YKS sonuçları bize bir ipucu veriyor:
40 matematik sorusuna 7,37 doğru cevap verebilmişiz.
20 fen sorusunda ise 2,91 doğru cevabımız olmuş.
14 fizik sorusunda ise 2,18 doğruda kalmışız.
12 felsefe sorusuna ise 2,43 doğru cevapla yetinmişiz..
Liste böyle devam ediyor...
100 bin kişinin sıfır çektiği bir sınavı daha geçtik.
Daron Acemoğlu ne diyordu: “Türkiye’nin bilim-teknolojik seviyesi 2006 yılında durdu”.
Tablo ortada...

40 matematikte 7 doğru daha ne olsun diyenler, dikkatinizi çekerim: 7 net değil 7 doğru. Yanlışlar doğruyu götürünce ekside netler. ÖSYM de Tüik gibi oldu anlayacağınız. Veri manipülasyonu yapıyor.

YKS sonuçları eğitimdeki içler acısı durumumuzu ortaya koymaktadır: Anadilindeki soruların yarısını yanıtlayamayan, temel matematik sorularının %80’inini yapamayan, tarih sorularının sadece beşte birini doğru yanıtlayan bu gençlere gerçeği hangi dille söylemeli? Ekonominin batık olduğunu nasıl göstermeli? Geçmişte yapılan hataları nasıl anlatmalı? Cahiller okumuşlardan daha erdemli diyenler, mühendislerin maaşını müstahdemlerin maaşına eşitleyenler bu tablo sizin eserinizdir. Kutlarım (!)

Bu iş bitti... Hepimize geçmiş olsun.
Türkiye’de taban sınıf zihniyeti hakim durumunu pekiştirdi ve artık eğitimin bilimin bir hükmi değeri kalmadı.
Eğitim-bilim-teknoloji olmayınca kimse yüksek ücret ve fakirlikten kurutuluş beklemesin. Bunlar boş bir hayal olarak kalacaktır. Türkiye kesinkes olarak söylüyorum bu zihniyette fakirliğe mahkum olmak zorundadır.
Sadece ara dönemlerde şişer şişer sonra da o şişkinliğin faturasını öder dururuz. Tıpkı şimdi ve yerel seçimlerden sonra olacağı gibi.

Sistem çökmüş. Ahlak bitmiş. İman kimsenin kalbine inmiyor. Allah korkusu kalmamış. Ar damarı çatlamış birbirine düşman insan yığını, tükenmiş devlet.

Fatura gelecek kuşaklara ve torunlara. Gelecek kuşaklar faturayı ödedikçe çok kulaklarımızı çınlatacak..

Son söz: Gerçek, kasabanın fahişesi gibidir. Onu herkes tanır ama sokakta görünce kimse selam vermeye cesaret edemez..

Not 1: Dünyâda ne ikbâl ne servet dileriz
Hatta ne de ukbâda saâdet dileriz
Aşkın gül açan bülbül öten vaktinde
Yâranla tarab yâr ile vuslat dileriz..

Ömer Hayyam

Not 2: Hâfız’ın kabri olan bahçede bir gül varmış;
Yeniden her gün açarmış kanayan rengiyle.
Gece, bülbül ağaran vakte kadar ağlarmış
Eski Şirâz’ı hayâl ettiren âhengiyle.

Ölüm âsûde bahâr ülkesidir bir rinde,
Gönlü her yerde buhurdan gibi yıllarca tüter.
Ve serin serviler altında kalan kabrinde,
Her seher bir gül açar, her gece bir bülbül öter.
Yahya Kemal

Not 3: 20 bin lira maaşla geçinmeye çalışan gariban bir çalışansın; her ay 15 bin lira kira vermek zorundasın. bir başka hesapla, her akşam, evinde sabahlamak için 500 lira ödemek zorundasın. her vicdan sahibinin üzerinde düşünmesi gereken büyük bir problemdir bu. korkunç bir zulüm...

