalış var. Oysa net işletme artığı/karma gelirin payı ise yüzde 54'e çıkmış durumda. 2020'nin aynı döneminde bu oran yüzde 41.7'ydi. Salgın döneminde kısa çalışma ödeneği gibi durumlar yüzünden ücretlerde erozyon görülürken, 2021'in üçüncü çeyreğinden itibaren yaşanan sert enflasyonist süreçte emek kesiminin ücret artışlarının bölüşümde eşitsizliği önleyecek düzeyde olmadığı anlaşılıyor. Ocak ayında yapılan asgari ücret ve kamu çalışan maaşları artışları bu dengeyi kurmaktan uzak kaldı. Temmuzdaki artışla birlikte bir miktar dengelenme görebiliriz belki ama mevcut eğilimin sürmesi halinde eşitsizliğin yıllara sair giderilmesi daha çok zaman alacak gibi görünüyor. İktisatçı hocamız Bilsay Kuruç'un deyişiyle, “Enflasyonda sayılar kayar, kaybolmaya başlar. Halk sayıların (fiyatların) peşinde koşar, yetişemez, tıknefes kalır. Sermaye sayıları koşturur, koşturdukça önce normal, sonra olağanüstü kazançlara erişir.”

Elbette ki dünyanın her yerinde seçime giden hükümetler genişleyici politikalar ile kendilerince seçim yatırımı yaparlar. Ama bizde durum biraz farklı çok uzun süredir benzer uygulamalar yaşanıyor ve artık ipin ucu kaçmış durumda.

Yazının Devamı

Ne yerde taş kaldı, ne bağrımızda yer..

“Ağzından çıkan sözü kulağın işitsin” diye bir söz var. Bu söz en çok da göz önünde olan insanlar için geçerlidir. Hep alkışlanıp övgüler almak ünlü kişilerin dikkatini dağıtıp basiretini bağlayabilir. Söyleyecekleri her sözün tolere edileceğini zannedip aldanmaları her zaman ihtimal dahilindedir.

En çok haddini bilmeyen ünlü zevatta görürüz bunu. Her meseleye balıklama dalarlar, anlasın anlamasınlar her konuda konuşurlar. Sanatçı, siyasetçi, akademisyen kim olursa olsun olur olmaz her konuda sınırlarının dışına çıkmamalıdırlar.

Bir İmam Hatip mezunu olarak bu okullara karşı hazımsızlık yaşayan kişilerden medeni bir yaklaşıma hiç tanık olmadım. İnsanları okullara göre ayrıştırmanın tarihini de iyi bilirim. İmam Hatip öğrencilerine engelli koşular, yüksek atlamalar, amuda kaldırmalar, pentatlonlar aştıranları niyetinden tanırım. Bu yaklaşım biçimi bile üstü kapalı tahkirdir. Birilerinin galiba medenileşme aşamasını tamamlaması gerekiyor. Fakat bu kişiler kesinlikle İmam Hatip mezunları ya da mensupları falan değildir.

Yazının Devamı

Demokrasi neden nefret edilesi bir şey haline geldi?

Antik Yunan felsefesinin babası olarak kabul edilen Sokrates, öğrencisi Platon tarafından yazılan diyaloglarda, demokrasi hakkında derin endişelere ve pesimizme sahip biri olarak tasvir edilir. Platon'un 10 kitaptan oluşan meşhur Cumhuriyet (Republic) isimli eserinin 6. kitabında Sokrates, Ademantus isimli bir diğer karakter ile demokrasi hakkında sohbet eder. Sokrates bu kısımda Ademantus'a demokrasinin eksiklerini ve hatalarını göstermeye ve anlatmaya çalışır. Bunu yapmak için Sokrates, toplumu bir gemiye benzetir. Sokrates şöyle sorar: Eğer ki deniz yoluyla bir yolculuk yapmak isteseydin, geminin kontrolünün kimde olacağına nasıl karar verilmesini isterdin? Rastgele ve herhangi bir grup insan tarafından mı, yoksa deniz seyahatleri konusunda deneyimli, bilgili ve eğitimli insanlar tarafından mı?

