“Aldım Rakofça kırlarının hür havasını,

Duydum akıncı cedlerimin ihtirasını,

Her yaz şimale doğru asırlarca bir koşu,

Bağrımda bir akis gibi kalmış uğultu”

Üsküp’te doğan, ilk eğimini burada alan, çok sevdiği annesini İsa Bey Camii bahçesine bırakan modern şiirimizin en önemli temsilcilerinden Yahya Kemal için geçmiş, mazi, Osmanlı hatıraları bir bakıma kendi tabiri olan firuze kubbeli şehir Üsküp ile özdeşti. Ona göre Üsküp “Yıldırım Beyazıt tarafından şimale karşı bir Türk müdafaa kalesi olarak kurulmuştu.” Evet, dinin uhrevi hayatını bu derece yansıtan, ölümü bu derece hatırlatan şehir aransa zor bulunur Üsküp gibi. Yine Yahya Kemal’e göre “…her köşesinde bir evliya yatardı. Halkı rivayet eder ki Bağdat’ta bir evliya fazla imiş yahut da Üsküp’te. Ulema henüz bu bahsi halledememiş…”  Ama ya günümüzde! Şehrin o Osmanlı/İslam ruhunu sadece bazı mahallelerde arayıp bulmak mümkün artık. Çünkü şehrin özellikle Taş Köprünün diğer tarafında kalan bölümünde Makedonyalıların Osmanlı başkaldırısına ilişkin kişilere dair motifler ve abartılı İskender, II.Philip heykelleri ya da mitolojik Tanrılara adanan devasa, heybetli yapılı bölümü bir yeni tarih yaratma amacı gütmekte. Yunanlılarla yaşanan isim krizinin de temeli olan bu kök arama mücadelesi en başta Avrupa’dan alınan fonlarla yapılan devasa heykellerde kendisini gösteriyor.

uskupp4

Köprünün çokça uzağından gelen ezan sesi ile bu görüntü, aslında bir uyumsuzluğun da habercisi. Havaalanından biraz uzak merkeze otobüs ile geçiyoruz. Ve köprünün hemen yanında iniyoruz. İlk durağımız Üsküp Türk Çarşısı. Buradan yayılan iştah kabartan köfte kokuları eşliğinde birçok değişik ürün satan küçük dükkânların önünden seyrettiğimizde kendimizi adeta İzmir/Kemeraltında imişiz gibi hissediyoruz. Genellikle Müslüman Arnavutların yer aldığı dükkân içlerinden Türkçe cümleler yansıyor kulaklarımıza. Çarşıyı takiben karşımıza Mustafa Paşa Camii, Davut Paşa Hamamı, Kurşunlu Han bir bir sırayla ilerliyor. Sonra önümüze Makedonya Meydanı çıkıyor. Vardar Nehrinin yanında, Taş Köprünün hemen dibindeki bu yerde özellikle meydanın tam ortasında yer alan İskender Heykeli büyüklüğü ile meydana ayrı bir hava veriyor. Hemen nehrin yan tarafındaki arkeoloji binasının büyüklüğü bize bir gelişmiş Avrupa kenti mimari heybetini hatırlatıyor. Üsküp Arkeoloji Müze binası sanki eski bir tarihi eser görünümde ise de aslında bina neo-klasik tarzda, yakın bir tarihte henüz 2014 yılında inşa edilmiş. İçinde benim dikkatimi en çok insan görünümlü antromorfik eserler ile İskender Lahdi çekiyor. Yine Styberra’ya ait de çok sayıda kazıdan çıkan eserler de burada sergilenmekte. Hemen laf açılmış iken belirteyim ki gezdiğim Üsküp müzeleri gerçekten sadece fon almalarının etkisiyle değil sanırım Avrupa müzecilik deneyimini iyi idrak ettiklerinden de olsa gerek oldukça iyi tasarımları ile göz dolduruyorlar, haklarını verelim. Örneğin Yahudi Soykırım Müzesi üç kata yayılan, interaktif bir tarzda dizayn edilmiş. Oldukça iyi açıklamalarla Üsküp Yahudilerinin sadece Nazi dönemindeki baskılara maruz kaldıkları yılları değil, başlangıçtan itibaren Yahudiliğin tüm ananelerini çok iyi şekilde yansıtmışlar. Hemen karşısında bulunan Makedon Bağımsızlık Müzesi ise Makedonya’nın bağımsızlık ilanının yirminci yılında Yugoslavya Merkez Binasının Üsküp şubesinin eski yerinde konumlanmış. Özellikle Osmanlı ve son olarak ise Yugoslav lider Tito dönemine ilişkin görseller, yer yer ağır bir milliyetçi ton taşısa da yine dediğim gibi tasarımı ile göz dolduruyorlar.  

uskupp5

Yahya Kemal ve Üsküp

Ertesi gün bu kez rotamızı Yahya Kemal’in çocukluk anılarını anlattığı ve kişiliği ile sanatının oluşumuna büyük etkileri olan şehrin Müslüman kısmına yöneltiyoruz. 15. yüzyılda yapılan Arasta Camiinden sonra Yahya Kemal’in annesi olan Nâkiye Hanım’ın mezarının da bahçesinde olduğu Gazi İsa Bey Camiine (1475) gidiyorum. Mezar taşında