Not 4: yaz aylarında ege ve akdenizin sahil kesiminde bulunmaktan, hafta sonları üsküdar, kadıköy, beşiktaş, eminönü bölgesinde dolaşmaktan, hafta içi dudullu - bostancı trafiğine takılmaktan allah'a sığınırım.

Not 5: 1994 yılında Tansu Çiller ülkeyi krize soktuğunda 'net aktif vergisi' çıkarıldı ve şirketlerden, bilançolarındaki aktiflerine göre vergi alındı. Bu, faturanın bir anlamda şirketlere kesilmesiydi. Şimdiki iktidarsa yoğun bir ÖTV-KDV artırımıyla faturayı halka kesti.

Not 6: Krizin ekonomik etkilerinin metropollerle taşrada aynı olmadığını unutmayalım. Taşrada barınma, konut bulma sorunu çok daha az. Oysa metropollerde devasa oranda artan kiralar yüzünden şu an bir barınma krizi yaşanıyor. 14-28 Mayıs seçim sonucunun taşra ve metropollerde krizden etkilenme oranına göre şekillendiğini gördüğümüz için, 'ekonomik gidişat seçmen tercihlerini belirler' tezini yalanlanmış değil. Sonuçta Erdoğan çeşitli hamlelerle krizin taşradaki etkisini minimize etmeyi başararak kazanmış oldu. İktidarın kontrolündeki Merkez Bankası olağanüstü derecede genişlemeci bir politika izledi; faizleri enflasyonun çok altında tuttu. Sonuçta 'Piyasanın krediye boğulmasının bize maliyeti ne oldu?' sorunuzun yanıtı, yoksul ve orta sınıfların yaşamında cevap buldu, buluyor.

Not 7: Ekonomik faktörler yoksulları, orta sınıfları aşağı çekerken Erdoğan’ın çabası, en yoksullara, daha doğrusu asgari ücretlilere yaptığı artışla takviye yapmaktı. Bu da seçmenin önemli bir kısmını oluşturan bu kesimde oy kaybı yaşamamasını sağladı. Ama buna rağmen AKP’nin parlamento seçimlerinde kayda değer bir oy kaybı olduğunu da unutmayalım. Zaten Erdoğan da buna çalışmaları gerektiğinin farkında olarak partisini uyardı. Fakat mevcut ekonomik faktörler devam edecek. Körfez ülkelerinden para alarak, zamlarla, vergilerle bu ekonomik girdaptan çıkılması mümkün görünmüyor.

Not 8: İnsan hakları açısından güven vermeyen mahkemeler, ticaret hukuku açısından da güven vermez. Eğer yargıda kurallar keyfiyse, kişiye tabiyse, bu, insan hakları açısından olduğu gibi ticaret hukuku açısından da mümkündür. İnsanların hiçbir delil olmadan teröristlikle suçlanıp hapse atılabildiği bir ortamda yabancı yatırımcı mahkemelere güvenmez ve gelmez. Nitekim gelmiyor da. Türkiye’ye son bir senede gelen 11-12 milyar dolar civarında yabancı yatırımın yarıya yakını, bireysel gelen veya şirketler tarafından yapılan gayrimenkul yatırımı. Geriye kalan 5-6 milyar dolar da zaten Türkiye’de yerleşik kişi veya şirketlerin dışarıya yatırım için götürdükleri para. Onun dışında elimizde net 1 milyar dolar ya kalıyor ya kalmıyor. Bu veriler gayrimenkul dışında Türkiye’ye yabancı yatırım gelmediğini gösteriyor. Körfez ülkelerinden 50 milyar dolarlık muğlak yatırım paketlerinin de şimdilik 'yatırım yapma niyeti' içerdiğini, ama somutlaşmadığını, hemen gelecekmiş gibi şişirildiğini unutmamak gerekiyor.

