250 Baz Puanın Anatomisi: TCMB’nin Kararının Arkasındaki Gerçekler

Duhan Alptürk İnce

Duhan Alptürk İnce

Tüm Yazıları

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB), Eylül ayı Para Politikası Kurulu (PPK) toplantısında politika faizini 250 baz puan indirerek %43’ten %40,5’e çekti. Böylece temmuz ayından bu yana toplam 550 baz puanlık bir gevşeme süreci gerçekleşmiş oldu. Bu uzun zamandır beklenen ama siyasi gündem sebebiyle gecikmiş bir adım oldu. Uzun zamandır hem maliyet enflasyonu hem de talep enflasyonu ile mücadele eden ekonomimize bir de fırsatçı fiyatlama eklenince, genel fiyatlar milletimiz için yaşanmaz bir hal aldı. Bu nedenle karar, enflasyonla mücadele için olumlu bir adım oldu.

Koridorun üst bandı olan gecelik borç verme faizi %46’dan %43,5’e, alt bandı olan gecelik borçlanma faizi ise %41,5’ten %39’a geriledi. Bu karar, yalnızca faiz seviyesindeki bir değişiklik değil, aynı zamanda Türkiye ekonomisinin yeni dönemdeki yol haritasına dair kritik bir mesaj niteliğinde. Artık yüksek faiz değil düşük faiz dönemine geçiş başladı.

Kararın ardından BIST100 endeksi haftayı %3,3’lük düşüşle 10.372 seviyesinden kapattı. Bankacılık endeksi %1 yükselirken, finansal kiralama-faktöring ve madencilik sektörleri en çok değer kaybeden sektörler oldu. Turizm endeksi ise pozitif ayrışarak dikkat çekti. Öncelikle gelen haberlerle düşüşe geçen borsa endeksi faiz kararı ile bir nebze nefeslenmiş olsa da haftalık düşüşüne devam etti. Olası direnç noktaları 10.550 – 10.750 –

11.250 seviyeleri; olası destek noktaları ise 10.330 – 10.180 – 9.970 seviyeleri olacak gibi duruyor. Kısa vadede yaşanan toparlanmanın ardından gelen satışlar, yalnızca “kâr realizasyonu” değil; piyasa güvenindeki kırılganlığın da göstergesi.

Piyasa açısından bu karar, “faiz indiriminden daha fazlası” anlamına geliyor. Çünkü faiz değişiklikleri yalnızca bir sayı değil, beklentiler, piyasa psikolojisi ve aktarım mekanizmaları üzerinden ekonominin tüm dinamiklerine etki eden bir değişken. Karar haftası başlarken zaten piyasalarda 200–300 baz puan aralığında bir indirim beklentisi hakimdi ve bunu piyasa fiyatladı. Bu beklentinin iki temel sebebi; içeride, yılın ikinci yarısından itibaren iç talepte kademeli bir normalleşme arayışı öne çıkarken, kredi ve finansman koşullarındaki sıkılaşma reel sektör için ciddi bir baskı yaratmıştı. Sanayi üretiminde gözlenen dalgalanma, ekonominin “nefes” ihtiyacını ortaya koydu. Dışarıda ise; ABD’de üretici enflasyonundaki beklenmedik düşüş ve işsizlik başvurularının 2021’den bu yana en yüksek seviye olan 263 bin kişiye ulaşması, Fed’in 17 Eylül toplantısında faiz indirimi yapabileceğine dair fiyatlamaları güçlendirdi.

Küresel piyasalarda bu gelişmeler, gelişmekte olan ülkelere sermaye giriş ihtimalini artırdı. ECB faizleri sabit tutarken ileriye dönük net bir yönlendirme yapmadı. Ons altın rekor yenilerken, Brent petrol jeopolitik gelişmelerle dalgalı bir seyir izliyor. Asya borsaları, Japonya hariç, hafif alıcılı bir görünüm sergiliyor. Küresel likidite koşullarındaki bu tablo, Türkiye için fırsat penceresi yaratabilir. Ancak içerideki kırılganlıklar çözülmezse, bu rüzgâr geçici bir esinti olarak kalır

Bunun yanında açıklanan Orta Vadeli Program (OVP), içerdiği büyüme ve enflasyon projeksiyonlarıyla piyasada temkinli bir iyimserlik yarattı. Ancak gıda ve hizmet enflasyonundaki yapışkanlık ve kur hassasiyeti nedeniyle TCMB’nin adımlarını hızlı değil, kontrollü atacağı beklentisi oluştu

Sonuç olarak gelen 250 baz puanlık indirim, piyasalar için sürpriz olmadı. Bu karar, bir “hızlanma” değil, “temkinli bir veri odaklı” stratejiyi işaret ediyor.