“Ben girmeden hayatı şafaklandıran çağa

Bir sonbaharda annemi gömdük o toprağa yazmakta.”

uskupp3

Nâkiye Hanım, Yahya Kemal’in kişiliğinin oluşumunda çok önemli bir yere sahip. Babası İbrahim Naci Bey biraz alkole düşkün ve Avrupai yaşama özentili biri iken, annesi onun tam zıddı olarak hisli, doğu terbiyesi ile yetişmiş oldukça dindar bir kadındır. Maalesef Selanik’e gitme durumu ortaya çıkınca bu hal onu daha da kederlendirir ve oldukça genç yaşlarında annesini veremden kaybeder şair. Annesinin salaları İshak Paşa ve İsa Bey Camilerinde uzaktan duyulunca Yahya Kemal o taş sokaklarda kendisini çok naçar ve yalnız hisseder. Ve sonrasında en çok da annesine ait tek bir fotoğraf karesinin bile olmamasına hayıflanır. Ve bu öksüz duygu bir ömür yapıtlarına yansır. Camiye gitmişken mutlaka annesinin mezarına da gidin.  Ardından yolum Gazi Paşa Mahallesinde yer alan,  Yahya Kemal’in dindar kişiliğinin oluşumunda büyük yer oluşturan, 1818 yılında yapısı oluşturulan Üsküp Rifai Tekkesine düştü. Kurucusu Kalkandelen’e yakın Grupçin Köyünden ve Üsküp’e çocukken gelen Mehmet Efendi’dir. Yahya Kemal ilk dini bilgilerini Sadeddin Efendi’den alır. Şeyh Sadettin’in güzel eşi Redife Hanım’a çocuk duyguları ile Yahya Kemal âşık olur. Ve ilk şiirlerinin oluşumu bu yüzdendir. Bunu da şöyle kaleme alır: “Şiire bir aşkla başladım. Üsküp’te yerli mahalleler ortasında, Türkkari eski bir konakta oturan, bey hanedanlarından birinin kızı, kumral ve endamlı, cazibesi ve güzelliği maruf bir Redife Hanım vardı… Kafam bu hanımın cazibesiyle sersemlemişti, ona karşı içimde günlerce ateş gibi bir üzüntü hissettim.” demiştir. Genç yaşta vefat eden Redife Hanım’ın mezarı da tekke içerisinde bulunmakta. Sonra oradan İshak Bey Camiine yürüyorum. Mesafe camii ezanlarının birbirine karışacak kadar yakın. Diğer ismi Alaca da olan camii, kitabesine göre 1438 yılında Üsküp Uç Beyi Paşa İshak Yiğit’in oğlu İshak Bey tarafından yaptırılmış. Yapı; ortada kubbeli, kare planlı bir mekân ile buna doğu ve batı yandan kemerlerle açılan aynalı tonozla örtülü zaviye birimleri, kıble duvarından dışa doğru taşıntı yapan tekne tonoz örtüye sahip mihrap önü bölümden oluşmuş. Burası aynı zamanda Makedon bölgesinin ilk camilerinden birisi olarak kabul edilmekte. Yahya Kemal’in evinin buraya yakın olduğunu biliyorum. Ardından yolumu Sultan Murad Camiine düşürüyorum. Üsküp’te şehir merkezine hâkim bir tepede yer alan camii, halk arasında Hünkâr Camii, Cami-i Kebir, Cemil-i Atik ve saat kulesinin hemen bahçesinde bulunması nedeni ile Saatli Camii olarak da adlandırılmakta. Camii zaman içerisinde avlu içerisine yapılmış olan Beyhan Sultan Türbesi ve Dağıstanlı Ali Paşa aile türbesini de mekân olarak kapsar olmuş. Dolayısıyla camiyi ziyarete geldiğinizde bu iyi işçilik örnekleri olan türbeyi gezmeyi de ihmal etmeyin. Camiinin yanı aynı zamanda Yahya Kemal’in ilk eğitimlerini aldığı yerler. Üsküp Saat Kulesi, Osmanlı’nın ilk saat kulesi olarak 1566-1573 yıllarında inşa edilmiş. Kaleye yakın yerde konumlanan Mustafa Paşa Camii ise inşası 1492 yılına kadar uzanmakta. Cami, ismini Yavuz Sultan Selim’in veziri olan Mustafa Paşa’dan almış. Buraya gelmişken mutlaka Üsküp’ü en iyi şekilde görebileceğiniz kaleyi de ziyaret edin. Kalenin hemen yakınında ise Üsküp Modern Sanatlar Müzesi bulunmakta. Bizim gittiğimiz zamanda 1963 Büyük Üsküp depremi sonrasında şehrin yeniden imarı ile görevlendirilen Bulgar Doxiadis’e ilişkin geçici bir sergi vardı. Artık Üsküp’ten ayrılma vakti gelmişken aklımızda kalan son iki yer vardı: Bunlardan ilki Üsküp doğumlu Rahibe Teresa anısına yaptırılan anı evi ve Makedonya Caddesinin biraz ilerisinde konumlanan Makedonya Cumhuriyeti Müzesi’ydi. Makedonya Ulusal Müzesi eski gar binasında inşa edilmiş ve büyük depremde çok büyük zarar görmüş bir yapı. Kesinlikle ziyaret edilmesi gereken bir bina. Burada Makedonya tarihine ilişkin birçok kültürel objeyi görmek mümkün.

