Sivri Dil

Sivri Dil

Keşke sevilebilecek çağlarda çıksaydınız karşıma…

Keşke sevilebilecek çağlarda çıksaydınız karşıma;

Zamanın sahteliğinde sevemezdim sizi...

Ziyankar olurdu düşlerim,

Yazının Devamı

Pınarbaşı’ndan bulanır oy…

AK Parti’de erime durdurulamıyor. 31 Mart‘ta itirazlar üzerine üç ilçe, dört beldede seçimler yenilendi. 60.000’e yakın isim oy kullandı. Kayseri’nin Pınarbaşı ilçesinde Alpaslan Türkeş’in memleketinde 31 Mart‘ta CHP adayı kazanmış, MHP Milletvekili Baki Ersoy’un adliyeyi basarak hakime küfrettiği iddia edilmişti. Yüksek Seçim Kurulu MHP’nin itirazını haklı buldu ve seçimlerin tekrarlanmasına karar verdi. Ayrıca Şanlıurfa’nın Hilvan ilçesinde de DEM’in adayı ipi göğüslemiş, AKP itiraz etmişti. Aksaray Güzelyurt‘ta da bir oy farkla İYİ Parti’nin adayı önde çıkmıştı. Pazar günü yeniden sandık kuruldu. Bu arada dikkat etmiş olmalısınız. Yüksek Seçim Kurulu’nun seçimlerin tekrarlanmasını istediği bütün seçim bölgeleri 31 Mart‘ta muhalefetin kazandığı yerler. CHP ve diğer muhalefet partilerinin de itirazı oldu ancak dikkate alınmadı, bu bile YSK‘nın üzerine AK Parti’nin gölgesinin düştüğünün kanıtı; yoksa niye sadece AKP ve MHP’nin itirazları kabul edilsin. Sadece iktidar partileri mi itirazlarında haklı sadece onların itiraz ettikleri bölgelerde mi şüpheli bir durum var, böyle bir şey olabilir mi? 31 Mart depremi siyaseti çok şiddetli sarstı. Ayrıntılar üzerinde pek durulmadı. 31 Mart AKP‘de 8-9 şiddetinde bir deprem etkisi yaptıysa, 2 Haziran‘da artçısı oldu, artçının büyüklüğü ve şiddeti de 31 Mart’ı aratmaz. AKP’ye teselli ikramiyesi var ama yetmez, niçin mi onu izah etmeye çalışacağım. Evet seçmen sayısı düşük ama sonuçlarını basit ve sıradan görmemek lazım, her sandığın mutlaka bir mesajı olur. 2 Haziran mesajsız bir seçim değil. AKP ve MHP iktidar bloğuna çok şeyler söylüyor. Ben bu ara seçimleri, küçük belde seçimi gibi değerinin düşürülmesini doğru bulmuyorum, seçim bölgesi az ara seçimlerde iktidar partileri büyük avantajla gider, sandığa iktidarın bütün imkanlarını serer. Kesinlikle seçmenin tek tek kapısı çalınır, devletin nimetleri pay edilir ve karşılığında tabii ki oy. Onun için iktidarlar birkaç ay önceki seçimlerden umduğunu bulamasa da ara seçimde sandıktan zafer çıkarmayı bilirler. Türk siyasi tarihi ara seçimleri hep iktidarların kazandığı sayısız örneklerle doludur. Üç ilçe, dört beldenin seçim rakamlarını yorumlarken bu gerçeği göz ardı etmemek lazım. Benim için sonuçlar büyük sürpriz. AKP ve MHP’nin bütün seçim bölgelerinde silip süpüreceklerini sanıyordum, hele AKP’nin 31 Mart’ın şokunu bir parça hafifletmek istememesi mümkün mü? AKP imkanları nimetleri ve vaatleri seçmene yağmur gibi yağdırır seçimi mutlaka kazanır diye düşünüyordum, psikolojik etkisi için yapar bunu hem kendine moral verir hem de muhalefete gözdağı. Seçmen bir kez daha “hayır” dedi. Erimeyi durdurduk tekrar ayağa kalktık demeye o kadar çok ihtiyacı var ki AKP’nin, ara seçime yüklenmemiş olma ihtimalini sıfır görüyorum. Küçük zaferler ve ufak umutlar hava ve su gibi AKP için. O yüzden sonuçlar üzerine beklentiye girmedim tarihin tekerrür edeceğini düşünürken baktım ki küçük seçim büyük sonuçlar doğurmakta. MHP rahmetli Başbuğ Türkeş’in memleketinde yani Pınarbaşı ilçesinde ikinci kez kaybetti, ipi yine CHP’nin adayı göğüsledi. MHP kaybedince AKP’nin kaybetmiş olduğunu söylememe gerek yok herhalde seçmen iktidar nimetlerine hayır dedi. AKP ve MHP iktidarına güven oyu vermedi 31 Mart’taki pozisyonunu güçlendirerek korudu ama seçimde devlete iktidara karşı seçim kazanmak kolay değildir. CHP’nin 31 Mart Zaferi’nin geçici değil kalıcı olduğu görüldü. Özgür Özel seçim sonuçlarını belediye sayısını artırdık diyerek duyurdu. Siyasette sembol şehirler önemlidir, buna parti kalelerini de ekleyebilirsiniz. Pınarbaşı’nın MHP açısından ne denli siyasi ve sembolik anlamı olduğu 31 Mart akşamı belli oldu. MHP milletvekilleri her türlü yolu denedi, ikinci kez sandıktan boynu bükük ayrılmak zorunda kaldılar. Pınarbaşı sonucunu seçimin tekrarlanmasını seçmenin tepkisi olarak değil, toplumun 31 Mart’ta iktidar bloğuna verdiği dersin devamı olarak görmek gerekir. Hilvan’da fark daha da açıldı. Şanlıurfa’nın Hilvan ilçesinde de benzer durum var.

Büyükşehir’i açık farkla kaybeden AK Parti, DEM’in adayının kazandığı Hilvan’ı gözüne kestirdi, Yüksek Seçim Kuruluna itirazını kabul ettirmeyi başardı.