Not 9: Kamyon benzetmenize dönersek; freni patlamış kamyon duvara yaklaşıyor. Son çare olarak Körfez’den biraz para alma, Avrupa ve ABD’yle ilişkileri yumuşatıyormuş gibi yapıp onların istedikleri tavizleri vererek biraz fon sağlama, göçmen kozunu kullanarak oralardan 3-5 milyar dolar para koparma hesapları kaldı. Tüm bunlar iktidarın manevra alanlarının giderek daralmasından kaynaklanıyor tabii. Ama halkın bu enkaz altında ne kadar dayanabileceğini kestirmek zor. Metropollerdeki krizle taşradaki kriz aynı olmasa da, taşrada Asya tipi üretim tarzıyla hayatlarını idame ettiren büyük bir kitle olsa da, barınma sorunu daha az olsa da, akaryakıt fiyatlarından, vergilerden herkes etkileniyor.

Not 10: Ekonomik krizin metropollerden taşraya doğru etkisi görece yavaş olduğu için iktidar bir seçimi daha kotarabildi ama krizin dalgası yoksullar açısından yayılıyor. Aslında Türkiye daha önce böyle bir kriz deneyimi yaşamadı. 12 Eylül darbesi olduğunda enflasyon yüzde 100 civarındaydı, sonra yüzde 30-35’e kadar düşebildi ama ardından 1990’larda yüzde 50, yüzde 60 civarında kronikleşti. Uzun bir zamana yayıldığı için insanlar enflasyona alışkın hale gelmiş ve bir şekilde hayatlarını sürdürebiliyorlardı. Ama bu defa yüzde 15 civarından bir anda yüzde 100’lük bir enflasyona patladık. Bu çok kısa bir zaman dilimi içinde gerçekleştiği için yıkıcı sonuçlar yarattı. Ama sadece enflasyon-fiyat şoku açısından değil, TL varlık fiyatlarını etkileyen faizlerin enflasyonun altında tutulması da daha önce Türkiye’de görülmemiş bir olay. Dolayısıyla bu şok özellikle metropollerde insanları yerden yere vurdu, vuruyor.

Not 11: Şu anda yaşadığımız kriz, Türkiye’nin son on yılına yayılan çarpık rejimin faturası. Bunun etkilerini ücret politikalarına karşı mücadelenin imkânsız hale getirilmesinde de görüyoruz. Bakın, kıdem tazminatı tavanının asgari ücrete oranı 2015’te üç katken, şu anda 1,8 kata düşmüş. Oysa bu, 1980’li yıllarda 7,5 katmış! Son beş-altı yıldır orta sınıf alttan alta, yavaş yavaş eriyor ve ciddi bir çöküş yaşıyor. Krizin etkileri, yoksullaşma kara bir bulut gibi yukarıya doğru yayılıyor.

Not 12: Bazı sol kalemler “Merkez Bankası’nın bağımsızlığı demek neoliberal kurallar demektir” diyordu ama Merkez Bankası’nın siyasi iradenin emriyle faizleri indirmesi ve sonuçlarının ne olduğunu gördük. İnsanları kendi paralarından kaçacak hale getiren, bu yangını çıkaran, söz konusu para politikasıydı.

Not 13: Avrupa Birliği’nde patlayan enflasyonun kaynağı bizdeki gibi para politikasına değil, arz şokuna dayanıyor. AB bunu bir arz şoku olarak tespit edip faizleri gecikmeli artırdı. Ama Türkiye’yle benzer bir sonuç ortaya çıktı; şirket kârları emeğin payından çok daha hızlı bir şekilde arttı. Demek ki para politikanız gevşek olduğunda şirket kârlarını patlatıyorsunuz. Bunun emekçiye bir faydası yok. Türkiye’de de olan şey o. Ama Türkiye’de bu bilerek yapıldı.

