HANGİ VENEDİK? 

Venedik… Kimilerine göre kanallar şehri ve gezip görülesi yerlerin en önde geleni, kimine göre ise sevginin, aşkın merkezi. Bazısı onu cinayetler ve ölümlerle anmak ister, bazıları tam aksine şenlikler, festivaller, yaşam ve güzelliklerle anımsar. Sizin Venedik’iniz hangisi? Sizi bilmem ama benim için zor bir soru. Bazen rüyalarımı bile ters yüz eden o çok kanallı, kazıklar üzerine kurulu lagünlü yapısının tüm duygularımı ve rüya imgelemlerimi sürrealist tablolar gibi bozması ve onu esir almasıdır. Bazen de aksine insanın en iyi flanör duygularını okşayan, hoş esintilerle dünyanın sonsuz olduğu algısına ulaştığımı hissettiren yerdir. Benim bildiğim tek bir şey varsa, o da “Venedik” hep çok farklıdır.

a66864f8-ef17-485c-a8d9-ec12b160fff5

VENEDİK'TE ÖLÜM VE KARNAVAL

Nobel ödüllü Alman yazarı Thomas Man’ın “Venedik’te Ölüm” kitabının kahramanı olan ünlü yazar Aschenbach’ı bu kentten uzaklaştıramayan, ayağını sürüyen, tüm hastalıklara rağmen burada tutan tutkusu neydi? Venedik insanı bağlar. Ondan kurtulamazsınız. Bende de bu duygular var. Tutku boyutunda değil belki. En başta burada bulunmanın huzuru. Ve yeniden gelme duygusunu yenememem. Bir tarafı veba salgını ile özdeşleşen ölüm, bir yanı bu ölümleri bile karnavallara çeviren yaşam sevinci. Bir yanı kanalların sürüklediği ve görünümü ile tabuta benzeyen gondollar. Bir yanı bu gondolların bir zevkli yolculuğun aracı olması. Benzersiz bir deneyim. “Yaşam” ve “ölüm” düşüncesi, bir kenti ancak bu kadar kuşatabilir.

672aec47-e1d0-406d-ad09-664f64847061

BİR CUMHURİYET OLARAK VENEDİK 

Venedik, özgünlüğünün karşılığını farklı tarihinden de alıyor. Venedik’in bilinen tarihi aslında yapılarındaki Bizans esintilerinden de anlaşılacağı gibi Bizans olmaksızın ele alınması çok zor. Milattan sonra 402 yılında Bizanslılar Gotlarla anlaşarak İtalya’ya doğru sefere çıkarlar. Gotlar tarafından yakılıp yıkılan şehirlerden kaçan Veneto bölgesi sakinleri akarsuyun yönünü değiştirerek bu akarsuyu lagüne doğru yönlendirirler ve böylelikle de şehrin etrafı sular altında kalır. Gotların artık böylelikle bataklıklardan ilerlemesi mümkün olmaz. Zaten Venedik’te herhangi bir kale bulunmamasının nedeni de budur. Yani şehrin korunması için kaleye ihtiyacı yoktur, şehir kendi kendisini yapısı itibariyle zaten korur. Daha sonra şehir özellikle bugünkü Hırvatistan’dan getirilen kazıklar üzerine kurulur. Konumunun da etkisi ile büyük bir deniz filosu kurarak Akdeniz ülkeleriyle yaptığı ticaretin etkisi ile zengin bir şehir devleti ve sonrasında da Cumhuriyet haline gelir. 1204 yılında Konstantinopolis’i talan eden Haçlı Seferlerinde en başta yer alır.

6a80ac05-e999-4887-9998-a9542d7c3a90

Başta San Marco’da sergilenen atlar olmak üzere İstanbul hipodromunda bulunan birçok zenginlik ellerine geçer. Marco Polo gibi kâşifleri de barındıran devlet, 14. yüzyılda büyük bir veba salgını afetini yaşar. Günümüzde eğlence ve süs işlevi gören bazı maskelerin ortaya çıkışı da bu tarihlere denk gelmekte. Osmanlı Devletiyle komşu olmaları nedeniyle zaman zaman çatışan Venedik, Rönesans döneminin de en önemli şehirlerindendir. 1797 yılında Napolyon tarafından işgal edilir, bir süre sonra da Avusturya’nın egemenliğine bırakılır. Böylelikle Venedik Cumhuriyeti sona erer. 1866 yılında ise İtalyan birliğinin sağlanması ile artık İtalya’nın bir parçası haline gelir. Erken dönemlerde Cumhuriyet deneyimi yaşayan Venedik’te soylu sınıf düklerden ve Meclis’ten oluşan, günümüzde bile önemsenen bir devlet idare sistemini kurması ile de önemli bir şehir devletidir.