Ara seçimde ne beklenir? AKP’nin Hilvan’da seçimi çok kolay kazanması, bölgenin devletin hizmetlerinden mahrum olduğunu görmek için Hilvan’a gitmeye gerek yok normal şartlarda vaatler bile seçim kazandırır, bu da AKP’nin en iyi bildiği yoldur. AKP’nin sandık uğruna veremeyeceği bir şey yok, nimetleri seçmenin ayaklarının altına serer, imkanları Hilvan’a yağar, gökteki yıldıza kadar vaatlerde bulunur. Hilvan’da seçimi kaybetti. 31 Mart’ta DEM Parti’nin adayı 6960, AKP’nin adayı 6439 oy almıştı, 2 Haziran’daysa DEM Parti 10.731 oy alırken; AKP 7420 oyda kaldı, fark daha da açıldı yine DEM’in adayı kazandı, DEM gibi partilerin çok güçlü olduğu bir bölge değil. AKP itirazının ve seçimi tekrarlamasının sonucunu alamadı, sandık yine hüsran yine eziyet oldu Pınarbaşı ve Hilvan küçükler diye düşünülebilir. Doğru sonuç olarak bir il değil, ama sonuçları siyasi ve psikolojik açıdan çok büyük, bunu siyasi parti merkezleri iyi bilir. 31 Mart‘ta başlayan Cumhur İttifakı’ndaki erime durdurulamıyor, artarak sürüyor. Başkan Erdoğan’ın “Güneşin altındaki kar gibi eririz” sözü boşuna değilmiş ama seçim sonuçlarının canını fena sıktığını tahmin etmek için Başkan Erdoğan’ı tanımaya gerek yok. O, seçimle rakamlarla nefes alır, alkışlarla ayakta durur, her ikisinde de eski halinden eser yok. AKP’nin kazandığı yer yok mu? Var. Aksaray’ın Güzelyurt ilçesinde bir oy farkla kaybettiği seçimi kazandı, rakibi İYİ Parti’yi de. İYİ Parti 31 Mart’tan sonra liderini değiştirdi, insicamını ve iddiasını büyük oranda kaybetti, dağılma ve çözülme süreci içinde. Güzelyurt belki bir teselli ikramiyesi, bir iktidar partisini kesinlikle tatmin etmez; sanmayın ki AKP’de Aksaray’da kazandık diye bayram neşesi var aksine Hilvan ve Pınarbaşı’nda kaybetmesinden dolayı hüzün havası vardır, buna belde ve köylerde kazandığı yerleri de ekleyebilirsiniz. Evet seçim küçük ama sonuçları kesinlikle küçük değil. AKP’ye iktidar imkânlarını kullanmak, nimetlerini yağdırmak ve vaatler de yetmedi. Tek cümleyle ifade etmek gerekirse, AK Parti yaz güneşinde altında eriyen kar gibi. Her geçen eriyor. Erimeye de devam edecek. Belediyelerin denetime takılmayan usulsüz işleri: Son günlerde RESSAM - YAZAR - SANATÇI - GAZETECİ adı altında bir çok kimsenin, bizim vergilerimizle dolan BELEDİYE KASASINDAN saltanat sürdüklerini görüyoruz. Bu kişilerin SANATÇILIKLA - SANAT İLE- KİTAP YAZARLIĞI İLE - RESSAMLIKLA ilgi ve alakaları yok. Siyasette birilerini bulmuşlar ya da Başkan’a yakın isimleri, etraflarına yuvalanmışlar, uyduruk işleri ESER diye gagalayıp parasını Belediye’den çıkartıyorlar. Eğer sen bir resim sanatçısı isen, yap resmini aç sergini millet gelip alsın. Yâ da gönder satış alanlarına, satın alsın. Belediye bu tiplerin resim adı altında yaptıkları uyduruk tabloları neden alıyor? Yazarım diyor. Ne yazmış? Yazdığını bir kitabevine götürse, kendini kapıdan kovarlar, ama bu alıp belediyeye götürüyor, belediye bunu güzelce bastırıyor, masrafı çekiyor, ardından yetinmeyip bir de parasını verip bastırdığı firmadan bu yazar bozuntusunun kitabından satın alıyor. Belediyelerimizin işi, UCUZ SANATÇI- YAZAR- RESSAM - GAZETECİ vb. tipler mi yaratmak? Yarattığı bu tipleri toplumda kalkındırmak mı? Eğer bulundukları il’e ve memlekete katkı sunuyorlarsa, kendi ceplerinden, emeklerinden yapsınlar bu işleri. Bizim sırtımızdan niye yapılıyor? Tüyü bitmedik yetimin şehidin hakkı var o kasada. Kimin parasını kime peşkeş çekiyorsunuz, kimleri bizlerin sırtından adam ediyorsunuz?! Hangi gerçek yazarın, hangi konusunda uzman ressamın tablosunun yâ da kitabının baskısı, yapımı, sergilenmesi, satışını BELEDİYE yapıyor? Onların yayınevleri, ajansları vs. vardır, onunla hallederler. Kendi ceplerinden harcarlar, sonrada satış yapar kazanırlar. Bu sizinkilerin masrafını siz çekiyorsunuz, bir de satılmayan eser diye yutturulan o malzemeleri satın alıyorsunuz, amacınız ne, kime ve kimlere hizmet ediyorsunuz?

Yazının Devamı

Gelir adaletsizliği…

Evet, evet! Sayın Başkan Erdoğan gelir adaletsizliğinden şikayetçi oldu. Ama ülkemizde değil dünyadaki gelir adaletsizliğinden. Sebep olarak da kapitalizmi gösterdi.

Akledebilenler için vahim bir durum!

Bir kişi düşünün ki 22 yıldır iktidar da olsun v bu kişinin yönettiği ülkede ülke genelinde askıda ekmek, askıda simit, askıda fatura kampanyalara başlatılsın.

Yazının Devamı

Politikada bir postmodern çağ sahabesi Mansur Yavaş..

Savaş sanatlarına kafa yoranlar bilir. Savaşta stratejiniz yoksa ya da stratejiniz yeterince iyi değilse, taktik hamlelerle hiçbir zaman uzun soluklu zaferler elde edemezsiniz. Politikada da aynısı geçerlidir. Bir politikacı önce strateji belirleyecek, ardından zamanlaması iyi olacak ve şüphesiz cesur olacak eğer iktidar erkine, devlet yönetme gücüne sahip olmak istiyorsa.

