Duhan Alptürk İnce

Duhan Alptürk İnce

Araştırmacı Yazar ve Ekonomist

Güç gösterisinin ardındaki gölge oyunları

İçinde bulunduğumuz dönem tüm dünya için zorlu geçen bir ekonomik maratonun sonucu, küresel güçler dahil birçok devlet kamuoyu önünde ve uluslararası toplantılarda büyük pozlar verirken aslında iç piyasalarda durum hiç tozpembe değil. Bu küresel ekonomi için en büyük paradoksal dönemlerden biri. Örneğin; geçtiğimiz haftada Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD) Federal Aviation Administration – Amerikan Federal Havacılık İdaresi (FAA) personel açıkları ve operasyonel sorunlar sebebiyle büyük bir operasyon krizi yaşadı ve Amerikalılar üç gün boyunca binlerce uçuşta gecikme ve iptaller yaşamak zorunda kaldı. En son FAA büyük merkezlerde kapasite kısma yoluna gitti. Diğer taraftan Trump demokratlarla seçim döneminde en çok eleştirdiği konulardan biri olan ve ekonomik felaket dediği kamuoyunda Obamacare sübvansiyonları olarak bilinen “Artırılmış Uygun Fiyatlı Bakım Yasası sübvansiyonları” pazarlığında hala sonuca varamadı. Aslında bu program temelinde ABD’de yıllardır büyük sorun olan sigortasızlık meselesine ciddi fayda sağladı ancak oluşturduğu kamu yükü Trump gibi kapitalist politikacılar için sorun teşkil ediyor. Aslında bu tabloda gördüğümüz küresel güç ABD’nin artık kendi politikaları ile kendi kurduğu sistemin esiri haline geldiği.

Trump yönetiminin son dönemde yaptığı tarife hamleleri de aslında bu kırılmanın bir sonucu. Tarifeler konusu sadece iç piyasaya ve kamuoyuna oynanan bir güç gösterisi oyunundan ibaret çünkü Trump Çin’in tedarik ve üretim zincirindeki gücünün farkında. ABD ekonomisi pandemiden beri uğraştığı enflasyon belasından daha kurtulamadı. ABD’nin aksine Çin ise deflasyonla olan mücadelesinde başarıya ulaşamadı. Bu iki küresel gücün ekonomik kırılganlıkları küresel ekonomi içinde sorun teşkil ediyor. Çin küresel tedarik ve üretim zincirini elinde tutarak yarattığı aşırı kapasiteyi iç piyasasındaki taleple dengeleyemiyor. Bunda Çin halkının düşük geliri ve nüfusun büyük kısmının ekonomik zorluk içinde yaşaması sebep oluyor. Diğer bir Asya lideri Japonya ise değişen yönetim ile daha fazla savunma yatırımı ve daha fazla siyasi polemik gündemine kavuştu. Uzak Asya’dan Türkistan coğrafyasına geldiğimizde ise Kazakistan’ın Arap-İsrail ilişkilerinin normalleşmesi temelinde olan Abraham Anlaşmalarına katılım adımı ABD-İsrail ikilisinin bölgedeki etkinliğini arttırmaya devam ettiğini gösteriyor. Bölge sahip olduğu madenler, ticaret ve enerji yolları ile jeoekonomik olarak ABD’nin dikkatini çekmeye devam ediyor ve önümüzdeki yıllarda da devam edecek gibi gözüküyor.

Avrupa gündemi ise neredeyse dördüncü yılına girecek olan Rusya-Ukrayna Savaşı’nın yarattığı korku dalgasından etkilenmeye devam ediyor. Rusya’nın dünyaya meydan okuyan hamleleri ve çok güvenilen NATO gibi ABD temelli küresel ittifakların etkisizliği Avrupa’yı kendi güvenliği için önlem almak zorunda hissettirdi. Başta Fransa ve Almanya olmak üzere birçok Avrupa ülkesi savunma harcamalarını arttırdı ve uzun yıllardır süregelen orduya az yatırım mantalitesinden uzaklaştı. Avrupa kendine yeni bir savunma anlayışı inşa etmek ve kollektif caydırıcılık kartını oynamak istiyor. Ancak bu süreç uzun ve masraflı bir yol, geçtiğimiz aylarda Trump Avrupalı liderleri Beyaz Sarayda misafir ederek onlara çoğu ülkenin ekonomisinden büyük bir savunma anlaşması imzalatmayı başardı. Bu bile Avrupa’nın ne kadar plansız şekilde savunma peşinde olduğunun göstergesi. Aslında bu durum Türkiye için büyük bir avantaj çünkü Türkiye hem bölgenin en güçlü hem de hem kalabalık ordularından birine sahip. Ayrıca son yıllarda büyük ivme yakalayan yerli savunma sanayi ile Avrupa pazarında lider ülke konumuna kısa sürede gelebilecek potansiyele sahip. Ancak ülkemizde yaşanan siyasal polemikler, hukuk alanında yaratılan soru işaretleri, kontrolsüz göçmen sorunu ve ekonomik istikrarsızlık Avrupa’yı Türkiye’den uzaklaştırıyor. Bunun en somut örneğini geçtiğimiz hafta Avrupa Birliği (AB) sürecimizin durdurulması ile çok net şekilde yaşadık.

Yazının Devamı

Savaşsız Savaş Çağında Türkiye’nin İnce Dengesi

Küresel sahne giderek daha çok bir tiyatroya benziyor: her oyuncu kendi rolünü oynuyor, ama senaryoyu kimse tam olarak bilmiyor. Karmaşık bir düzen içinde dünya devleri bir güç savaşı veriyor. Washington, Pekin, Tokyo ve Brüksel farklı sahnelerde aynı oyunun farklı versiyonlarını sergiliyor. Trump ve Xi’nin Busan’da imzaladığı tarihi anlaşma da bu oyunlardan biri. Dünyanı yakından takip ettiği konular üzerinde önemli görüşmeler yaşandı. Nadir elementlerde geçici gevşeme ve tarım ticaretinin yeniden açılması, yüzeyde bir uzlaşma gibi görünüyor. Fakat perde arkasında, her iki lider de kendi iç kamuoyuna “biz kazandık” mesajı vermeye çalışıyor.

Gerçekte ortada kazanan yok; yalnızca zamana oynayanlar var. Çin’in nadir elementlerdeki tekel gücü artık dünyanın gözünde bir tehdit sinyali haline geldi. Özellikle Amerika Birleşik Devletleri (ABD) bu üstünlükten hiç hoşnut değil. Çin, kısa vadeli üstünlüğünü göstererek ABD’ye mesaj vermeye çalışırken, aslında uzun vadede kendi güvenilirliğini aşındırıyor. Tarih bize bunu daha önce gösterdi: 1973’teki petrol ambargosu Batı’yı çökertmedi, sadece onu alternatif enerji kaynaklarına yöneltti. Bugün de aynı dinamik yeniden doğuyor; Avustralya, Hindistan ve İsveç, Çin’in “kaynağa dayalı gücünü” etkisiz kılacak yeni tedarik zincirlerini kuruyor. Çin dünyaya gözdağı vereyim derken aslında dünyanın alternatif enerjiye yönelme sürecini hızlandırıyor.

