Goldilocks senaryosunun erozyonu: Küresel dengelerin kırılganlığı

Duhan Alptürk İnce

Duhan Alptürk İnce

Tüm Yazıları

2025 yazında küresel piyasaların karşı karşıya kaldığı tablo, son yıllarda alışageldiğimiz dengeli büyüme, ılımlı enflasyon ve düşük işsizlik ortamı – yani "Goldilocks senaryosu" – varsayımının geçerliliğini yitirmekte olduğunu göstermektedir. Gerek Amerika Birleşik Devletleri (ABD) merkezli politika baskıları gerekse teknolojik dönüşümün getirdiği yatırımmaliyet dengesizliği, bu senaryonun sürdürülebilirliğini zayıflatmaktadır.

Fed Başkanı Jerome Powell'ın para politikasına yönelik son açıklamaları, enflasyonla mücadelede kararlılığın sürdürüleceğini gösterse de Eylül ayında faiz indirimi beklentisinin zayıfladığı bir döneme girilmiştir. Haziran ayı itibarıyla yıllık çekirdek PCE enflasyonunun %2,8’e yükselmesi, gevşeme yönünde bir adımın rasyonel zeminini zayıflatmakta; Powell’ın görev süresinin Mayıs 2025’te sona erecek olması ise para politikasında siyasi etkileşim ihtimalini artırmaktadır.

Bu kırılgan ortamda, Trump yönetiminin yeniden gündeme taşıdığı ticaret politikaları, piyasa tarafında asimetrik bir risk algısı doğurmuştur. Özellikle Türkiye gibi ihracat bazlı büyüme modeline sahip ekonomiler açısından, ABD’nin uygulamaya koyacağı %15’lik yeni gümrük tarifesi, rekabet gücü üzerinde baskı oluşturacaktır. Merkez Bankası'nın sıkı para politikasını sürdürme kararlılığı bu tür dışsal şoklara karşı kısa vadede bir tampon işlevi görse de orta vadede büyüme dinamiklerini sınırlayıcı etki yaratması muhtemeldir.

ABD Başkanı Donald Trump’ın 8 Ağustos için verdiği ultimatom tarihi yaklaşırken, Rusya cephesinden müzakere konusunda bir istek olmaması piyasalarda endişe yaratmaktadır. Kremlin’in “ultimatomlar savaş yoludur açıklamaları” gerilimi arttırmaya devam ederken, ABD senatosunda bekleyen 500 kata kadar tarife uygulama yetkisi veren yaptırımlar yasası özellikle Çin ve Hindistan için tehdit olmaktadır.

Tarife etkileri yalnızca ikili ticaret dengeleriyle sınırlı kalmamaktadır. Bakır piyasasında yaşanan %22’lik düşüş, Comex-LME fiyat arbitrajının zayıflaması ve sektörel stok hareketleriyle birlikte, küresel üretim ve yatırım kararlarında yeni belirsizlikler yaratmaktadır. JPMorgan analistlerinin de vurguladığı gibi, bakır stoklarının coğrafi dengesizliği ve ABD’nin stratejik alım hamleleri, ticaret politikasının artık sadece bir dış politika aracı değil, aynı zamanda bir emtia yönetim aracı haline geldiğini göstermektedir.

Teknoloji sektöründe ise, Meta ve Microsoft’un güçlü bilançoları yapay zekâ yatırımlarının kısa vadeli pozitif etkisini göstermektedir. Ancak bu yatırımların sürdürülebilirliği tartışmalıdır. Morgan Stanley’in projeksiyonuna göre, 2025-2028 döneminde yalnızca çip, sunucu ve veri merkezi altyapısı için yapılması planlanan yapay zekâ yatırımları toplamda 2,9 trilyon dolara ulaşacaktır. Bu rakam, ABD GSYH’sine yıllık yaklaşık %0,5 düzeyinde katkı potansiyeli taşısa da yatırımın üretkenliğe dönüşümü hâlâ sınırlı örneklerle test edilmektedir. Bu donanım-yazılım altyapı yatırımı öngörüsü, teknoloji şirketlerinin nakit dönüşüm oranlarıyla karşılaştırıldığında risk barındırmaktadır. Meta’nın reklam fiyatlamasında AI destekli iyileşme ve Apple’ın mühendis kayıpları bu dönüşümün sektörel etkisini ortaya koymakla birlikte, yatırımın üretkenliğe dönüşüp dönüşmeyeceği hâlâ açık bir sorudur. 2025 yılı itibarıyla teknoloji şirketlerinin sermaye harcamaları, yalnızca sektör içi rekabeti değil, küresel ekonomik büyüme beklentilerini de yeniden şekillendirmektedir.