Ademantus'un cevabı çok açıktır: Elbette ki ikincisi! Sokrates'in buna cevabı ise şu şekildedir: Peki bu durumda nasıl olur da, bir ülkedeki yetişkin insanların rastgele ve herhangi bir grubunun bir ülkeyi kimin yöneteceğine karar verebilecek donanımda olduğunu düşünebilmekteyiz?” SOKRATES

Sokrates'in bahsetmeye çalıştığı şey, seçimlerde oy kullanmanın bir "yetenek" olduğudur. Sokrates'e göre oy kullanmak, "rastgele bir sezgi" olarak görülemez. Dolayısıyla oy kullanmanın da, diğer her yetenek gibi insanlara sonradan, dikkatle ve sistematik bir şekilde öğretilmesi gerekmektedir. Yeterli donanıma ve eğitime sahip olmaksızın insanlara oy kullanma hakkının tanınması, yeterli donanım ve eğitime sahip olmayanlara fırtınalı bir havada yolculuk yapacak bir geminin kontrolünün kime teslim edileceği kararını alma yetkisi vermekle aynıdır.

Yazının Devamı

Türkiye'nin olağan biçimde olağanlaşmasının bir yolu yok.

Sabır telkin eden, yurttaşların anayasal haklarına sahip çıkmasını “provokasyona gelmeyelim” bahanesiyle erteleyerek ülkenin yaşanmaz bir cehenneme dönmesine bilerek/bilmeyerek ortak olan muhalefet, ülkenin kaderi üzerine kumar oynuyor. Kumar tutmazsa bu vebali taşıyamazlar.

Bütün çözümlerin bir seçime, seçimden çıkacak sonuca ve seçim sonrası hayali bir parlamenter sisteme devredilmesi, bir ülkenin kaderi ile ilgili oynanacak en kötü kumardır. Kumar kazanılsa da ülke kaybeder. Ben Türkiye için artık çok geç kalındığını, acı, mutsuzluk ve çaresizlik içinde seçim sonucunu bekleyen insanların öfkesinin, sonucu ne olursa olsun Türkiye’yi daha büyük bir çıkmaza sürükleyeceği görüşündeyim.

Türklerin bin yıllık döngüsü tamamlanırken, bin yıllık döngünün ağırlığını taşıyacak ve ülkeyi bir sonraki bin yıla yöneltecek bir özne olmadığı için daha büyük dalgaların gelmekte olduğu düşüncesindeyim. Bunu karamsarlık yaymak için söylemiyorum. Özellikle gençler, ya kendilerini çok sert ve kaotik bir geleceğe göre hazırlasın ya da geleceğini Türkiye dışında kurmaya çalışsın. Gençleri elma şekeri ile kandıracak aşamaları çoktan geçtik, nerelere sürüklendiğimiz belli değil.

Yazının Devamı

Sodom ve Gomore yandı, yine yanacak, o gün dönüp bakmayacağız yanan şehirlere.

Sanki birdenbire Sodom ve Gomore şehirlerinin talihsiz insanlarına dönüştük. Sanki eski ahidin içinden zamanımıza fırlatılmış bir Lut kavmiyiz, bir inanç selinde ahlaksızlıktan boğuluyoruz.

Hikâye “Tevrat”ın “Tekvin” bölümünden: İki melek akşam saatlerine Sodom’a vardılar. Lut Sodom’un kapısında oturuyordu. Onları görünce karşılamak için kalktı, yere kapandı, evine buyur etti. İki melek Lut’un evine gitti. Şehre iki melek geldiğini öğrenen Sodom’un her mahallesinden genç yaşlı adamları, evi sardı. Lut’u çağırıp “Bu gece senin yarına giren o adamlar nerede? Onları bize ver ve onları bilelim” dedi. Lut, evi saranlara onlara kötülük etmemesi için yalvardı. Hatta evi saran azgın kalabalığa bekâr kızlarını vermeyi teklif etti. Fakat kalabalık “bilmek” için adamları istiyordu. Lut’u itip geçtiler, kapıya yanaşınca melekler onları kör etti.

Kuran, hikâyeye daha realist bir dille yaklaşıyor. Şuara Suresinde ve şöyle: “Siz bütün yaratıklar içinde erkeklere mi yaklaşıyorsunuz. Tanrınızın sizin için yaratmış olduğu kadınlarınızı bırakıyorsunuz da? Hayır, siz sınırı aşmış bir kavimsiniz. Bunun üzerine melekler Lut’a ailesini alıp şehirden çıkmasını söylüyor. Karar vermişler bu çürümüş şehri harap edecekler. Lut’u, karısını ve kızlarını şehirden çıkarıyorlar, yükseklere kaçmalarını ve arkalarına bakmamalarını salık veriyorlar. Sonra Sodom ve Gomore üzerine göklerden kükürt ve ateş yağıyor. Fakat Lut’un karısı da dönüp yanan şehre bakıyor ve bir “tuz direğine” dönüşüyor. O da çürümüşler arasındadır. Dönüp arkaya bakanlar, çürümüşlerdir.