ABD tarafında ise Powell’ın ekonomi ile verdiği sessiz savaşını izliyoruz. Fed Başkanı, bir yandan stagflasyon korkusunu bastırmaya çalışıyor, öte yandan Trump’ın baskısı altında “bağımsızlık” sınavı veriyor. FED bağımsızlığı ABD kamuoyunda açıkça konuşulmaya ve tartışma konusu haline gelmeye başladı. Özellikle Trump tarafından ekonomiye doğrudan etki eden açıklamalar ve yaşanan son kripto krizi ile bu konu iyice konuşulmaya başlandı. ABD ekonomisi tuhaf bir noktada: işsizlik artmıyor ama işe alımlar donmuş durumda çünkü piyasanın ekonomiye olan güveni zarar gördü ve şirketler istihdamı genişletmekten çekiniyor. Enflasyon düşüyor ama hâlâ hedefin üzerinde, bu durum ekonomi otoritelerini önlemleri sıkılaştırmaya itiyor ama küresel çapta verilen ekonomi savaşı bunu zorlaştırıyor. Bu ne durgunluk ne de tam istikrar bir tür gri alan. Powell bu duruma “sisli yol” diyor, ama asıl sis ekonominin hangi yönde ilerlediğini kimsenin tam bilememesi. Özellikle Trump’ın küresel senaryoda verdiği belirsiz mesajlar bu durumu iyice zora sokuyor. Özelikle son kripto krizinden ailesinin ve çevresinin milyarlarca dolar kar elde etmesi kamuoyunda güveni iyice sarsmış durumda.

Yazının Devamı

Küresel satranç ardında egemenlik savaşı

Rasyonellik Yolda Kaldı: Enflasyon Gerçeği, Piyasa Gerilimi ve Kırılgan Denge

Türkiye ekonomisi, Ekim ayının ilk haftasında sert bir gerçekle yüzleşti: Enflasyon beklentileri tersi çıktı, piyasaya olan güven eridi, piyasa tepkileri zincirleme etki yarattı. TÜFE’nin aylık yüzde 3,23 olarak açıklanması, beklentilerin belirgin biçimde üzerinde geldi. Yıllık enflasyon yüzde 33,29’a ulaşarak Merkez Bankası’nın 2025 hedef aralığını tamamen geçersiz kıldı. Özellikle orta vadeli plana uygun olmayan bu tabloya bir de Amerika Birleşik Devletleri’nden gelen kota haberleri eklenince piyasalarda bir domino etkisi yaşandı. Hem emtia hem de kripto piyasalarında yaşanan büyük çöküşü Borsa İstanbul da izledi. Sorun, yalnızca rakamların yüksekliği değil; bu rakamların artık kimseyi şaşırtmaması. Çünkü piyasalar uzun süredir gerçek enflasyonun resmi verilerden yüksek olduğunu zaten fiyatlıyordu.

Gıda, Hizmet ve Katılık Sorunu

Yazının Devamı

250 Baz Puanın Anatomisi: TCMB’nin Kararının Arkasındaki Gerçekler

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB), Eylül ayı Para Politikası Kurulu (PPK) toplantısında politika faizini 250 baz puan indirerek %43’ten %40,5’e çekti. Böylece temmuz ayından bu yana toplam 550 baz puanlık bir gevşeme süreci gerçekleşmiş oldu. Bu uzun zamandır beklenen ama siyasi gündem sebebiyle gecikmiş bir adım oldu. Uzun zamandır hem maliyet enflasyonu hem de talep enflasyonu ile mücadele eden ekonomimize bir de fırsatçı fiyatlama eklenince, genel fiyatlar milletimiz için yaşanmaz bir hal aldı. Bu nedenle karar, enflasyonla mücadele için olumlu bir adım oldu.

Koridorun üst bandı olan gecelik borç verme faizi %46’dan %43,5’e, alt bandı olan gecelik borçlanma faizi ise %41,5’ten %39’a geriledi. Bu karar, yalnızca faiz seviyesindeki bir değişiklik değil, aynı zamanda Türkiye ekonomisinin yeni dönemdeki yol haritasına dair kritik bir mesaj niteliğinde. Artık yüksek faiz değil düşük faiz dönemine geçiş başladı.

Kararın ardından BIST100 endeksi haftayı %3,3’lük düşüşle 10.372 seviyesinden kapattı. Bankacılık endeksi %1 yükselirken, finansal kiralama-faktöring ve madencilik sektörleri en çok değer kaybeden sektörler oldu. Turizm endeksi ise pozitif ayrışarak dikkat çekti. Öncelikle gelen haberlerle düşüşe geçen borsa endeksi faiz kararı ile bir nebze nefeslenmiş olsa da haftalık düşüşüne devam etti. Olası direnç noktaları 10.550 – 10.750 –

Yazının Devamı

Küresel dalgalarda Türkiye’nin ekonomi rotası

Reel sektörde zayıflık: Satışlar, kârlılık ve kapasite kullanım oranı

Türkiye’nin reel sektör verileri, finansal piyasalardaki iyimserliğin arka planında ciddi kırılganlıklar olduğunu gösteriyor. İmalat sanayiinde satışlar reel bazda yüzde 6 geriledi, net kârlar ise yüzde 84 düşüşle 21 milyar TL’ye indi. Kapasite kullanım oranı yüzde 73,5 ile pandemi sonrası en düşük seviyeye geriledi. Bu tablo, üretim sektöründe ciddi bir durgunluğun işareti. İç talepte yüksek faizler nedeniyle yavaşlama görülürken, ihracat pazarlarında küresel durgunluk etkili oluyor. Sanayideki bu daralma, istihdamı ve büyüme performansını doğrudan tehdit ediyor. Şirket bilançolarındaki bozulma, finansman maliyetlerinin sürdürülemez hale geldiğini ortaya koyuyor. Reel sektörün zayıflığı, Türkiye’nin kalıcı büyüme hedefi için en önemli risklerden biri olarak öne çıkıyor. Finansal piyasalardaki ralliler, reel ekonomideki bu sorunları gizleyemez. Önümüzdeki dönemde üretim ve yatırımı teşvik edecek politikaların hayata geçirilmesi zorunlu görünüyor.

Rezerv artışı ve finansal istikrarın güçlenmesi

Yazının Devamı

Küresel piyasalarda sular durulmuyor, dalgalar Türkiye’yi vuracak mı?

Jackson Hole toplantısında ABD Merkez Bankası (Fed) Başkanı Jerome Powell’ın verdiği mesajlar, piyasalara para politikasının yönü konusunda önemli ipuçları sundu. Powell, enflasyondaki dirençten ziyade işgücü piyasasındaki kırılganlıklara odaklanarak “önceliğin istihdam” olduğu izlenimini verdi. Temmuz ayında sadece 35 bin yeni istihdam yaratılması, 2024 ortalamasının çok gerisinde kaldı ve bu durum Fed’in faiz politikasında yön değişikliğine kapı araladı. Göçmen girişinin durma noktasına gelmesiyle işgücü arzı hızla daralırken, özellikle tarım ve inşaat sektörlerinde ücretlerin yukarı yönlü baskılandığı görülüyor. Bu tablo, ücret enflasyonu ile büyüme kaygıları arasında sıkışan bir Fed portresi ortaya çıkarıyor. ABD Gayri Safi Yurtiçi Hasılası (GSYH) büyümesinin yüzde 2,5’ten yüzde 1’e gerilemesi ve Ekonomik Politika Belirsizlik Endeksi’nin 250’den 430’a yükselmesi, yatırımcı algısında endişeyi artırıyor. Tüm bu belirsizlik ortamında güvenli liman arayışları yeniden hız kazandı; ancak bu kez alışılmışın dışında hem altın hem de Bitcoin aynı anda rekor seviyelere yöneldi. Altın 3.300 doları test ederken Bitcoin 90 bin doları aştı. Tarihsel olarak birbirine zıt hareket eden bu iki varlığın birlikte yükselmesi, finansal sistemin klasik dinamiklerinin değiştiğini gösteriyor. Yatırımcıların hem güven arayışı hem de spekülasyona yönelimi, küresel piyasalarda yeni bir dengesizlik dönemini işaret ediyor.