Meta’nın reklam gelirlerinde yapay zekâ tabanlı kampanya sistemlerinin payı artarken, şirketin ikinci çeyrek net kârı 18,3 milyar dolara yükselmiş ve yıllık bazda %22 gelir artışı kaydedilmiştir. CEO Mark Zuckerberg’in açıklamalarına göre, bu artışın önemli bir bölümü üretken yapay zekâ modellerinin ticari uygulamalara entegrasyonundan kaynaklanmaktadır. Öte yandan Microsoft’un Azure bulut hizmetlerinde yıllık %39’luk büyüme, şirketin AI tabanlı veri işleme ve SaaS segmentlerine yönelik yatırım stratejilerinin piyasa karşılığını bulduğunu göstermektedir. Microsoft’un toplam piyasa değeri 4 trilyon doları aşarken, yatırımcılar şirketin AI rekabetinde lider konumunu koruyacağı yönünde pozisyon almaktadır.

Apple tarafında ise yapay zekâ yarışında geride kalınması, şirketin insan kaynağı stratejisini zayıflatmıştır. Meta’nın Apple’dan AI mühendislerini yüz milyonlarca dolarlık paketlerle transfer etmesi, teknoloji sektöründe sadece sermaye değil, yetenek savaşı yaşandığını da ortaya koymaktadır. Apple’ın iPhone satışlarındaki %13’lük artışın büyük bölümü, tarife kaynaklı fiyat artışlarının öncesinde gerçekleşen öne çekilmiş talep etkisine dayanmaktadır. CFO Kevan Parekh, bu artışın yaklaşık altıda birinin “tüketici davranışlarındaki savunmacı reflekslerden” kaynaklandığını vurgulamıştır.

Amazon’un bulut hizmetleri segmentinde yaşadığı büyümenin, rakipleri Microsoft ve Alphabet’in gerisinde kalması ise piyasalarda şirketin AI yarışında momentum kaybettiği yönünde değerlendirilmiştir. CEO Andy Jassy her ne kadar AWS tarafında hâlâ “arzdan fazla talep” olduğunu belirtse de şirketin hisse değerinde %7’ye varan düşüş yaşanmıştır. Bu durum, yatırımcıların artık sadece talep değil, verimlilik ve rekabet gücü temelli göstergelere odaklandığını göstermektedir.

Makro çerçevede ise, ABD’de hizmet harcamalarında yaşanan üç aylık gerileme ve düşük gelirli hane halklarının tüketimindeki düşüş, nominal büyümenin ötesinde talep bileşenlerindeki zayıflamayı işaret etmektedir. İşsizlik oranı teknik olarak %4,2 seviyesine yükselmiş olsa da istihdam yaratma kapasitesinin sektörler arası dengesizliği, bu verinin tek başına yeterli olmadığını göstermektedir.

Sonuç itibarıyla, piyasalardaki iyimserliği besleyen Goldilocks senaryosu; hem arz yönlü (tarife ve üretim maliyeti) hem de talep yönlü (tüketim daralması ve iş gücü segmentasyonu) riskler nedeniyle aşınmaktadır. Bu koşullarda piyasa dengesi, klasik politika araçlarıyla değil, çok katmanlı ve senkronize bir ekonomik stratejiyle sağlanabilecektir. Küresel ekonominin önümüzdeki çeyreklerde hangi yöne evrileceği, Fed'in enflasyon-istihdam dengesini yönetme kapasitesi, ticaret rejimlerinin öngörülebilirliği ve yapay zekâ yatırımlarının reel üretkenliğe dönüşüm hızı tarafından belirlenecektir.