15d6ed74-eddd-4934-8505-732931259812

SAN MARCO, RİALTO KÖPRÜSÜ VE DÜKLER SARAYI 

Bu kadar tarihten sonra artık kent gezimize başlayabiliriz: Önce bir süre burada yaşayan, kanal boyunca yaptığımız gezi sırasında denk geldiğimiz evi de bulunan Marco Polo’nun adı ile faaliyette olan havaalanına iniyoruz. Yolculuğumuz İstanbul’dan yaklaşık iki buçuk saat sürüyor. Ve buradan bindiğimiz servis ile doğrudan Piazzale Roma’ya geliyoruz. Çantalarımız ile modern İtalya’nın önemli isimlerinden Pietro Palecapa’nın heykelinin de bulunduğu parktan kentimizi Venedik’in iç kısımlarına atıyoruz. O kadar çok kanal var ki bu kentte. Evet, Venedik’te tam tamına 117 ada ile 400 civarında köprü bulunmakta. Yani kanallar şehri denilmesinin hakkını vermekte. Şehirde gezmek sanki bir bulmaca çözmek gibi. Navigasyona bağlı olmadan kendinizi bir şekilde bırakın. İsteseniz de şehrin iradesi sizi teslim alacak. Bir yere gittiğinizde önünüzden az önce geçen pelerinli adam şayet size ipucu vermemiş ise belki de siz kanalın son kör noktasına gelmişsinizdir. Ve çıkış için mutlaka başka bir yol bulunacaktır, o da sizi küçük bir meydana atacaktır, merak etmeyin. Bulmacayı çözmek tamamen size kalmış. İşte o ipuçlarının en büyüğü kentin ana meydanının San Marco olması ve yönünüzü buraya göre konumlandırmanızla mümkün kuşkusuz.

b0ffadae-e709-42d3-b682-9205374cf80c

Ama bizim önce Ponte Rialto’nun (Rialto Köprüsü) hemen yakınında bulunan Hotel Marconi’ye ulaşıp valizlerimizi teslim etmemiz gerekiyor. Dışarıdaki nemin etkisi ile biraz yıpranmış gözüken duvarları sizi yanıltmasın bu tarihi otelin. İç mekanları Alberto Sordi’nin 1958 yapımı “Venizia, La Luna  E Tu” filmine de ev sahipliği yapmış olan otel, özellikle Murano yapımı aynaları ve artnouveau dekorasyonlu mobilya yapısı ile şehrin dokusuna çok uygun. İlk durağımız tabi ki Rialto Köprüsünden manzarayı izlemek oluyor. Oradan San Marco Meydanına geliyoruz. Hava artık kararmış ve siste bastırmışken saati müsait olduğu için önce Dükler Sarayına giriş yapıyoruz. Devasa merdivenler ile yukarıya çıkılan avlu kısmını geziyoruz.

cffec40c-c923-40de-ab42-9a40611e6715

Burası gotik tarzda olup Venedik Dükalığının köşkü olarak kullanılmış. Saray büyük ölçüde 1309-1424 yılları arasında yaşayan Filippo Calendario tarafından tasarlanmış. Burası oldukça küçük bir kale üzerine inşa edilmiş. Venedik’in Napolyon tarafından işgaline kadar da faaliyette bulunmuş. Aslında tam bir kompleksten bahsediyoruz. Ahlar Köprüsü’ne açılan cezaevinden tutun da, dini merkez olan San Marco Bazilikasına kadar yönetimin tüm yaşam alanlarını görebilirsiniz burada. Özellikle büyük konsül toplantı salonunun tavan süslemeleri çok ihtişamlı. Ve ertesi gün de “Altın Kilise” olarak da bilinen San Marco Bazilikasına giriyoruz. Bazilikanın farklı yerlerine girmek için birden fazla bilet almanız gerekiyor.