Avrupa cephesinde, Almanya IFO İş Dünyası Güven Endeksi’nin 89’a yükselmesi, iş dünyasının gelecek döneme dair temkinli de olsa iyimserleştiğini ortaya koydu. Ancak mevcut ekonomik koşulların hâlâ zayıf olması, bu yükselişi sınırlı bir toparlanma işareti haline getiriyor. Avrupa Merkez Bankası (AMB), enflasyonun yüzde 2 hedefine yaklaşmasına rağmen faizleri yüksek tutmakta ısrarcı. Bu strateji, fiyat istikrarını koruma yönünde güven verici olsa da büyümeyi baskılayan bir unsur olarak öne çıkıyor. Avrupa sanayisi için asıl tehdit ise Çin’in ucuz ihracatı. Özellikle orta-yüksek teknoloji segmentinde fiyat rekabetinin artması, Avrupa firmalarının kârlılıklarını aşındırıyor. Bu nedenle Avrupa’nın hem enerji hem de teknoloji yatırımlarında maliyet avantajını artıracak adımlara ihtiyaç duyduğu açık. Sonuç olarak Avrupa, enflasyonu kontrol altına alırken büyümeyi korumakta zorlanan, dış baskılarla mücadele eden bir denge arayışı içinde.

Asya tarafında Japonya dikkat çekiyor. Ücret artışlarının büyük şirketlerden orta ölçekli işletmelere yayılması, uzun yıllardır süregelen deflasyonist beklentilerin kırıldığını gösteriyor. İç talebin canlanma potansiyeli, Japonya Merkez Bankası’nı faiz artırımı sinyali vermeye zorladı. Bu gelişme, ABD ve AMB’nin gevşeme yönünde adımlar attığı bir dönemde, Japonya’nın tam tersine sıkılaşmaya yönelmesi anlamına geliyor. Küresel para politikalarında yaşanan bu ayrışma, sermaye akımlarını yeniden şekillendirebilir. Yatırımcılar daha yüksek getiri için Japon varlıklarına yönelirken, bu durum gelişmekte olan piyasalara yönelen fonları da etkileyebilir. Özellikle carry trade üzerinden sermaye hareketleri artarken, Türkiye gibi gelişen ekonomiler bu dalgalanmalardan doğrudan etkilenebilir. Carry trade, düşük faizli bir para biriminden borçlanıp, bu parayı yüksek faizli bir para biriminde değerlendirerek aradaki faiz farkından (getiri farkından) kazanç elde etme stratejisidir. Japonya’nın yıllar sonra farklı bir para politikası rotasına girmesi, küresel finansal sistemin alışılmış dengelerini değiştiren bir gelişme olarak kayda geçiyor.

Yazının Devamı

2025-2027 ekonomi senaryosu: Dengede kalma mücadelesi

Bu ay piyasalar için önemli bir gelişme yaşandı. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB), bu yılın üçüncü Enflasyon Raporu toplantısını gerçekleştirdi. TCMB’nin her açıklamasında klasik hale gelen, “enflasyonda kalıcı düşüş sağlanana kadar sıkı para politikası devam edecek” bu toplantıda da tekrarlandı. Bu vurgulamanın önemi TCMB politikalarının kararlı ve istikrarlı devam ettiğini göstermesidir.

Son dönemde piyasada yaşanan TCMB politikalarında yumuşama beklentisi de bu toplantıdaki vurgularla ortadan kalkmış oldu. Net şekilde enflasyon hedefinde bir kırılma ya da bozulma yaşanması halinde bütün para politikası araçlarının etkin şekilde kullanılacağı vurgulanarak piyasaya güven tazeledi. Toplantının bir diğer önemli açıklaması sanayi üretiminde yavaşlamanın devam ettiği oldu, yaşanan bu yavaşlama aslında talep yönlü enflasyonu arttırarak büyümeyi azaltan bir etkiye sahip. Bir süredir hem maliyet hem de talep enflasyonu ile uğraşan Türkiye için bu senaryo istenmeyen ve müdahale gerektiren bir hal almaya başladı. Hem yerli üretimde yaşanan daralma hem de döviz kurları yüksekliği sanayi üretiminde ciddi bir etki gösterdi.

TCMB bu toplantıda yeni aldığı bir kararı da açıkladı. Artık yıl sonu için “ara hedef” ve buna paralel “tahmin” ayrı ayrı açıklanacak. Ara hedefte; banka ulaşmak istediği seviyeyi açıklayarak, uyguladığı politikalardaki kararlılığını gösterecek. Tahmin de ise; eldeki verilere göre gerçekleşmesi beklenen seviyeyi açıklayacak. Toplantı sonuçlarına göre; TMCB, 2025 yılı sonunda enflasyonu %25-29 arasında tahminlemekte, hedef ise yüzde 24. Bunun yanında 2026 için, %13-19 arasında tahmin varken hedef %12. 2027 için ise, hedef %9 ile tek haneli enflasyona ulaşmak.

Yazının Devamı

Goldilocks senaryosunun erozyonu: Küresel dengelerin kırılganlığı

2025 yazında küresel piyasaların karşı karşıya kaldığı tablo, son yıllarda alışageldiğimiz dengeli büyüme, ılımlı enflasyon ve düşük işsizlik ortamı – yani "Goldilocks senaryosu" – varsayımının geçerliliğini yitirmekte olduğunu göstermektedir. Gerek Amerika Birleşik Devletleri (ABD) merkezli politika baskıları gerekse teknolojik dönüşümün getirdiği yatırımmaliyet dengesizliği, bu senaryonun sürdürülebilirliğini zayıflatmaktadır.

Fed Başkanı Jerome Powell'ın para politikasına yönelik son açıklamaları, enflasyonla mücadelede kararlılığın sürdürüleceğini gösterse de Eylül ayında faiz indirimi beklentisinin zayıfladığı bir döneme girilmiştir. Haziran ayı itibarıyla yıllık çekirdek PCE enflasyonunun %2,8’e yükselmesi, gevşeme yönünde bir adımın rasyonel zeminini zayıflatmakta; Powell’ın görev süresinin Mayıs 2025’te sona erecek olması ise para politikasında siyasi etkileşim ihtimalini artırmaktadır.

Bu kırılgan ortamda, Trump yönetiminin yeniden gündeme taşıdığı ticaret politikaları, piyasa tarafında asimetrik bir risk algısı doğurmuştur. Özellikle Türkiye gibi ihracat bazlı büyüme modeline sahip ekonomiler açısından, ABD’nin uygulamaya koyacağı %15’lik yeni gümrük tarifesi, rekabet gücü üzerinde baskı oluşturacaktır. Merkez Bankası'nın sıkı para politikasını sürdürme kararlılığı bu tür dışsal şoklara karşı kısa vadede bir tampon işlevi görse de orta vadede büyüme dinamiklerini sınırlayıcı etki yaratması muhtemeldir.