Not 14: Kurdaki artış birkaç nedenden dolayı devam edecek. Birincisi vatandaşı, şirketleri TL’de tutmak üzere gereken teşvik olmadığı için artış devam eder. Teşvikten kastım faiz artışıdır. Faiz oranı sizi enflasyona karşı korumuyorsa, ki bugünün koşullarında korumuyor, TL’de durmazsınız. Merkez Bankası’nın faiz oranlarını üç-beş puan artırması da şirketleri, yurttaşları enflasyona karşı korumayacak. Dolayısıyla bugünkü tablodan bakıldığında, Türk Lirası değer kaybetmeye devam edecek. İkinci bir unsur, ödemeler dengesi. Türkiye ekonomisi biraz yavaşlasa da, en azından 40-50 milyar dolar civarında bir cari açık veriyor ve vermeye de devam edecek. Bu tabloda insanlar yine altın talep ediyorsa, altın ithalatı devam edecek ve fiziksel olarak döviz ihtiyacı talep dolayısıyla kur üzerinde baskı yaratacak. Açık veren bir ülkenin parası değer kaybeder, bu kadar basit. Kurdaki artışın devam etmesine neden olacak üçüncü unsur ise güvensizlik. Siyaset normalleşmediği, insanların devlete, mahkemelere, kurumlara olan güveni sağlanmadığı sürece TL’den kaçış devam eder.

Not 15: Hükümetin merkezi bütçe olanakları ne kadar sınırlı olursa olsun, özellikle iki büyük metropol olan Ankara ve İstanbul’da bu olanakları sonuna kadar kullanacağını düşünüyorum. Öte yandan muhalefet de yerel seçimler konusunda 2019 koşullarının gerisinde. Çünkü 14-28 Mayıs seçimlerinden sonra başta CHP olmak üzere muhalefet ciddi bir muhasebe yapmaktan kaçındı. Ayrıca Kılıçdaroğlu’nun ilk turdan sonra hızla milliyetçi söyleme direksiyonu kırması, Zafer Partisi’yle ittifak kurması tabanda güvensizlik yarattı. 2024 yerel seçimleri için muhalefette bir ittifak kurulmak istendiğinde tüm bunlar masaya gelecek. Bunu sadece Altılı Masa bileşenleri değil, Yeşil Sol Parti ve diğer muhalefet güçleri de gündeme getirecek. Sonuçta da “biz sizi niye destekleyelim” sorusu daha güçlü bir şekilde sorulacak.

Not 16: Başta ABD olmak üzere merkez ülkeler daha sıkı bir para politikasına yönelince Türkiye gibi ülkelere sermaye girişleri azaldı. Aynı süreçte Türkiye de hukuktan, demokratik değerlerden uzaklaştı. 2015’ten sonra Merkez Bankası tamamen siyasi iktidarın matbaası pozisyonuna geldi. Bunlar sıcak parayı bile uzaklaştırdı. 2018’den itibaren koşullar çok daha sertleşmeye başladı. Çünkü bütün o deneysel, yanlış politikalar derinlemesine uygulanmaya başlandı. Neticede de göreli refah koşulları erozyona uğraya uğraya, adım adım kaybedildi ve bugüne gelindi.

Not 17: Uzun lafın kısası, bu kriz zaman alacak ve refah koşullarındaki kötüleşme derinleşecek. Bunun karşısında muhalefetin vaziyetine bakıldığında da mevcut iktidara alternatifin de olmadığı görülüyor. CHP’ye bakın, Erdoğan’ın tek adamlılığını eleştirirken kendisi de tek adam partisi haline geldi. Üzüm üzüme baka baka karardı. Vatandaşın, hatta milletvekillerinin bir tweet atarak görevini yaptığını düşündüğü bir ortamda bu girdaptan çıkılması zaman alacak. 20-30 yıl öncesinin muhalifleri de, idealist gençleri de böyle değildi.

Not 18: Geçen gün marketin meyve bölümünde armut tezgâhının önünde durmuşum.
Etikette 49.90 yazıyordu.
Hiç aklıma gelmez armut yemek.
Sonra Beşir Ayvazoğlu'nun keyifli yazılarını hatırladım; mesela Mehmet Akif'in ve İbnülemin Mahmud Kemal'in armut düşkünü olduğunu yazmıştı.
Hele Süleyman Nazif! Ölümünden sonra yatağının yanındaki çekmecede kurumuş üç armut bulunmuş. Sevdiğinden mi, yoksa sevmediği için mi armutlar kuruyup çürümüştü?

