Sanayide soğuyan motor ekonomik dengelenmenin bedeli mi?
Ekonomideki gidişat bazen rakamlardan çok, o rakamların arkasındaki eğilimlerle anlaşılır. Türkiye’de üretimin yönünü, sanayideki gidişatı ve ekonominin nabzını tutmak isteyenler için Satın Alma Yöneticileri Endeksi (PMI) verileri işte tam bu noktada hayati bir göstergeye dönüşüyor. Türkiye İmalat Sanayi’nin nabzını tutan en önemli göstergelerden biri olan İstanbul Sanayi Odası’nın (İSO) yayımladığı PMI, Haziran 2025 itibarıyla 46,7’ye gerileyerek son sekiz ayın en düşük seviyesine ulaştı. Bu değer, 50 eşik seviyesinin altında kaldığı sürece, sektörde daralma eğiliminin sürdüğünü gösteriyor. Nisan 2024’ten bu yana kesintisiz süren bu daralma, sadece kısa vadeli dalgalanma değil, daha derin yapısal bir sıkılaşmanın işaretini veriyor. Ancak Türkiye'de bu veri yalnızca imalat sektörü için hesaplanmakta, hizmetler sektörüne ilişkin ayrı bir PMI verisi bulunmamaktadır. Öte yandan MÜSİAD tarafından yayımlanan SAMEKS (Satın Alma Müdürleri Endeksi), hem imalat hem de hizmet sektörlerini kapsayan bir ekonomik aktivite göstergesi sunmakta, ancak bu endeksin kamuoyundaki bilinirliği ve etkinliği oldukça sınırlı kalmaktadır.
Türk Sanayisi Nereye Gidiyor?
Türkiye’nin üretim ekonomisinden uzaklaşma süreci, artık istisnai bir sapma değil, kalıcı bir eğilim olarak karşımızda duruyor. TÜİK verileri de bunu açıkça ortaya koyuyor:
Gayrisafi Yurtiçi Hasıla içinde sanayinin payı 2022’de %26,4 iken, 2023’te %22,9’a, 2024’te ise %20’ye geriledi. Bu daralma, gelişmekte olan bir ekonomi için yalnızca sektörsel bir dönüşüm değil, aynı zamanda ekonomik direncin zayıflaması anlamına geliyor. Çünkü bir ülke ekonomisi için yerli sanayi önemli bir direnç noktasıdır.
Ülkemizde yıllar içinde üretimin yerini ağırlıklı olarak hizmetler sektörü alıyor ancak bu geçiş, sürdürülebilirlik açısından ciddi riskler barındırıyor. Turizm, dışsal şoklara ve jeopolitik dalgalanmalara açık; lojistik ise doğrudan dış ticarete bağımlı bu durumlar kırılganlığı arttırıyor. İhracatın motor gücü hâlâ lokomotif olan imalat sanayisi ve 2025 Mayıs itibarıyla toplam ihracatın %95’ini bu sektör oluşturuyor. Yani üretim zayıfladıkça hem ihracat gücü hem de ekonomik istikrar doğrudan yara alıyor. Bu tablo, yalnızca sanayi politikalarının değil, tüm ekonomi yönetiminin yeniden düşünülmesini gerekli olduğunu gösteriyor.
Bu sonuçlar, talep tarafındaki zayıflamanın üretime olan etkisini açıkça ortaya koyuyor. Hem iç pazarda hem de ihracatta talepler sert şekilde azalırken, istihdam kaybı son dokuz ayın en sert düşüşünü yaşadı. Satın alma hacimlerindeki gerileme ise Eylül 2024’ten bu yana en büyük düşüş olarak kayda geçti. Talep eksikliği aynı zamanda firmaların fiyatlama gücünü de törpülüyor ve güçsüz bırakıyor. Girdi maliyetlerinde artış sürse de talep daralması satış fiyatlarına yansıtılamıyor, bu durum karlılığı etkiliyor ve sürdürülebilirliği zorlaştırıyor.
Tüm bu gelişmelerin ülkemiz için sürpriz olmadığı açık. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası'nın (TCMB) uzun süredir uyguladığı sıkı para politikasının ve dezenflasyon hedefli stratejinin doğal bir sonucu bu ortaya çıkan durum. Nitekim 22 Mayıs’ta yayımlanan Enflasyon Raporu’nda, çıktı açığının nötr seviyeye yaklaştığı ve talep koşullarının yılın kalanında daha da daralmasının beklendiği açıkça ifade ediliyor. “Çıktı açığı” olarak adlandırılan bu gösterge, fiili üretimin potansiyel üretimin altında seyrettiği dönemlerde enflasyonist baskının azaldığını ima eder. Yani ekonominin bilerek ve planlı olarak soğutulması, enflasyonun düşürülmesi için uygulanan bir stratejidir.
Ancak bu stratejiye eşlik edecek maliye politikaları eksik kalırsa, daralmanın maliyeti daha ağır olabilir. Özellikle ihracat yapan sanayi firmaları kurdaki yatay seyir ve artan iç maliyetler nedeniyle uluslararası rekabette zorlanıyor. Geçmişte düşük kur ve ucuz krediyle büyümeye alışkın olan bazı kesimler, normalleşme sürecine yeterince hazırlıklı değil. Bu da aslında ülkemizde geçmişte uygulanan bir diğer yanlış politika olarak karşımıza çıkıyor. Ucuz krediyle yapısal güçlenmesi yeterli olmayan kesimlerin hızlı şekilde büyümesi, kriz ortamlarında bu suni büyümenin büyük çöküşlere sebep olmasını sağladı. Oysa bugün yaşanan bu yapısal dönüşümde sanayicinin yalnız bırakılması, sadece büyüme değil istihdam açısından da ciddi riskleri beraberinde getiriyor.
Kısacası, sanayideki bu sessiz daralma sadece parasal sıkılaşmanın değil, desteklenmeyen üretimin de bir sonucu. Eğer Türkiye, ihracat odaklı sanayi gücünü kaybetmek istemiyorsa; bölgesel teşvikler, vergi indirimi, istihdam destekleri gibi mali önlemleri gecikmeden hayata geçirmeli. Aksi halde dezenflasyon adına atılan adımlar, orta vadede üretim kapasitesini ve dış ticaret performansını zayıflatarak, ekonominin yeniden kırılgan hale gelmesine neden olabilir.