Yazının Devamı

Avrupa’nın ticari özgürlüğü sona mı eriyor?

Bu hafta küresel gündem Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Başkanı Donald Trump’ın yeniden sahneye çıkması ile hareketlilik kazandı. 27 Temmuz tarihinde Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen ile yaptıkları açıklamada, ABD ve Avrupa Birliği (AB) arasında uzun zamandır konuşulan gümrük vergisinin yüzde 15 olarak belirlendiğini duyurdular. Daha sonra ABD tarafından yapılan “Küresel Tarih Yazmak” başlıklı açıklamada detaylara ye verildi. Açıklamada özetle; bu anlaşmanın ABD için çok karlı olduğuna Amerikalılara AB içerisinde benzeri görülmemiş bir düzeyde pazar fırsatı sunacağına, transatlantik ittifakının en önemli temsili olduğuna, ABD üretim kapasitesinin ciddi ölçüde güçleneceğine, AB’nin ABD’den 2028’e kadar 750 milyar dolarlık enerji satın alacağına ve AB’nin ABD’ye 600 milyar dolarlık yatırım yapacağına yer verildi. Ayrıca burada dikkat edilmesi gereken diğer bir nokta yapılacak bu yatırımın ve enerji satımının Trump döneminde olacağına yer verilmiş olmasıydı. Bu anlaşma ile hem ABD küresel enerji hakimiyetini güçlendirecek hem de AB ile olan ticaret açığını azaltarak büyük ekonomik kazanımlar elde edecektir.

Şimdi kısaca bu anlaşma açıklamasının ABD ekonomisine etkisine bakalım sonra anlaşmayı yeniden gözden geçirelim.

ABD ekonomisi açıklanan yüzde 3 büyüme ile beklentileri aştı ancak bu büyümenin arkasındaki değişkenler tehlike çanlarının çalmaya devam ettiğini gösteriyor. Açıklanan verilerde ithalatın yüzde 30 oranında düşmesi, büyümeyi desteklerken; tüketici harcamaları yüzde 1,5 ile pandemiden beri en düşük artışı gösterdi. Tarife kararından dolayı özel sektörün belirsizliğini arttırması ve stok seviyelerindeki düşüş özel yatırımlarda da etkisini gösterip yüzde 15 oranında bir düşüşe sebep oldu.

Yazının Devamı

Sanayide soğuyan motor ekonomik dengelenmenin bedeli mi?

Ekonomideki gidişat bazen rakamlardan çok, o rakamların arkasındaki eğilimlerle anlaşılır. Türkiye’de üretimin yönünü, sanayideki gidişatı ve ekonominin nabzını tutmak isteyenler için Satın Alma Yöneticileri Endeksi (PMI) verileri işte tam bu noktada hayati bir göstergeye dönüşüyor. Türkiye İmalat Sanayi’nin nabzını tutan en önemli göstergelerden biri olan İstanbul Sanayi Odası’nın (İSO) yayımladığı PMI, Haziran 2025 itibarıyla 46,7’ye gerileyerek son sekiz ayın en düşük seviyesine ulaştı. Bu değer, 50 eşik seviyesinin altında kaldığı sürece, sektörde daralma eğiliminin sürdüğünü gösteriyor. Nisan 2024’ten bu yana kesintisiz süren bu daralma, sadece kısa vadeli dalgalanma değil, daha derin yapısal bir sıkılaşmanın işaretini veriyor. Ancak Türkiye'de bu veri yalnızca imalat sektörü için hesaplanmakta, hizmetler sektörüne ilişkin ayrı bir PMI verisi bulunmamaktadır. Öte yandan MÜSİAD tarafından yayımlanan SAMEKS (Satın Alma Müdürleri Endeksi), hem imalat hem de hizmet sektörlerini kapsayan bir ekonomik aktivite göstergesi sunmakta, ancak bu endeksin kamuoyundaki bilinirliği ve etkinliği oldukça sınırlı kalmaktadır.

Türk Sanayisi Nereye Gidiyor?

Türkiye’nin üretim ekonomisinden uzaklaşma süreci, artık istisnai bir sapma değil, kalıcı bir eğilim olarak karşımızda duruyor. TÜİK verileri de bunu açıkça ortaya koyuyor:Gayrisafi Yurtiçi Hasıla içinde sanayinin payı 2022’de %26,4 iken, 2023’te %22,9’a, 2024’te ise %20’ye geriledi. Bu daralma, gelişmekte olan bir ekonomi için yalnızca sektörsel bir dönüşüm değil, aynı zamanda ekonomik direncin zayıflaması anlamına geliyor. Çünkü bir ülke ekonomisi için yerli sanayi önemli bir direnç noktasıdır.

Yazının Devamı

Türkiye Hayvancılığına Şap Darbesi: 2025’in Sessiz Salgını

2025 yılına girerken tarım sektörü don felaketlerinin yol açtığı zararlarla mücadele ederken, hayvancılık sektörünü derinden sarsan başka bir gelişme daha yaşandı: Türkiye tarihinde ilk kez ülke genelindeki tüm hayvan pazarları aynı anda kapatıldı. Sebebi ise, hızla yayılan ve ekonomik etkileri don felaketiyle kıyaslanan bir salgındı: Şap hastalığı.

Tarımsal Strateji ve Politika Geliştirme Merkezi (TARPOL) tarafından yayımlanan rapora göre, bu yüksek bulaşıcılığa sahip viral hastalığın Türkiye’ye maliyetinin yıllık yaklaşık 4,1 milyar dolar (2025 kurlarıyla yaklaşık 162 milyar TL) seviyelerinde olabileceği öngörülüyor. Raporun en çarpıcı yanı, bu zararın sadece doğrudan hayvancılığı değil, dolaylı yoldan gıda güvenliğini, ihracatı ve istihdamı da tehdit ettiğini ortaya koyması.

2025 yılının ilkbaharında ülkenin dört bir yanında eşzamanlı olarak patlak veren salgın, özellikle çift tırnaklı hayvanları etkiledi. Sığır, manda, koyun ve keçilerde görülen bu hastalık, genç hayvanlarda kalp dokusuna yerleşerek ölümlere neden olabilirken; erişkin hayvanlarda da et ve süt veriminde ciddi düşüşlere yol açıyor.

Yazının Devamı

Kuraklık, Yangınlar ve Tarım Krizi: Gıda Fiyatlarında 2026 Alarmı

2025’in Baharı: Tarımda Donduğumuz An

2025 yılı, iklim krizinin tarım üzerindeki etkilerini her zamankinden daha yakıcı biçimde hissettiğimiz bir yıl olarak tarihe geçiyor. Yılın ilk yarısında yaşanan üst üste doğa olayları şiddetli zirai don, kuraklık, orman yangınları ve son olarak şap hastalığı salgını yalnızca kırsal üretimi değil, tüketicinin sofrasını da sarsmaya başladı. Tarımda üretim zinciri kırıldı, tedarik daraldı, fiyatlar hızla yukarı tırmanmaya başladı. Felaketler yalnızca doğrudan üreticiyi değil; şehirde yaşayan tüketiciden ihracatçıya, gıda sanayicisine kadar herkesi ilgilendiren bir yapısal kırılmanın işaret fişeği niteliğinde.