Not 19: Dünya başarılı ve gelişmiş ülkeler için menfaat sahnesi, başaramayanlar için ise komplo teorisi filminden ibarettir.

Not 20: Tartışmaların CHP’de kilitlenmesi muhalefetin geri kalanının sorumluluğunu ortadan kaldırmıyor.
O sorumluluk yerine getirilmediği müddetçe toplamda muhalefetin problemi de çözülmüş olmuyor.
CHP seçmeni enerji kaybediyor ve umudunu yitiriyor da diğerlerinin tabanı neşe dolu ve cıvıl cıvıl değildir.
Değişim kaçınılmazdır… Seçim sonrası oluşan travmatik tabloya kayıtsız kalınması mümkün değildir.
Nasıl olacağı, nasıl deruhte edileceği partilerin iç meselesidir ama ölçü basittir. Değişim, önce parti tabanının sonra da bütün seçmenin ilgisi çekecek, “Tamam, bu kez oldu” dedirtecek, ilgiyi yeniden siyasete çevirecek çapta ve kalitede olmak zorundadır. Bu şartları tamamlamayan hamleler vakit kaybıdır. Vakit de hızla geçmektedir.

Not 21: İnsan, kendi kelepçesini kendisi takar, kendi hapishanesini kendisi inşa eder.

Sonra da, ömrü boyunca, bu hapishaneden, kelepçelerinden kurtulmaya çabalar.

Bir gün başarır.

İşte o zaman da, çok yaşlanmıştır ve iş işten geçmiştir.

Not 22: zayıf zekaların bir konu üzerinde yeniden düşünebilme becerisi yoktur, bu nedenle dogmatik olmaları kaçınılmazdır.

Not 23: Küçükken astronot olmayı hayal eden çocuklar büyüdü, KPSS'ye  girdiler.

Not 24: Peki siyasetsizleştirme süreci nasıl işledi? Her zamanki gibi Türkiye’ye özgü değil, bizden önce Güney Amerika ülkelerinde işlemişti. Oralardaki askeri darbelerin de bizden önce gerçekleştirildiğini biliyorsunuz. Askeri Darbe yap, faşist bir cunta iktidarı gasp etsin; devrimciler ve sosyalistleri kıyımdan geçir, öldüremediklerini cezaevlerinde onlarca yıl işkenceli mahpusluklarda tut, kaçabilen sürgüne gitsin; sendikasızlaştır, dernekleri kapat, insanlara kimlik dışında hiç bir politik talep için örgütlenme izni verme, örgüt sözcüğünün bizatihi kendisini tehlikeli bir suçmuş gibi kodla. Hak ve özgürlükleri o kadar aşağıya çek ve kısıtla ki, ses çıkarabilenler ancak yarım yamalak bir demokrasi talebinden başka bir şey isteyemez hale gelsinler. Esnek ve güvencesiz çalışmaya zorla, sağlık ve eğitimi kamu hizmeti olmaktan çıkar, vatandaştan alınan vergiyle yapılan yolları paralı yap ve bununla da öğün. Hukuk sistemini sürekli değersizleştir ve iktidarın açık bekçisi haline getir. Siyasi Partiler Yasasını, bireylerin siyasal partilerde örgütlenip, mahalleden merkeze doğru seçilerek siyaset yapmalarını engelleyecek şekilde biçimlendir ve %10 barajı ile uzun yıllar boyunca sistemi iki üç partinin barajı aşabileceği şekilde düzenle. Ardından yasanın çevresinden dolanılmasına izin veriyormuş gibi yaparak partileri ittifak kurmaya zorla. İttifak sistemi dahil olan hiç bir yapının kendi özgün programını koruyamadığı ideolojisiz birliklere dönsün.