Ekrem İmamoğlu'ndaki stratejik hamle zafiyeti, istediği 1 numaralı koltuğa oturmasında en büyük engel olacak gibi görünüyor.

Özgür Özel- Erdoğan yakınlaşmasıyla geri planda kaldığını düşünen İmamoğlu yine büyük bir hata yaptı.

Yazının Devamı

Sokaktaki canlar ya da köpek terörü ve Lombrosso tipi katiller…

Bir video düştü önüme. Bir kadın konuşuyor:

"Sokaklarda çocuklarımızı öldürüyorlar!"

Saldırgan köpeklerin parçaladığı çocuklardan bahsettiğini düşündüm ilk önce. Sonra fark ettim ki, "çocuklarımız" derken köpekleri kastediyor.

Yazının Devamı

Roma seyahatinin faturası Ekrem İmamoğlu’na kişi borcu olarak çıkarılıp ödetilmelidir...

Ekrem İmamoğlu ve ekibi birkaç yıl önce yaptığı olaylı Karadeniz seyahatinden ders almamışlar hatta vites büyütmüşler; bu kez özel uçağı kiralayıp 40 küsur gazeteci ile Roma’ya gitmişler. Gazeteciler arasında İsmail Saymaz’dan Nevşin Mengü’ye muhalif elit gazeteciler var. Fenomen hepsi hemen hemen. Tartışmalar malumunuz, kimlerin katıldığı neler yiyip içtiklerini size anlatıp vaktinizi alacak değilim. ‘Eğer parasını biz ödediğimize göre ne yaptıklarını da bilseydik’ diyenlerdenseniz siz de haklısınız, ama yine de işin esasına odaklanalım derim. Her siyasetçi halkın parasıyla kendine yandaş medya yaratmak ister, istisnaları yok değil ama dünyanın her yerinde böyle. O yüzden Amerika gibi medeni, gelişmiş ülkelerde bu konuyu düzenleyen sıkı kurallar var. Öncelikle ABD başkanı da olsanız attığınız her adım harcadığınız her kuruş denetime tabi. Gazetecilerin siyasilerle ilişkileri ve seyahatlere katılmasının çok sıkı kuralları var. Mesela Amerikan başkanlık uçağına binecek herkes başkanın kendisi hariç para ödemek zorunda hem de first class parası ödeniyor. Başkanın korumaları, danışmanlar bürokratlar vs. o uçakta kim varsa bilet parası veya saray tarafından çalıştıkları kurumlara kesiliyor. Bütün bu işleri Beyaz Saray Yolculuk Hizmetleri Birimi yapıyor. Eğer başkan politika kampanyası için başkanlık uçağını kullanıyorsa uçağın tüm masrafları partisine fatura ediliyor. Başkanın çocuğu ya da eşi bile olsanız uçağa bedava binemezsiniz, resmi göreviniz yoksa uçak paranızı başkanın bizzat kendisine kesiyorlar. ABD’de uygulanan sistemin temeli şeffaflık ve açıklığa dayanıyor. Başkanın uçağında 12 gazeteci için kontenjan ayrılıyor ama en önemli konu başkanın seyahatini izleyecek gazetecileri Beyaz Saray, başkan ya da herhangi bir devlet kurumu belirlemiyor, daha doğrusu belirleyemiyor. Yani İmamoğlu gibi uçağı yandaşları doldurup gezemiyorsunuz. Uçağa binecek gazetecileri bir meslek örgütü olan Beyaz Saray Muhabirleri Derneği belirliyor. Burada sıkı düzenlemeler var, gazeteciler uçağı dönüşümlü binebiliyorlar, tabii ki uçağa binen de first class fiyatından para ödemek zorunda. Uçakta yedikleri içtikleri seyahat boyunca yaptıkları tüm harcamaları kendileri ödemek zorunda; yani ABD başkanının uçağına binip haber takip etmek çok pahalı bir şey. Bu yüzden birçok medya kuruluşu ABD Başkanı’nın uçağına binmek istemeyebiliyor. Bir diğer kritik uygulama da şu; uçağa binen gazeteciler özel haber yapamıyor, uçaktaki açıklamalar, röportajlar ortak havuza aktarılıyor ve herkes o haberleri kullanıyor. O yüzden başkan ya da danışmanlar kendilerine yandaş bir ekip oluşturup devlet imkanlarıyla gezip tozamıyor. Tekrar Türkiye’ye dönersek eskiden siyasilerin seyahatlerini muhabirler izlerdi ancak AK Parti çok şeyde olduğu gibi bu alanda da kendi tekelini inşa etti. Erdoğan uçağına sadece sevdiği isimleri aldı ilk dönemlerde ama az da olsa renklilik vardı. 2012 sonrası Erdoğan’ın uçağına binmek bir imtiyaz haline geldi. İmamoğlu‘nun lüks Roma seyahati sonrası Ahmet Hakan ve Hilal Kaplan gibi bazı gazeteciler, hemen biz cumhurbaşkanının uçağında paramızı kendimiz ödüyoruz gibi argümanlara sığınıp İmamoğlu‘na yüklendi. Her zaman olduğu gibi AK Parti’ye yakın bu gazeteciler yine yalan söylüyor çünkü Başkan Erdoğan’ın uçağına binmek için öncelikle Külliye’den tasdiklenmeniz gerekiyor; yani öz hakiki yandaş değilseniz hiç şansınız yok. İkincisi Başkan Erdoğan’ın ultra lüks uçağına para ödemiyorlar, orada yedikleri first class yemeklere de. ABD örneğini hatırlayın; bırakın yemeği, içtiğiniz suya bile first class parası ödüyorsunuz. Ahmet Hakan ve Hilal Kaplan gibilerin haklı olduğu tek konu var; gazetecilerin otel parasını kurumları ödüyor, yemeklere gelince teoride gazeteciler ödüyor ama pratikte öyle olmuyor.