Yazının Devamı

Hadi iktidarı geçtik, muhalefeti de "ödemeyin, sileceğiz" diye geziyor.

Bu ülkede neden sürekli birilerinin borçları siliniyor, affa uğruyor? Hadi iktidarı geçtik, muhalefeti de "ödemeyin, sileceğiz" diye geziyor. Biz neden bir şeyleri olması gerektiği gibi yaptığımız için kendimizi sürekli salakmış gibi hissetmek zorundayız?

Gelişmemiş, gelişmek istemeyen, gelişime karşı olan Türkiye gibi ülkelerin ortak özelliği popülist aflardır. –Ceza affı –Vergi affı –Sicil affı –İmar affı –... Bu ülkeler 500 yıl da geçse gelişmiş ülke olamazlar.

Ayrıca ekonomi, sosyal ve toplumsal alanlardaki yanlışların yanında ya da türevi olarak kangrene dönüşmek üzere olan Türkiye’yi kasıp kavuran daha doğrusu zengin azınlık ve mutlu azınlığın haricindeki toplumun bir kısmını kasıp kavuran bir hayat pahalılığı sorunu var. Hayat pahalılığın ne olduğunu kısa bir anlatalım: Eğer gelirleriniz enflasyon oranı kadar artmıyorsa hayat sizin için pahalılaşıyor demektir. Türkiye’de enflasyon, kimine göre %70, ki inanma imkânı yok. Kimine göre ise %100-150, eğer sizin gelirleriniz de aynı oranda yani %100-150 arasında artmıyorsa hayat sizin için pahalanıyor ve geçim sıkıntısı çekmeye başladınız, hayat standartlarınızı koruyamıyorsunuz demektir. Türkiye böyle bir sıkıntı içerisinde ve bu sıkıntının bugünkü hükümetle aşılabilmesi imkânı Erdoğan’ın Nas’a dayandırdığı faizleri düşürerek ben ekonomiyi düzelteceğim inancı içinde devam ettirdiği politikayla düzelme imkanı var mı, hiçbir şekilde yok.

Yazının Devamı

Milli Eğitim Bakanı da öğretmenlerin başı olarak uzman öğretmenlik sınavına girsin.

Hizmet içi eğitime amenna, elbette zamanla pek çok şey değişiyor, öğretmenlerin de diğer meslek grupları gibi zaman zaman bilgilerinin tazelenmesine, yeni bilgileri öğrenmesine lafım yok. Ama bu kadar zamandır hizmet vermiş öğretmenleri sınavla sınamak çok rencide edici!

Tabii en komedisi MEB Mahmut hocanın önce kariyer sınavı deyip sonra öğretmenlik yeterlilik sınavına girmeye niçin korkuyor, demesiydi. Maaşlarının yetmediği öğretmenler hem ailelerine hem de öğrencilerine yetmeye çalışıyorlar. Daha ne istiyorsunuz.

Doktorlara tek seferde altın vuruşla sınavsız bir öğretmen maaşı kadar (10 bin TL) zam yaparken, yardımcı sağlık personeline bin TL alın harcayın denirken, öğretmene bin liralık zam için sınav şartı koymak ahlaksızlıkta sınır tanımamak demektir. Bu arada doktorlara verilen zam analarının ak sütü helaldir. Hele Ak Parti'yi ve hükümeti yola getirip aldılar ya hak ettiklerini 200 kere helal olsun. Doktorların zamları değil sıkıntı. Madem zam yapılırken sınav şartı geldi öğretmenlere, herkese. Sayın Bakan dahil sınav şartı getirilsin diyen Fatih Altaylı’ya öğretmenler yeterlilik sınavına girmekten niçin imtina ediyorlar, demesi tam bir aymazlıktır.

Yazının Devamı

SİNEMA İFLASLARI geliyor.

Hükümetin zeka dolu politikaları sayesinde ciro rekorları kıran sinema zincirlerinden birisinin bomboş gişelerinden bilet alırken kulak misafiri oldum;

"Daha maaşlarımız yatmadı..."