Don Dalga Dalga Geldi, Hasar Katlandı

Yazının Devamı

Enflasyonun Gölgesindeki Gerçek: Rakamlar Düşüyor, Fiyatlar Neden Düşmüyor?

Haziran ayından açıklanan Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre; aylık bazda tüketici fiyatları %1,37 artış gösterirken, yıllık enflasyon %35,05 seviyesinde gerçekleşti. Aylık artışın piyasa beklentilerinin altında kalması, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) tarafından “enflasyonun ana eğiliminde düşüş” olarak tanımlarken, piyasada ise dezenflasyon sürecinin devam ettiğine dair bir işaret olarak yorumlandı. Ancak daha ayrıntılı bakıldığında bu iyimser tablonun kırılganlığının arttıran birçok yapısal sorun dikkat çekiyor.

Açıklanan verilerde en büyük sürpriz gıda ve alkolsüz içecekler grubundaki %0,27’lik düşüş oldu. Bu gerileme TÜİK verilerine yansırken, Türk-İş tarafından hesaplanan aylık gıda harcaması endeksinde %5 artış, Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı’nın (TEPAV) gıda fiyat endeksinde ise %0,12’lik yükseliş görülüyor. Veriler arasındaki bu uyumsuzluk tüketicide açıklanan ile yaşanan enflasyon arasındaki farlı sorgulatır hale getiriyor. Bu durum geniş zamanda kurumlara ve ekonomiye karşı ciddi güven problemlerine evriliyor. Bunun yansımasını da harcamalardan yatırımlara, toplumun temel yaşam tarzına kadar her konuda görüyoruz. Diğer önemli ihtiyaç kalemlerinden olan giyim yaz döneminin gelmesi ile indirim sezonuna girmiş olsa da genel enflasyona etki eden diğer kalemlerdeki artışlar enflasyonun yapışkanlığını gösteriyor. Lokanta ve oteller kaleminde %2,2’lik artış görülürken, bu hizmetlerin temel girdilerinden biri olan gıda fiyatlarının düştüğü bir dönemde dahi fiyatların artmaya devam etmesi dikkat çekiyor. Ulaştırma grubu ise enerji fiyatlarındaki artış nedeniyle %2,48 oranında yükselmiş durumda. Ev eşyalarında da benzer şekilde %2,11 civarında bir artış gözlemleniyor.

Açıklanan haziran ayı verilerine göre en sert fiyat artışı ise %4,48 oranın ile eğitim harcamalarında yaşandı. Özellikle ülkemizde çocuğu okuyan çalışan oranı yüksek seviyelerde iken yıllık bazda yüzde 75 seviyelerinde artış gösteren eğitim harcamaları vatandaşlarımız için gerçekten büyük bir yük oluşturuyor. Özellikle özel eğitim kurumlarındaki fahiş artışlar ve astronomik seviyelere gelen eğitim ücretleri ile gençlerimizin eğitimleri ailelerine ciddi yükler oluşturuyor. Aynı şekilde konut gurubu da ciddi bir atışla öne çıkan bir diğer kalem, aylık bazda %2,64 artış gösteren konut harcamalarında, özellikle kiralardaki %3,97 oranındaki artış dikkat çekici. Yıllık kira artışı %82,95 seviyesinde. Barınma ihtiyacının karşılanması bu denli pahalanınca vatandaşlar diğer harcamalarını kısmaya ve yaşam kalitesinden ödün vermeye zorlanıyor. Ev fiyatlarındaki kontrolsüz fiyatlama ve düzenli olarak yüksek artış beklentisi hem kiracıları hem de ev sahibi olmak isteyenleri çok zor durumda bırakmakta diğer yandan ev sahipleri ve bu gruplar arasında yaşanan gerilimler toplumsal ayrışmaya ve yargıda yük oluşmasına da sebep olmaktadır. Tüm bunların yanında kira ve konut fiyatı artışları dezenflasyon süreci için de büyük bir tehdit olmakta ve etkin politikaların yürütülmesini engellemektedir.

Yazının Devamı

TCMB faiz kararı ne anlama geliyor, beklentiler ne durumda?

Bu hafta Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB), beklenen faiz kararını açıklayacak. Uzmanlar, politika faizinin %50 seviyesinde sabit tutulacağına dair genel bir konsensüs sağladı. Bu kararın arkasındaki temel faktörler; yüksek enflasyon, Türk Lirasının (TL) sürekli değer kaybı ve ekonomik büyümedeki durgunluktur. Ancak bu kararın sadece kısa vadeli bir rahatlama sağlayıp sağlamayacağı, uzun vadede ekonomiyi nasıl etkileyeceği sorusu hâlâ akıllarda. Bütün bunların ışığında faiz indirimi için daha erken diyebiliriz.

2024 yılı itibarıyla açıklanan resmi verilere göre Türkiye'de yıllık enflasyon oranı %60 seviyelerinde seyrediyor. Bu yüksek enflasyon, ithalat maliyetlerinin arttırırken iç talebin azalmasına doğrudan etkiler yaratıyor. Ancak iç talepteki daralma ekonomiye tam olarak yansıyamıyor, bunun en önemli sebebi ise ne yazık ki milletimizin içine girdiği tüketim çılgınlığı olarak öne çıkıyor. Kurların ve gümrük vergilerinin arttığı bu dönemde bile ithalata dayalı ürünlerin tüketiminin azalmaması özellikle orta direk olarak adlandırılan gelir düzey için önemli bir tehdit olarak öne çıkıyor.

Türk lirasının dış piyasalarda değer kaybetmesi, ithal malların fiyatını artırırken, enerji ve hammadde fiyatlarında yaşanan artışlar, üretim maliyetlerini yukarı çekiyor. Bu durum da doğal olarak tüketici fiyatlarına yansıyor ve enflasyonist baskıları körüklüyor. Bunun yanında ithalata dayalı devam eden üretim de ekonomimiz için önemli bir tehdit olarak öne çıkıyor, bunun yansıması olarak yaşanan fiyat artışları da milletimiz için önemli bir yük olmaya devam ediyor.

Yazının Devamı

Türkiye ve ABD’de ekonomik veriler neler söylüyor?

Ekonomik gelişmeler son dönemlerde dikkat çekmeye devam ediyor. En son açıklanan Amerika Birleşik Devletleri çekirdek TÜFE verisi, ekonomideki dalgalanmaların bir yansıması olarak beklentilerin üzerinde geldi. Aylık %0,3 artış gösteren çekirdek TÜFE, yıllık bazda %3,3 seviyesine yükseldi. Aynı dönemde tüketici fiyatları aylık %0,2 artış kaydederken, yıllık enflasyon %2,4'e düştü. Ekonomistlerin beklentileri aylık %0,1 ve yıllık %2,3 seviyesindeydi. Ağustos ayındaki veriler ise aylık %0,2 ve yıllık %2,5 oranında artışla dikkat çekmişti. Bu veriler, ABD Merkez Bankası’nın (FED) faiz politikaları üzerindeki belirsizlikleri artırdı. Beklentilerin üzerindeki enflasyon verileri, FED’in faiz indirimine gitme ihtimalini yeniden gündeme getirdi. Faiz indirimi için daha erken olduğuna dair bir görüş güç kazandı. Daha önce 17-18 Eylül tarihlerinde yapılan Federal Açık Piyasa Komitesi (FOMC) toplantısında, faiz indirimi konusunda birçok farklı görüş ortaya atıldı. Çoğunlukla hâkim olan görüş ise 50 baz puanlık bir düşüşle başlamanın makul olduğuydu. Toplantı tutanakları incelendiğinde, FED faiz indirimi hamlesini enflasyona ve istihdam verilerine karşı bir adım olarak görülürken; işsizlik ve istihdam gücündeki zayıflama bu hamle konusunda tedirginlik yaratmaya devam ediyor. FED’in birincil önceliği ise enflasyonu düşürerek piyasa koşullarının kontrol altına almak olarak öne çıkıyor.