Erdoğan’ın yakın kurmaylarından birisi mutlaka o gazetecilerin yemek parasını ödüyor, bu arada şunu not edelim: Özellikle ABD’ye geldiklerinde birden fazla öğünde ünlü etçilere gidiyorlar, oralardaki fiyatların ne kadar yüksek olduğunu söylemeye bile gerek yok tabii. O faturaları da vatandaş ödüyor. Şöyle söyleyeyim; eğer cumhurbaşkanlığı, dışişleri bakanlığı ve diğerlerinin hesapları alıcı gözle incelense neler çıkar neler mesela. Ünlü bir bürokratın dışişlerine ödettiği yemek faturasının orta büyüklükte bir ilçeyi doyuracak kadar yüksek olduğunu söylemeliyim. Kısacası Başkan Erdoğan’ın uçağındaki gazetecilerin de masrafı vatandaşın sırtında. AK Parti Hükümeti’nin başlattığı bir uygulama daha var. Her bakan artık özel uçakla seyahat ediyor, seyahatine de mutlaka birkaç yazar davet ediyor, onların uçak biletleri dahil tüm masrafları bakanlık tarafından karşılanıyor; başkan ya da bakanlar böyle yapar da belediyeler durur mu! Onlar da resmi seyahat adı altında uçak dolusu isimle seyahatler yapıyorlar ve her türlü harcaman milletin sırtında hal böyle olunca da gazetecilerle siyasiler arasında mesafe kalmıyor dolayısıyla en çok yalakalık yapan uçağın baş köşesine yerleşiyor. Yeri gelmişken bir şeyi daha hatırlatayım. ABD’de Türkiye’deki kadar bol miktarda VİP uçak yok. Başkan Erdoğan’ın 13 uçağına karşı Biden‘ın iki uçağı var, onlar da yedekli kullanılıyor. Uçaklar bugün itibari ile 35 yaşındalar ve yaşlandıkları yönünde ciddi eleştiriler var. Bakanlar, milletvekilleri ya da belediye başkanlarının özel uçakla seyahat etmesi konuşulmaz bile. ABD Kongresi, kongre başkanı, milletvekilleri, senatörler ya da üst düzey bürokratlar tarifeli uçaklarla seyahat ediyorlar. Aslında mevzuat kongre üyelerine business class uçma imkânı veriyor ama seçmen lincinden korkan siyasiler bu hakkı kullanmıyor. Kongre üyelerinin ya da üst düzey bürokratların seyahatleri sıkı denetimine sahip. Savunma bakanı ve komutanlar da keyfine göre özel uçakla uçamıyor, devlet görevi bile olsa bu uçuşlar sıkı prosedürlere sahip. Mesela devlet göreviyle uçulsa bile eğer gidilecek yere bir ABD firması uçuyorsa bilet oradan ve en uygun tarifeden alınmak zorunda. Kamu görevlileri geçerli bir sağlık gerekçesi yoksa business class uçamıyor, başkan bile olsanız kamu kaynaklarınızı kafanıza göre kullanamıyorsunuz. Başkan, bakan ya da belediye başkanıysanız uçağa, VIP otobüse atlayayım gazetecileri ağırlayıp kendi propagandamı yapayım diye düşünemiyorsunuz bile.

İmamoğlu‘na gelince halkın kendisine verdiği desteği okuyamıyor; oysaki aldığı oy Başkan Erdoğan ve AKP’ye duyulan öfkenin sonucu. Eğer İmamoğlu da Erdoğan’ın yaptıklarını yapacaksa seçmen neden ona niye oy versin ki? Aslı varken çakmasına neden itibar etsin! İmamoğlu eleştiriler üzerine “Gerekli dersleri çıkaracağız” şeklinde beyanlarda bulundu; ancak çok da umutlu olmamak gerek, zira iki yıl önceki olaylı Karadeniz seyahati sonrasında da benzeri ifadeler kullanmıştı. Dolayısıyla ABD’ye benzeri bir düzenlemeye gitmediğimiz sürece Başkan Erdoğan gider, Başkan İmamoğlu gelir, onlar gider başkası gelir ve her gelen kendi yandaşlarına torpil geçer. Bu kısır döngünün kırılması lazım. Yoksa ülkeye ve gençlerine yazık olacak. Bu arada Ulaştırma Bakanı Uraloğlu da Roma’ya bir uçak kiralamış daha doğrusu kiraladığını iddia ediyor ama Ali Mahir Başarır‘a göre, CHP Grup Başkanvekiline göre; Bakan Uraloğlu Erman Ilıcak’ın şirketi olan Rönesans Holding’in özel uçağıyla gitmiş tabii. Bu Rönesans Holding kim derseniz Cumhurbaşkanlığı Külliyesini, şehir hastanelerini ve daha bir çok kamu özel iş birliği ortaklığını yapan Türkiye’nin son yıllarda gelişen en büyük inşaat şirketlerinden birisi. Burada şunu söylemek lazım; sayın bakan iş yaptığı şirketin özel uçağıyla niye gidiyor, buna kira ödendi mi, beleş gidiyorsa başka şekilde mi ödenecek? Yani sayın Bakan Uraloğlu iş yaptırdığı bir özel şirkete ait uçakla dış topraklarda başka bir yere uçup, sonra o şirketin hak edişlerinde fazla ödeme, usulsüz ödeme yapılmayacağını nasıl garanti edebilir?!

Yazının Devamı

Dışişleri Vakfı...

Tasarruf paketi açıklanıp, 17 Mayıs 2024 tarihli Resmi Gazetede ana hatlarıyla yayınlandı. Hemen ardından mecliste komisyondan Dışişleri Vakfı tasarısı geçti. Yasa teklifinin içinde yok, yok.. Tasarruf paketi surlarında gedik açılmış oldu böylece. Eskiden de böyle vakıflar çok kurulurdu kurumlarda denetimden kaçmak için. Eskiye bir dönüşü çağrıştırıyor.

"Dışişleri Teşkilatını Güçlendirme Vakfı" yasasının getirenler ve savunanlar, bunun, Türk Silahlı Kuvvetlerini Güçlendirme Vakfı, Adalet Teşkilatını Güçlendirme Vakfı, Türk Polis Teşkilatını Güçlendirme Vakfı gibi vakıflarla benzer özellikler gösterdiğini ifade ediyor. Amacın bakanlık mensuplarına kişisel imkanlar sunmak olmadığını söylüyor.

Vakıf’ın amacı: "Dışişleri Bakanlığı teşkilatının faaliyetlerinin güçlendirilmesi ile personelinin temsil kabiliyeti yüksek ve donanımlı yetiştirilmesinin desteklenmesi."