SİNEMA İFLASLARI geliyor.

Yazının Devamı

Hiç mi iyi bir şey yok diyenlere gelsin!

Müzmin muhaliflik yapmanın bir anlamı kalmıyor yok. Açlık edebiyatı yapmak da hem haksızca hem ahlaksızca. Türkiye tarihinde açlık hiçbir dönem sorun olmamıştır. Muhalefetin hem açlık, yoksulluk edebiyatı yapıp hem de ÖTV indirimini bekleyin öyle araba demesi tam tezat durumu. Aç insanlar mı alacak ÖTV’si düşmüş araçları. Tamam satın alma gücü vahşi şekilde düştü kabul ama açlık yok ülkede. Bir de muhalefet şunu anlamalı: Ekonomik buhran üzerine siyasetin suyunu çıkarmayın, eğer ekonomi pozitif yönde ilerlemeye devam ederse o zaman ne yapacaksınız? Farzedin satın alma gücü 5 yıl önceki dönem düzeyine yükseldi, o zaman ak parti seçimi kazanır mı veya ülkeyi yönetme hakkını tekrar ele mi geçirsin? “Her şey ekonomi aptal,” sözüne karşı şunu söyleyeyim: Tamam ekonomi önemli ama ekonomi her şey değil. Bunları niçin anlatıyorum. Şundan. Muhtemelen ekonomi seçime kadar rahatlayacak, rahatlasın da zaten. Ülkede olan her pozitif gelişme mutlu etmeli ülkesini seven insanları. Ekonomi rayına girse bile iktidar seçimi büyük ihtimal kazanamayacak. Nedeni ise gönül yorgunluğu, adaletsizlikler ve ahlaki üstünlüğünü kaybetmesi.

Hadi gelin o zaman ekonomide yaşanan müspet gelişmelere.

Son bir ayda ihracat artışı bir yana, Türkiye’nin sanayi üretimi de ciddi oranda yükseldi. Cumhurbaşkanı Erdoğan da et fiyatlarından başlayarak temel gıda maddelerinde indirime gidilmesi için düğmeye bastı. Fiyatlardaki düzenli artışı durdurmak, ardından istikrarı sağlamak halkın refah seviyesini koruma kaçısından önemli.

Yazının Devamı

İSTİHBARAT, TAVUK KÖFTESİ ve AZAN MİLLETLER..

İSTİHBARAT konulu sevdiğim filmler;

-ANNA -RED SPARROW -BOURNE IDENTITY -BOURNE SUPREMACY -BOURNE ULTIMATUM

Gerçekçi istihbarat filmleri genelde DRAM konuludur. Saha istihbaratçılarının mutlu bir hayatları yoktur.

Yazının Devamı

MALA ÇÖKME ve Ganimet Kültürü

MALA ÇÖKME, bir Anadolu kültürüdür. Ganimet kültürü ise ta Cahiliye devrine ve ardından savaşları teşvik için kullanılan tüm dinlerce ve devletlerce teşvik edilen ve kullanılan bir yöntem. Neticede cennet vaat etmekle ölüme herkesi göndermezsiniz. Dünyevi havuç şart. Biz de ganimet kültürünü güzelce benimsemişiz. Başka çare var mı o dönem zor.

Başka bir deyişle mala çökme ve ganimet kazancı SEFER kültüründen gelir.

Eskiden GAVUR, KAFİR diye aşağılanan komşu milletlerin topraklarına girilir, malları yağmalanır, erkek çocukları asker köle, kız çocukları Cariye veya KÖLE yapılırmış.

Yazının Devamı

Güven ruh gibidir, terkettiği bedene asla geri dönmez..

Ipsos’un 28 ülkeyi kapsayan araştırmasının, Türkiye ile ilgili bölümü önemli uyarıları beraberinde getiriyor.

Araştırmanın sonuçlarına göre ülkede politikacılara güven sadece yüzde 14. Daha garip olanı ise, ülke insanının bakanlara güveni, borçlu olduğu bankacılara güveninin yüzde 4 altında. Bankacılara güvenin yüksek olduğu anlamı çıkmasın. Orada da sadece yüzde 22’lik bir güven eğilimi var ama çözüm umulan bakanların durumu bundan da kötü.