TCMB’nin karar metni üç kritik sütun üzerine inşa edilmiş durumda:

  1. Ana eğilimde yavaşlama sinyali: Banka, enflasyonun ana eğiliminde yavaşlama sinyali tespit ettiğini Bu, indirimin iktisadi gerekçesini oluşturuyor. Vurgu, manşet enflasyondan ziyade çekirdek göstergelere ve fiyatlama davranışlarına kaymış durumda.
  2. Gıda ve hizmette yapışkanlık uyarısı: Metinde, gıda fiyatları ve hizmet enflasyonundaki atalet, dezenflasyon patikasının en büyük riski olarak kodlanmış. Bu, “indirimlerin garanti” olmadığı, her adımın veri setine bağlı olacağı anlamına geliyor.
  3. Kur söylemindeki değişiklik: Daha önceki metinlerde kullanılan “TL’de reel değerlenme” ifadesinin çıkarılmış olması dikkat çekici. Bu durum, kurun dezenflasyon stratejisindeki rolünün daha esnek bir çerçevede ele alındığını gösteriyor.

Enflasyon Dinamikleri ve Beklentiler

Enflasyonla mücadelede beklentiler, faizden daha hızlı çalışır. Eğer iletişim stratejisi güçlü değilse, çekirdek göstergelerdeki iyileşme manşet enflasyona geç yansır. Bu nedenle TCMB’nin faiz kararlarını, şeffaf ve öngörülebilir bir mesaj mimarisiyle desteklemesi kritik önem taşır.

Temmuz ayında sanayi üretimi aylık %1,8 daralırken, yıllık bazda %5,0 arttı. Sermaye malı üretimindeki %20,1’lik artış, yatırım eğiliminin hala canlı olduğunu gösterirken; dayanıklı tüketimde-%5,4, tekstilde-%7,7’lik düşüş, iç tüketimde ve ihracatta kırılganlığa işaret ediyor. Bu tablo, ölçülü ve hedefli para politikası ihtiyacını ortaya koyuyor. Burada karşımıza başka dengeler de çıkıyor;

İlk olarak şunu bilmeliyiz, faiz indirimi teoride kredi maliyetlerini düşürür; ancak bankaların fonlama maliyeti ve regülasyon baskısı nedeniyle etkisi gecikmeli olur. Kredi arzı, kur istikrarı ve mevduat rekabetiyle birlikte şekillenir.

Ülkemiz için ikinci tehdit kaynağı olan dolarizasyonun %40’ın üzerinde olması, kur hareketlerinin fiyatlara çok hızlı yansımasına sebep oluyor. Faiz indirimi, kur istikrarı ve beklenti yönetimi ile eşgüdümlü ilerlemelidir. Aksi halde kur–fiyatlama sarmalı devreye girer.

Yatırımcı ve piyasalar açısından ise; şirketlerin finansman giderleri ile faaliyet kârlılığı arasındaki denge, yatırım iştahını belirler. Faiz indirimi kısa vadede nakit akışını rahatlatabilir; ancak beklentiler çapalanmazsa uzun vadeli yatırım kararları ertelenebilir.

Bunların yanında ekonomimiz temmuz ayında 1,5 milyar dolar cari fazla verdi. Ancak 12 aylık kümülatif cari açık 18,9 milyar dolar seviyesinde bulunuyor. Kalıcı bir iyileşme için ihracatın sürdürülebilirliği ve enerji maliyetleri belirleyici olacak. Zaten eylül başından beri net döviz pozisyonunda yaklaşık 5 milyar dolarlık gerileme var. Altın fiyatları etkisi ayıklandığında rezerv kaybı 8 milyar dolara yaklaşıyor. Bu, yalnızca rezerv seviyesinin değil, rezervin kalitesi ve kullanılabilirliğinin de kritik olduğunu gösteriyor. Çünkü rezervlerimiz rekor seviyelerde açıklanıyor.

Piyasalara baktığımızda ise hisse senetlerinde 523 milyon dolar net yabancı çıkışı, tahvil tarafında 790 milyon dolarlık satış gözlendi. Eurobond piyasasında ise 480 milyon dolarlık net alım gerçekleşti. Bu tablo, yabancı yatırımcının iç varlıklarda temkinli, dış borçlanma kağıtlarında ise daha istekli olduğunu ortaya koyuyor. Yatırımcı piyasalarımıza karşı güven kaybı yaşadı özellikle yabancı yatırımcı da bunun etkisi çok net şekilde gözüküyor. Bu sebeple bu güvenin yeniden inşası ekonomimiz için çok önemli bir unsur. Piyasada aynı anda iki duygu hâkim: kayıp korkusu ve fırsatı kaçırma endişesi.

Sonuç olarak; faiz, tek başına mucize yaratmaz; ancak doğru kurgulanmış bir politika seti içinde güçlü bir araç olabilir. Bu bir sonuç değil başlangıçtır. Bu kararın başarısı, OVP’de belirlenen hedeflerin kararlılıkla uygulanmasına, rezerv kalitesinin artırılmasına ve beklenti yönetiminin güçlendirilmesine bağlıdır. Türkiye ekonomisi, doğru stratejiyle bu süreci fırsata çevirebilir; yanlış adımlarla ise yeni bir kırılganlık döngüsüne girebilir. Ekonomimizin istikrarı ve milletimizin refahı için acilen enflasyon ve döviz kuru kontrol altına alınmalıdır. Fiyatlar dengelenmeli ve fırsat fiyatlaması ile mücadele edilmelidir.

faiz tcmb