Sonra da nasıl oluyor da böylesi bir krizde bile 20 yıllık çürümüş iktidar bu oyu alabiliyor diye bir birini ye. Öyle bir sistem ki, sana oy veren seçmen bu bir birini yeme kavgasına bile dahil olamasın. Sadece çaresizce seyretmek zorunda kalsın.

Liseden bu yana bir birimizi bildiğimiz bir doktor arkadaşım var. Bir sohbet sırasında siyasal alanın aktörlerinin vasatlıkları, eğitimsizlikleri üzerine konuşurken, “çok yanlış yaptık, siyasetle ilgilenmedik, okulumuzu okuyup, mesleğimizi hakkıyla yaparsak üzerimize düşeni yapmış olacağımızı sanmışız” demişti. Arkadaşım kabahati kendinde buluyordu ama Nazım’ın dediğince, kabahatin çok çok azının kendinde olduğunun farkında değildi.

Not 25: Genç hekimler arasında yurt dışına göç tercihi artık tıp fakültelerinden başlayarak güçlü bir eğilim haline gelirken, devlet hastanelerinde uzun yıllardır çalışan hekimlerden, akademisyenlere ve beyaz yakalı birçok kesime kadar uzanan bir nüfus için kent merkezinde barınamama sorunuyla karşı karşıyayız. İstanbul’un merkezindeki ilçelerde ev kiralamak ortalamanın epey üstünde bir maaşla mümkün olabilir hale geldi. Ülkedeki eşitsiz gelişimin de bir sonucu olarak uzun yıllardır bir çekim merkezi durumunda olan İstanbul’a ek olarak, Ankara, İzmir ve diğer kentlerde de benzer bir tablo yavaş yavaş hakim oluyor.

Not 26: Kılıçdaroğlu ülkenin önünü açmak için istifa etmek yerine yenilen pehlivan güreşe doymaz misali "10 cephede yara almış bir komutan savaşa devam eder" demiş...
Kılıçdaroğlu, ya savaş nedir bilmiyor ya da muhalefet imkânları tatlı geldi koltuğu bırakmak istemiyor.
O konuyu nasıl anlıyor bilemeyiz ama Kemal Bey’le güçsüz, iktidarı zapt edemeyen bir muhalefet; Cumhuriyet’i daha çok borçlu, varlıklarını kaybeden, şirketlerini yabancılara kaptıran, enflasyonla halkını sefalete sokan bir duruma getiriyor.

Not 27: Bir gün Aşık Veysel ve Yaşar Kemal kol kola İstiklal Caddesi'nde yürüyorlar.
Yanlarından Sait Faik geçiyor.
Sonra Sait Faik Çiçek Pasajı'na gidip; 'biraz önce çok acaip bir şey gördüm' diyor.
'İki adam tek gözle yürüyorlardı'

Yaşar Abi bu olaya çok gülerdi.

Zülfü Livaneli

Not 28: Dünyanın en zeki insanını al, düzenli olarak Türkiye tv'lerindeki tartışma programlarını izlet, üç haftada falan tavukla eşit IQ'ye gelir.

Not 29; "Dünyanın en gereksiz, en işe yaramaz adamını alın, bir gişe memuru yapın. Kendini önemli biri zannedip hemen sizi kendisinden aşağı görmeye başlayacaktır."

Dostoyevski

Not 30: Dünyanın en zeki insanı da olsanız, bulunduğunuz ortam vasat ve vasatın altındaki kimselerden ibaret ise, düzeyinizi bile koruma imkanınız yoktur. Hepimiz beraber en çok zaman geçirdiğimiz beş kişinin ortalamasıyız.

Jim Rohn

Not 31: Aptallar yalnızlığa pek katlanamaz; ama akıllılar bir nimet olarak görür yalnızlığı. " Zeki bir insan, yalnızlıkta, düşünceleri ve hayal gücüyle mükemmel bir eğlenceye sahiptir." der Schopenhauer. Schiller'in de dediği gibi, " Asla yalnızken yalnız değilim !"

