Ipsos’un 28 ülkeyi kapsayan araştırmasının, Türkiye ile ilgili bölümü önemli uyarıları beraberinde getiriyor.

Araştırmanın sonuçlarına göre ülkede politikacılara güven sadece yüzde 14. Daha garip olanı ise, ülke insanının bakanlara güveni, borçlu olduğu bankacılara güveninin yüzde 4 altında. Bankacılara güvenin yüksek olduğu anlamı çıkmasın. Orada da sadece yüzde 22’lik bir güven eğilimi var ama çözüm umulan bakanların durumu bundan da kötü.

Elbette araştırmada umut veren yanlar da var. Mesela en çok güven duyulanlara baktığınızda ilk sırayı yüzde 63 ile bilim insanları oluşturuyor. Bence son dönemde Türkiye adına en umut verici sonuç bu.

Daha ilginç olan ise ikinci sırada yüzde 58 ile ‘gidersen git’ denilen doktorlar var. Üçüncü sırada ise bütün eğitim problemlerine karşılık öğretmenler yer alıyor. Bence global bir araştırmanın Türkiye bölümü açısından en umut vaat eden sonucu bu üçleme…

Peki tüm bunları bir kenara koyarsak, araştırmanın en çarpıcı sonucu ne diye bakarsak, oradaki durum sıkıntılı. Sıradan insane güven sorusuyla ilgili yanıtlar, bir kişinin kadın ya da erkek, bir başka kişiye ne derece güvendiği sorusuna verilen cevaplarda, güven duyduğunu belirtenlerin oranı sadece yüzde 27.

Yani bu toplumda yüzde 73’lük bir dilimin birbirine güvenmediği anlamına gelir. İşin toplumsal ve sosyolojik sıkıntısı büyük. Ama ekonomik olarak bu sonucu yorumlarsak, böyle bir ortamda işlerin yürümesinin mucize olduğunu söyleyebiliriz.

Şayet bir toplumda insanlar birbirine güvenmiyorsa, orada esnaflık ölmüş demektir. Yüzde 27’nin dışındaki kişiler birbirine şüpheyle yaklaşıyorsa, o ülkede davalaşmalar halinde sonuç alınmasından umut kesilmiş demektir.

Sadece yüzde 27’nin birbirine güveneceğini söylediği bir zeminde ‘gözlerime bakın ve bana güvenin demek’ ise sadece bir mizah konusu olabilir. Güven camdan bir kale gibidir, en zorlu şartlarda dimdik ayaktadır ama ufacık bir darbe paramparça eder.

Güven çöl enteresan bir kavram. Güven huzurla yanyana duran bir kavram, yanında huzurlu olduğunuz kişiye sonsuz güven duyup, sebebini bilmedipiniz bir kalp sıkışması yaşadığınız anda paranoyaklığın sınırlarında dolaşmaya başlayabilirsiniz. Kızların babalarına benzeyen erkekleri tercih etme sebeplerinin başında geldiğine inandığım bir kavram aynı zamanda bu zor bulunan, bulunduğunda bırakılmaması gereken güven.. Anlaşılan Türk milletinin birbirine ve yöneticilerine güvenmesi çok zaman alacak.

Hele bir de ülkede politika yapan Siyasetçilerin kalitesizliği ve ilkesizliklerini görünce insanın midesi kalkıyor. Bir tarafta Mehmet Ali Çelebi diğer yandan Yavuz Ağırallioğlu. Çiğ basit adamlar. Biri nasıl olmuşsa asker öbürü de ülkücü olmuş. Kumaşları yetersiz kişiler üstüne politika yapıyorlar. Siyasetin kalitesi bu.

Geçenlerde İyi Partili Yavuz Ağıralioğlu‘nun sosyal medyaya düşen bir videosunda söyledikleri aklıma tekrardan “Acaba biz niye bu cahilleri seçiyoruz?” sorusunu getirdi. 

Muhteremin söylediği; “Müslüman olmayan Türk’e niye insan diyelim?”  

Demek ki haşmetmeapa göre Müslüman olmayan insan da değil! 

Görüntülerde, videoyu çeken şahsın “İslam kardeşliği vurgusundan önce bir şey daha söylediniz” sözleri üzerine konuşmasına başlayan Ağıralioğlu, “Biz Müslüman olmayan Türk’e, Türk demiyoruz. Kemali ile Türk demiyoruz. Müslüman olmayan Kürde niçin Kürt diyelim? Niçin insan diyelim? Bizim için önemli olan, arkasında büyük irademizle durduğumuz olan Allah’a kulluk davamızın devlete, millete, medeniyete dönük taraflarıdır” diyor. 