Yazının Devamı

Kaplanlar vadisi..

Bütün okulları bitirdim de… Okulların okul olamayışını telafi edeyim diye evi kitaplarla doldurdum.

Eve, arabaya, mutfağa gidecek paraları da kitaba yatırdım. Şikayetçi miyim! Hayır!

Yalnız ülke gündemi artık yormaya başladı. Biraz da tadı kaçtı. Neyse, etki ajanı olmayalım da!

Yazının Devamı

Devletin tasarrufu ve kötülerin egemenliği

Ekonominin patronu Mehmet Şimşek, Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz’la birlikte "tasarruf tedbirlerini" kamuoyuna duyurdu. ‘3 yıllık pakette’ araçtan, binaya ve enerji tüketimine kadar kalem kalem anlattılar. "Neden 3 yıl?" diye haklı bir soru var. Siyaset normal seyrinde giderse 4’üncü yılda halkın önüne sandık konacak. Türkiye’de her seçim, ‘ekonomisini’ de beraberinde getiriyor. 2000 yılında Kemal Derviş programının tasarruf tedbirlerine bakıldığında, o dönem paketin önceliği norm kadro uygulaması, lojman satışı (Mehmet Şimşek’in programında ekonomiye kazandırılması deniliyor) ulaşım ve servis giderleri, haberleşme vs. gibi başlıklar vardı. Açıklanan programda da benzer başlıkları görmüşsünüzdür.

Bazı başlıklara birlikte bakalım; Kamuda istihdama sınırlama getirilecek. 3 yıl boyunda emekli olanlar kadar istihdam sağlanacak. Hizmet içi eğitimler otellerde değil, kamu tesislerinde yapılacak. (Bugüne kadar neden lüks otellerde yapılırdı o da ayrı bir konu.) Kamuda yönetim kurulu ücretlerine sınırlama getirilecek. Yapılacak düzenlemeyle yönetim kurulu ücretlerine üst sınır getirilecek. Sınırı aşan kısımlar bütçeye gelir olarak kaydedilecek. Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın defterdarlıkları ve vergi dairesi başkanlıkları birleştirilecek. Uluslararası toplantılar ve milli bayramlar hiç gezi, yemek vb. faaliyetler düzenlenemeyecek. Başta dediğim gibi hadi uyguladık bu paketi diyelim. "Neden 3 yıl?" sorusunun tatmin edici bir cevabı yok. Oysa tasarrufun yani israftan kaçınmanın kalıcı bir devlet politikasına dönüşmesi lazım. Tasarrufu belli süreyle sınırlı tutarsanız haklı olarak niyetiniz de hedefiniz de sorgulanır. Ve inandırıcılığınızı yitirirsiniz. Bu nedenle tasarruf paketine kuşkuyla yaklaşanlar pek haksız sayılmaz. Ben de şüpheyle yaklaşanlardan biriyim. Neden mi? Anlatayım…

Bir ara Ankara’da 'devletin küçülmesi’ gerektiğini söyleyen siyasetçiler vardı. Turgut Özal bunlardan biriydi. Tansu Çiller Türk Devletini ‘sosyalist devletlere’ benzetmiş devletin yetki ve sorumluluk alanının daraltılmasını savunmuştu. AK Parti geleneği de anti-devletçidir. Gücünün sınırlandırılmasını ister. Söz konusu siyasetçilerin hiçbiri iktidar olduklarında politikalarını uygulamaya yansıtmadı. Özal’ın devri iktidarında devlet kurumlarının binaları bile büyüdü. Örnek mi? Bugün gecekondu gibi kalan Sayıştay binası. Liberal görünümlü Çiller tam bir devletçi oldu. Güvenlikçi politikaları onun kadar sert uygulayan siyasetçiye az rastlanır. Mehmet Ağar’ı, Doğan Güreş’i Meclis’e taşıyan odur. AK Parti’nin karnesi de iç açıcı değil. Devlete yerleştikçe eski düşüncesinden uzaklaştı ve günün sonunda ‘devleti kutsadı ve baş tacı’ yaptı. Devletçilikte AK Parti, MHP’den geri kalmaz. Bir adım önde olduğu bile söylenebilir. Devleti küçültmeden tasarruf mümkün mü? Personel politikasını sil baştan ele almadan israf nasıl önlenir? Lojmanları azaltmadan, binaları küçültmeden, makam araçlarını eksiltmeden yapılacak tasarruf sadra şifa olur mu? Örnek o kadar çok ki… İletişim Başkanlığı binasına bu gözle bakın. Ankara’da yollar irili ufaklı görkemli siyah renkli, kara camlı makam araçlarından geçilmiyor. Yılmaz ve Şimşek ‘Eskisi gibi olmayacak, azalacak’ diyor. Hadi görelim…

Yazının Devamı

Liyakat sadakat ikileminde çürüyen toplumsal düzen ve çöken devlet..

Liyakat mi, sadakat mi? O kadar temel bir soru ki! Yükselişle geri kalış, kalkınmayla sürünüş, yaşamakla çürüyüp yok olmayı birbirinden ayıran iki seçenek. Devlet olmakla kabileler arenası olmak arasındaki fark.

Liyakat ve sadakat… Birincisi devlet adamlarının aradığı vasıftır; ikincisi popülist, fırsatçı siyasetçinin…

Osmanlı’nın çöküş dönemini Vezir Faik Reşat’ın sözü ne güzel anlatıyor: “Benim vezir oluşum liyakatimin muktezası değil sadâkatimin mükâfatıdır.” Edebiyatçı, tabii güzel anlatacak. Faik Reşat, çöküşün sırrını barındıran bu cümleyi belki alçak gönüllülük niyetine sarf ediyor. Ama aynı anda da Osmanlı’nın sonunun geldiğinin işaretini veriyor.

Yazının Devamı

Gösteriş, şatafat ve teşhircilik üzerine...

İlber Ortaylı hocamız gösteriş ve şatafat cahil ruhların aşağılık komplekslerini örtme çabasıdır demiş. Hocam bunları söylüyor ama maşallah kendisi 80 yaşına doğru yol alıyor; hala görünür olmanın hazzından vazgeçmiş de değil. Gösteriş, şöhret ve görünürde olmak öyle kolay vazgeçilecek nimetler değil anlayacağınız. Bilgili bile bilgisini göstermek istiyor, onay istiyor, beğeni istiyor. Sözle olmuyor bu işler. Bal bal demekle ağız tatlanmıyor.