Not 32: “Annesi İsmail Ağa’ya şöyle öğütler: ‘Bir de senden dileğim, oğlum, o kasabaya gidersen, o Ermenilerden kalma evleri, tarlaları kabul etme. Sahibi kaçmış yuvada, öteki kuş barınamaz. Yuva bozanın yuvası olmaz. Zulüm tarlasında zulüm biter.”

Yaşar kemal

Not 33: İktidardan daha zengin değil, daha şerefli ayrılmak gerek. 

Sokrates

Not 34: İnsan, düşleri öldüğü gün ölür.

Yaşar Kemal

Not 35: Despotların örselenmiş ruhlara, örselenmiş ruhların ise despotlara ihtiyacı vardır. İtaat bütün toplumların temelidir. Düşünce gücünü itaat etmeye tabi kılan duygu ise kederdir; bu nedenle, kederli duygulanışları artırmak iktidarın işleyişi için zorunludur.

Spinoza

Not 36: Tarih okumuş herkes bilir ki, itaatsizlik insanın asıl erdemidir. İlerleme itaatsizlik yoluyla kaydedilir, itaatsizlik ve başkaldırı yoluyla.

Oscar Wilde

Not 37: Bir kadın bir erkekle pekala arkadaş olabilir. Ama bunun devam edebilmesi için onu fiziksel olarak itici bulmak zorundadır.

Nietzsche

Not 38; Elimde olsa dünyayı küçümserdim;
İyisine de kötüsüne de yuh çekerdim;
Daha doğrusu bu aşağılık yere
Ne gelirdim, ne yaşardım, ne ölürdüm.

Ömer Hayyam

Not 39: Sonra öğrendim bunun asla olmayacağını, insanların değişmeyeceğini ve onları kimsenin değiştiremeyeceğini ve bunun çabalamaya değmediğini! Evet, böyledir!

Dostoyevski / Suç ve Ceza

Not 40; "Neye, nereye elini atsan dökülüyor. Dökülmemiş, laçkalaşmamış hiçbir şey yok. Bir memleket bu hale nasıl getirilir, nasıl gelir, bunu akıl almıyor. Her yerde, her şeyde bir çürüme. Yoksulluk gırtlağa kadar, cehalet almış yürümüş."

Baldaki Tuz, Yaşar Kemal

Not 41: Kırkımıza kadar köle gibi çalışıp her meteliğimizi biriktirelim; ondan sonra hayatın tadını çıkarırız." diyenler, kırk yaşına gelince kendilerini hırsa kaptırmış ve ağır işe öylesine alışmış olacaklar ki; artık hiçbir şeyin tadını çıkaramayacaklardır.

Not 42: Dostoyevski, Ölüler Evinden Anılar eserinde bütün zamanlara damgasını vuracak şu çarpıcı tespitte bulunur:

"Bir insanın karakterini uzun süren psikolojik araştırmalardan çok, gülüşünden anlamak mümkündür."

Not 43: Kedi, fareye yol gösteriyorsa eninde sonunda onu yiyecektir.

Franz Kafka

Not 44: Dar ilk kez insanın da bir hayvan olduğunu söylediğinde dünya ayağa kalktı - söylediği doğru olmadığı için değil, bu iddia onların egosunu derinden sarstığı için.

Not 45: Hekimler ilaçların tadını iyileştirmek için içine şeker koyarken, bilge insanlar da tatsız insanlarla uğraşırken mizahi kullanırlar.

Diyojen

Not 46: İnsanların mülkiyet, gösteriş ve lüks gibi sıradan hedeflerini her zaman aşağılık buldum.

Benim Gözümden Dünya, Albert Einstein

Not 47: Politika, gerçek entelektüel çabaların bütün ciddiyetini yutuyor ve yok ediyor.