Faiz indirimi konusunda agresif şekilde hızlı indirimler ya da bir süre beklenmesi gibi birçok farklı görüş var olsa da bence olması gereken; mevcut piyasada var olan enflasyonu yukarıya yönelik ivmelendirecek riskler ve ekonomik belirsizlikler sebebiyle daha sakin ve kademeli bir faiz indirimi tercih edilmelidir. Son kararla politika faizi %4,75-%5,00 aralığına çekildi ve bu durumun yıl sonuna kadar devam edeceği ve faizin %4-%4,5 aralığına kadar ineceği öngörülmektedir. Bu sayede uzun vadede beklenen %2’lik hedefe 2027 yılı itibariyle ulaşılabileceği beklenmektedir. Ayrıca hızlı faiz indiriminden ziyade küresel çapta tüketici harcamalarını ve finansal piyasaları da iyi yönetmek gerekmektedir. Ayrıca jeopolitik riskler ve tedarik zinciri sorunları gibi faktörlerin de enflasyon üzerinde baskı yaratabileceği unutulmamalıdır. Son yıllarda ABD’de artan istihdam düşüşü riskleri de ekonomiyi ve toplumu zorlamaktadır. Örneğin, ABD'de işsizlik maaşı başvuruları Eylül ayında dikkat çeken bir artış gösterdi. 5 Ekim haftasında işsizlik maaşı başvuruları 33 bin artarak 258 bine ulaştı. Beklentilerin 230 bin seviyesinde olduğu bu veri, Michigan'daki Helene Kasırgası’nın işgücü piyasası üzerindeki olumsuz etkilerini yansıtıyor. Dört haftalık ortalama 231 bin olarak açıklandı ve işsizlik maaşı başvurularından yararlanan toplam kişi sayısı 1,86 milyon seviyesine yükseldi.

Küresel piyasalar ise ekonomik dalgalanmalardan nasibini almış durumda. Küresel enerji piyasalarında petrol fiyatları dalgalanmaya devam ediyor. Ekim 2024 Kısa Dönem Enerji Görünümü Raporu’na göre; Brent ham petrol varil fiyatı 74 dolara kadar geriledi. Bu fiyat düşüşünün en önemli sebebi, küresel petrol talebine dair endişelerin, OPEC+ üretim kesintilerinden daha etkili olmasından kaynaklanmaktadır. Orta Doğu’da son dönemde yaşanan gelişmeler ve artan savaş baskısı petrol fiyatlarını yukarı çekse de ABD Enerji Enformasyon İdaresi (EIA) eylül ayında yaşanan düşüş ve 2025 için talep artışındaki yavaşlama beklentisiyle petrol fiyatı tahminlerini aşağı yönlü güncelledi. Bu yıl için Brent petrol fiyatının ortalama 80,86 dolar olması, 2025 yılı için ise fiyatın 77,52 dolar seviyesinde olması öngörülüyor.

Yazının Devamı

Orta Vadeli Program ve piyasa koşulları neler anlatıyor?

Türkiye'nin Orta Vadeli Program (OVP) deneyimi, ekonomi yönetimi için kritik bir yol haritası sunuyor. Ancak bu programlarda hedeflenen makroekonomik göstergeler ile gerçekleşen sonuçlar arasında yıllar boyunca belirgin uyumsuzluklar yaşandı. Bu durum, OVP’lerin güvenilirliğini ve ekonomi politikalarını etkili biçimde yönlendirme kapasitesini sorgulatır hale getirdi. Ekonomi yönetimi, özellikle son dönemde rasyonel zemine oturtmaya çalıştığı politikalarla bir güven tazeleme sürecine girdi. Ancak enflasyon, döviz kuru ve büyüme gibi kritik göstergelerdeki belirsizlikler devam ediyor.

Son yıllarda yönetimin ekonomi politikası, ağırlıklı olarak para politikasına dayalı bir şekilde ilerledi. Ancak, ekonomide sağlıklı bir dengeyi kurabilmek için tek başına para politikasına güvenmek yeterli değildir. Mali politikalar ve yapısal reformlar da bu süreci desteklemelidir. Bu noktada, önümüzdeki dönemin yol haritası olarak 2025-27 Orta Vadeli Program (OVP) karşımıza çıkıyor.

Yeni OVP, 2025-27 döneminde yüksek büyüme ve istihdam artışıyla birlikte enflasyon, cari açık ve bütçe açığını düşürmeyi hedefliyor. Ancak, bu hedeflerin hepsine aynı anda ulaşmak pek olası görünmüyor.

Yazının Devamı

Enflasyon ve Faiz Politikaları: Merkez Bankalarının Zor Kararları

Türkiye’de enflasyonun temel nedenleri arasında maliyet artışları ve döviz kurundaki oynaklık öne çıkıyor. Özellikle gıda, enerji ve ithal girdilerdeki maliyet artışları enflasyonu beslemeye devam ediyor. Euro Bölgesi'nde ise ekonomik aktivitede süregelen zayıflık, Avrupa Merkez Bankası’nın (ECB) para politikasında olası bir gevşeme sinyali vermesine neden olabilir. Bölgedeki enflasyon oranlarında beklenen düşüş, ECB'nin faiz oranlarını indirme konusunda adım atabileceği ihtimalini gündeme getiriyor. Bu durum, Avrupa ekonomisinin toparlanması için kritik bir dönemece işaret ediyor.

Ancak faiz indirimi beklentileri henüz tamamen fiyatlanmış değil ve ECB'nin bu kararı alıp almayacağı, önümüzdeki dönemde açıklanacak enflasyon ve büyüme verilerine bağlı olacak. İngiltere'de ekonomik aktivitenin güçlü seyrini sürdürmesi dikkat çekiyor. Bank of England’ın (BOE) 1 Ağustos'ta faiz artırımı yapmasının ardından iç talepte bir canlanma sinyali görülmeye başlandı. Bu durum, İngiltere ekonomisinin dirençli yapısını ortaya koyuyor. Ancak, İngiltere'deki bu olumlu görünümün sürdürülebilirliği, Brexit sonrası gelişmelere ve küresel ekonomik koşullara bağlı kalmaya devam edecek.