Göstermedikten sonra ne anlamı var ki sahip olmanın, malın, mülkün, makamın, servetin! Göstermezse insan, kendinden aşağısını nasıl ezecek nasıl aşağıdakilere üstünlük kuracak, nasıl tatmin edecek olgunlaşmayan hastalıklı marazi ruhunun yaralarını!

Gösteriş ve şatafat bilgelikle ve faydalı fikirlerle donatılmamış, insanı insan yapan değerlerle bezenmemiş, gücü içselleştirmemiş bayağı ruha sahip olanların aşağılık komplekslerini tatmin etme araçlarıdır.

Yazının Devamı

Sürüye koç lazım..

"Koç katma" zamanını bilir misiniz? Ya da “Koç Katma” gibi bir kavram duydunuz mu? Boşuna Google’ı taciz etmeyin. Ben arz edeyim. Koç katma, koyun, keçi diye isimlendirilen “davar” milletinin hallerine dair bir kavramdır. Koyunun erkek kısmına “koç” denir. Keçininki “teke”dir ama bu risalede dışıdır. Kasım ayı geldi mi koç kısmına bir haller olur. Sağa sola tos atmaya başlarlar. Tıpkı köy yerinin delikanlısının evlenmek istediğine dair işaretleri evin içine bırakması gibi. Babanın ayakkabısının tabanına çivi çakmak ya da ayakkabının içine su dökmek türünden eylemler bunun masum alametleridir. Bunlar köy yerinin icaplarıdır. Şehir yerinde görülmez.

Koç dünyasında bunun karşılığı başkadır. Koçların bu talebi adeta yardım çığlığıdır. “Bana karı bulun” manasına gelir. Ne var ki bir iki dişi bunların hevesini kesmez. Bütün dişileri isterler. Kasım ayı geldiğinde ağıllardan gelen takır tukur seslerinin aslı budur. Kızışmış koçlar kavga eder, attıkları toslar takır tukur sesler çıkarır. Dişiler de bu seslere bakıp erkeklerini seçerler. Tokuşturma anında çok ses çıkaran erkeğin kafası, dişilerin üzerinde “entelektüel kafa” etkisi yaratır. Kafa tokuşturma işini fikir mücadelesi gibi görürler. Bir de o koçun kuyruk kısmı heybetliyse seçim dört dörtlük demektir. Yağlı bir kuyruk, Etiler’de bir aşağı bir yukarı turlayan zengin aile çocuğunun altındaki Ferrari gibidir. Davarların aklını başından alır. Ağılın baskın erkekleri böylece belirlenir. Koç katma zamanının şampiyonları kasım ayında faaliyete geçerler. Mevcut ne kadar dişi varsa tek tek haklarından gelirler. Dişiler döllenir. Yeni nesil kuzulara gebe kalır. Koç sürüye katılmış olur. Erkekler de rahatlar.

Bizim de ülkece iyi bir koça ihtiyacımız var. Gelecek devletin başına, cesaretle gereksiz kafaları koparacak, siyasetçilerin ve bürokrasinin saltanatına, yolsuzluğuna ve israfına son verecek. Başka türlü kurtuluşumuz yok. Başka türlü rahatlama da yok.

Yazının Devamı

Ölü zaman ve işyerinde tuvalet molaları..

Tuvalet insanın en mahrem alanlarından biri; yalnız icra ettiğiniz faaliyet alanı. Kimi zaman bazılarımız bağırsak faaliyetlerinin son eylemini gerçekleştirip hemen çıksak bile bazılarımız o süreyi uzatma yoluna gitmektedir. Fakat ortalama şekilde ele aldığımızda günde bir insan mesai saati diliminde (8 saat olarak düşünürsek) ortalama olarak 1 kez büyük tuvalete, su tüketimine ve sıcaklığa bağlı olarak 2-3 küçük abdeste çıkar. Yani mesai saatleri içinde 3 kez tuvalete çıkmak ortalamadır.

İşçi sınıfına iş yerlerinde kalan son “kendine ait oda”lardan biri de tuvaletlerdir. Belirli anların ve alanların kontrolü üzerinden düşündüğümüzde, işçinin aklen ve bedenen hem ihtiyacını giderdiği hem kendisiyle kalıp rahatladığı tuvaletler, ilk bakışta üretim organizasyonunun ve zaman çizelgesinin dışında kalan otonom alanlar gibi görülebilir. Ne var ki, sermayenin iş yerinde ölü zamanı ortadan kaldırma stratejilerinin ilk mekansal müdahaleleri yine tuvaletlerden başlamaktadır.

Üretim tekniği ve teknolojik altyapı ne kadar ilerlerse ilerlesin, işçilerin tuvalet ihtiyaçlarına doğrudan müdahale eden bir aracın mümkün olmayışı, zamansal hileler ve zorlamalarla telafi edilmektedir. Tuvalet ihtiyaçları ve molaları üzerinde sermayenin kendisinde gördüğü tasarruf “hakkı” birkaç biçimde somutlaşmaktadır. Bunları üç başlıkta toplayabiliriz. Birincisi, doğrudan mekansal düzenlemeler yoluyla işçilerin konfor alanlarını bozarak onları tuvaletlerden uzak tutmak. İkincisi, doğrudan zamansal düzenlemelerle, kronometre veya sayaç gibi araçlarla tuvalet sürelerini sınırlandırmak. Üçüncüsü, sermayenin işçileri insanlıklarından çıkarma (dehümanizasyon) sürecinin bir aşaması olarak, tuvalet ihtiyaçlarını yasaklamak. Her üç şekilde de işçilerin üzerindeki bedensel denetim ve kontrolün azgınlık seviyesi ortaya çıkmaktadır.

Yazının Devamı

Millet CHP’ye yeni anayasa için müzakere yapın, diye mi oy verdi?

CHP belediye seçimlerinde % 38 oy alarak 1.parti oldu. Hala aldığı oya şaşkın. Kendisi de inanamıyor, o nedenle yalpalıyor. Hala 14 Mayıs cumhurbaşkanlığı seçimlerini kaybetmenin travmasını atlamamışlar.