Eminim Türklükte Müslümanlıkta ne çekiyorsa bunlardan çekiyor! 

Dediğim gibi cehalet paçalarımızdan akıyor. 

Herhalde Sayın Cumhurbaşkanının “İleri demokrasi” dedikleri de bu olsa gerek; okumuyorsun, araştırmıyorsun, içinden ne geliyorsa ona göre konuşuyor, ona göre yaşıyorsun, oh ne rahat, işte hayat!

Tecrübe, liyakat filan dedikte; hatırlıyorum Bakan Nurettin Nebati’de ilk Maliye bakanı olarak atandığında kendisine “Ekonomi hakkında bir tecrübeniz var mı?” diye sorulduğunda babasının benzinliği olduğunu ve Antalya’da otel işlettiklerini söylemişti. Sağ olsunlar bir ülkenin ekonomi yönetimini bir benzinlik ve otel yönetimiyle kıyaslamış ve hepimizin gönlüne su serperek rahatlamamızı sağlamıştı! 

Gülmeyin ne olur, onu da bilmeseydi ne yapacaktık? 

Maalesef cehalet paçalarımızdan akıyor, liyakat miyakat hak getire, adam bizden oldu mu, onu o kurumun başına yeter gördük. Nasıl olsa talimatları zamanında yetiştiren bürokratlar var, ne lazımsa onlar yapıyor. Hata bakanlara ne gerek var, bürokratlar zaten onların işini de görüyor, bırakalım Cumhurbaşkanı talimat versin, bürokratlarda işlerini görsün. Bizde çekilelim ayaklarının altından bari rahat bir şekilde işlerini görsünler.  

Kötüye gitmeyen hiçbir şey yok ama sanırım bizim gördüklerimiz ile onların gördükleri birbirlerine tutmuyor ve çoğunluk hala onlara oy verdiğine göre, kesin onlar haklı biz gereksiz ve haksız bir kuruntu yapıyoruz. 

Kusura bakmayın ben bu işi akılla izah edemiyorum, yaptıklarına mantık, felsefe veya bilgelikle bakmaya çalışsam da, olan ile olması gereken arasında bir bağ yakalayamıyor, işi ancak kasıt ve art niyetle açıkladığımda bir izah buluyorum. 

Şüphesiz Türk milleti oylarıyla siyaset kurumunun içerisine girmiş bu ahlaksızları, mantıksızları, kafatasçıları ve milletin hazinesini hem kendilerine hem de zenginlere peşkeş çekmekte beis görmeyen, yetim malı yiyen arsızları sandıkta desteklemeye devam ederse, bu yüce millet ehliyetsizlik ve liyakatsizlik girdabında boğulup tarihin çöplüğüne geri dönüşüme gönderilecektir, çünkü vicdanını kaybetmiş, adalet terazisini yaşamının içinden kovmuş hiçbir millet Allah tarafından cezasız bırakılmamıştır. Korkarım Sodom ve Gomoranın başlarına gelen uzak olmayan bir vakitte bizim de başımıza gelecektir ya gökten yağan ateşle ya yerden gelen titreşimle eğer Allah’ın ipine ve öğretilerine dosdoğru sarılmazsak. 

Ne diyelim hayırlısı olsun inşallah. İngilizlerin dediği gibi; "Sakin bir deniz hiçbir zaman usta bir denizci yaratmadı..." Hırçın denizde alabora olan gemiyi elbet kıyıya çıkaracak biri bulunacaktır eğer sonumuz yok oluş değilse. Belki yaşadıklarımız yaratıcı yıkım sürecidir ve aydınlığa ancak bu şekilde çıkacağızdır.

Selametle.

Not 1: Sistem her zaman iyiyi temsil etmez, kötüsü de vardır... Dünden beri hemen denetleme, hemen soruşturma, hemen görevden alma, hemen baskın... Sistem açığını ifşa edeni hemen yer ama bu işlerin düzeleceğini göstermez...

Not 2: ‘İşadamları ucuz kredi alıp, dövizi nasıl stokluyorlar, mevduat hesaplarında görünmüyor?’ diyorlar. Ne mi yapıyorlar? 
Bankalardaki kasalara ya da yurtdışı transferelere bakın… Geçen gün Merter’de bir bankada iki kasada 1 milyon 100 bin euro çıktı.