Çin’de ise ekonomik büyümede yavaşlama belirtileri sürüyor. Çin ekonomisi, son yıllarda büyük bir dönüşüm sürecinden geçiyor ve bu süreçteki zorluklar, küresel ticaret savaşları ve iç tüketimdeki yavaşlamayla birleşince ekonomik aktivitede bir durgunluk gözlemleniyor. Japonya'da ise enflasyonun yüksek seyretmesi ve ekonomik aktivitedeki hızlanma, Japonya Merkez Bankası'nın (BOJ) faiz artırma ihtimalini gündeme getiriyor. Ancak, BOJ'un bu adımı atarken küresel finansal piyasalar üzerindeki olası olumsuz etkileri de dikkate alarak daha ölçülü davranması bekleniyor. ABD'de ise iş gücü piyasasının güçlü seyrini sürdürmesi, perakende satışları desteklemeye devam ediyor. Ancak küresel yavaşlamanın ABD’nin sanayi üretimini olumsuz etkilediği gözlemleniyor. Buna karşın, konut piyasasındaki hareketlilik, Fed'in Eylül ayında faiz indirimine gitme ihtimalini zayıflatıyor.

Yazının Devamı

Faiz Kararı Ne Olacak, Beklentiler ve Göstergeler Neler?

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB), Nisan ve Mayıs ayında olduğu gibi politika faizini Haziran ayında da beklentilere paralel olarak %50 seviyesinde sabit bıraktı. TCMB karar metninde, "Aylık enflasyonun ana eğiliminde belirgin ve kalıcı bir düşüş sağlanana ve enflasyon beklentileri öngörülen tahmin aralığına yakınsayana kadar sıkı para politikası duruşu sürdürülecektir" ifadesi yer aldı. Bu durum uzun bir süre sıkı para politikasının devam edeceğini göstermektedir. Peki haziran ayı için faiz kararı ne olacak şeklinde bir soruya verilecek en net cevap, faiz artışının eskisi kadar güçlü bir beklenti olmadığı ancak tamamen de vazgeçilmediğidir. Son yapılan toplantıda politika faizi yüzde 50 seviyesinde sabit tutuldu.

Faiz Politikası Geçmişi ve Etkileri

Geçen yıl mayıs ayında gerçekleştirilen Cumhurbaşkanlığı ve Milletvekili Genel Seçimleri’nin ardından sıkı para politikasına geçilmiş ve faizler artırılmaya başlanmıştı. Naci Ağbal’ın başkanlığı döneminde, Mart 2021’de politika faizi %19 seviyesindeydi. Şahap Kavcıoğlu idaresindeki 2021 ve 2022 yıllarında yapılan indirimlerle bu oran %8.5’e çekildi. Hafize Gaye Erkan’ın

Yazının Devamı

Enflasyon ve Beklentiler Nereye Gidiyor?

Mayıs ayı enflasyon beklentilerine paralel olarak, gerçekleşen aylık Tüketici Fiyat Endeksi (TÜFE) %3.37 oldu ve yıllık enflasyonu %75,45’e taşıdı. Ekonomi yönetimi zaten uyguladıkları politikalar neticesinde Mayıs ayında enflasyonun zirveye ulaşacağını ve sonraki dönemde düşüşe geçeceğini söylemişti. Şimdi akıllara gelen iki soru var; Fiyat artışlarında en kötü dönem geride mi kaldı? Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) yıl sonu hedefi olan %38 enflasyona ulaşabilecek mi?

Mayıs Ayı TÜFE Gelişmeleri

Mayıs ayında TÜFE %3.37 oranında arttı. Bu artışın detaylarına baktığımızda: Gıda fiyatları %1.7 oranında yükseldi. Lokanta ve otel fiyatları %5.5 oranında arttı. Konut fiyatları %7 oranında yükseldi. Giyim ve ayakkabı fiyatları %9.6 oranında arttı. Son dönemde aylık yüksek enflasyon rakamlarına alışıldığı için %3.37 oranındaki artış belki çok yüksek algılanmayabilir. Ancak, 2002 yılından itibaren bakıldığında bu oran, en yüksek mayıs ayı tüketici enflasyonu olarak karşımıza çıkıyor.

Yazının Devamı

Açıklanan tasarruf önlemleri neler getirecek?

Bir önceki yazımda, ülkemizde hâkim olan enflasyonist havanın nasıl dağılacağını, buna bağlı olarak işsizlik ve cari açığın aynı andan düşürülebileceğine yönelik uygulamalardan bahsetmiştik. Yazımızda devlet aklının verimlilikte etkisine ve kamudaki gerekli kurumsal düzenlemelere değinmiş ve mevcut durumu analiz etmiştim. Yazımdan sonra; Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, 13 Mayıs Pazartesi günü kamuda tasarrufa yönelik bir dizi tedbir paketi açıkladı. Açıklanan bu paket temelinde dört ana başlığa odaklanmış ve bu başlıklar; dijital dönüşüm, sürdürülebilir cari açık, mali disiplin ve fiyat istikrarıdır. Açıklamada bakan, kamuda harcamaların kontrollü yapılması, tasarrufun artırılması, yatırımların öncelikli alanlara yönlendirilmesi, ekonomik programın güçlendirilmesi ve yapısal reformların hızlandırılmasını temel hedef olarak belirlemiştir.

Açıklanan bu paketin zamanlaması ve paket içeriğinde bakanın vurguları bizim için çok önemlidir. Kamuoyu, enflasyonun arttığı ve ekonomik sıkıntıların yaşandığı dönemlerde genellikle tasarruf tedbir paketlerinin açıklandığını gözlemlemektedir. Ancak, bu paketlerin sıkı bir şekilde uygulanması genellikle kısa süreli olup, sonunda gevşetilme eğilimi göstermektedir.

İstisnai durumlar olmuş ve bu paketlerin etkili bir şekilde uygulanmasıyla olumlu sonuçlar elde edilmiştir. Tedbir paketinin etkin bir şekilde uygulanabilmesi için genel veya yerel seçim gibi belirsizliklerin olmaması gerekmektedir. Bu nedenle, programın uygulanacağı süre boyunca böyle bir belirsizliğin bulunmaması oldukça önemlidir. Geçmişte birçok programın başarısız olmasının altında yatan neden, siyasi istikrarın sık sık erken seçimlerle kesilmesidir.

Yazının Devamı

TCMB Enflasyon Raporu, Tahminler ve Uygulamalar

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB), 09.05.2024 tarihinde düzenlediği Enflasyon Raporu toplantısı ile enflasyon tahminlerini güncelledi ve yeni politikalarını kamuoyu ile paylaştı. Merkez Bankası (TCMB), her yıl ekonomik tahminler yapar ve bu tahminlerde enflasyonun gelecek yıl ne kadar olacağını öngörür. Bu öngörüler hem iç ve dış piyasa için belirleyici olurken hem de yatırımcılar için bir anlam ifade etmektedir.

Enflasyon, fiyatların genel seviyesinin artması demektir ve bu durum, para biriminin alım gücünün düşmesine neden olur. Enflasyonun fazla artması, tüketicilerin satın alma gücünü düşürerek, insanların günlük yaşamlarında ihtiyaç duydukları temel mal ve hizmetlere daha fazla para ödemelerine neden olur. Ayrıca, yüksek enflasyon oranları, yatırımcıların geleceğe yönelik ekonomik belirsizlikler nedeniyle yatırım yapmaktan çekinmelerine yol açabilir, bu da ekonomik büyümenin yavaşlamasına sebep olabilir. Son olarak, sürekli yükselen fiyatlar, maaş ve gelir artışlarının enflasyon oranını takip edememesi durumunda toplumsal memnuniyetsizliği ve ekonomik istikrarsızlığı artırabilir.