ef9f1457-aa83-4b9f-a4f1-a1f9ef8a52be

Burası, özellikle Bizanslılarla Venedikliler arasında siyasi ve ticari iyi ilişkilerin varlığı ve bunun da mimariye etkilerini göstermesi bakımından önemli. Dünyanın sayılı iyi Bizans etkili eserlerinden sayılıyor. 828 yılında Venedikli tüccarlar tarafından İskenderiye’den Aziz Marco’nun kutsal emanetlerinin çalındığı zamanda Dukanın sarayında geçici bir yapıyken, daha sonra burası dukalığın dini merkezi olarak işlev görmüş.  Bazilikanın önemli yönlerinden birisi de üst katta yer alan 1204 yılında düzenlenen Dördüncü Haçlı Seferi sırasında Konstantinopolis’ten yağmalanarak Venedik’e getirilen dört adet at heykelinin orijinallerinin burada muhafaza edilmesi olarak görülmeli. Bazilikanın kule ile birlikte ihtişamlı bir görselliğe ulaşmasına yol açan balkonundaki at heykelleri ise bu içerideki atların replikası aslında. Balkon demişken meydanı ve karşısında yer alan Museo Correr’i gören bu yere Napolyon’un da çıkıp Venedik Meydan ihtişamı seyrettiği ve “gördüğüm en iyi meydan” dediği de rivayetler arasında. San Marco Bazilikasının çan kulesine hemen bazilikanın önünden çıkılıyor. Kule 98,6 metre uzunluğunda. Korkmayın buraya merdivenlerle çıkmıyorsunuz, çok hızlı asansörler eşliğinde kulenin tepesine vardığınızda karşınıza Venedik’in dört bir tarafından göz alıcı görünümler eşlik ediyor. Kulenin en tepesinde baş melek Cebrail’in heykeli de yer almakta. Burayı da gezdikten sonra bazilikanın tam karşısında yer alan büyük oranda dukalığın ihtişam dönemine ait zenginlikleri teşhir eden Museo Correr’i gezmeye başlıyoruz. Müzede Venedik Cumhuriyetine ait resim, heykel, sikke, zırh gibi özellikle düklere ait çok sayıda tarihi objeyi görmeniz mümkün. Benim en ilgimi çeken kısımlarından birisi çeşitli Roma İmparatorlarına ait büstlerle, Fatih Sultan Mehmet’in tablosunu da yapan Gentile Bellini tarafından 1490 yılında yapılan erimiş bronz ile yapılan padişah Mehmet madalyonuydu.

2e491e3f-3249-4a17-8ade-d94b3c8b0ef9

“Artık yeterince müzelere doyduk” deyip kendimizi önümüzden gelip geçen gondollardan birine atma zamanına geliyor. Gondol tecrübesi başka yerlerde asla tam manası ile yapamayacağınız özellikte olduğu için bence pazarlık yapmak kaydıyla mutlaka yapılmadan dönülmemesi gereken aktivitelerden birisi Venedik’te. Gondol, bataklıklar üzerinde kurulu Venedik için bir bakıma kader. Zira kıvrımlı ve dar kanallardan ancak bu eski tabiri ile “scaulalar”la ulaşım sağlanıyor. 16. yüzyıldan itibaren önemli bir ticari merkez haline gelen Venedik’te artık ulaşım ilkel araçlardan ziyade bugünkü halini almaya başlamış. Özel atölyelerde üretilen gondolü özellikle tehlikeli kanallarda sürmek hem maharet hem de güç gerektiriyor. Gondol sahipliği bugün babadan oğula devam etmekte. San Marco Meydanına yakın konumda bulunan La Fenice Tiyatrosu da Venedik’e gelindiğinde görülmesi gereken yerlerden. İsmi “feniks” kuşundan gelen yapı ilk kez 1792 yılında faaliyete geçiyor. Ancak içindeki pano bilgilerinden öğrendiğimiz kadarı ile burası birden fazla kez yangına uğramış. Salonu görmek için bir temsil izlemeniz gerekmiyor. Oldukça cüzi bir bilet ücreti ile burayı gezebiliyorsunuz. En ihtişamlı bölümü tabi ki bana Milano’daki La Scala’yı anımsatan salon kısmı oldu. Ayrıca La Scala primadonnalarından Maria Callas’ın (1923-1977) salonla yapılan sözleşme örnekleri ve fotoğraf sergisi gibi özel bölümleri de yine dikkat çekici. Artık kışın da etkisi ile yine hava erken kararıyor. Ve sırada güzel bir konser dinletisine geliyor. Yerimiz Venedikli ünlü müzisyen Antonio Vivaldi’nin de burada uzun süre görev alması ve kendisine “kızıl saçlı papaz” denmesine de neden olan Pieta Kilisesi oluyor. Burada dinlediğimiz Mozart’a ait müzikler ve Vivaldi’nin dört mevsimine ilişkin eserler tüm yorgunluğumuzu atıyor. Soğuk bir Venedik akşamı yine bulmaca benzeri labirentli sokaklardan geçerek tamamlanıyor.