Yerel seçimden sonra ivedi olarak erken seçim talep etmeleri gerekirken; ak partinin ve iktidarın yeni anayasa oyununa geldiler. Güya müzakere altında iktidara koltuk değneği olacaklar bu kafayla.

Yahu kardeşim ne anayasa müzakeresi. Mevcut anayasaya uyuyor mu ki iktidar özgürlükçü anayasa yapacak? Gazze protestosuna dahi izin vermeyenler mi özgürlükçü anayasa yapacak? Özgür basın olmadan özgür ülke olur mu?

Yazının Devamı

Katliam ayrı, ticaret ayrı utanmazlığı ve Gazze’nin çığlığı.

İsrail’le ticaret meselesindeki inkardan başlayan kabulle neticelenen gelişmeleri alt alta yazdığımızda ortaya çıkan manzara tam ibretlik ve AK parti adına utanç verici haberler çıkmaya başlayınca AK parti iktidarı temsilcileri inkar etti. Hayır hepsi yalan, medyanın uydurması dediler, kamuoyuna İsrail ile ticaretinin asla söz konusu olmadığını açıkladılar; bir devlet kurumu olan TÜİK verilerini bile uydurma diye nitelediler, sonra herkesin gördüğü gemileri yalanlayamadıkları için ürkek edayla kabullenir gibi yaptılar.

İsrail üzerinden Filistin‘le ticaret yapıyoruz bahanesine sığındılar. İstanbul’da İsrail’le ticaretini protesto eden gençlere polisin müdahalesi ülkenin gündemi oldu, başörtülü kadınlar yerlerde sürüklendi,

Ters kelepçe takılarak karda tulumba gözaltına alındı.

Yazının Devamı

Dördüncü evre kanser..

Önce biraz tıptan bahsedelim. Şunu ifade edeyim; pek de hoş olmayan bir mevzudan bahsedeceğim. Lütfen mazur görün. Kanser teşhisi konulduktan sonra yapılan testlerde kanserin kaçıncı evrede olduğu bilgisine ulaşılır, bunun amacı kanserin evresini bilmek uygulanacak tedavi yöntemine karar verebilmektir. Peki nelerdir bu evreler; kanser hastalığı beş evrede ifade edilir. Kanserin nerede yerleştiğinin, nerelere yayıldığının ya da vücutta diğer organları etkileyip etkilemediğinin tanımlandığı evreler şunlardır.

Evre sıfır kanser olmadığını, kanser olma ihtimali taşıyan hücreler olduğunu gösterir. evre sıfır kansere meyilli evre olarak da adlandırılır. Evre bir erken evre kanser de denilen evre. Evre birde tümörün küçük olduğu anlamına gelir, evre birde tümör başlangıç aldığı organla sınırlıdır. Evre iki ve üç daha ileri aşamadaki bir kanser hastalığına ifade eder; tümör çevresindeki dokulara doğru örneğin lenf bezlerine yayılmış olabilir. Evre dört kanserin son evresi. Evre dört olarak isimlendirilen kanserin son evresinde yaşananlarsa tümörün vücudun diğer bölgelerine yayılması yani metastaz yapmasıdır. Kan kanseri, beyin kanseri ve lenfoma kanserinin kendine özel bir evresi vardır, bu türlere özel evrelerde kanserin ilerleme durumunu gösterir.

Maalesef bu elim hastalığın son evresinde yapılabilecek pek bir şey yoktur. Tıp kısıtlı yöntemlerle hastanın ömrünü en fazla birkaç ay belki etkileyebilir, genelde bu evreden sonra hastanın daha kaliteli ve konforlu bir hayat sürmesi için tedavi yöntemleri vardır.

Yazının Devamı

Amerika Birleşik Devletleri Başkanı olmak..

Geçenlerde bir internet sitesinde ABD başkanları hangi masrafları kendi karşılar yazısı okudum. Yediği içtiği dahil Başkan olan adama tüm harcamaları kilitlemişler. Ne kardeşi ne tanıdıkları para vermeden Başkan uçağına binemiyorlar falan. Kardeşim uçağıma binemedikten sonra neyleyeyim.

Okuduğum kadarıyla abd başkanı olmak çok da matah bir şey değilmiş eğer güç tutkusuna sahip bir şizofren ya da milletine deli gibi hizmet etmek isteyen deli gönüllü değilseniz.

Bir de bizim politikacılarımıza ve başkanlarımıza sunulan imkanlara bakın. Meclis başkanı Mardin’e cumhurbaşkanlığı süper jetiyle gitmiş. Meclis başkanı THY uçağı ile gitse itibarı kalmaz herhalde. Bir de meclis başkanı şu an ne ile yarıyor ki; bu kadar masraf yapıyor!

Yazının Devamı

Kurtlukta düşeni yemek kanundur..

Hadi gelin biraz zamanda yolculuk yapalım. İtalya’yı 1911’de Trablusgarp‘a karşı harekete geçen en önemli olay fas meselesinin alevlenmesiydi. İtalya’nın daha önce 1900 yılında Fransa ile yaptığı gizli anlaşmaya göre Fransa Fas’ta yeni çıkarlar elde ederse İtalya’da Trablusgarp hareketini başlatacaktı.

Fransa 24 Nisan 1911’de Fas’a girdi. Almanya İngiltere’nin engellemesi üzerine Fas‘a yönelik istedik isteklerini rafa kaldırdı, bunun üzerine Roma’da Giolitti hükümeti Trablusgarp‘ı altın tepside halka sunacağını söz verdi Başbakan Giolitti’nin Trablusgarp‘ı kolayca işgal edebileceğine inancı tamdı çünkü çok yakından tanıdığı Hakkı başa sadrazam Divan’ına bağdaş kurmuştu. Roma seferliğinden sadrazamlığa geçer geçmez Hakkı Paşa İtalyanların isteği üzerine ilk işi Trablusgarp Valisi İbrahim Paşa’yı görevden almak oldu. İbrahim Paşa Osmanlı’nın çıkarlarını korudu Banco de Roma’nın Bingazi‘de şube açmasına izin vermediği, depolardaki yeni silahların İstanbul’a gönderilmesini engel olduğu için sadrazam ondan kurtulmak istiyordu tıpkı İtalyan dostları gibi. İbrahim Paşa apar topar görevden alındı yerine atanan Bekir Sami Bey bir türlü gelmek bilmedi. Trablusgarp’a valiliğe Miralay Neşetbey vekalet ediyordu; velhasıl bölge bölge sadrazam sayesinde valisiz, askersiz, komutansınız, sonuçta savunmasız işgale kucak açmış bekler haldeydi; sadrazam Hakkı paşa daha sonra vatana ihanetle suçlanacak, yaptıkları sui tesadüf değil su idare idi ki cinayet haddine layıktı sözleriyle lanetlenecekti ama ittihat ve terakki cemiyeti Hakkı Paşa’nın arkasında saf tutacak meclisin soruşturma açmasını engel olacaktı, çünkü cemiyetti Hakkı Paşa’yı saadete getiren ve cemiyet tükürdüğünü yalamazdı. Günümüze ne kadar benziyor değil mi!