Her zaman artan enflasyon değil aynı zamanda aşırı düşük enflasyonda ekonomi için iyi değildir. Enflasyonun aşırı düşük seviyelerde olması veya deflasyon (fiyatların genel düzeyinin düşmesi), tüketicilerin daha düşük fiyatlar beklentisiyle harcamalarını ertelemesine neden olarak ekonomik büyümeyi yavaşlatabilir. İşletmeler, ürün ve hizmetlerinin değerinin düşeceği beklentisiyle yatırım ve üretim kararlarını erteleyebilir, bu da işsizlik oranlarının artmasına yol açabilir. Ayrıca, sürekli düşen fiyatlar, borçların reel değerinin artmasına sebep olur, bu da hem tüketicilerin hem de işletmelerin borç yüklerini ağırlaştırarak finansal zorluklara yol açabilir. Merkez Bankası Başkanı Fatih Karahan, önceki Başkan Hafize Gaye Erkan'ın belirlediği yılsonu enflasyon hedefini iki puan artırarak, piyasaları enflasyonun düşeceğine ikna etmeye çalıştı. Bu durum, sözel yönlendirme olarak bilinir; yani, faiz oranlarını değiştirmeden yapılan açıklamalarla piyasa üzerinde etki yaratmaya çalışmaktır.

Yazının Devamı

Ekonomik göstergeleri doğru okumak

Kısaca döviz kuru, bir ülkenin para biriminin başka bir para birimi karşısındaki değeridir. Üretimden uzaklaşarak dışa bağımlılığı artan ekonomilerde, döviz kurunun yükselmesi doğrudan ithal ürünlerin fiyatlarını artırır. Bu durum, enflasyonla mücadeledezorluklar yaratır. Hatta kendi içinde maliyet enflasyonu yaratır.

Özellikle pandemi ile hız kazanan kur artışı ülkemizde bazı insanlar tarafından, küçük tasarrufları veya işleri nedeniyle heyecanla bekleniyor. Ancak anlamadıkları konu bu durumun, ekonomik olarak dışa bağımlılığı artan bir toplum için genel fiyat artışlarına neden olduğudur. Yani halk arasında bilinen ismi ile enflasyona. Birçok kişi, ülkemizde döviz kurunun, altın fiyat dengesinin, ev, arsa veya araba fiyatlarının artmasıyla kişisel mal varlıklarının değer kazanacağını düşünmektedir. Ancak fiyatlarda yaşanan bu artış, insanların genel yaşam maliyetlerini de artırarak, fiyat artış kazancından çok daha fazla maliyete yol açmaktadır.

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB), Türk Lirası'nın (TL) değerini ölçmek için Tüketici Fiyat Endeksi (TÜFE) bazlı reel efektif döviz kuru endeksini kullanır. Bu sayede aslında bir nevi TL’nin alım gücünü ölçülmektedir. TÜFE endeksi, TL'nin alım gücünü temelinde diğer ülke para birimlerinin alım gücü ile kıyaslar. 2023 yılında bu endeks yani TL’nin alım gücü, 58 birim olarak ölçülmüş, yani TL uluslararası düzeyde oldukça değersiz kabul edilmiştir.

Yazının Devamı

Ekonomi bize neler söylüyor?

Uluslararası Para Fonu’nun (IMF) düzenli olarak yayınladığı Dünya Ekonomik Görünümü raporu yeni versiyonu yayınlandı. IMF’nin yapılan son toplantısında açıklanan Dünya Ekonomik Görünümü raporuna göre, 2024 yılında dünya ekonomisinin büyüme oranlarında dikkat çekici değişiklikler öngörülmektedir. Rapora göre alışılmışın dışında olarak gelişmiş ülkelerin global ekonomideki payı giderek azalırken, gelişmekte olan ülkelerin payı ise her sene daha da artış göstermektedir. Özellikle Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) ekonomik büyüklüğü artarken, Euro Bölgesi gerileme yaşamaktadır.

Avrupa kan kaybını yeni göç programlarıyla dünyadan topladığı genç yeteneklerle çözmeye uğraşıyor. Bu uğraştan ülkemizde yeterince nasibini almış durumda, her yıl binlerce gencimiz daha iyi ekonomik ve sosyal koşullar için Avrupa ülkelerine göç ediyor. Ülkemiz için yaşanan bu beyin göçü önemli bir kayıp olmakta ve acilen önlem alınarak gençlerimizin ülkede kalması sağlanmalıdır. Ayrıca hazırlanacak programlarla tersine beyin göçü teşvik edilmelidir.

Son yıllarda devamlı yıldızı parlayan Asya ülkeleri ise dikkat çekici bir yükseliş göstermeye devam ediyor. Çin ve Hindistan gibi ülkelerin ekonomik etkileri artıyor ve dünya pazarındaki konumları güçleniyor. Türkiye'nin ekonomik görünümünde ise önümüzdeki yıl için büyük bir değişiklik beklenmiyor.

Yazının Devamı

TCMB Faiz Kararı Beklentisi ve Genel Ekonomik Veriler

21 Mart'ta Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası'nın (TCMB) yılın üçüncü politika faizi kararını açıklaması bekleniyor. Piyasanın yaptığı tahminlere göre, politika faizin %45 seviyesinde sabit tutulması bekleniyor.

Politika faizi kararları, merkez bankalarının enflasyonu kontrol altına alma ve ekonomik istikrarı sağlama amacıyla kullandıkları önemli bir araçtır. Faiz oranlarının artırılması, kredi maliyetlerini yükselterek tüketici harcamalarını ve yatırımları sınırlar, bu da enflasyonist baskıları azaltmaya yardımcı olur. Öte yandan, faiz oranlarının düşürülmesi, tüketimi ve yatırımları teşvik ederek ekonomik büyümeyi destekler ancak aynı zamanda enflasyon riskini artırabilir. Politika faizi kararları, yabancı yatırımcıların ülkeye olan ilgisini etkileyerek döviz kurları üzerinde önemli bir rol oynayabilir. Son olarak, merkez bankasının politika faizi kararları, bankaların kredi verme kapasitesi ve mevduat faiz oranları üzerinden genel ekonomik aktivite üzerinde dolaylı etkiler yaratır.

Mevcut para politikası, genellikle enflasyonla mücadele amacıyla faiz oranlarının yükseltilmesi ve para arzının kontrol altına alınması stratejisini ifade etmektedir. Bu yöntemle, ekonomideki para miktarı sınırlandırılarak enflasyonist baskıların hafifletilmesi hedeflenmektedir. TCMB tarafından son yıllarda artan enflasyon kontrol altına alınıncaya kadar sıkı para politikasının sürdürüleceğini öngörüyoruz. Ancak, TCMB'nin sıkı para politikasını sadece faiz oranları üzerinden değil, çeşitli araçlar kullanarak da sürdürdüğüne şahit oluyoruz. Sosyal medyaya düşen bazı haberlere göre, TCMB, bankacılık sistemine Türk Lirası likiditesini daraltacak ve mevduat faizlerini artırıcı yeni zorunlu karşılık önlemleri duyurdu. TCMB'nin zorunlu karşılıklara ilişkin uygulama talimatında yaptığı değişiklik, zorunlu karşılıkların bloke şekilde tutulmasının TL likiditesini sıkılaştıracağı ve bu durumun mevduat faizlerinde artışa yol açacağı düşünülüyor. Risksiz getirilerin enflasyon oranına yaklaşması, Borsa İstanbul üzerinde baskı oluşturuyor.

Yazının Devamı