69f7ea2b-bb4e-434b-ab8a-0ca0d5695fe7

MURANO VE BURANO ADALARI 

Ertesi gün Marcello Mastroianni (1924-1996) , Ornella Muti (1955-) ve Woody Allen’in da (1935-) müdavimi oldukları Colombo Restoran’ın önünden geçerek S. Giovanni Kilisesine giriyoruz. Kilisenin en önemli özelliği Veronese, Giovanni Bellini, Canalletto gibi önemli Venedikli ressamların eserlerine de ev sahipliği yapması. Ve ertesi güne hazırlık: İki önemli ada: Murano ve Burano adalarında sıra.

dc327821-8c42-4855-a717-f70f3a69069a

Murano Adasına San Marco Meydanı yakınındaki Caserma Cornoldi Köprüsünün aşağısında yer alan teknelerden birine binerek ulaşıyoruz. Murano Adasına yaklaşık yirmi dakikalık bir yolculukla varıyoruz. Bizim bırakıldığımız yer cam işçiliği gösterilerinin de yapıldığı bir atölye oluyor. Murano Adası küçük bir ada. Gezilmesi çok kolay. Her yerde cam atölyeleri var ve burada çeşitli sanatçıların gözünüzün önünde yapmış oldukları bardak, ayna gibi ürün yapımlarına şahitlik edebilir, hediyelik eşyalardan da alabilirsiniz. Murano’da yer alan Palazzo Du Mula özellikle mimarisi ile hemen dikkati çekiyor. Buranın sanat tarihi bakımından önemi var: Söz konusu yapı ünlü ressam Monet’e ilham vermiş ve kendisi bir tablosunda burayı resimlemiş. Diğer ada olan Burano kadar olmasa da kanal boyunca sıralı renkli evlere de şahitlik etmenizi sağlıyor. Kısa gezintimizden sonra bu kez yolumuz Burano Adasına düşüyor. Nasıl ki Murano’ya cam işçiliğinde önemli paye veriyorsak, burası da evlerin mimarisine de yansıyan dantel işçiliği ile aklımıza kazınıyor. Rengârenk boyalı evleri, bu evlerin gölgelerinin kanal sularına yansıması o derece etkili ki. Boylu boyunca yürüdüğünüzde bir gölge gibi renklerin sizi takip ettiği hissine kapılıyorsunuz. Adanın ana meydanı olan Baldassare Galuppi Meydanında yer alan eğik çan kulesi ve San Martino Kilisesi ile Dantel Müzesi kısa geziniz sırasında kolaylıkla gezebileceğiniz yerlerden.

33d6e158-d6b9-47ab-94fa-c14f29cf0114

Burano Adası dönüşü Venedik’te bu kez zaman zaman sular altında kalan “Libreria Acqua Alta” isimli kitapçıya gidiyoruz. Su altında kalması nedeni ile zarar gören kitapların da teşhir edildiği kitapçı, gerek içeriği gerekse de hemen kanal kenarında olması ile nedeniyle gördüğüm ilginç kitapçılardan birisi oldu. Buradan ise şu an Doğa Tarihi Müzesi olarak kullanılan “Museo di Storia Naturale di Venezia”ya gidiyoruz. Yapının bizler için önemi, Akdeniz ticaretinin önemli merkezlerinden birisi olan Venedik’in Osmanlı ile gelişen ticareti sonrasında Osmanlı’dan gelen tüccarların burada kalması nedeniyle burasının “Türk Hanı” olarak da adlandırılması. Buradan da “I Musici Veneziani”de yer alan oldukça eğlenceli Barok opera dinletisine geçiyoruz. Tarih ve müzikle yapılan bu yolculuk aynı zamanda Venedik’te son günümüz olduğunu bize haber veriyor.

89d28afb-9cab-41cb-89b3-7c4639615b95

Venedik’te kanal boyunca sıralı birçok yerde pizza yemeniz mümkün. Ancak buraya gelmişken domates sosundan pişirilen ve rengini kalamar mürekkebinden alan siyah spagettiyi deneyin. Mondo Novo restorantta yediğimiz spagetti oldukça lezzetliydi. Venedik’in kendine mahsus limon likörü olan limoncello da yine sık tüketilen içeceklerden. Venedik’ten ayrılırken Charles Dickens’in bu şehir için söyledikleri aklımıza geliyor ve ona yine hak veriyoruz: “Dünya’da Venedik ile ilgili okuduğunuz hiçbir şey şehirdeki muhteşem ve etkileyici gerçeğe eşdeğer değil.” Buna benim yazdıklarım da dâhil. Onun için gidin kendiniz de görün.  İlk sorduğumuz soruyu da buradan yineliyorum: Sizin Venedik’iniz hangisi? Ben sanırım Venedikli Vivaldi’nin dört mevsiminden esinlenme ve ona yaraşır şenlikli halli Venedik’i tercih ediyorum:  Maskeli, karnavallı, film festivalli… Yani mevsimlerin en ideali olan baharlı Venedik’i. 

0968dbec-6875-4741-9944-225fa11db619