Not 3: Bankalar hilâl-i ahmer değildir, bankacılık risk yönetme sanatıdır.

Not 4: Her kadın seviştiği o adamın kaderini üzerine alır. Bir kadının yaşadığı belalar ve yaşadığı nimetler hep birlikte olduğu adamın enerjisinden kaynaklıdır. Bir olgunluğu bir derinliği olmayan adamlar size hastalık dışında bir şey getirmez. Bu da zamanın bilinmez bir sırrıdır.

Erkek de bunu yaşar ama kadın bunu daha çok yaşar. Kadın birlikte olduğu adamın kaderini en yıkıcı şekilde üzerine alır. O adamla ayrıldıktan sonra bile kurtulamaz. Bu bir lanet gibi. Bir kadının yaşadığı bütün hastalıklar, belalar ve nimetler hep seviştiği o adamdan gelir.

Not 5: Kendi felsefe ve sosyal bilim geleneklerini kuramayan / ihya edemeyen toplumlar, dünyadaki gelişmelere anlam veremez, tarihin öznesi değil nesnesi olurlar.

Not 6: Şuan en büyük problem BARINMA PROBLEMİ
Yabancıya ev satışı durmadan Ev fiyatları düşmez
Mülteciler gönderilmeden Kira ücretleri düşmez.
Millet sizden iktidar olarak cevap bekliyor.

Not 7: Mehmet Ali Çelebi bu ülkede ne idüğü belirsiz, dönek, ilkesiz siyasetçi profillerinden oluşan siyaset esnafının neden güvenilmez olduğunun ve kök sorunlara çözüm üretemeyeceğinin en açık örneğidir.

Not 8: Ankara Siteler'de bir esnaf yanında 50 Suriyeliyi kaçak olarak çalıştırmasını böyle savundu: "Çalışmıyor Türk. Türkler haftalık 1.500 ve sigorta istiyor. Suriyeli sabah 08.00-19.00 arası sigortasız 1.000 liraya çalışıyor. Aç oldukları için çalışıyorlar."

Not 9: Otelde temiz yüzlü genç bir çalışanla konuştum. 5 sene ücretli öğretmenlik yapmış, en son saatine 19 lira alıyormuş. Ayrılıp otelde çalışmaya başlamış. KPSS dedim? Güldü, 3 kere girdim, konuyu anladım, dedi. Ülkede az da olsa zeki gençler görmek ümit verici.

Not 10: Çalışmak, üretmek zordur, büyük emek gerektirir. Hırsızlığın kabul gördüğü, teşvik edildiği, üretmeden başkalarının hakkının, birikiminin rahatça ele geçirildiği yerlerde zamanla üreten, çalışan azalır. Biraz aklı çalışan ya hırsız olur ya oradan göçer.Türkiye’de de böyle olacak.

Salak gibi bu sınavlara girip zaman, emek harcamayın. Bu ülkede çalışmanın, üretmenin değerli olduğu dönem bitti. Ya hırsızlığı, biatı öğrenin ya da yurtdışına gitmenin yolunu bulun. Yoksa sonunuz açlık sınırında mücadele..

Not 11: TCMB Başkanının “yurtdışındaki kayıtsız sermayeye” dair açıklanmasına ilişkin bir sıkıştırmayı da düzen muhalefetinin yapmasını bekleyemeyiz; çünkü onlar bu tartışmada sermayeden yana olduklarını göstermek için yarışıp durdular. O halde bu iş de sosyalist solun sorumluluğuna düşüyor. Sermayenin en azgın iktidar biçiminin sermayeyi eleştiriyormuş gibi yapmasının içerdiği derin ikiyüzlülüğünü sergilemek ilk başlangıç noktasını oluşturuyor. İkinci nokta ise, sosyalist solun artık sermaye hareketlerinin kontrolü rejimini talep etmesinin açık bir siyasi hedefe dönüştürülmesi zamanının geldiğidir.

Not 12: Yemek yerlerine, restoranlara bakıyorum turistlerin masasında etler, yayılmış oturuyorlar. Sonra bir de bizimkilere bakıyorum bir kaldırım taşı bulmuş, elinde yarım şişe su ve yarım simit geleni geçeni izliyor. Yaşamak mı lan bu!