Bugünlerde nereye gitsek artan fiyatlardan ve hayat pahalılığında konuşuluyor. Ekonomik dengenin bozulması artık kendini market raflarında ve vatandaşın mutfağında net şekilde belli ediyor. Özellikle pandemi sonrası hayatımızda etkisini gösteren enflasyon uzun zamandır ekonomi otoriteleri tarafından kontrol altına alınmaya çalışıyor ancak ne yazık ki daha başarılı olunamadı.

Dünyada başlayan ülkemizi misliyle etkileyen arz temelli maliyet enflasyonu, toplumda oluşan beklentilerin ve talebin enflasyonun artışına oranla azalmaması sonucu talep enflasyonunu da beraberinde getirmiştir. Ne yazık ki özellikle pandemi döneminde kontrolsüz şekilde kredilerle, faiz düşürme politikaları ile arttırılan para arzı oluşan talep enflasyonun ateşlemiştir. Kredi kartlarının şişirilmesi, kontrolsüz kredi dağıtılması ile artan para arzı, talebi karşılayamamış ve talep enflasyonu hayatımızın merkezine girmiştir. Maliyet ve talep enflasyonunun bir arada oluşması özellikle halkımızın bir dönem orta direk diye anılan sabit gelirli kesiminde önemli refah kaybına sebep olmuştur.

Orta direğin yok olması ne yazık ki para arzının arttırılması sonucu oluşan talep enflasyonu ve kontrol altına alınmayan kurlara endeksli maliyet enflasyonudur. Ülkemizde temel sorunlar, ithal ikame ürün politikasından uzak olmak yani ithalata dayalı üretim ya da doğrudan ithalat temelli olmaktır. Ülkemiz yerli üretimde önemli güç kaybı yaşamıştır. Diğer bir sorun ise toplumumuzda özellikle genç kuşakta oluşan tüketim hastalığı sorunudur. Toplumumuz gelirin çok üzerinde tüketim yapmakta ve bu tüketimi finansal araçlarla yani geleceğinden borçlanarak gerçekleştirmektedir. Üretmeden tüketen ya da ürettiğinin fazlasını tüketen her yapı bir noktada kendini tüketmeye mahkumdur.

Geçtiğimiz haftalar ekonomimiz için farklı haberler aldığımız bir hafta oldu ilk olarak dış piyasalarda Amerika Merkez Bankası (FED) para politikası kararını açıkladı. Açıklanan karar Amerika Birleşik Devletleri’nin bir süre daha enflasyonla mücadele edeceğini gösterdi. Ülkemizde ise Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) ise 250 baz puanlık bir faiz arttırımı gerçekleştirdi. Bu kararın ardından ülkemizde politika faizi yüzde 45 seviyesine çıkarak son yılların en yüksek seviyesini görmüş oldu. TCMB para politikaları kurulu (PPK) yaptığı açıklamada; "Kurul, parasal sıkılaştırmanın gecikmeli etkilerini de göz önünde bulundurarak, dezenflasyonun tesisi için gerekli parasal sıkılık düzeyine ulaşıldığını ve bu düzeyin gerektiği müddetçe sürdürüleceğini değerlendirmiştir" diyerek enflasyonla mücadele konusunda atılan geçmiş adımları destekleyeceklerini vurgulamıştır. Bu mücadelede para sıkılık düzeyi ile kısılan para arzının yeterli olduğu açıklanmıştır. Ancak ne yazık ki döviz ve enflasyon oranları daha bu seviyenin yeterli olmadığını göstermekte. Hem piyasadaki para arzının kısılamaması hem ithal ürün sorunu hem de yabancı para girişinin yeterli düzeyde olamaması bunun sebepleri olarak sayılabilir. PPK açıklamasında ayrıca para sıkılaştırmanın devamını vurgulamıştır; "Kurul, politika faizinin mevcut seviyesinin aylık enflasyonun ana eğiliminde belirgin bir düşüş sağlanana ve enflasyon beklentileri öngörülen tahmin aralığına yakınsayana kadar sürdürüleceğini değerlendirmiştir. Enflasyon görünümü üzerinde belirgin ve kalıcı riskler oluşması durumunda ise parasal sıkılık gözden geçirilecektir."

Açıklanan bu karar enflasyon oranını takip eden bir karar olduğu için uzun vadede etki gösterebilir ancak ülkemizde var olan bir sorun olan açıklanan enflasyon ile market fiyatlarına yansıyan enflasyonun farkı alınan finansal kararların verimliliğini düşürüyor. Sadece enflasyonla mücadele de faiz arttırımına dayanmak ne yazık ki yüzeysel çözümler olarak kalmaktadır. Enflasyonla mücadele hem ithal mal girişinin azaltılarak yerli üretimin arttırılması hem para arzının kısılması hem de fırsatçı fiyat politikası ile ciddi denetimlerle mücadele etmek gerekmektedir. Ayrıca Türk Lirası (TL) bazlı tasarruf araçlarının cazip hale gelmesi sağlanarak halkın yönelimi arttırılmalıdır.

Son günlerde ülkemizdeki enflasyon tipleri tartışılsa da var olan bir gerçek var o da halkımız artan fiyatlar karşısında her geçen gün alım gücünü kaybetmektedir. Umarım yeni Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Başkanı Fatih Karahan, ekonominin toparlanma sürecini destekler ve halkımızın alım gücünü arttırıcı hamlelere hız katar. Ülkemiz ekonomimizin hızlı toparlanma sürecine girmesi için gerekli adımları ivedilikle atmalı, enflasyon kontrol altına alınarak halkın alım gücü iyileştirilmelidir. Ayrıca döviz kurları hızla düşürülmeli ve Türk Lirası’nın değer kaybının önüne geçilmelidir.