uskupp6

Bitola Yani Manastır ve Resne

Ve artık Üsküp’e 170 km mesafede bulunan Makedonya’nın ikinci büyük kenti olan Bitola’ya yani Manastır’a gitme zamanı. Sevgili Kemal ile oldukça düşük fiyatla kiraladığımız araçla Manastır’a gidiyoruz. Yol üzerinde tarih kitaplarından hatırlayacağımız Kumanova gibi kentlerin tabelalarını da görüyoruz. Yer yer müthiş doğa manzaralarına denk gelerek Manastır’a ulaşıyoruz. Burada ilk uğrak noktamız tabi ki uzun Şirok Sokağında bulunan Manastır Askeri İdadisi oluyor. Burası bilindiği üzere tarihimiz için çok önemli bir yer. Zira 1848 yılında askeri lise olarak inşa edilen eğitim kurumunda Atatürk ilk askeri eğitimini burada almış. Günümüzde müze olarak ve ücretsiz gezebileceğimiz bu önemli yerde merdivenle çıkıldıktan sonra sola döndüğümüzde Atatürk Anı Odasını görüyoruz. Burada Atatürk’e ait bilgilendirici panolar, Atatürk’ün çocukluk dönemlerine ilişkin balmumu heykeller ile belgesel gösterimini görmeniz ve izlemeniz mümkün. Müzenin diğer bölümünde ise tarih öncesi dönemden günümüze değin Makedonya tarih ve etnografyasına dair birçok tarihi veri işlevsel olarak sergilenmiş. Manastır’ın en işlek sokağı olan Şirok Sokağında gezerken önümüze Tito Heykeli, ilk sinemacılardan olan Manaki Kardeşlere ait sinema binası gibi yapılar da denk geliyor. Daha sonra Bitola Saat Kulesine geliyoruz. 1830’lu yıllarda Aziz Demetrius’un Ortodoks Kilisesini inşa ettiği tarihlerde yapılan saat kulesine de baktıktan sonra tarihi Bedesten’e de uğruyoruz. Bunun yanında İshak Bey Camii, Haydar Kadı Camii, M.Ö 4. yüzyılın ortalarında Makedon 2. Philip tarafından inşa edilen Heraklea Antik Kenti de Manastır’da gezilecek diğer yerler. Bu kadar yakına gelmişken tarihimiz için önemli bir figür olan Resneli Niyazi’nin memleketi olan Resne’ye gidip orada Resneli Niyazi’ye ait sarayı da gezebilirsiniz. Anlatılara göre Resneli Niyazi âşık olduğu kıza yakın olmak için kızın evinin karşısına bu sarayı yaptırmış. Resne, oldukça küçük bir şehir. 1592 tarihli Hacı Ramazan Bey Camiini de gezip bu güzel ülkeden ayrılıyoruz.

uskupp2

Evladı-Fatihan’a Yadigâr

Birçok yerde Türkçe konuşmalara denk gelebileceğiniz, üniversitelerine Türkiye’den çok öğrencinin gitmesi nedeniyle de Türklerin azımsanmayacak nüfusunun oluştuğu, vizesiz girebileceğiniz Üsküp’te ne yenebilir diye sorduğunuzda aklımıza elbette önce “köfte” gelmekte. Özellikle Çarşı’da yer alan Kosmos’un köftelerini beğendik. Burada ayrıca kendilerine has peynirlerin serpiştirildiği salata ile kuru fasulyeyi de deneyebilirsiniz. Buraya has börek olarak ise karşımıza poğaçalı böreğin çıkması bizi şaşırttı.

“Üsküp” gezimizde aklımızda hep Yahya Kemal vardı. O sanki kaybolan mazisini, memleket hasretini Üsküp ile özdeşleştirmişti. Zaten “Kaybolan Şehir” şiiri biraz da bu nedenle yazılmamış mıydı? Son sözü söylemek bu nedenle gezinti sırasında hep dimağımızda sarsılmaz şekilde yerleşen Üsküplü Yahya Kemal’e çok yakışır:  

              “…Üsküp ki Yıldırım Beyazıd Han diyarıdır

              Evlad-ı Fatihan’a onun yadigârıdır

              Firuze kubbelerle yalnız bizim şehrimizdi o

              Yalnız bizimdi, çehre ve ruhuyla biz’di o

              Üsküp ki Şar Dağında devamıydı Bursa’nın

              Bir lale bahçesiydi dökülmüş temiz kanın