Elbette araştırmada umut veren yanlar da var. Mesela en çok güven duyulanlara baktığınızda ilk sırayı yüzde 63 ile bilim insanları oluşturuyor. Bence son dönemde Türkiye adına en umut verici sonuç bu.

Yazının Devamı

“Eğitim mi önemli, karakter mi?”

-Zamanın birinde Padişah, baş vezire sormuş: “Eğitim mi önemli, karakter mi?” Vezir hemen cevap vermiş: “Karakter önemlidir sultanım” Padişah, memleketin her yanına tellallar göndermiş: “Duyduk duymadık demeyin… En iyi hayvan eğiticisine 100 altın ödül verilecek.”

Bir eğitici huzura çıkmış. Padişah sormuş: “Bir kediye tepsiyle servis yapmayı ne kadar zamanda öğretirsin?” “Altı ayda öğretirim padişahım” Altı ay dolmuş. Eğitici huzura alınmış. Padişah sormuş: “Öğrettin mi?” “Öğrettim padişahım”

Saray erkânı toplanmış. Hünerli kedi elinde tepsiyle servis yapmaya başlamış. Tam baş vezirin önüne geldiği zaman padişah sormuş: “Ey vezir! Söyle bakalım, eğitim mi önemlidir, karakter mi?” Vezir, padişahın sorusuna cevap vermeden önce, kaftanının altında hazır tuttuğu bir fareyi yere bırakmış. Kedi, fareyi görünce tepsiyi attığı gibi farenin peşinden koşmaya başlamış. Altı aylık eğitim de boşa gitmiş. Vezir, padişahın sorusuna cevap vermiş: Karakter önemlidir padişahım. Önünde bir fare gördüğünde her şeyi unutan bu kedi gibi, eline bir fırsat geçtiğinde çıkarının peşinde koşan, karakteri bozuk insanlardan da bizleri Rabbim korusun!” demiş… Kıssadan hisse!..

Yazının Devamı

Üç günlük dünya, değmez...

Büyük İskender yardımcısını şöyle fırçalar (mealen): Bunca yıldır yanımdasın, hiçbir hatamı göremediysen CAHİLSİN, görüp de örtbas ettiysen HAİNSİN.

Türkiye, gerçekleri söyle(ye)meyenler yerine gerçekleri söyleyenlere HAİN demeye başladığından beri kaybediyor.

Bu gerçekten söylenmiş midir söylenmemiş midir bilinmez. Ama önemli olan bu değil. Önemli olan, kıssadaki hissedir. Çıkarılması gereken derstir.

Yazının Devamı

Hammaddeyi depolarına enflasyonla baş edebilmek için atıyorlarmış meğer, kıyamam..

Son merkez bankası başkanı kavcıoğlu ile İSO toplantısında yaşanan stokçuluk suçlaması gündeme damga vurunca bir kaç kelam etmek etmek farz oldu. Şimdi herkes MB başkanını eleştireceğimi zannnedecek. Hayır Şahap bey gerçeği ifade etti İstanbul’daki toplantıda. Tabii zenginlere sermayeye gerçeği söylemenin bedeli azar, şamar ve köyden kovulma; hem kendi cenahından yani Ak partililerinin büyük kısmından hem de müzmin müesses CHP ve bileşik muhalefet tarafından.

Oda Başkanı “sanayiciyi zan altında bırakamazsın” diyor, bir başka sanayici “bize değil, sürekli arsa alıp köşeye atan inşaatçılara bak” deyiveriyor, bir diğeri özel bankaların kredilerle dilediği gibi oynadığına işaret ediyor, bir başkası kibarca “talihsiz açıklama” diyor falan. Oysa bunları söyleyen patronlar kur düştüğünde de yükseldiğinde de kazanmış. Hükümetin çıkardığı KKM sayesinde bozdurduğu dövizden hem faiz hem kur farkı ile yine kazanmış. Daha ne olsun.

Kavcıoğlu’nun stokçuluk suçlamasına da “yapmıyoruz” diyen çıkmadı aslında. Hammaddeyi depolarına enflasyonla baş edebilmek için atıyorlarmış. Bunun adı “stokçuluk” değil, “stok” oluyormuş. Ucuza al, istifle, ürettikten sonra yeni malzeme fiyatından hesaplayıp yüksekten sat! MB Başkanı’nın yediği fırça, depolarda tutulan hammaddenin gün gün kazandırdığı gerçeğini değiştirmiyor.

Yazının Devamı