Putların Alacakaranlığı, Friedrich Nietzsche

Not 48: Böyle insanlarla hayatın boyunca karşılaşacaksın. 
Çabuk sinirlenen, çabuk öldüren, çabuk pişman olan. 
Sadece konuşurken düşünenler.Sustuklarında aptallaşanlar.. Kaçamazsın.Her yerden çıkarlar. 
Fareler gibi.

Not 49:Bugünün seçim sonrası konjonktüründen bağımsız olarak Türk toplumunun çok uzun zamandır mütemadiyen günlük siyasetin meseleleriyle yatıp kalkıyor olması ciddi bir problem aslında. 
İnsanlığın birikimi olarak anılmaya layık maddi ve manevi değerleri üreten sektörler sanattır, felsefedir, bilimdir.
Tarımı, sanayiyi, ticareti yani ekonomiyi yaratan da bunlardır. Eğitimi inşa eden, hukuku şekillendiren yani toplumsal yaşayışın kalitesini belirleyen de bunlardır.
Bunları yerine göre sınırlayan, denetleyen, düzenleyen veya örgütleyen siyaset ise üretici olmayan bir sektör.
Hayatın merkezine siyaseti koyan bir toplum üretime ve üretkenliğe değil, kısır çekişmelere yönelmiş olur. Kısır çekişmeler, adı üstünde, hiçbir yenilik üretemeyeceği gibi sorunlarımıza çözüm de üretemez.
Ne var ki bizim açımızdan ortada paradoksal bir zorunluluk var. Bu ülkedeki kilitli bütün kapıların anahtarı siyasetin elinde. Çok büyük bir çelişki bu. Üretici olmayan bir yapıdan çözüm üretmesini beklemek durumunda olmak.
Soru şu: Buradaki açmazdan bir çıkış yolu nasıl bulunabilir?

Not 50: İşin özetini verelim mi: Temel varlıklarımız hem maddi hem de beşeri olarak eriyip gidiyor ama kimsenin umurunda değil...
İktidarı-muhalefeti tek dertleri koltuk olunca bu kaderimiz de kaçınılmaz bir son olarak faturayı evlatlarımıza-torunlarımıza çıkartmış oluyor.
NOT: Finansal olarak bundan 5-6 yıl öncesinin Arjantin’i olduk... Nüfus hareketi olarak ise bundan 10-15 yıl öncesinin Venezuela’sı olduk...
Ne demiştik: Türkiye önce Arjantin olacak sonra da Venezuela...
Hayırlı olsun.

Not 51: Muhalif seçmen, zamlardan dem vursa da muhalif partiler ve onların iç karışıklıkları hakkında konuşmuyor, bu minvalde dönen tartışmaları takip etmiyor, yazılanları okumuyor. Adeta iç siyasete olan ilgisini, fişi çeker gibi çekti ve bağlantısını kopardı.
Şimdi bu ne anlama geliyor?
Muhalif seçmen için Türkiye artık yukarıda tanımladığım, yerleşik düzeni kusursuz işleyen bir ülke haline mi geldi yani?
Elbette öyle değil.
Ancak seçimlerden sonra gerçekten de muhalefet seçmeni muhalefet partilerine olan ilgisini kaybetti. Takip etmemesine rağmen duyduğu bazı açıklamalara daha da sinirlenen seçmen, iç siyasetten iyice kopuyor.
Tabii bu durum, iktidara yarıyor. Erdoğan, Kılıçdaroğlu’nun “Halil İbrahim sofrası” olarak adlandırdığı masayı, “Kurtlar sofrası”na benzetti. İşin kötü yanı, muhalif seçmenin öfkesi de benzer şekilde düşünmesine neden oluyor.

Not 52: Sedat Anar diyor ki ;”egonuz yoksa kimse sizi ciddiye almıyor.” 

Bir röportajında Nuri Bilge Ceylan da şöyle demişti: "Mütevazılık falan hiçbir zaman gerçek bir üst değer olamamıştır bizde. Bir ortamda mütevazı olmaya kalkarsanız saygı hemen azalmaya başlar, hissedersiniz…”