Hakkı paşa briç masasında aldığı ultimatomun ağırlığı altında ezildi, istifasını verdi, gün ışırken konağına kapandı. Yerine Sait Paşa getirildi.

Yazının Devamı

KKM ürününe hakkaniyetli bir bakış..

Neredeyse herkesin, oluşan 818 Milyar TL zararın, Kur Korumalı Mevduat finansal ürününden kaynaklandığını iddia etmesi bı yazıyı kaleme almama vesile oldu. Yiğidin hakkını yiğide vermek lazım. KKM ak partiye 2023 cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimini kazandıran bir enstrümandı. Görevini yaptı ki hala yapıyor. Eğer KKM olmasaydı AKP şu an 2.parti bile olamazdı.

Suçu KKM’ye atan zevat, KKM finansal ürününün matematiksel olarak nasıl zarar oluşturabileceğini izah edemedikleri için dolaylı ve etkileşimli işlemleri öne çıkarıp isabetsiz çıkarımlar yapıyorlar.

Deniliyor ki “KKM’den dolayı enflasyonun %70 olduğu bir dönemde firmalara %14’le kredi verilerek çok büyük kaynak transferi yaratıldı.”

Yazının Devamı

Belediye borç pankartları belediye binalarına asılıp, dört sene kaldırılmamalı

Malum seçimler bitti. AK Parti’den devrolunan belediyelerde korkunç enkaz var. Hepsi borç batağında, maaşları ödeyemez durumlara gelmişler. Zaten SSK borçları falan hal getire. Üstüne milyon milyon harcanıp yapılan makam odaları rezaleti de başka boyutu. Nereden baksan israfçılar ve kamu kaynağını paşa gönüllerince hem harcamışlar hem de haksız zenginleşmişler. Eskilerin deyimiyle söyleyelim: Yağı bol bulan kasap, eline yüzüne sürermiş.

Belediyelerin yansı sıra bir de biliyorsunuz ıstakoz meselemiz var. Istakoz yiyen hanımefendi milletvekili sanki İsviçre’yi fethetmiş edasıyla karşılandı AK Partili vekillerce mecliste. Yazıklar olsun. Ar damarı çatlamış utanma duygusunu kaybetmiş bir vekil ve halktan tamamen kopmuş bir kısım arsız AK Partili milletvekili gürûhu. Millet ucuz ekmek kuyruğunda bunlar ıstakoz yiyen vekili tebrik kuyruğunda. Allahtan korkmaz kuldan utanmazlar.

Ne demiş peygamberimiz: Utanma duygusu imandandır. Hani elimizde iman ölçer yok ama yaşantıları ve davranışları sorgulanmaya muhtaç.

Yazının Devamı

Servet transferi..

2021-2023 arası uygulanan akıl ve bilim dışı ekonomi kararlarını bir deney olarak nitelendirmiyorum. Servet transferi yapmak ve iktidarı korumak için sonuçları öngörülerek alınmış bilinçli kararlardı.

Faturası sadece 25 milyar dolar MB zararı, devasa fakirlik, yüksek bütçe açığı, gelir ve servet dağılımında bozulma vb ile sınırlı değil. Ülke ekonomisinin köküne nükleer bomba konuldu, kaynaklar yok edildi. Süreç hala bitmedi ve etkileri uzun yıllar devam edecek.

Umarım bir gün bu kararları alanlar yargılanır ve gerekli cezaları alırlar. Süreç boyunca konuşmayan uzmanlar, akademisyenler, aydınlar, bürokratlar da ayıplarıyla yaşarlar.

Yazının Devamı

Bir lokma bir hırkadan Monaca’da ıstakoza..

Yerden göğe ıstakoz dizseler Birbirine bend etseler Altından birini çekseler Seyreyle sen gümbürtüyü..

Rahmetli Yunus Emre küp için söylüyordu bunu. Ne diyordu:

Yerden göğe küp dizseler Birbirine bend etseler Alttakini bir çekseler Seyreyle gümbürtüyü..

Yazının Devamı

İran rejiminin havlu atması..

İsrail’in Suriye’deki İran büyük elçiliğinde tam zamanlı nokta istihbaratı üzerine İranlı generalleri öldürmesi üzene İran kuyruğu dik tutmak için drone ve füzelerle 14 Nisana bağlanan gecede saldırı başlattı. Saldırı göstermelik ve etkisizdi.

İçeride kendi halkına ceberrut ve zalim yönetim molla rejimi dışarıda güçlüler karşındaki süt dökmüş kedi gibi. Sevsinler misillemenizi.

Yarın gece, ya sonraki gecelerde veya herhangi bir yarında ya da gelecek haftasonu da ya da aylarda İsrail cevap verir.

Yazının Devamı

Yanlış ekonomik politikaların bedeli..

Türkiye’yi idare edenlerin ısrarla uyguladığı politikalar (göç, tarım/gıda, enerji, vergi, servet transferi, işgücü, eğitim vb) döngüler halinde sürekli iki temel sonuç getiriyor:

1. Yüksek cari açık. 2. Bozulan gelir dağılımı.

İlki sürekli dış kaynak bulunmazsa ödemeler krizi, ikincisi çatışma riskini arttırıyor, hatta dış kaynak bulunmazsa kaçınılmaz kılmaya başladı.

Yazının Devamı